Bir yaşamın fıtrat kodlarını imha etmek istiyorsanız, insanlığın, cinsiyeti, rengi, yaşadığı yer, etnik kökeni ve dilleri üzerinden pozitif bir ayrım yaparak, onları adil yönettiğinizi söylemeniz yeterlidir.
Yeryüzünün dengesini bozan güçler, yeryüzünde yaşayanları
belli özelliklerine göre sınıflandırarak, onların yaşam standartlarının
belirlenmesinde belirleyici olmuşlardır. Bu güçler, yaşadığımız evrende,
insanlığın elde ettiği birikimlerini ve gelişmişliklerini daima kendi kullanım
alanları içine koyarak sahiplenmişler ve bu birikimleri insanlığı ifsat etmek
için kullanmışlardır. Bunun en açık örneğini görmek için, geçmişten günümüze
bilim ve teknolojinin hangi alanda daha çok etki yarattığına bakmanız
yeterlidir.
Teknolojinin günümüzde zirveye yaklaştığı, hatta bilimsel
gelişmelerin Nirvana’sı olarak görülen dijital ve yazılım çağı, insanlığın
huzurunu yok ederek nasıl bir fayda sağlamış olabilir ki! Bilimsel tüm
çalışmalar huzurlu bir yaşam sürmek isteyen insanlığın yaşamına katkı sunarak,
onları daha huzurlu ve mutlu kılıp, insanın düşünebilme melekelerini
canlandırması gerekirken, bugün geldiğimiz noktada insanların büyük bir
çoğunluğunu, bilimsel gücü ele almış olanlara köle yaptığını görmekteyiz. Bu
kölelik sürecinin her yeni bilimsel buluşlar sonrasında hızlanarak geniş
kitleleri kuşattığını söylemek sanıyorum abartılı olmayacaktır. Her yeni buluş,
bu buluşların elde ettiği teknolojiyi kullanan ve benimseyen kobaylarını
çoğaltıyor, insanların üretici dinamiklerini ve yetilerini imha ediyor insanı
bir teknoloji bağımlısı köle haline getiriyorsa, insanlığa huzur getirmesi
gereken yollarının imha edilmesi anlamına gelmez mi?
Ne yazık ki, dünya yaşamını belirleyen ve tüm yaşamlara bilgi
belge teknoloji bilim ahlak adalet ve insanlık taşıyan araçların direksiyonu,
vitesi ve kullanım hakkı belli ellerde olunca, insanlığın huzurdan uzaklaşması da
doğal yaşamın dinamikleri haline geliyor(!)İnsanlığın huzurunun elinden
alındığı bir yaşamda, hangi teknolojik gelişmeleri ona sunarak, yaşamı kolaylaştırmış
olabilirsiniz ki? Geçmiş dönemlerde Tibet’e Trenin geleceği haberleri piyasada dolaşınca,
şehirli bir esnaf, Tibet’in köylerinden tam 15 günde eşeğiyle Tibet’e gelerek
mallarını satıp tekrar köyüne dönmesi 30 gün süren köylüye, Tibetli esnaf
köylüye der ki, senin işinde kolaylaşıyor. Tren senin köylere yakın geçecek, o
zaman bir gün içinde malzemelerini getirirsin hemen satar tekrar gelen trenle
köyüne dönersin ve 29 gün sana kar kalır der. Bunu duyan köylü derin derin
düşünmeye başlar ve morali bozulur. O zaman şehirli, hiç sevinmedin işin ne
kadar kolaylaşıyor hemen köyüne dönüyorsun; böyle bir kolaylık nerede var deyince,
köylü derki; benim huzurum gidiyor. Ben dağlardan ovalardan vadilerden
nehirlerden aşarak geliyorum, evrenle iç içe yaşıyorum o kadar çok huzur
buluyorum ki, o gördüğüm börtü böcek ve kuşlara hasret kalacağım, üstelik kalan
29 günde ben ne yapacağım, şimdi onunla ilgili yeni arayışlarım başlayacak,
böylece benim huzurum gidiyor. Beyefendi benim huzurumu bozan bir teknoloji
bana nasıl iyilik yapmış olabilir der.
