Bir varmış bir yokmuş diye başlayan ifade, bir masalın tekerleme bölümüne giriş olarak bilinir. Oysa masal olacak hayatımızın bir gerçekliğini anlattığı halde bunun üzerinde bir nebze olsun tefekkür etmek aklımıza gelmez.
Hayatımız bir varmış bir yokmuş kadar
kısa ve geçici olmasına rağmen öyle bir gerçeklik olarak tanımlarız ki, kendimiz
bile o kadar gerçek olup olmadığına inanmakta güçlük çekmemize rağmen, o an
için aklı ve idraki kapsam dışı bıraktığımız için, bir varmış bir yok muşu hep
bizim dışımızda bir masal olarak değerlendiririz.” 'Yeryüzünde kaç yıl kaldınız? Bir gün
veya bir günden de az kaldık. Sayanlara sor!' derler. 'Gerçekten çok az
kaldınız. Keşke bilseniz!' "
İranlı Yazar Muhsin Mahmelbaf’ın”
Başkasının Ölümü” diye yazdığı tiyatroda, hep başkaları ölüp giderken sıranın
bize gelmeyeceğini, hatta bizden çok uzakta olduğunu hesaplarken, Azrail bir
anda karşımıza dikildiğinde daha çok işimiz var, yapacaklarımız yarım kaldı,
çocuklara miras bırakmamız gerektiğini bizden sonra kimsenin erişemeyeceği
mallarımızın geride kalmasını ve ismimizin silinmemesi için hep çabalarken,
sıranın bize geldiğinin hiç farkında olmayız. İşte bunu iyi anlamak için, Bir
varmış bir yokmuş” göz açıp kapayıncaya kadar her an her şeyin değiştiği ve
bizlerin garantisi bize ait olmadığına göre, bu kadar arsız huysuz ve doyumsuz
yaşamaya anlam verebiliyor muyuz? İnsan var yok arasında bir çizgide yaşarken
çizgiyi kaybetmeden yol alması kaçınılmaz. O çizgi kaybolduğu an varlığı ve
yokluğu anlamsızlığa bürünür.
İnsan için, zaman algısının
oluşumunun, bulunduğu ortama göre şekil aldığının farkında mıyız? Dünyada
yaşarken hiç bitmeyeceğini sandığımız zamanın, Allah’ın huzuruna vardığımızda
bir gün ya da bir günden az olduğunu anlatır oluyoruz. Yaşarken daldığımızda
zamanın nasıl geçtiğini hatta hiç ömrümüzün bitmeyeceğini düşünerek kendimizi
öyle bir kaptırıyoruz ki, hesapla karşılaşınca, hesabın zorluğuyla baş başa
kaldığımızda buradaki hayatın ne kadar kısa olduğunu düşünüyoruz. Çünkü orada
olumsuz bir yaşamın hesabının faturası kabarık olacağından o zorluklar buradaki
yaşamı çok kısa algılar oluyor.
Zaman kavramı çok önemli bir kavram.
İnsanın nasıl davranacağına göre kendisini açıyor. İnsan sevmediği ve
hoşlanmadığı bir ortamda ise zaman hiç geçmeyecekmiş gibi geliyor. Ama çok
sevdiği ve ayrılmak istemediği dostları ile beraber ise o zaman da zamanın ne
kadar kısa olduğunu ve çabuk geçtiğini söyleyebiliyor. İşte burada öyle bir
dalıyoruz ki, sevgiden muhabbetten ayrılmak istemediğimiz bir dünya hayatından
kopup, asıl varılması gereken yere gittiğimizde buranın çok kısa olduğunu söylüyoruz.
Oysa herkese kendisini idrak edecek kadar bir zaman verilmiş olmasına rağmen,
bir gün veya ondan biraz kısa diyebiliyor insan. İnsan ancak hakikati
gözleriyle idrak ettiğinde buradaki hayatın kısalığını anlıyor, âmâ onu idrak
etmesi için dünyanın cazibesinden çekiciliğinden kurtulması ve asıl hayat için
anlamlı bir duruş ortaya koyması gerekir.
