Siyaset bir toplumda, inançlar ve insanların
zaaflarının açığa çıkacağı duygusallıklar üzerinden yapılıyorsa, orada siyaset
yapılmıyor demektir. Bir siyasi lider hiçbir zaman, insanların doğal yaşam
alanlarıyla ilgili sorumluluklarını yerine getirdiği zaman, onlar için
ayrıcalıklı bir ortam oluşturduğu vehmine kapılmamalıdır. Siyasetin temel
amacı, toplumsal yaşamı en üst düzeyde nasıl yaşanabilir, onların yollarıyla
ilgili çalışmalar yapmak, toplumsal birlik, kaynaşma, toplumsal süreklilik ve
toplumsal yaşamın işleyiş kurallarını, herkese aynı yakınlıkta olmak kaydıyla
doğru uygulamaktır.
Siyasetçi, kendi görev alanını ve görevinin amacını
doğru algılarsa, kendisini toplum içinde farklı bir yerde görmemesi gerektiğini
çok iyi anlar. Toplumdan ayrı bir yere çıktığını düşünen ve çıktığı yerden
topluma bakarak, toplum için bir takım lütuflarda bulunuyormuş gibi davranırsa,
o siyasetçi olma kimliğini kaybetmiş demektir. Siyasetçi, içinde yaşadığı
toplumun bir aynasıdır. Aynı zamanda toplum da, siyasetçilerin hem terazisi hem
de aynasıdır. Siyasetçi toplumsal yaşam içindeki yaşamdan etkilenmiyorsa hiç
kendisini tartmıyor demektir. Hayatında bir değişim düzeltme ve yenileme
yapmıyor dediğim dedik çaldığım düdük diyorsa, hiçbir zaman aynanın karşısına
çıkmıyor demektir ki, aynada kendisini görmezse ancak böyle davranabilir.
Siyaset, Boşta kalmış insanların kanunlara dayanan
gücün arkasına sığınarak güç sayesinde yaşam koşullarını erişilmez kılmak ve
kanunların tanımış olduğu kanuni imkânları kendi çıkarlarını korumak ve
çoğaltmak için kullanmakta değildir. Siyaset, toplumsal yaşamı kucaklamaktır.
Toplumdaki insanları ideolojik, etnik köken ve inançlara göre sınıflandırıp
ötekileştirerek kendisine yakın bulduklarını kollamak diğerlerini düşman bilmek
hiç değildir. Siyaset, İdealizmin reel yaşama aktarılmasıdır. İdealleri
olmayanların siyasete girmesiyle siyaset kirlenir. Gördükleri ve sahip
olduklarının, hayatını anlamlı kıldığını düşünen ve onunla mutlu olup kimliğini
sahip oldukları ile tanımlayanlar, siyasete girdikleri zaman siyasetin çıtasını
çok aşağıya çekerler. Siyasetin çıtası ideallerle yukarı çekilir, reel
toplumsal yaşam ile doğal yaşamın kanunlarına uygun davranmakta, siyaseti
sürekli hale getirir ve devamlılık ortaya çıkar.
Medeni diyebileceğimiz düzeyde kanunları insani olan
toplumlarda siyaset daha çok hukuk çerçevesinde devam eder. Bu hukukta
siyasetçilerin belirlediği kurallardan oluşmaz, o alanda uzun soluklu çalışma
yapmış bilim adamlarının birçok kez denemeleri neticesinde oluşmuş,
sonuçlarının etkisinin herkese dokunduğu ya da kimseye olumsuz iz bırakmadığı
kurallardan oluşur. Buna göre hareket etmek medeni toplumlardaki siyasetçilerin
temel görevidir. Siyasetçiler birlikte yaşadığı toplumun savunma ihtiyacını
yerine getirmek, yaşam kalitesini arttıracak ortamlar açmak, Fırsat eşitliğinin
çeşitliliğini çoğaltarak dezavantajlı kimse bırakmadan, imkânları herkese
sunmaya çaba sarf etmek, Kucaklayıcı davranarak, kendisini seçip seçmemesine
bakmaksızın herkese hizmeti ve hoşgörüyü esas alarak toplumsal birliği korumakla
görevlidir. Bunları görev tanımı içinde doğru algılamayan siyasetçiler,
siyasetçi değil, sadece politik cambazlık peşinde koşarak kendi menfaatlerini
toplumun genel menfaatleri gibi sunarak, onları arkasına alıp rahat hareket
etme derdindedir.