Evet, çağımızda Nirvana’ya çıkmış olan teknoloji kötü
emellerin kurbanı olduğundan, insanlığın huzurunu bozmaktan ve insanlığını
elinden almaktan başka bir iş görmüyor. Böyle bir süreç ne yazık ki,
yaşamlarımızın her hücresine dokunmaktadır. Başta söylediğim gibi, bu imkanları
tekelinde toplamış olanlar her türlü ayrım ve ayrıcalığı insanlığın faydasına
diye sunarak, insanları birbirinden uzaklaştırmışlardır. Birilerinin lehine
olan pozitif ayrımcılık birlilerinin aleyhine oluyorsa, orada insanlığın
kurtuluşuna sebep olacak bir reçete ortaya çıkmayacaktır. Böyle bir gerçeklik
ortadayken insanlığı bu şekilde ayrıştırarak onlara huzur ve mutluluk
getireceğini söyleyenlerin hepsi yalan söylemekle kalmıyorlar, bu uygulamayı
başlatanlar adına insanlığı yok etmek için bir aparat görevi üstleniyorlar. Bu
aparatların değişik şekil ve modellerini kendi ülkemizde de görmek mümkündür.
Bunlara en açık örnek, cinsiyete dayanan pozitif ayrımcılık oldu.
Neredeyse bilmeyen kimsenin kalmadığı,6284 diye bilinen bir
kanun var. Bu kanun Batıya uyum sürecinde, ataerkil bir ortamda kadını erkekle
eşitlemek adına ortaya çıktığı söylenirken, aile yaşamını doğrudan hedef
aldığına kimse bakmaz. Oysa bu kanun doğrudan doğruya erkekle kadın arasındaki
gerilimi ve çatışmayı üst seviyeye taşıma amacında bir kanundur. Kadınla erkek
arasında evde bir olumsuzluk yaşandıysa, kadın durumu hukuka taşıdığı zaman,
erkeğin mahkemeye delil araştırıp getirmesine gerek kalmadan, kadının söylem ve
beyanları esastır, ilkesinden hareketle, erkek doğrudan potansiyel suçlu olarak
kabul ediliyor ve mahkeme bu ilkeye göre devam ediyor. Buradaki yıkımın
temelinde ne olduğuna bakarsanız, hemen karşımıza cinsiyete dayanan pozitif ayrımcılık
çıkar. Oysa bu kanunu ortaya koyanların çok iyi niyetli olduğu, kanunun
kadınların ezilmesini önlemek için yapıldığı anlatılır. Nasıl bir iyi niyet ki
bütünü parçalamada bir motor özelliği görüyor.
Allah, zina olayında dört şahit ve gözle görülmesini esas alırken,
kimsenin görmediği bir ortamda kadın ile erkek arasında geçen bir olumsuzluk
sonrasında kadın, bu bana tecavüz etti ya da tacizde bulundu dediği zaman,
kadınının bunu kanıtlamasına gerek yok, erkeğin kendisini temize çıkarması için
çok hem de çok delile ihtiyacı var, erkek böyle olmadığını kanıtlamak zorunda,
yoksa kadın ne demişse o geçerlidir. Bu da kadını korumaya yönelik olduğu
söyleniyor. Hakikaten bu güçler o kadar küçük beyinleriyle bu dünyaya düzen
vermeye kalkıyorlarsa, ezilmek sindirilmek insanlığın genel sonu olacak
demektir.
Allah, hep adaleti gözetiyor, onun için de kimse halinden şikâyet
etmiyor, âmâ dünyayı düzene koymak isteyen ifsat şebekelerinin amacı her tarafı
kirletmek olduğu için, yaratılış fıtrat kodlarıyla bir türlü uyum sağlayamıyor.
