Şimdi durup bir düşünelim. 2011 yılına dönelim. Türkiye’nin güney sınırlarında patlayan bir hareketlilik. Bir yandan sınırdaki mayınlar temizleniyor, diğer yandan sınır kapılarımızdan milyonlarca mülteci akın ediyor. Sormamız gereken şu: Bu yaşananlar gerçekten bir tesadüf müydü, yoksa önceden çizilmiş bir planın adım adım uygulamaya konulması mıydı? Şimdi gelin, bu sorulara birlikte cevap arayalım.
Sınırdaki Mayınların Temizlenmesi ve Akabindeki Göç Dalgası
Bir ülkenin sınırındaki mayınların temizlenmesi, insani bir adım gibi görünebilir. “Mayınsız bir dünya” idealine hizmet ettiği iddia edilebilir. Ancak, tam da bu temizleme operasyonunun hemen ardından milyonlarca insanın sınırlarımızdan içeri girmesi tesadüf müdür? Bence değil. Çünkü tarih bize şunu öğretir: Büyük göçler, asla kendiliğinden oluşmaz. Arkasında daima bir siyasi, ekonomik ya da askeri plan vardır.
Suriye’nin kuzeyindeki haritaya bakın. Özellikle Türkiye sınırına yakın bölgelerde yaşayan halk, yıllardır bu topraklarda bulunuyordu. Ancak 2011’den itibaren bu bölgeler sistematik olarak bombalandı. Peki, bu bombalamalar kime hizmet etti? Bu insanların güvenli bir bölgeye mi gitmesi sağlandı, yoksa belli bir koordinata uygun bir boşaltma mı gerçekleştirildi? Burada niyet çok önemli. O harita, emperyalist güçlerin Ortadoğu’yu yeniden dizayn etme planının bir parçası olabilir mi? Bence olabilir.
Türkiye’nin Rolü-Sığınmacı Politikası ve Emperyalizm
Şimdi gelelim Türkiye’nin rolüne. Emperyalizm dediğimiz şey öyle bir güç ki, sizi farkında olmadan kendi politikalarına alet edebilir. Peki Türkiye, 2011’den itibaren nasıl bir pozisyon aldı? İlk başta, Suriye’deki olayların bir iç mesele olduğunu söyledi. Ama sonra? “Esad rejimi” söylemiyle birlikte bir tarafta yer aldı. Bu taraf, Suriye’nin toprak bütünlüğünü korumayı mı hedefliyordu, yoksa emperyalist güçlerin bir gölge haline gelerek bölgede bir kaos yaratılmasına mı hizmet ediyordu?
Bunu anlamanın en iyi yolu, mülteci politikasına bakmaktır. Türkiye, milyonlarca Suriyeliyi sınırlarından içeri aldı. Bu insani bir görev olarak sunuldu. Ama işin ekonomik, toplumsal ve güvenlik boyutuna baktığımızda durum pek de öyle değil. Türkiye, bu mülteciler için milyarlarca dolar harcadı, toplumsal yapıda büyük değişiklikler yaşandı ve işsizlikten kültürel çatışmalara kadar pek çok sorun ortaya çıktı. Şimdi soruyorum: Bu kadar büyük bir göç dalgasına kapı açmak, gerçekten Türkiye’nin yararına mıydı? Yoksa Türkiye’nin iç dengelerini sarsmayı hedefleyen bir stratejinin parçası mıydı?
Suriye’nin Toprak Bütünlüğü-Gerçekten Korundu mu?
Türkiye’nin Suriye politikası sürekli olarak “Suriye’nin toprak bütünlüğünü koruma” söylemiyle savunuldu. Ama sahaya baktığımızda ne görüyoruz? Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı gibi operasyonlarla Türkiye, Suriye’nin kuzeyinde güvenli bölgeler oluşturdu. Bu bölgeler, aslında Suriye’nin toprak bütünlüğünü korumaktan çok, yeni bir siyasi denklem oluşturma çabasının parçaları gibi görünüyor. Çünkü bu bölgeler, Suriye yönetiminin kontrolünden tamamen çıkmış durumda. Ayrıca, burada kurulan yeni yapılar, uzun vadede bölgenin demografisini değiştirme riski taşıyor.