Medenileşememiş toplumlarda kanunlar gücü ele geçirmiş
iktidar sahiplerini korumak ve toplumla aralarındaki ayrışmanın aşılmaması için
kullanılır. Toplumdan ayrılması onu yücelttiğini düşünüyor olmalılar ki,
kendini seçenlerden kendisini korumak için kanunlar ve güvenlik birimleri
oluşturarak farklı bir yaşam tarzını oluşturup, onu korumaya çalıştıklarını da bilmezler.
Onlara sorsan her şey Millet içindir, kendileri için yapıyorlarsa namertler, ne
hikmetse kendileri erişilmez fildişi kulelerinde yaşamaya başlarken, içinden çıkıp
geldikleri toplum yerlerde sürünürken onlara dua etmekte de asla bir tereddütte
düşmezler, hatta yedi canlı olsalar, altısını yöneticilerine verirken biriyle
sürünerek yaşamayı göze alırlar… Çünkü onlar için önemli olan onları temsil
edenin güllük gülistanlık bir hayatı olursa onlar da ondan kendilerine bir pay çıkarabilirler…
Ama yönetenler pejmürde bir ortamda yaşarlarsa, bu onlara hiç yakışmaz çünkü
yöneten her türlü haklara sahiptir. Onlar, Tanrının yeryüzündeki gölgesi olarak
görülür ve o gölgeye dokunanı ateşe atmak imanİ ve ibadi bir görev haline
gelir. Bunu yapmak için kanun hukuk gerekmez herkes kendince bu hakkı yerine
getirebilecek meşru haklarının olduğuna inanır. Dolayısıyla böylesi ortamlarda
her an bir başkasının yaşam hakkının elinden alınabileceği göze alınmalıdır.
Politik oyun kurucularını siyasetçi olarak gören
toplumlar başlarına gelene katlanmak zorundadırlar. Politikanın içinde çok
kişiliklilik de barınır, dolayısıyla sizin içinizde iken farklı vaatlerde
bulunan, sizin içinizden makama geçtiği zaman farklı davranıyorsa, buna gücenme
hakkınız olamaz; çünkü birçok kişilik ve kimliğinden, bulunduğu yere en uygun
olanını oynamak zorundadır politikacı… Politikacı uzun soluklu bir bilimsel
raporun uygulayanı değildir. Günlük tıkandığı yeri nasıl aşarım diye düşünür,
günlük ve anlık düşünceleri toplumsal yaşamın uzun soluklu koruyucu kuralları
haline getirmeyi de bir marifet bilir. Sonrasında buna itiraz edenler de kamu
düzenini yıpratmakla suçlanarak ötekileştirilip, toplumsal yaşam içinde kuduz
mikrobu taşıyan biri gibi dışlanarak aforoz edilir. Bu toplumlar medeniyetten
yoksun oldukları gibi, bunları yöneten politikacıların da buraya medeniyet
getirmesi mümkün değildir. Bu politikacıların olduğu yerde medeniyet olmaz,
medeniyet varsa, oradaki yöneticiler, siyaset bilen insanlardan oluşur.
Siyasetin toplum yaşamını cendereye alma yeri olmadığını anlamayanlar,
toplumsal hayatı cehenneme çevirirler.
Üçüncü dünya ülkelerindeki yöneticiler tamamıyla
çıkarlarını korumak üzere şartlı olarak yönetime gelmiş ve gözleri onun dışında
başka bir şey görmeyen cambazlardan oluşur. Cambazlar ile cambazları seyretmek
için gelen izleyiciler arasında nasıl bir ilişki var ise, bu toplumlardaki
politikacılar ile yönetilen halk arasında da öyle bir ilişki vardır. Sirkte
bulunan cambaz nasıl özel bir yapıya sahip ise, orada kimsenin o işi yapma beceresi
nasıl yoksa bu toplumlarda yöneticilere de öyle bakılır ve onların dışında bir
başkası bu işe yöneldiği zaman seyirciler tarafından imha süreci, kanuni güce
gerek kalmadan hemen devreye girer. Her şey Vatan Millet ve devlet adına
yapılır, çünkü devlet ile yönetimde olan politikacı aynı anlamı taşır. Onlara
göre devlet yöneten, yöneten de devlettir. Dolayısıyla devlete karşı yapılacak
saldırılar da kanuni olarak cezalandırılacak bir gerekçeye sahip olduğundan
hemen devlete asi olarak adlandırılıp katli meşru hale getirilebilir. Bu
toplumların karakterini, Hz. Yusuf dönemindeki halk çok iyi ortaya koyuyor.