Tecrübeli büyüklerimiz, bize hayatı
hep nüktedan anlattıkları için, bir varmış bir yokmuş diye başlarlar bize
kendilerini dinletmeye…Biz onların tecrübelerine sırt dönerek hayatın
cazibesine kapıldığımız için kendimizle ilgili bir varmış bir yok muşu hiç
düşünmeyiz…
Bir varmış bir yokmuş, eski zaman
içinde kalbur saman içinde, develer tellal iken eşekler hamal iken, pireler
berber iken, cinler cirit oynarken, ben dedemin beşiğini tıngır mıngır sallarken
buradan vurduk kılıcı Mısırdan çıktı bir ucu, , atmış altı halle firik pirinci
yedik içtik karnımız doymadı yüzümüz gülmedi, altı ay gece altı ay gündüz yol
gittik bir arkamıza baktık ki, bir arpa boyu yol gitmişiz, öyle bir dev varmış
ki bir eli balda bir eli gaf dağında, oturduğu yerden her isteğine kavuşurmuş,
onun yanına gidenler geri gelmezmiş, âmâ bir gün küçük bir sineğe yenilmiş…Böylesi
masallarla büyüdük biz, bizim hayatımıza masallar öyle dokundu ki, hayatımızın
bir masal olduğunu, bir var mış bir yokmuş kadar kısa olduğunun idraki ile yaşıyoruz.
Bir varsın bir yoksun, bakarsın
harapsın ya da muhteşem bir yapıtsın…Burada yaşarken dünya ve içindekilere dalmadan,
yaşamak için gerekli olduğu kadar değer verilen bir yer ise burası, hayat anlam
buluyor…Yok buradakilere sahip olmak için yaşanıyorsa anlamsızlıklar içinde
insan yok oluyor. Dünya değişimi sonrasında hiç dünyaya dalmadan adam gibi
yaşayıp göçenler, dünyada ne kadar uzun kaldıklarını keşke daha çabuk bitmiş
olsaydık diyorlar, ancak oradaki karşılık bambaşka bir ortam olduğu için burada
geçen zorluklar bir anda unutulabiliyor. Ancak dünyaya dalmış olanlar oraya gittiklerinde
buradaki lezzetten henüz uzaklaşamadıkları için çok az bir zaman kaldıklarını
tekrar buraya geldikleri zaman daha iyisini yapabileceklerini söylüyorlar, oysa
onlar yine eski hallerine dönecekler. Bu isteklerin oluşumu, orada
geçirecekleri yaşamın korkunçluğundan kaynaklanmaktadır.
Bu hayat öyle bir şekil alıyor ki,
develer tellallık yapabiliyor, yani boyuna posuna baktığında adam sandıklarınız,
toplumda laf getirip götüren, insanları birbirine düşüren, söylenilmemesi
gereken bir sözü herkese yayarak örtülmesi gerekeni ifşa edebiliyorlar…Bazıları
eşek gibi yük altında inim inim inleyebiliyor, hiç o işe layık olmadığı halde
size biçim verenler pireler olabiliyor, yaşamda karşılığı olmayanlar cinler gibi
görünmeden size cirit atabilirler, Babalar çocuk gibi evlatları tarafından
avutulmak için beşikte sallanır…O kadar yol gittiğinizi sanırsınız aslında bir
arpa kadar bile bir yol gidemezsiniz, yersiniz yersiniz doymak bilmezsiniz…O
kadar çok savurursunuz ki mangalda kül bırakmazsınız, hatta kılıcı
salladığınızda bir ucunun Mısırdan çıktığını anlatacak kadar boşboğaz olursunuz,
âmâ bilmezsiniz ki, bir varsınız bir yoksunuz bu hayat için böyle savrulmaya
değer mi?
Bir masalın tekerleme bölümüyle böyle
güzel özetlenmiş bir masalı o kadar ciddi ve değerli bulup, kendinden habersiz
yaşamak kadar korkunç bir şey olamaz…Önemli görmek ile değerli bulmak çok
farklıdır. Değerli olan bu hayattan sonra karşılaşacağımızdır. Buradaki ise o
kadar çok önemli ki, bir varmış bir yokmuş kadar kısa olan bu anın çok hassas
ve anlamlı kılınması elzemdir. Bu önemi kavramadığımız için hep başkalarının
gidiş hikayelerini anlatırız kendimizle ilgili bir cümle söylemekten kaçınırız…Oysa
herkesin bu trenden ineceği son istasyon bellidir. Trende kardeşçe insanca bir
yolculuk yapalım herkesin hakkına hukukuna riayet edelim birazdan herkes
varacağı istasyonda inecektir.
Bir varmış bir yokmuş, gidenler ermiş
mürüvvetine biz de çıkalım bu hayatın kerevetine…
Sevgisiz olmaz ki gülüm, sevgisiz
bülbülü neylesin gülüm…Gülen gözleriniz yarınlarda da ağlamasın bugün
masalımızı iyi okumak dileğiyle selam ve muhabbetlerimle kalın sağlıcakla…
Erol
KEKEÇ/22.01.2023/00.03/Sancaktepe/İST