Bu Blogda Ara

25 Kasım 2024 Pazartesi

İdeal Bir Yaşam Manifestosu-Ahlak, Vicdan, Erdem ve Huzurun İzinde

Kardeşim, durup bir düşünelim. Ahlak dediğimiz şey, insanın kendisiyle, başkalarıyla ve yaratılışla olan ilişkisini düzenleyen temel bir pusuladır. Bu pusula doğru çalışmazsa ne huzur bulabilirsin ne de vicdanına söz geçirebilirsin. Elbette hepimiz bir şeyler yaparız; iyilik de kötülük de insanın hayatında vardır. Ama mesele şu: Yaptığın şeyin ardından kendine dönüp baktığında yüzünde bir tebessüm mü beliriyor, yoksa içinde bir sıkıntı mı peyda oluyor? İşte burada ahlakın sınır çizgisi karşımıza çıkar.

Ahlaklı bir yaşam demek, vicdanının sesini duyabilecek kadar duru bir zihinle yaşamaktır. Vicdan, insanın içindeki ilahi bir fısıltıdır. Yanlış bir şey yaptığında seni uyarır, doğru bir şey yaptığında seni teskin eder. Fakat bu ses, insan hırsının ve nefsinin gölgesinde kolayca boğulabilir. Şimdi kendine sor: Vicdanını ne kadar dinliyorsun? Her yaptığın işin sonunda hissettiğin huzur, bir aynadır. Çünkü gerçekten ahlaklı bir şey yaptığında, sadece kendine değil başkalarına da fayda sağlarsın. Oysa gayri ahlaki bir şey yaptığında, anlık bir zevkin ardından derin bir pişmanlık gelir. Peki, biz hangi yolda yürümek istiyoruz?

Ahlak, sadece bireysel bir mesele değildir; toplumsal bir sorumluluktur. Bugün bir kişinin yalanı, yarın bir toplumun çöküşüne sebep olabilir. Erdemli insan, doğru ve yanlış arasındaki farkı bilen ve doğruyu seçen kişidir. Ama doğruyu seçmek her zaman kolay mıdır? Elbette hayır. Çünkü doğru, çoğu zaman daha zahmetlidir, daha zorludur. Yanlış ise genellikle çekici ve kolaydır. Ancak unutmamak gerekir ki erdem, zorluklara göğüs germekten doğar.

Erdemli bir insan, başkalarının hakkını gözetir. Komşusunun aç olduğunu bildiği halde sofraya oturup karnını doyuramaz. Bir arkadaşının darda olduğunu gördüğünde sırtını dönemez. Çünkü erdem, sadece kendi rahatını değil, başkalarının da huzurunu düşünmektir. İşte bu, insanı diğer varlıklardan ayıran temel özelliktir.

Huzur, insanın kendi içinde ve çevresiyle kurduğu dengeden doğar. Eğer iç dünyanda bir karmaşa varsa, dışarıda ne kadar lüks içinde yaşarsan yaşa, huzuru bulamazsın. Öte yandan, toplumsal huzur da bireylerin içsel huzurundan beslenir. Peki, toplum olarak huzuru nasıl sağlarız? Adaletle, eşitlikle ve ahlakla.

Bugün birçok insanın huzursuz olmasının sebebi, sadece kendi çıkarlarını düşünmesidir. Kapitalist düzen, insanları bireysel başarıya ve tüketime yönlendirdi. Ama bu düzen, huzuru unuttu. Çünkü huzur, paylaşmakta ve yardımlaşmaktadır. Kardeşim, eğer huzuru arıyorsan, elindekini paylaşmayı öğren. Paylaştıkça çoğalan tek şey huzurdur.

Şimdi bir de tersinden bakalım. Gayri ahlaki bir yaşam ne getirir? İlk başta kazanç gibi görünür. Bir yalanla, bir hileyle, bir aldatmayla elde edilen şey, kısa vadede cazip gelir. Ama bu tür kazançların uzun vadede insanı tükettiğini görmek zor değildir. Çünkü gayri ahlaki bir yaşam, insanı vicdanından koparır. Vicdansız bir insan ise ne kadar zengin olursa olsun, ne kadar güçlü görünürse görünsün, içten içe çürür.

Gayri ahlaki davranışlar, toplumu da zehirler. Eğer bir toplumda insanlar birbirine güvenmiyorsa, o toplumun ayakta kalması mümkün değildir. Yalanın, hilenin, dolandırıcılığın normalleştiği bir yerde adalet de kaybolur, huzur da.

