“Şu kardeşimdir. Onun doksan dokuz koyunu var, benimse bir
tek koyunum var. Böyleyken: "Onu da bana ver" dedi ve konuşmada bana
üstün geldi. “Sad/23
“Dedi ki: "Andolsun, o senin koyununu kendi koyunlarına
(katmak) istemekle sana zulmetmiştir. Gerçekten (varlıklarını) birbirine
karıştıran ortakların çoğu birbirlerine haksızlık ederler. Sadece iman edip
salih ameller işleyenler müstesna. Ama onlar da ne kadar azdır!" Davud
kendisini imtihan ettiğimizi sandı da Rabbinden bağışlanma diledi. Rükû ederek
yere kapandı ve gönülden (bize) yöneldi.” Sad/24
Bu ayetlerde vurgulanan hakikat hepimizin imtihanı olduğundan
kuşkunuz olmasın…Söylenen her sözün niçin neden durup dururken bize sorulduğunu
idrak etmeden hemen dalıyoruz üstün bilgi yüklü, (!) şeytanın hipodrom olarak
kullanmayı çok istediği, o dağarcığımızdan konuşmaya…Ondan dolayıdır ki
toplumsal yaşamımızın her katmanında herkes her şeyi bilen, mutlak danışılması
gereken kanaat önderi gibi kendisini görüyor. İnsan olduğumuzu fark etsek te
her an imtihan olabileceğimizi düşünsek, acaba bu kadar boşlukta mütekebbirlik
edasıyla yaşar mıyız?
İnsan çok garip bir varlık, nasıl olduğuna neden yaşadığına
nereye gideceğine, sonuçta ne olacağını düşünmeden hesapsızca yaşamayı
kendisine hedef edinmiş olarak yaşamını sürdürür, âmâ bir aksilikle
karşılaştığında da hemen gideceği yer aklına gelir ve onun en fanatik
dillendireni olup çıkar.” Allah ölümü ve hayatı hanginizin daha iyi amel
işlediğini görmek için yarattığı halde bizler kötü amelleri yapmada yarış
halindeyiz. Böylesi bir ortamda bizler kendi hayatlarımız hakkında nereden
nereye geldiği ve nereye gittiğini sorgulamazsak son nokta konulduğu zaman
nasıl defterimizin kapandığının da hesabını yapamadan el aleme rüsvay
olabiliriz; çünkü defterimiz umuma ait bir defter olacağı için herkesin okuma
şansı olabilir. Yani açık defteri herkes okuyabilir bir sakıncası olmaz. Şimdi
soruyorum, kendimizi ve zaaflarımızı korumak ve alenen ortaya dökmemek için bu
kadar hassas davranan, insan denen bu varlığın kendi hesabıyla ilgili hiçbir
hesap yapmadan sınır tanımayan bir ihtiras ve hırsla yaşamasını anlayabiliyor muyuz?
Çöldeki develerin harase dikenini yedikçe ağzı kanıyor
kanadıkça hoşuna gidiyor ve daha fazla yemeye başlıyor, en sonunda kendi kanını
içerek kan kaybından öleceğini bilmediği için kendi sonunu hazırladığı gibi biz
insanlarda hırsımızın kurbanı olarak yaşarken aslında sona doğru kendi kanımızı
tükettiğimizin farkında değiliz. Ondan olsa gerek bu hırs insanlığımızı
elimizden aldı bizleri bir deve dikeni gibi görenin uzaklaştığı bir nesneye dönüştürdü.
Son yıllara baktığımızda kendi toplumsal yaşam ortamımızda bunları açık seçik görebiliyoruz.
Corona denen kimyasal ve biyolojik virüsle amaçlanan da kendi hırslarını
doyuramayanların başkalarının yaşamlarına son vererek onların faydalanacağı
imkanları onlardan almaktan başka bir anlam taşımıyordu. Büyük oranda da bu
alanda amaçlarına ulaşmış görünüyorlar; yani bütün bir insanlık başlarına gelen
olumsuzlukların doğal yaşamın bir sonucu olduğuna ikna olmuş durumda. Bu
zorunlu ve çaresiz kabullenmişlik, bu oyunu kuranların hırslarını da zirveye
taşıdığı biliniyor. Oysa Hırslarının kurbanı olan bu Küresel mikroplar kendi
kanlarıyla beslendiklerini ve bir gün o kanlarının biteceğini bilseler belki
şartlar değişir, âmâ nafile çünkü onlar kendi kanlarını içerek yok olacaklar…Bu
hırs sadece onlarda yok, herkes kendi çapı oranında hırsla yaşamını sürdürüyor.
Bu hırsların hepsi insanlığın başının belası olduğu bilinmelidir.