Önce Yusuf’a inanmakta zorlanan ve onu dışlayan halk, ne zaman ki ona uyduğunu
söyledi ve onu gözlerinde yücelttiler, ondan sonra başka birinin onun yerini
almasının mümkün olmadığına inandılar. Hatta Yusuf (as)’dan sonra, Allah
kesinlikle bir başkasını göndermez diye yemin ederek, sapıklıklarında zirve
yaptılar.
Üçüncü dünya ülkelerinin kaderi, siyaset adıyla
politikacıların kurbanı olmak olmuştur. Bu toplumlarda insanların yaşam
kalitesini yükseltecek çalışmalar olmaz, varsa yoksa yöneticilerinin hayatının
kalitesinin yüksek olması önemlidir. Çünkü onlar zaten kendilerini
yönetenleriyle özdeşleştirerek, ha sen yemişsin ha ben diyerek kendileri
acından ölse de, yönetenleri işkembesini şiirmiş ise onlar da tok olduklarına inanır.
Çünkü kimlik kişisel olmaktan çıkmış, toplumsal bir hüviyet kazanmıştır. Burada
akılcı tutum ve davranışlar neredeyse yok gibidir. Duygular şaha kalkar, aşırı gerilim
olur, bakışmalar bile insanlar arasındaki refleksleri hareke geçirmek için
yeterli olabilir. Dolayısıyla insanların yaşamını düzenleyen kurallar
objektiflik esasından uzak, ortama kişilere ve yönetimi ele geçiren politik
anlayışa göre şekillenir. Ondan dolayı da herkes birbirine kuşkuyla bakar,
toplumsal bağlayıcılık ve mana etrafında kaynaşma yok denecek kadar pısırık
olur. “Gemisini kurtaran kaptan” deyimi toplumsal algının ne boyutta olduğunu
ortaya koyması açısından çokça kullanılan bir söz olduğuna şahit olabilirsiniz.
Bal tutan parmağını yalar gibi veciz sözler, insanları bağlayıcı bir hukukun
olmadığını, herkesin sahip olduğu mevki ve makamın kazandıracağı imkânlardan
rahatlıkla istifade edeceği meşru bir hak haline gelir. Oysa medeni toplumlarda
İnsanlar bulundukları makamdaki rollerini oynayarak oradan elde ettiği kazancı ile
başka taraftan ihtiyaçlarını karşılar ya da oradan karşılayacağı bir şey varsa
herkesin sahip olduğu şartlarda istifade eder. Burada bal tutan parmağını yalayamaz,
o parmağı hukuk kırar. Hukukun kıramayacağı bir parmak varsa, orada icrayı
idare edemeyen bir siyasetçi var, ya da kırılacak parmağa gerekli cezai
müeyyideyi uygulayacak hukuk sistemi işlevini yerine getiremiyordur veyahut ta
işlevini kaybetmiş yeniden yapılanması gerekecektir.
Tüm bu açıklamaları yapmamdaki amacım, politik
kurnazlıklarla toplumsal idareyi ele geçirmiş olanlar, kendilerini siyasetçi
olarak tanımlıyor olsalar da siyaset ile politik algılar birbiriyle çok farklıdır.
Siyaset, seyisten gelir. Bir atın tımarı nasıl yapılır, onu rahatsız etmeden ve
kimseye tekme atıp başkasına zarar vermeden nasıl rahatlatılır; onu çok iyi
bilmek ve uygulamak kaçınılmazdır. Bir atı tımar edemeyenler toplumsal yaşamı
nasıl rehabilite edebilirler ki! Atları birbirine düşüren seyis nasıl ki seyislik
görevini yerine getiremiyorsa, toplumsal barış, kardeşlik, toplumsal hukuk,
toplumsal paylaşımcılık, toplumsal hedef birliği, yaşam kalitesinin getirdiği
toplumsal mutluluk vs. yoksa orada yönetici siyasi bir yönetimi icra edemiyor
demektir.
Bir yönetici, eğer toplumun bir kısmının sahip olduğu
inançlar ve düşünceler üzerinden siyaset yapıyorsa bunun adı siyaset olamaz.