İdeal Yaşamın İnşası

Şimdi, tüm bu anlattıklarımızı birleştirip ideal bir yaşamın nasıl olması gerektiğini konuşalım. İdeal yaşam, erdemin rehberliğinde, ahlakın çizdiği sınırlar içinde ve vicdanın denetiminde bir hayattır. Bu yaşamın temel taşları şunlardır:

  1. Adalet: Herkese hakkını vermek. Adaletin olmadığı bir yerde huzur bulunmaz.
  2. Şeffaflık: İnsanların birbirine güven duyabileceği bir toplum inşa etmek.
  3. Merhamet: Güçsüzü korumak, mazlumun yanında olmak.
  4. Çalışkanlık: Tembellik, insanı ahlaki değerlerinden uzaklaştırır. Üretken olmak, insanın hem kendisine hem topluma olan borcudur.
  5. Paylaşmak: Sahip olduklarını başkalarıyla paylaşmak, gerçek huzurun anahtarıdır.

Kardeşim, ideal bir yaşam için ahlak, vicdan, erdem ve huzur birbirinden ayrılmaz bir bütündür. Birini kaybettiğinde diğerlerini de kaybedersin. O halde, hayatını bu dört temel taş üzerine inşa et. Kendine ve başkalarına karşı dürüst ol. Yaptığın her işte, "Bu beni ve başkalarını mutlu edecek mi?" diye sor. Çünkü mutluluk, ahlaklı bir yaşamın meyvesidir.

Unutma, yaptığın bir şey seni iyi hissettiriyorsa o şey ahlakidir; seni kötü hissettiriyorsa o şeyden uzak dur. Bu basit ama güçlü prensip, hayatın boyunca sana rehberlik edecektir. Öyle bir yaşam sür ki vicdanın da insanlar da seni hayırla ansın. Çünkü sonunda geriye sadece yaptıkların ve bıraktığın izler kalır.

Bahadır Hataylı/19.11.2024/Sancaktepe/İST

Kendi Ayaklarımızın Üzerinde Durmalıyız-Bir Milletin İmtihanı ve Uyandıran Çağrı

Kardeşim, gözlerimizi açmamız gereken, tarihi ve toplumsal gerçekliklerle yüzleşmek zorunda olduğumuz bir zaman dilimindeyiz. İçinde yaşadığımız bu dönem, basit bir ekonomik kriz, geçici bir darboğaz ya da sıradan bir siyasi çekişme değildir. Bu, sistematik bir şekilde inşa edilmiş, bizim kontrolümüzden çıkarılmış ve bizi derin bir uçuruma sürükleme potansiyeline sahip bir oyunun, adım adım uygulandığı bir süreçtir. Bugün buradayız, ama yarın nerede olacağımızı belirlemek için artık sadece düşünmek değil, harekete geçmek zorundayız.

Şimdi size yaşadığımız bu sürecin görünmeyen taraflarını ve nasıl bu noktaya geldiğimizi anlatmak istiyorum. Çünkü bu gerçeklerle yüzleşmeden, içinden çıkmamız gereken karanlığı anlayamayız.

Bir Milletin Yavaş Yavaş Kuşatılması

Bir millet, dış güçlerin hedefi haline gelmeden önce içerden çürütülür. Kendi kimliğinden, değerlerinden, ahlakından ve toplumsal dayanışma gücünden uzaklaştırılır. Bunu anlamak için çok uzağa gitmeye gerek yok. Geçmişte Suriye'de yaşananları hatırlayın. Bir zamanlar kendi halinde, iç huzuruyla yaşayan bir ülke, nasıl birdenbire yangın yerine döndü? Sorunun cevabı, o yangını körükleyenlerin kim olduğu kadar, yangının çıkmasına sebep olanların kim olduğunda da saklıdır.

Eğer Suriye'nin o zamanki yönetimi halkının sesine kulak verip, sorunları çözmek için gerçek adımlar atsaydı, dışarıdan gelen müdahaleler bu kadar kolay bir şekilde hayat bulur muydu? Hayır! Ama ne oldu? Yönetim boşluğundan ve yanlış politikalardan doğan zemin, dış güçlerin ellerini ovuşturarak planlarını devreye sokmalarına olanak sağladı. Şimdi o topraklarda ne kaldı? Gözyaşı, savaş, yıkım ve emperyalistlerin insafsızca paylaştığı bir vatan.

Bugün, geçmişteki bu senaryonun benzerini kendi ülkemizde yaşamamak için aynı hatalara düşmemek zorundayız. Dış güçlerin "böl, parçala, yut" planları işlerken, onların oyunlarına zemin hazırlayan biz olmayalım. Çünkü unutmayın, içeride kargaşa varsa, dışarıdan müdahale etmek isteyenler için iş daha kolaydır.

Kardeşim, bugün milletin içinde bulunduğu bu darboğaz tesadüf değildir. Ekonomik zorluklardan tutun, yönetimdeki keyfiyete kadar her şey planlı bir şekilde inşa edilmiştir. Bugün yaşadığımız sorunların temelinde, denetimsizlik ve hesap vermezlik yatmaktadır. Milletin alın teriyle oluşan servet, sorumsuzca harcanırsa, keyfi cezalar ve vergilerle halk bunaltılırsa, bu doğal bir süreç değildir. Bu, ülkenin çökertilmesi için bilinçli olarak yapılan bir yıkımın göstergesidir.