Bu noktada bir başka soruyu da sormak lazım: Türkiye, bu operasyonlarla kime hizmet etti? Eğer Suriye’nin toprak bütünlüğünü korumak gibi bir hedef vardıysa, neden Esad rejimiyle doğrudan bir diyalog kurulmadı? Neden emperyalist güçlerin yönlendirmesiyle hareket edildi? Yoksa amaç, Suriye’yi bölmek isteyen büyük güçlerin planına zemin hazırlamak mıydı?
Göç ve Bombalamaların Ardındaki Gerçekler
Suriye’den gelen göçmenlerin hikayelerine bakın. Çoğu, “Bölgemiz bombalandı, bu yüzden kaçtık” diyor. Ama bu bombalamaların arkasında kim var? Gerçekten bölgede savaş olduğu için mi bu insanlar göç etti, yoksa belli bir nüfusu oradan çıkarmayı hedefleyen bir planın parçası olarak mı? Bunun örneklerini daha önce başka yerlerde de gördük. Irak’ta, Afganistan’da, Libya’da… Emperyalizm, önce kaosu yaratır, sonra da bu kaosu çözmek için kendi çözümlerini sunar. Bu çözümler genelde daha fazla sorun yaratır, ama onların umurunda değildir. Çünkü asıl amaç, kontrolü ele geçirmek ve zenginlikleri sömürmektir.
Suriye’de yaşananlar da bundan farklı değil. O bölgeler neden bombalandı? Çünkü o toprakların boşaltılması gerekiyordu. İnsanlar, can güvenlikleri olmadığı için evlerini terk etti. Ama bu bombalamaların arkasındaki güçlerin asıl amacı, bir haritayı yeniden çizmektir. Ve bu haritanın çizilmesi sürecinde Türkiye’nin nasıl bir rol oynadığı, tarihin en önemli sorularından biri olacaktır.
Türkiye’nin Emperyalizme Alet Edilmesi
Türkiye, bölgede güçlü bir ülke. Ama bu güç, doğru yönetilmezse emperyalizmin hizmetine sunulabilir. 2011’den itibaren izlenen politika, ne yazık ki Türkiye’yi bu duruma düşürdü. Suriye’deki iç savaşa müdahil olundu, milyonlarca mülteci alındı, sınırlarımız adeta delik deşik oldu. Bütün bunlar, Türkiye’nin uzun vadeli çıkarlarına hizmet etmedi. Aksine, Türkiye’yi zayıflattı. İçeride toplumsal huzursuzluk, dışarıda itibar kaybı yaşandı.
Peki, bu süreçte ne yapılabilirdi? Türkiye, Suriye’nin iç işlerine karışmak yerine tarafsız bir arabulucu olabilirdi. Mülteci akınını durdurmak için sınır güvenliğini güçlendirebilir, uluslararası toplumdan daha fazla destek talep edebilirdi. Ama bunların hiçbiri yapılmadı. Bunun yerine, Türkiye, emperyalist güçlerin yönlendirmesiyle hareket etti ve bunun bedelini halk ödemek zorunda kaldı.
Sonuç-Soru İşaretleri ve Dersler
Sonuç olarak, Türkiye’nin 2011 sonrası Suriye politikasına baktığımızda, aklımızda pek çok soru işareti kalıyor. Sınırdaki mayınların temizlenmesinden mülteci akınına, Suriye’nin bombalanmasından Türkiye’nin sınır ötesi operasyonlarına kadar her şey, bir planın parçası gibi görünüyor. Bu planın sahibi kim? Türkiye, bu planın neresinde? Emperyalizme mi hizmet ettik, yoksa gerçekten Suriye’nin toprak bütünlüğünü mü koruduk? Bu soruların cevapları, belki bugün değil, ama bir gün mutlaka ortaya çıkacaktır.
O zamana kadar, yaşananlardan ders almalı ve gelecekte benzer hatalara düşmemeliyiz. Çünkü Türkiye, büyük bir ülke. Ama bu büyüklüğün, doğru bir şekilde yönetilmesi gerekiyor. Emperyalizmin oyunlarına gelmeden, kendi çıkarlarımızı koruyarak hareket etmeliyiz. Unutmayalım: Güçlü bir Türkiye, sadece kendi halkı için değil, bölgedeki bütün halklar için bir umut kaynağı olabilir. Ama bunun için önce kendi evimizin içini düzeltmeli, sonra da büyük resme bakmayı öğrenmeliyiz.
Bahadır Hataylı/28.12.2024/Sancaktepe/İST