Kendi yaşam alanımız her geçen gün biraz daha yaşanmaz duruma
geliyor. Bu yaşanmaz ortamı oluşturan belli eller değil sadece, toplumsal
yaşamın içinde rolü olan her fert bu yaşanmazlık ortamının oluşmasına kendi
çapında katkıda bulunuyor. Yani herkesin doğaya karbon gazı vermesi gibi, her
fert bir hırsıyla bu yaşama damga vurmaktadır. Neden her varlık kendini
kanıtlama ve kendi edinimlerinin doğru olduğunu ve herkesin onun etrafında
toplanması gerektiğini savunur. Bu hırstan başka bir şey değildir. Hatta herhangi
bir konuda cevap verilmesi gerekiyorsa, düşünmeden araştırma yapmadan bir an
evvel karar verelim gibi çırpınışların arkasındaki güçte bir hırs göstergesidir.
Ondan dolayıdır ki hırs kâinatın düzenini bozan en sinsi virüstür. Bu virüsü
ıslah edemezsek bütün bir kâinat bu virüsün kuşatmasıyla infilak edecektir. Şu
kardeşim kendisinin 99 koyunu olmasına rağmen benim bir koyunum var onu da ver
diyor dendiği anda Davut (as) biraz düşünmeden olayı sorgulamadan altını üstünü
araştırmadan hemen bunu yapmakla zulmetmiş olmaktadır diyor. Oysa biraz
düşündükten sonra imtihan olabileceğini, diğerini dinlemeden bu diyaloğun arkasındaki
sır perdesini aralamadan karar verdiğinden dolayı secdeye kapanarak af dilemeye
başlıyor. Bu ani karar bir hırstan başka bir şey değildir. İnsan hırslı
yaratılmış ve aceleden bir gen barındırmaktadır içinde. Bu acelecilik hemen
bizi karanlığa taşıyabiliyor. Bu karanlıkları aydınlığa çevirmenin ve geçen
günlerimize de elde ettiğimiz ve edeceğimiz aydınlıkların yansıması için bir
imtihanda olduğumuzu idrak ederek hırstan arınarak kendimize gelmek zorundayız.
Bu arayış ve ayıklama sürecine giremezsek açıkça deklare ediyorum ki kendi
kanını içtikçe çok tatlı gelen deve gibi kendi kendimizi yiyerek tüketeceğiz.
Hayatın ve ölümün var olma gerekçesinin, hangimizin daha
güzel ve iyi amel yaptığımızın görülmesi için yaratıldığını bilenlerden başka
kimse, hırsın esiri olmadan hakikati idrak edecek duruma gelemez. Bu idrak
sahipleri de o kadar az ki, onlar sadece Salih bir yolda sahih bir inançla
dosdoğru yaşayanlardır. Yaşadığımız evrenimiz o kadar karardı ki, böyle bir
inançla halis bir kalple dosdoğru bir duruşla istikamet üzere yürüyenlere
hasret çekmeye başladık. Onun için o kadar çok keşmekeşlik var ki, bu hırslar
herkesin gözünü bürümüş ve hakikati idrakten yoksun olduğu halde hakikatin
temsilcisiymiş gibi davranmaktan da kurtulamıyor insan…
İnsanım diyen ve herkese insanlık dersi verecek kadar
kendisini değerli bulan öyle varlıkların yaşamlarına şahit oluyoruz ki, insan
kavramı içinde bunlarla birlikte anılıyor olmaktan utanmaya başlıyor insan.
İnsan olmak için öncelikle derinlikli bir araştırma analiz ve ayıklama gerekir.
Bu süreci dikkate almayanların vereceği karar ve ağzından çıkan her söz
yaşamını kâbus gibi kuşatan bir imtihanın habercisi olur. İmtihanlar önemlidir
arınmak için, her musibet asıl cevherin ortaya çıkması için cevherin üzerindeki
posaların biraz daha temizlenmesidir. Ancak insanın yaşadığı karşılaştığı ve
kendisine iletilen uyaranların etkisinde kalarak hemen harekete geçmesi
imtihanı fark etmeden hırsın kurbanı olduğunun göstergesidir. Hırsın kurbanı
olup imtihan olduğunu idrak edemeyenler, hakikat cevherinin ve hikmetin ortaya
çıkmasını engelleyen posaların daha fazla kalınlaşmasını sağlarlar. İşte,
yaşadığımız ortam hakikatin sürekli poslarla kalınlaşarak ortaya çıkacak bir
aralık bulmakta çaresiz kaldığı çağ olarak yaşamımıza damga vuruyor. Bu
karanlık yaşam dehlizlerinin damgalı bir merkebi olmaktan çıkıp hakikate karşı
kulaklarını kalplerini ve gözlerini kapamadan yaşamak ve yabani aslanlardan
ürküp kaçan merkeplerin durumuna düşmemek için, hırslarımızın esaretinden
kurtulmak zorundayız. Yoksa o hırs bizi bitirecek zaten her gün kan
kaybettiğimiz halde bunun bile farkında değiliz. Bu kayıp küresel ölçekte bir
kayıptır…Dolayısıyla evrenimizin karanlıklara gömülmemesi ve gök kubbedeki
ışıkların sönmemesi için bu çılgınlıkların tahakkümünden çıkmamız gerekir.