Bugün yaşadığımız ekonomik ve toplumsal zorlukların kökeninde, halkı bıktırma ve bezdirme politikaları yatmaktadır. İnsanlar canlarından bezmişken, bazıları ellerinde cımbızla aynanın karşısında saç tarıyor. Kendi rahatını düşünen yöneticilerin, milletin yaşadığı sıkıntılara kayıtsız kalması, onları bu topraklara yabancı hale getirmiştir. Ve unutmayın, halk bıktırıldığında, huzursuzluk arttığında, işte o dış güçlerin beklediği kaos zemini oluşur.

Bugün ülkemizin içinde bulunduğu duruma bir de göç meselesi eklenmiş durumda. Plansız, kontrolsüz ve dengesiz bir şekilde ülkeye alınan milyonlarca göçmen, toplumsal huzur ve güveni tehdit eder hale gelmiştir. Bu kadar büyük bir nüfus, ekonomik krizle boğuşan bir milletin omuzlarına yüklenirken, bu durumun yaratacağı sosyal ve kültürel çöküşü görmemek mümkün müdür? Göçmenlerin varlığı, sadece ekonomik değil, aynı zamanda toplumsal kimliğimizi ve bütünlüğümüzü de tehdit etmektedir.

Bu süreç, tamamen doğal bir akışın ürünü değildir. Bu bir stratejidir. Toplumlar, kimliklerinden koparılarak ve birbirine düşman hale getirilerek yok edilir. Eğer bugün bu göç meselesine gerçekçi ve kapsamlı bir çözüm getirmezsek, gelecekte çok daha büyük sorunlarla karşı karşıya kalacağız.

Şimdi durup düşünelim: Bugün yaşanan bu zorlukların sebebi nedir? İşsizlik, hayat pahalılığı, göçmen meselesi, toplumsal huzursuzluk… Bunlar birbirinden bağımsız sorunlar gibi görünse de aslında birbiriyle bağlantılıdır. Bu durum, bir kuluçkaya benzetilebilir. Bugün yaşananlar, yarının daha büyük krizlerinin tohumlarını atmaktadır. Eğer bu kuluçka döneminin sonuna gelindiğinde, yumurtalar kırılırsa, her yandan kriz sesleri yükselmeye başlayacaktır. Ve işte o zaman, bu krizleri durdurmak için kendi başımıza hareket etme şansımız kalmayabilir.

Kardeşim, bizi kimse kurtarmayacak. Bunu iyi anlayalım. Bugün "milleti kimseye ezdirmeyiz" diyenler, aslında bizi ezmek isteyenlerin yolunu açmaktadır. Kendi kurtuluşumuzu kendimiz inşa etmezsek, bir gün yabancıların topraklarımızda nasıl ellerini kollarını sallayarak dolaştığını izlemek zorunda kalabiliriz. Bu yüzden artık uyanmalıyız.

Millet olarak birbirimize kenetlenmeli, geçmişteki hatalardan ders almalı ve geleceğimizi kendi ellerimizle şekillendirmeliyiz. Kahramanlık marşlarıyla avunmak yerine, gerçek kahramanlığın ne olduğunu anlamalıyız. Kahramanlık, milletin zor günlerinde fedakarlık yapabilmek, doğruların peşinden gitmek ve yanlışlara karşı durabilmektir.

Bugün bu yazıyı okuyan herkese sesleniyorum. Bu ülke, sadece geçmişin kahramanlık hikayeleriyle var olmaya devam edemez. Eğer bizler, bu toprakları vatan yapan değerlere sahip çıkmazsak, geçmişte olduğu gibi gelecekte de elimizden alınmaya çalışılacaktır.

Bu yüzden artık daha bilinçli, daha duyarlı ve daha sorumlu bireyler olmak zorundayız. Ahlak, vicdan, dayanışma ve ortak bir hedef doğrultusunda birleşmek, bizim için bir tercih değil, bir zorunluluktur.

Gelin, bu karanlık dönemi bir fırsata çevirelim. Kendi kaderimizi kendi ellerimizle yazalım. Çünkü tarih, güçlü olanların değil, kararlı olanların zaferlerini yazar. Unutmayın, bu ülkeyi kurtaracak olan, dışarıdan gelenler değil, bu ülkenin öz evlatlarıdır. Hadi kalkın, düşünün, sorgulayın ve harekete geçin. Çünkü bu, başka bir milletin değil, bizim mücadelemizdir.

Bahadır Hataylı/Kasım-2024/Sancaktepe/İST

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!