Neden insanlar aynı bakışa ya da bir şeye aynı noktadan bakmaya zorlanır. Hatta bakmayanlar dışlanır ve yaşam içinde onlara farklı gözle bakılır. Bu anlayış özellikle son 30 yıla damga vuran bir anlayış olup çıktı. Hatta bizim toplumda da bu tarz dayatmaların gün geçtikçe daha bir yayıldığına şahit olmaktayız. Ekonomik ve siyasal gücü elinde bulunduranlar her zaman doğrulukta kendilerine rakip tanımazlar ve her şeyin kendi etraflarında dönmesini isterler. Kendilerine uydu olmayanlar olursa onları da normalden sapan sapkın eylemler olarak adlandırırlar. Durum böyle olunca bu anlayışların etrafında birikenler de bu gücün farklı isimlendirdiği yaşamlarla savaşmayı bir erdem bilirler. Sosyal paylaşım ağlarında sizlerde benim gibi çok şeye şahit olmuşsunuzdur mutlaka, farklı olmak isteyenlere büyük bir taraftar kitlesinin ağza alınmayacak küfür ve hakaretlerle onları potansiyel düşman edindikleri ortadadır. Bu da gösteriyor ki, farklılıkların imha edilmesinin legal ve doğal bir süreç olarak meşru zeminlere oturtulmaya çalışıldığını görmekteyiz.
Ç.Darwin’nin tabii seleksiyon olarak adlandırdığı, güçlü
olanların zayıfları tüketerek yaşamlarını devam ettirdiğini söylediği anlayışın
değişik boyutlarda cereyan ettiği görülmektedir. Darwin’in sınıflandırmasında
fiziki güce bağlı bir seleksiyonun olduğu anlatılırken, günümüzde daha çok
megafonu elinde bulunduran güç, en önemli güç olarak diğerlerini imha etme
yoluna gitmektedir. Yani güçler de kendilerine şirk koşulmasını istemiyorlar.
Tek güç kendileri ise diğerleri bu gücün etrafında pervane olup bir uydu olması
gerekir. Olmuyorsa tabii(!) seleksiyona uğramak zorundadır. Doğruluk, kurumsal
gücün nimetlerini kontrol ediyor olmakla eş anlamlı hale geldi. Yani kurumsal
güçler her ortamda gayri meşru ve tutarsız eylemlerde bulunsalar da onların
kurumsal bir yapı olmaları eylemlerini meşru zeminlere oturtmaya yetiyor.
Mesela kolluk güçlerine ait bir görevli kendi görevsel alanıyla alakalı
imkanlardan faydalanarak,o imkanları kendi menfaatlerini korumak amaçlı
kullandığında ve o güce dayanarak başkalarına zulmettiğinde, bulunduğu görev
itibarıyla öncelikli suçsuzluğu kanıtlanmaya çalışılıyor, suçluluğu ancak
suçsuzluğu kanıtlanamazsa devreye giriyor. Bu örnek bile, kurumsal alanda bir
görev üstlenmiş olmanın insana ayrıcalıklı bir makamı taltif ettiğini göstermektedir.
Dünyadaki stratejik hareketlerin neredeyse tümü böylesi bir
anlayışı kendisine örnek almıştır. Dünyanın kolluk gücü ABD’nin dünya
ülkelerine bakışına baktığımızda onunla aynı görüşte olmayanları düşman ilan ettiğini
ama aynı görüşte olup onun bir dediğini iki etmeyenleri ise geleneksel müttefik
olarak gördüğünü biliyoruz. Bu demektir ki, her ortamda yönetimler artık
farklılıkları yok ederek tek tip bir toplum istemektedir. Bunu neden istiyor
olabilirler diyebilirsiniz; çünkü dünya tek gözlü canavarlara miras kalacakmış
gibi, bir yaşama kulaç atmaktayız. Farklı bir gözün varlığına tahammül
edemeyecek kadar dünyanın tek elde toplanmasını isteyen güçler, tüm toplumlarda
böylesi bir anlayışın gelişmesine ve yayılmasına çaba harcamaktalar. Geçmişteki
feodal anlayışların çağdaş şekli, dijital kontrol sistemiyle insanlığın tek
tipleştirme sürecine boyun eğdirilmesidir. ABD’de iki farklı parti var ve tüm
düşünceler bu ikisi içerisinde barınmak zorundadır. Çünkü farklılıkların kontrolü
zordur, onun için tüm dünya da farklılıklar yavaş yavaş imha edilerek tek tipleştirme
yoluna ciddi bir kaynak aktarılmaktadır. Ülkemiz gerçeği de son beş yıl içinde
buna benzer ciddi bir ayrışmaya doğru yol almaktadır. Muhalifler, millet İttifakı,
İktidar ve koalisyon ortakları da Cumhur ittifakı adı altında farklılıkları
birleştirme yoluna gitmektedir. Bunun neresi niçin olumsuz olsun diyenler olabilir,
ancak ben böylesi oluşumların çok ciddi patolojik bünyeler ve psikotik zihinler
barındırdığına inanmaktayım. Böyle bir bünye olmamış olsa, farklılıkların
yaşaması için çaba harcayan oluşumların çoğaldığına şahit olursunuz. Oysa bunun
tam aksi bir durum var ve belli güç merkezleri etrafında uydulaşan kendi
varlıklarını tehlikeli görüp onu dillendirmekten çekinen milyonlar oluşmaya başladı.