İnsanları doğrudan hedef alan ve onları imha etmeye yönelik çalışmalar,
temel insan öğesi üzerinden yapılmaya başlandıysa, insanlığın vay haline o
zaman…Renkler üzerinden, etnik kökenler üzerinden yapıldı ve yıllarca ABD’de Siyahiler
insan muamelesi görmedi, hatta toplu taşıma araçlarındaki tabelalar,” Zenciler
ve köpekler binemez diyordu. Yakın tarihimize kadar Kürtlere, Suriye’de vatandaşlık
kimliği verilmiyordu. Bu süreçler çok ayrıştırıcı ve gözle görülen yanlışlar
olduğu anlaşıldı ondan dolayı bu ayrımların yerini tüm insanlığı etkileyecek
bir başka adıma bırakması kaçınılmaz oldu, o da Cinsiyete dayanan pozitif
ayrımcılık…Bu ayırıcı özellik hem kadınların uyarılmışlık güdülerine hitap ediyor,
diğer taraftan ezilmişlik yanını iyileştiriyor, erkeklerin zalimliğini ve
doğuştan güce dayanan saldırganlığını ortadan kaldıracağı inancıyla, kadınlar
tarafından şartsız kabul gördü. Kadınların bir cinsel figür olarak yaşam
alanında her zaman etkileyici bir uyaran olmasını isteyen erkekler tarafından
da alkışlandı. Sonrasında yaşam alanımız cehenneme döndü. Bu cehenneme odun
taşıyan ve o cehennemin alevlenmesine yol açanlar çıkmışlar şimdi bu nasıl oldu
demeye başlamışlar. Nasıl böyle oldu diyenlerin bu şaşkınlık ve tuhaflarına gidişini
söyledikleri tedirginlikleri, sakın kimseyi aldatmasın…Çünkü onlar zaten
işlerin bu sürece girmesi ve böyle hızlı bir trendle yol alması için proje
uygulayıcıları olarak belirlenmişlerdi. İnsan kendi uyguladığı projenin
getireceği ve götüreceğinin hiç hesabını yapmaz olur mu?
Nasıl bir değişimin içinde olduğumuzu, değişenler kolay kolay
anlamazlar, ancak bu değişim programlarının tescilli görevlileri nereye
geldiğimizi çok iyi bildiklerinden, geldiğimiz nokta onların da küçük dillerini
yutmasına neden olduğu için, bugün gündem yaparak sizlerin gazını almaya
çalışıyorlar. Çünkü içinize dolan gazların nasıl patlayacağını siz bir bilseniz,
bu davranışların çok yetersiz olduğunu göreceksiniz. Yani diyeceğim o ki,
insanların doğal yaşam akışlarını belirleyen fıtrat kodları değiştirilmek
istendiği zaman, insanlık bir daha çıktığı raya girme şansını kaybedecektir.
Raydan çıkmış insanlığın sonu hüsran olacaktır. Henüz raydan çıkmış yaşamlar
olsa da raylar sökülüp kaldırılmadığı için o raylarda yol alma imkânımız hala
var…Ancak biz yol aldıkça arkamızdan gelenler rayları sökerek geliyorlar,
geçtiğimiz yolda ray olmadığını bizlerin uçarak o noktaya geldiğimizi bize anlatarak
daha fazla kandırmaya devam ediyorlar.
İnsanı oluşturan iki ana unsuru birbirinden kopardığınız
zaman büyük planların uygulaması o kadar kolaylaşıyor. Ülkemiz insanı bu
korkunç tuzağı o kadar kabullenip içselleştirdi ki, huzura ulaşmak için huzurundan
oldu. Nasıl bir huzur aracı ki, sizi sizden ediyor ama size çok güzel kendine
güvenen özgürce yaşayacağı ortamları sunacağını anlatarak sizi imha ediyor.