Çünkü siyaset toplumdaki tüm insanları avantajlı duruma getirebilme sanatıdır.
Toplumdaki grupları birbirine karşı avantajlı duruma getiren bir yönetici
siyasetçi değil, olsa olsa politik kurnazlıklarıyla kendi ikbalinin
kökleşmesini sağlamaya çalışıyor demektir. Buna en güzel örnek te firavundur.
Firavun kendi halkını parçalara böldü, Kıptiler avantajlı duruma geldiler, İsrail
oğulları ise avantajlı değildi. Hatta çoğu zaman öldürülüyor, öyle bir zaman
geldi ki erkek çocukları ve erkekleri toptan öldürüldü. Firavunun buradaki
temel amacı kendi bekasını sağlamlaştırmak için halkı fırkalara bölerek onlar birbiriyle
uğraşırken kendisinin hedef olmaktan çıkarılmasını sağladı. Üçüncü dünya
ülkelerinde ki yönetimlerin istisnasız hepsinin içinde firavunluk geni
taşındığı için bakın hep insanlar birbiriyle uğraşır kimse yönetimin onları ne
hale getirdiğini bilmez. Bu durum onların sömürülme katsayılarının artmasına
neden olduğu gibi, yöneticilerinin de ömürlerine ömür katar. Bu zulmü
sonlandırmanın tek yolu var, farkındalık bilinçlenme, toplumsal barış kaynaşma
ve hedef birliği oluşturmaktır.
Siyaset, yöneticilerini seçerken ideal ve reel yaşamı
kaynaştırarak, hukuk çerçevesinde bir yaşamı devamlı kılmak ve herkesi
yönetimin şemsiyesinde gölgelendirecek, gücü ele geçirince menfaatlerini
korumak için değil, adaleti tesis etmek için kullanacak yöneticileri
belirlemeye, dikkat eder. Tarafsız olması çok önemlidir. Bir yönetici her tür
inanç ve ideolojiden olabilir ancak onun uygulamaları bundan bağımsız olmak zorundadır.
Yöneticilerin uymaları gereken yasalar daha önceden bilimsel ahlaki ve insani
kriterlere göre objektif olarak oluşturulması gerekir ki, keyfi uygulamaların
faturası kabarmasın. Yasama yürütme ve yargı birbirinden bağımsız olmadığı
zaman kimsenin hakkı garanti altında değil demektir. Yasalar, tüm inanç ve
yaşam tarzlarını dikkate alarak yapılmalıdır. Yasaların temeli ve üst çatısı
insan, aradaki bölümlerde, yaşam tarzları ve inançlar yer alır. Âmâ hiçbir
inancın bağlayıcılığı, bir başkasına baskı kurma hakkına sahip değildir. Bunu
sağlayacak olan siyaset kurumudur. Siyasi olanlar kendi toplumunda
ötekileştirici bir politika takip ederse, o politik anlayışa sahip olanlar
gücün getirmiş olduğu rahatlıkla kendi dışında kalanların yaşam hakkının
olmadığına bile inanabilir. Onun için siyasiler her ortamda söylemlerini iyi
seçmek ve uygulamalarına dikkat etmek zorundadırlar. Padişah bir başkasının
bahçesinden bir meyve koparırsa habersiz, adamları bahçeyi yağmalarlar sözünün
gerçek olmaması için, siyaseti bilmek ve siyasi davranmak gerekir. Bunun yolu
kuşatıcılık kucaklayıcılık doğallık, adalet ve etik değerlere dikkat ederek ne
olursan ol yine gel. Bizim dergâhımız ümitsizlik dergâhı değil, ister Yahudi,
ister Mecusi ister putperest ol ne olursan ol yine gel diyerek herkesi
kucaklayan siyasetçiler hukuka göre davranıyorlarsa bilin ki, o ortama
medeniyet gelmiştir.
Medeniyetin kuşatıcılığında yönetilen bir halk ve
yönetimi medeni esaslar üzerine kuran hukuk, toplumun aynası olup adaleti
omurga bilen, yöneticilerin yönettiği devlete hasret kalmışlar olarak, o güne
kavuşmak ümidiyle, herkese mutlu gelecekte yaşamanın nasip olmasını diliyorum…
Selam ve sağlık dileklerimle…
Bahadır Hataylı/01.03.2022/00.40