Yine bir hüzün yılında, ağaçların yaprakları rüzgârla uçuşurken, onlara basmamaya yemin etmiş bir deli gibi, kendimle konuşarak uzaklaşıyorum şehrin kalabalıklarından…
Nice hüzünler tadan yüreğim, bu hüzünlere
sanki bir başka methiye söyler gibi kendi içinde sükûnetini yaşarken dalıp
gidiyorum, kendimden kaçtığım yalnızlık
viranesine;
Uzun kış geceleri yüreği hoplayarak
sabahı bekleyen bir çocuk gibi, bir başka yazılmış sanki talihim;
Nice solukları bıraktım dar sokaklarda,
daralmayacak yolların hüznünü karşılamak için bir seher vakti…
Öyle gelmiş böyle gider diye karşıma
dikilen levhaya, yüzümü asarak kendi yalnızlığımın mırıldanan mısraları mı
dudaklarımdan sessizce dökülen…
Hüzün duvarlarına sükûnetimin resmini
çizdiğim günlerim koşmasın ardımdan, ben onları boğarak uzaklaştım oradan;
Ardımdan ağlayanlarım olmasın diye,
tüm duygulu geceleri oyun şenlik havasıyla aydınlatması için, davulcuları aylar
öncesinden çağırmıştım;
Yine bir gece, yine aydınlanan şafak,
yine hüzün ama ağaçların yaprakları şaha kalkmış sanki hepsi uçuşuyor turnalar
gibi göğün boşluğunda…
Acılar filminden uzaklaşmak için sinemada
koltukları boş bırakarak çıkmıştım kalabalıklar arasından, olmadı sanki hüzünlü
yıllar bırakmamaya yemin etmiş koşuyor ardımdan, zaman zaman önce gidiyor
talihimden…
Ne çabuk savruldu ömrümün filiz
vermeyen yaprakları, çiçekler açacaktı gönlümün berrak ve sakin kolları
arasında,
Bir gecenin yalnızlığı mı peşimden
avazı çıktığı kadar bağırıp koşan, ben onu kimsesizleri kucaklasın, üzerlerine
yorgan olsun diye gerilerde bırakmıştım…
Hüzün yılları hep alıp götürür beni,
benden uzaklara, acımadan bırakır sükûnetin bahtsızları arasına,
Dilime dolanmış sözcükler,
düğümlenmiş tüm harfler, cümle kuramaz hayallerim, bensiz koşu bandında kendinden
geçmiş yorgun argın nefes nefese kim koydu onu bu hallere;
Bir neslin tozunu dumanını kir pis
demeden tebeşir tozlarıyla şifa niyetiyle yutan soluklarım nesli, unutulmuş bir
virane gibi yıkılmakta olan duvarın altında ezilmek üzere görürken, Hızır’a
seslenecek gibi koşuyor bilmediği bir sesin ardından, olur ki duvarlar
yıkılmadan yapacak biri çıkar umuduyla…
Yalnızlığın başak fideleri arasında
bir sevdaydı bana, kalabalıklarda vicdanın çığlığıyla hayata merhaba demek,
Merhamet dolardı içime aldığım her nefeste,
tüm yalnızlara bir kanat taşırdım sanki omuzlarımda, uçardım rüzgârdan hızlı
sesten daha çabuk varırdım bir yalnızın kısık sesine;
O günlerden kalan bir armağan mı bu
hüzünlü halim, gitmiyor benden sarılmış boynuma tepeden tırnağa sırıl sıklam
onunla ıslanmışım…
Son hüzün yılı mı acaba bu yaşadığım
hüzün, kalbim içime sığmıyor her yanından mırıldanıyor, saz ekibi ve vokalistlerden
mi geliyor acaba bu detonik inleyişler;
Bir hüzün yılında toprağa saçılan
tohum gibi gövermek için, gece gündüz demeden geçen günleri sayar oldu yüreğim;
Beni benden alan ideallerim hayallerimi
yıkıp geçti, gerçekliğin gölgesi vurdu çimenlere, gölgem gelmiyor artık
peşimden;
Günü gün, geceyi demlenerek geçiren
gece sızmışlar çıkardı karşıma kalabalıklar uykuya daldığı zaman, şimdi onlar da
görünmüyor ortalıkta, nazar mı değdi bize, kimse gelmez oldu bizimle…
Ey zamanın kurnaz simsarları, hüzün
ırmağına gözyaşı olan mazlumların çığlığı, biz bu zamanın hoyratça harcanmış
yalnızları, hüzünlü yılları atlayarak geldik arkamızda kalmadı onların bir
zerresi,
Ey çocukluğumun uyumak bilmeyen
içimdeki umut türküsü, türkülerimiz yalnız, türkülerimiz garip, türkülerimiz mahzun,
yoksa kabalıklar mı bizim türkümüzü yasaklayan!
Güvercinlerin ürkek ve korkak
uçuşları, uzaktan Turacın sesiyle nağmeler oluşturup bülbülü sahneye çıkardığı zaman,
mahzun halimi gömerek toprağa, sahnedeki yerimi alıp herkese umut türküleri
söyleyeceğim…
Gelecek umut dolu günlerin çabucak
gelmesi için, papatya çiçeğinden olacak, olmayacak diye kura çekiyorum… Hüzünlü
yılın savrulan yaprakları arasına acıları sarıp, gecenin karanlığında Fırat
nehrine atıyorum… Acaba giden acılar mı, yoksa merhamet dolu yüreğim mi benden
uzaklaşıp sularda kaybolan…
Ey ömrümü tüketen zaman! Derdimi bana
verip umut sevgi ve şevk dolu gönlümü çalıp gitmek sana ne kazandırdı keşke söylesen;
Yalnızlık iskelesine demir atan vapur
sanıyorum sizin limandan çıkmadı, kalabalıklar duyarsa iskeleyi başımıza yıkar…
Ben bir umut çiçeğiydim kumsallarda açan, kum tanecikleriyle savaşarak
kendisini kalabalıklara yem eden, umarım ben değilim; yoksa ömrümden ömür gider,
söyle bana sevdiğim ben bu hüzün ve kederleri neyleyim…
Erol KEKEÇ/15.02.2022/00.45