Tesiri çok büyük yıkımı o kadar kötü olan bu anlayış nasıl insanların
yaşamlarında karşılık bulabiliyor dersiniz. İnsan kendi huzur kaynağını
bulandırdığı zaman, o bulanıklığı başka ellerin durulaştıracağını sandığı
müddetçe, kandırılmaya ve huzurundan olmaya mahkumdur. Tibetli köylü gibi bize
mutluluk kolaylık getireceği ve bizi koruyacağı anlatılan uygulamaların,
sonrasında yaşatacağı travmaların ne olacağını hesaba katmazsak, düşünebilme ve
idrak mekanizmalarımızı yok edeceğiz. Onun içindir ki, insanların rahatı huzuru
ve mutluluğu için çabalıyoruz diyenlerin bu çabalarının karşılığında ne kadar
erozyona uğradığımıza bir bakalım, şayet toprak kayması gibi kendimizden
uzaklaşarak sürekli dağılıp okyanuslara taşınan kara parçaları gibi dağılıyor
ve sonrasında parçalarımızı bulmaları için bizi parçalayanların elindeki
imkanlara bel bağlıyorsak, yakın gelecekte hiç olmayacağımızdan kuşkunuz
olmasın derim…
İnsanın yegâne kurtuluş reçetesi, kendisini kurtarmak için
var olduğunu söyleyerek huzur mutluluk ve refah seviyemizi arttıracaklarını iddia
edenlerin bu söylemlerine kulaklarımızı tıkayarak onlardan kurtulursak, belki
yeniden kendimize gelme imkânı ve ortamı bulacağız. Aksi durumda son nefesimizi
nasıl alacaklarının hesabını yapamayacağız.
Aile yapılarımızın, ciddi bir çöküşün enkazında yer alacağı
günlerin arifesine geldik. Ancak hala toplum olarak bu mu, o mu yoksa batıya
özgü bir model mi gibi boşboğazlıklarımızın kurbanı olarak her geçen günümüzü
heba ediyorsak, heba olan günlerin içinde yaşayanların güçlenerek oradan
çıkacağını sanmayalım. Öncelikle her ferdimiz kendisi olsun, sonrasında kendisi
olan fertlerin birlikte oluşturacağı bizde buluşalım; ancak o zaman gelen
sellere karşı bir barikat olabiliriz. Akan selin önüne atılan her taş o suyun
içinde yok olur gider. Ancak bir blok halinde selin karşısına çıkanlar, suyun
şiddeti ne olursa olsun onu durdurabilir. İşte, bizler bu tarz bir duruş ve
dirilişle ancak bu yıkım sürecini atlatır ve gelen selleri lehimize çevirip
onları farklı alanlarda kullanabilecek duruma geliriz. Benim temennim bizlerin
bunu idrak edecek ve gerekli tavrı koyacak donanımlarımızı henüz
kaybetmediğimizden bunların üstesinden gelebilecek güçte olmamızdır…
Ancak özgür fert, örgütlü biz ile, bundan sonra toplum olarak
var olabiliriz, aksi durumda küresel ifsadın içinde savrulup gideceğimizden
kuşkunuz olmasın…Dünyanın yeni koordinatları bu ifsadın kasıp kavuracağı rotaya
göre biçimlendirildi. Ulusal kimlikler, bölgesel kültürler, yerel yaşamlar gibi
farklılıklarımız kaybolmak üzere…Renkler tek oluyor. İki ayırıcı unsur var
bundan sonra, sebebi ise kolay parçalamak yönetmek ve gerektiği zaman yemek
için…Cinsiyete dayanan pozitif ayrımcılık…
Makalemi sonlandırırken selam saygı muhabbet ve iyilik Dileklerimle,
size söylediğimi bir gün anlayacaksınız…
Kalın sağlıcakla….
Erol KEKEÇ/19.06.2023/13.52/Namazgah/İST