Ülke olarak büyük bir acıyla imtihan olurken bu acıları
dikkate almadan hemen günlük yaşamlarını en acımasızca eğlenceye dönüştüren
varlıklar insanlık geni taşıyıp taşımadığına bir baksın…Ölenle ölünmüyor derdi büyüklerimiz,
doğrudur ölenle ölünmüyor, ancak onların geride bıraktığı acıları ve bulutları
dağıtacak kadar insan olduğumuzu da ortaya koymak zorundayız. Bu
çaresizliklerden çıkar devşirmeye çalışan ve onu kendi emelleri için kullanan
varlıklar sahiden insanlık kitabının hangi sayfasında yer alabilirler. Bu
acıların geride bıraktığı imkansızlıkları imkanlı kılma gücümüz kuvvetimiz yoktur,
ancak o acıların üzerine daha fazla acı yüklemeyecek kadar gücümüzün
kuvvetimizin olduğuna inanıyorum…Ne yazık ki ülkemiz gündemine baktığımda
birilerinin attığı bir yalan, doğru da olabilir, bunu yaygınlaştırarak
insanların huzurunu bozmak ve onlara daha büyük acı ve sıkıntılar yaşatarak kötülüklerin
ve olumsuzlukların yayılmasına ve tek gündem haline gelmesinde insanı bu alana
motive eden sahiden görev ve sorumluluk bilinci mi, yoksa içini kaplayan
hırsların kuşatmışlığı mı? Herkes bunun ne olduğunu çok iyi bilir.
Hiçbir insan acıları yaygınlaştırarak acıların hafiflemesine
ve unutulmasına katkı sunamaz. Acıları hafifletmenin en güzel yolu ortak insanlık
geninde uyumlu hale gelmektir. Bir olumlu süreç varsa hayatta benim elimle
olmasının gerekmediği, önemli olan o sürecin devamlılık kazanmasına nasıl katkı
sunacağım olmalı ilkem…Ancak yaşadığımız karanlık ortamlara baktığımızda
böylesi bir algı ve anlayışı bulmanın görmenin ne kadar zor olduğunun farkındayız.
Aslında söylenecek o kadar çok mesajım var ki, içim dolu ama patlamak
istemiyorum, hırsların kurbanı olarak can vermeyi değil, insan olarak imtihan
olduğumun farkında olup akıl ve idrakle yaşayarak hakikate şahitlik yapmayı
yeğliyorum…
Bu kısa hatırlatmalarımdan sonra, insanım diyen ve öyle
kalmak isteyenlere diyorum ki, herkes 99 koyunu olan kardeşin bir koyununu
acaba alacak mı almayacak mı öyle bir şey olabilir mi, bunlar beni sınıyor
olabilirler mi, vereceğim karar beni yakabilir mi diye en hassas noktalara
kadar dikkat edilerek Davut (as) gibi yanlış yapmış olabileceğimizi düşünerek,
kendimizi hesaba çekerek yaşadığımız bir hayatımız olsun…O gün geldiğinde bir daha
dönüş olmadığı için buradaki hırslarımız bize yarın ki hesabımızı unutturarak
karanlığa bizi gömmesin…
El insaf limanından kalkan, Vicdan kaptanının öncülüğünde merhamet
okyanusuna açılan Nuh’un gemisindeki yerimizi alalım…Titanik daha gösterişli
herkes onu tercih ediyor orada daha güvendeyiz diye kendi elinizle kendinizi
ateşe atmayın….Size söylediğimi bir gün anlayacaksınız ama o gün aramıza sel
suları girmişse kimse bizi o sulardan kurtaramaz…Kenan gibi dağlara sığınırım
ağaçlara dayanırım çırpınışlarımız boğulmamıza engel olmayacaktır…”Bu
anlatılanlar bir haberdir, ancak her haberin bir gerçekleşme zamanı vardır,o
günde çok yakındır…”Harase dikenini yemekten vazgeçelim ağzımızdan dilimizden
boğazımızdan kan geliyor kendi kanımızı içiyoruz hala uyanmayacak mıyız, oysa
uyanmamak için uyku saatimizin yaklaşıyor olduğunu görelim diyorum ve herkese
bu günlerin bir idrak kapsı olmasını rabbimden niyaz ediyorum…Selam saygı
muhabbet ve iyilik dileklerimi iletiyorum…
Erol KEKEÇ/27.03.2023/13.40/Namazgah-İST
Harese dikeni de denilen çöl dikeni bitkisini develer bir kez yediği zaman, ağzı
kanayıp tuzlu kanın tadı hoşuna gittikçe daha çok yemesine ve sonunda da kan
kaybından ölmesine yol açar.