Bu Blogda Ara

28 Şubat 2009 Cumartesi

HAKKATEN ŞU TAVUKTAN FARKIMIZ NE?

Kör cehalet çirkefleştirir insanları!
Suskunluğum asaletimdendir...
Her lafa verecek bir cevabım var...
Lakin bir lafa bakarım laf mı diye, birde söyleyene bakarım adam mı diye...
Sanki öykü değil, Türkiye'nin son 50 yılı. Ya bu öyküyü yazan Türkiye'den esinlendi, ya da Türkiye’yi 'Kırmızı ibikli Tavuk'a çevirenler bu öyküden esinlendiler.
KIRMIZI İBİKLİ KÜÇÜK TAVUK
Zamanın birinde bir çiftlikte kırmızı ibikli küçük bir tavuk yaşarmış. Tavuk kendi yiyeceğini kendisi bulur ve bu güzel çiftlikte çok mutlu bir hayat yaşarmış. Bir gün buğday taneleri bulmuş ve bunları ekerek daha çok yiyecek elde edeceğini düşünmüş. Ancak nasıl ekeceğini bilmediği için arkadaşlarından yardım istemiş:
'- Bu buğday tanelerini ekmek için kim bana yardım edecek ?'
Ördek cevaplamış:
'- Ben yardım edemem, ancak istersen sana kahve tohumu satabilirim. Buğday yerine kahve ekersen, çok para kazanır ve istediğin kadar buğday alırsın.'
Domuz oradan seslenmiş:
'- Ben de yardım edemem, ancak kahve ekersen ürünlerini ben satın alırım.'
Fare hemen atlamış:
'- Ben buğday ekiminden anlamam ancak kahve ekmek için gereken parayı sana borç verebilirim, sonra ödersin.'
Ticaretten ve tarımdan anlamayan kırmızı ibikli şirin tavuk, bu sözler sonrasında kahve ekmeye karar vermiş ve buğdaydan vazgeçmiş. Ancak kahve nasıl ekilir bilmediğinden yine yardım istemiş: '- Kahve ekmek için kim bana yardım edecek?'
Ördek:
'- Ben yardım edemem, ancak kahvenin çabuk büyümesi için gereken gübreyi sana satabilirim' demiş.
Domuz:
'- Ben kahve yetiştirmekten anlamam ancak kahveleri zararlı böceklerden korumak için ilaca ihtiyacın var, istersen sana satarım' demiş.
Fare de:
'- Gübre ve ilaç için gereken parayı istersen sana borç olarak veririm ' demiş.
Sonunda kırmızı ibikli tavuk çalışmaya başlamış, çalışmıııııış çalışmış.
Kahve yetiştirmek buğday yetiştirmekten daha zormuş ve daha çok gübre ve ilaç gerekiyormuş. Ama tavuğumuz sonunda çok zengin olacağını hayal ederek sabretmiş. Ve sonunda hasat zamanı gelmiş ve gerçekten de tavuk çok miktarda ürün elde etmiş, kendisine yol gösteren arkadaşlarına seslenmiş:
'- Kahveleri satmama kim yardım edecek?'
Ördek:
'- Ben yardım edemem, ancak kahveleri işlemek ve paketlemek için benim fabrikama getirmelisin.'
Domuz:
'- Ben de yardım edemem, zaten her önüne gelen kahve ektiği için kahve fiyatları çok düştü, senin kahven beş para etmez.'
Fare:
'- Ben bu işlerden anlamam, ayrıca artık sana verdiğim borçları ödemen lazım.'
Sonunda kırmızı ibikli küçük tavuk gerçeğin farkına varmış ve buğday yerine kahve ekmenin büyük bir hata olduğunu anlamış, çünkü borç içinde imiş ve yiyecek tek bir lokması yokmuş. Açlıktan ölmemek için yine yardım istemiş:

'- Yiyecek bir kaç lokma bulmama kim yardım edecek?'
Ördek:
- Ben yardım edemem, senin hiç paran yok.'
Domuz:
'- Ben de yardım edemem, zaten herkes kahve ektiği için buğday eken de kalmadı, yiyecek yok.'
Fare:
'- Ben yiyecek bulamam. Ancak bana borçlarını ödemediğin için para yerine senin tarlanı almak zorundayım, iyi bir tavuk olursan, belki senin o tarlada boğaz tokluğuna çalışıp, benim için buğday yetiştirmene izin verebilirim.
Şimdilerde bizim kırmızı ibikli küçük tavuğumuz, artık farenin olan eski tarlasında buğday yetiştiriyor ve karnını doyurmaya çalışıyor.