Tüm bu oluşumların geri planına bakarsanız böyle bir çaresizliğin,
farklılıkları ortadan kaldırdığına şahit olursunuz.
Eğer bir toplumda toplumu oluşturan farklılıklar birbirini
tehlike olarak görüp, kendisine uymayanı kendisine uymaya zorluyorsa orada çıldırmışlığın
her haline örnek bulabilirsiniz. Bir anlayış kendisi gibi düşünmeyen ve
yaşamayanları hep kontrol altına alıp onları gözetleyerek kontrollü bir
gürültüden yana olmak istiyorsa, mutlak referans kendisinin olduğunu iddia
ediyor demektir. Oysa hiç kimse bir başkasının yaşamı ve dünyaya bakışı için
belirleyici ölçü olamaz. Ölçüler ancak ortak noktalardır. Ortak birleşim
noktası ve kesişim kümesi her ortam için aynıdır ve asla değişmez. Kesişim
kümesi tüm yaşamların ortak paydasıdır ve herkes bu ortak paydayla eşitlenir
sonrasında ortak yaşam kurallarının uygulanacağı ortamın oluşumuna katkı sunar.
Yeryüzünde insan sayısı kadar düşünce vardır ancak tüm bu farklı düşüncelerin
ortak paydası olan insan da bunları birleştirmek mümkündür. İnsan Yeryüzüne
gönderilen en şerefli varlıktır sebebi ise, kendi kararlarını kendisi
verebilecek ve ayrım yapabilecek zihinsel bilinç yönüyle donatılmış olmasıdır.
Bu bilinç, insanı bir sayı doğrusunun iki ucunda bulundurabilir. Sıfır
noktasını bir hiçlik kabul edersek, eksi ve artı uçlara doğru kendisini ifade
ediyor olması insanın kendi iradi seçimine göre hareket ediyor olmasının da göstergesidir.
Dolayısıyla insan tek boyutlu bir varlık olarak ele alınamaz. İnsanın bu
özelliği dikkate alındığı zaman, insanı bir düşünce etrafında toplamaya
çalışmak ve farklılıkları potansiyel tehlike görüp onları sürekli aşağılar
olmak ne kadar acı bir durumdur. Yani diyeceğim o ki, sayı doğrusunun hangi
tarafında bulunursanız bulununuz, her iki uçta diğer tarafı yok etme peşinde
olmaktadır. Sıfır noktasında olup hayatları bir hiç olan amip gibi yaşayan ve
bir nesne olmanın ötesine geçemeyenler tehlike oluşturmazlar. Çünkü gücü elde
tutanlar etraflarındaki kalabalıkların ya kendi tarafında olmasını ya da bir
hiç olarak sıfır noktasında bulunmasını istemektedir. O zaman tek tip bir yaşam
ortaya çıkmaktadır. Bu da bir rahatsızlık vermez ve istenilen hedefe hizmet
eder.
Bu coronalı dönem, böyle bir toplum oluşturmak istemenin
adının kaotik ortamlar yaratarak hedefe yaklaşma taktiğidir. Yani dünya
doğrudan mekanik araçlar gibi güdümlenmiş robot tarzı canlılar yaratmak istiyor.
Yapay zekâ ile çok değişik alanlarda düşünme üretecek canlı organizmaya gerek
kalmamaktadır onlar açısından, peki bu kadar canlıyı doyurmak ve yaşatmak
anlamlı mı hayır o zaman bunların büyük bir çoğunluğunu ya imha edeceğiz ya da yaşayacaklarsa
güdümlenmiş mekanik robotlar haline getirilmelidir. O zaman biz maksimum fayda
elde ederiz minimum harcamamız olur dolayısıyla dünya nimetlerinin hepsini
elimize geçiririz ve Musa’nın Rabbine seslenen Firavun gibi, bizde Göklerin Tanrısına
ulaşmak için kuleler yaparız ve kendi egemenliğimizi deklare ederiz diyen
tağutların dünya sinemasındaki son film gösteriminin gişe hasılatı yerlerde sürünüyor.
Yeni dünya düzeni dedikleri düzensizliğin, “üzerine varsan da ondan
uzaklaşsan da dilini sarkıtıp soluyan köpek” gibi hangi taşı kaldırsan
altından çıkıyor olması, sakın kimseyi umutsuzluğa sevk etmesin, finansörü
dünya baron güçlerinin olduğu son filmin dünya sinemalarındaki gösteriminin
sondan önceki çırpınışları yaklaşmaktadır. ”…Ancak iman edenler Salih
amel işleyenler ve Allah’ı çokça anan ve zikredenler hariç, zalimler yakında
nasıl bir devrilişle devrileceklerini bileceklerdir.” Şuara/227 “Bu
bir haberdir ancak her haberin bir gerçekleşme zamanı vardır…”
Bu dünya ölçeğinde bizim yapmamız gereken, dünyanın şavktı
kaymış ölçüsüyle hayatı ölçüp biçmeyi bırakarak, mutlak adaletin sahibinin
isteklerine göre yeni bir dünyanın tasavvurunu inşa etmek olmalıdır. “Allah
adildir, adil olanları sever ”Yeryüzüne adaletin Güneşinin doğması için
adil yaşayıp hesapta mahcup olanlardan olmamayı ümit ederek selam saygı
muhabbet ve dualarımla…
Erol KEKEÇ/29.04.2021/23.24