Kaynak: İngiltere de ilkokullarda okuma kitabı olarak okutulan 'The Little Red Hen' kitabı.
yıl:28.02.2009
Saat:12.00-12.44
yer: Çengelköy/İst
(E.Kekeç)

GÜL BAHÇESİNDE GÜLLER OLUR!

Gül Bahçesinden geçenlerden gül kokusu gelirmiş, öyle mi bir deneyin bakalım; foseptik çukurundan çıkıp gül bahçesinde bir eğlenedurun Gül Bahçesinin kokusu neye döner. İşte böyle, kendimizi aldatarak nereye kadar bu avunma nöbetleriyle yaşamımızı devam ettireceğiz bilmiyorum. İnsan çok kolay bulduklarını hemen tercih eder, biraz ağır gelenleri elinin tersiyle iter. Yaşam, değerli olanlarla kendimizi özdeşleştirerek değer kazanmaz; değerli bir hayat oluşturduğumuzda anlam kazanır. Kağnı gölgesinde yürüyen köpek zannedermiş ki, kağnı benim gölgemde gidiyor. Meşe ağacının gölgesinde yetişen yosunların kendilerini meşe sanmaları nasıl ki mümkün değilse, pis pis kokanların gül bahçesinde dolaşarak kendilerinden gül kokusu geldiğini sanmaları da o kadar mümkün olmayacaktır. Evet, bu şeytani mekanizmaların tesirinden kurtulduğumuz da hakikaten gül kokusuna sahip olacağız.
Güzel insanlarla birlikte olmanın ehemmiyeti burada vurgulansa da, insanların bundan ne kadar, kendi adlarına bir pay çıkaracağını bilemiyoruz. Biz kendimizi değerli bir ortamda bulduğumuzda değerli sanmıyor muyuz? Yoksa hayatımızı en yüce değerlerle donattığımızda mı değerli sayıyoruz? Hepimiz birinci özelliği yaşamamıza rağmen, sanki çok değerli bir varlıkmışız gibi kendimizi düşlüyoruz; böyle olunca ben de sormadan duramıyorum.
Hayat, bulunduğumuz ortamın bize sirayet etmesiyle anlam kazanmaz, ancak bulunduğumuz ortama ve kendimize çok güzel ve iyi olan değerleri kattığımızda değerli olur. O halde yaşamımızı laf ebeliği yaparak düzeltemeyeceğimizi artık anlamak zorundayız. Günümüzde sosyal grupların çok büyük rollerinin olduğunu görmemiz gerekiyor. İnsan birey olmadan kendini bir grubun içinde, o grubun kurallarına uygun davranarak, gruba ait olmakla kurtulacağını ve yaşamını anlamlı kıldığını sanmaktadır. Bu tarz basit yaşam beklentileri, bir bakıma sıradan kalabalıklar yaratmaktadır, artık bunun algılanması kaçınılmazdır. Bilmiyorum ama birileri neden geçmişte söylenmiş bu veciz sözlerle bir toplumsal hayatı düzenlemek ister, bunu anlamakta hakikaten zorlanıyorum.
Gül bahçesindeki güller, önce her biri birer gül oldular, ardından bir arada bulundukları için gül bahçesi ismini aldılar. Gül bahçesinde bulunmak için önce gül olmak gerekmez mi? Elbette, çünkü güller gül olmadan o bahçeye giremezler, şayet illa da girmek istiyoruz diyorlarsa, gül olmadan oraya geldikleri için kendilerinden ancak kendi kokuları gelir,gül bahçesinin kokusuyla övünmek onun ne haddine;"köse torunun dedesinin sakalıyla övünmesi onu sakallı yapar mı?Durum böyle olunca bizlerin bu veciz sözler arkasına sığınarak tanımladığımız hayatlarımızı yeniden yorumlamamız ve gözden geçirmemiz kaçınılmaz olur."Hayat,bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine yaşamaktır"diyen şair gibi, anlamamız gerekir yaşadığımız gerçeğimizi.Böyle olmazsa ne olur, çok şey olur.Öncelikle kendinden uzaklaşan ve boşu boşuna avunup, zamanı israf eden kandırılmış kalabalıklarla etraf dolar.Bunun önüne geçmek için bu yanlış algılama anlayışımızı bir an önce değiştireceğiz,yoksa kendi elimizle kendimizi tüketiriz.
Ruhsal birliği sağlamamış, birçok kalabalıklar sayısal çoğunluğu sağladıklarında, hayatlarının en güzel günlerini yaşadıklarını sanabilirler. Ama şunu unutmamak gerekir ki, kurallarla aidiyet kazandırılmış kişiler, hiçbir yere ait olamazlar, çünkü onlar yok ki,ait olduklarından söz edelim.Ait olabilmek için önce bireysel tercih yapabilme gücü olmalı,bireysel iradi özgürlüklerin ortadan kaldırılmasına neden olan duygusal bağlar canlandırılarak,ortak akıldan yoksun birliklerin adı birliktelik olamaz.Birliktelik,birlerin bir araya gelmesiyle gerçekleşir.Birlerin tümünü sıfıra çevirip,ortaya bir rakamıyla ifade edilecek birlikteliklerin çıkmasını bekliyorsanız daha çok bekleyeceksiniz.Bu tür çarklarda,dümen hep birilerindedir.O da dilediği isimlerle ve sloganlarla,etrafına topladığı kalabalığı dümen suyunda akıtmak için,marifetlerini teker teker ortaya dökecektir.E durum böyle olunca tabi ki akıl almaz eylemleri,bu toplanmış kalabalığa yaptırmak zorundayız ki,bizi de herkes bir adam sansın dedirten,bilinçaltının yönlendirmesiyle sayısal verilerin hesabını yapmaya çalışırız.O zaman da,bu kalabalıklara hoş görünme, ısınma turları,ılımlı yakarışlar adı altında,yavaş yavaş hakiki değerlerin altını boşaltarak,insanların hep birlikte alttan bunlara sarılması için, diz çöker masalın tekerleme bölümünü okumaya başlarız.Böylece karşımıza, ruhsuz ne idüğü belirsiz,niçin yaşadığını bilmeyen, bir yerde bulunup bulunmamasını kendisi bile çözememiş;hayattan kopuk her şeyi meşru gören, yaratıcıyı hesaba katmayan,maymun iştahlı kapitalist devler çıkar...Bu devler bazen günah çıkarıp,yeni iştahları için,bir iştah açıcıya ihtiyaç duyarlar,o zaman da ;gül bahçesine zaman zaman uğradıklarında tüm kokularının gittiğini kendilerinden gül kokusu gelemeye başladığı,manevralarıyla o dev çarklarını yeniden döndürmeye başlarlar.Nasıl ama,hayat dediğin böyle her yolu mubah görmeli değil mi, ne ilke, ne değer,ne başka bir şey...Bu kadar kolay yollar varken, kendimizi o güç koşulların altına neden soktuğumuzu, belki bu yaşam tecrübelerini görünce bizde anlarız(!) Ne de olsa bir gül bahçesi buluruz,her tarafımızdan pislik dökülse de o bahçeye girince tüm kokularımız değişir diyerek izinizden geliyoruz....Artık bahçenizde umarım bize de bir yer açarsınız(!)Haydi hayırlısı....
Yıl:27.02.2009
saat:00.45-02.05
yer: Çengelköy/İst
(E.Kekeç)

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!