Bu Blogda Ara

29 Mart 2021 Pazartesi

SAVUNMA SENDROMUNDAN SAVUNMASIZ YAŞAMA

 Liyakatten ne anladığımızı sorgulamaya gerek yok sanırım. Çünkü her anlayışın liyakat anlayışı kendisine destek veren eş, akraba ve yakınlarını milletin sahibi olduğu kurumların başına getirmektir. Böyle olunca da devlet, devlet olmaktan çıkıyor, her siyasal partinin arpalıklardan istifade etmek için bir an evvel devir teslimin kendisine gelmesini bekliyor. Ülkenin politikası ülkenin nasıl daha iyi yönetileceği üzerine fikirler geliştirme ve halkı mutlu etmeyi amaçlayan motivasyonu yüksek fikir ve eylemleri barındırmaktan çok uzaktır. Bir kurumun yönetimine gelenlerin ilk icraatları yolda birlikte nasıl götüreceklerini hesap ettiği adamlarını yanına almak oluyor. Dolayısıyla her gelen bu süreci iyi takip ediyor ve kimse kurumların hakkını verecek ehliyet sahiplerini oralara getirmeyi asla düşünmüyor. Böyle olunca orada arada bir ehliyetli kalmış olanları görürseniz o işi ondan başka çözecek biri olmadığından zorunlu kalış ya da o ortama uyum sağlamıştır.

Mekke’nin fethi sonrası dışarı çıkınca Abbas ve Hz. Ali’nin Kâbe anahtarlarının kendilerine verilmesini istemeleri üzerine Resûl-i Ekrem, Osman b. Talha’ya dönerek bir zamanlar Kâbe anahtarları konusundaki konuşmalarını hatırlattı. Ardından da Kâbe anahtarlarını ona ve amcasının oğlu Şeybe b. Osman’a verip bu anahtarların kıyamete kadar kendilerinde kalacağını söyledi. Bu örnek Allah’ın resulünün emaneti ehline verirken yakınına değil, o işin ehline nasıl teslim ettiğini anlamayanlar, liyakatin ne olduğunu asla anlayamazlar.

Yaşadığımız bugünlerde ülke gündeminden düşmeyen şahsın bulunduğu konum dikkate alındığı zaman ne kadar da ehliyetli kişilere makamların teslim edildiğini görmekteyiz(!)Bu olayın açığa çıkması sonrası şahsın kendini savunurken söylediği bu Kokain değil, pudra şekeri ifadesi tam liyakatsizliğin dip noktasıdır. Bu durum olamaz mı elbette olabilecek hadiseler, insanoğlunun olduğu yerde her şeyi söylemek mümkün, ancak işin ehli ve liyakati dikkate alınarak bu makamlar teslim edilseydi, bunları görmek ve sonrasında savunur durumda olmak mümkün değildi. Ülkenin yönetim alanları ve hiyerarşik yapılanmalardaki mevkilerin dağıtımında horca kullanılan bir anlayışın olduğu inancındayım. Bu işlerden sorumlu olanlara kendi firmalarında bu insanlara bir makam verir misiniz diye sorduğunuzda asla bu adam o işleri nasıl yönetecek, özel sektör farklı diye cevaplar alabiliyorsunuz. Milletin emanetinin bir önemi olsaydı bu makamların nasıl daha hassas korunması gerektiğini görürdük. Liyakat ehlinin söz sahibi olmadığı, ehliyetsiz ve güvenden yoksun olanların kamu alanlarının sorumluluğuna sahip olması demek o toplumun başka bir kötülük aramasına gerek yok demektir çünkü bir toplumun ifsatı için ehliyetsiz ve güvensiz kişiliklerin mevkilerde söz sahibi olması yeterlidir.

Öyle zamanlar oldu ki, bu ülkenin meclisinden vekil olan bir şahsın,” Allah demiyor mu akrabalarınızı ve yakınlarınızı koruyun” diye biz de ayete uygun davranıyoruz farklı davranmıyoruz diyecek kadar pişkin ve yüzü kızarmayan laflar edenlerine şahit olduk. Bu anlayış toplumsal bir gelenek oluşturdu. Ülke yönetimine gelen her politik anlayış, kendi doğruluğunu kendisinden öncekinin yapmış olduğu olumsuzlukları göstererek kanıtlamaya çalışmakta. Bu tür basit ve sıradan anlayışlar çok karmaşık bir toplum yapısı oluşturmaktadır. Yani toplum, her gelen politik anlayış kendi yakınlarını iş başına getirecek liyakatli olsun olmasın fark etmez bu bir kaderdir şeklinde bir anlayışa bürünmektedir. Böylesi karanlık bir yaşam örgüsü o toplumu öyle bir kuşatır ki doğru ve güvenilir olanların gelmesi mümkün olmaz, gelenler olursa da onlar yaratanın bir rahmeti ve mucizesi olarak bilinir. Hatta gazetelerde boy boy gösterilir, geçmişten bugüne, bugünden yarınlara bir efsane gibi anlatılır durur. Nedeni ise, olumsuzlukların bir kader olduğuna teslimiyet, iyiliklerin ise bir mucizeye bırakılmasıdır.

Eğer bir toplum olumsuzlukların ve kötülüklerin bir kader olduğuna inanacak kadar kendi tarafından bir yanlış olduğu zaman onu nasıl gizleyeceğini ama farklı taraftan aynı yanlış olduğu zaman üzerine katarak büyüterek anlatmaya devam ediyorsa, o toplumda yaşam, karanlık oyun kurucuların istek ve beklentilerini çok kolaylaştırır. Çünkü kendilerini içselleştirmiş bir halk olduğundan, yanlışları doğru gibi tüketecek beyin fukaralarının, bunların yaşamalarına kendilerini feda edecekleri zamanlara gelinmiştir. Bu sürecin doğru bir ölçekte değerlendirilmesinin yapılmadığı ve gece ile gündüz arasındaki o keskin çizginin ayırt edileceği bir ortam yakalanamayacağı için mazlum olduğunu söyleyenler, mazlum olma vasıflarını kaybeder ve kötülüklerin yayılmasına katkı sunan bir taşıyıcı zalim durumuna geçerler.

Ülkemiz gerçekliğini dikkate aldığımız zaman, karanlıkların tarih boyunca bu ülkenin insanlarının bir kaderi olarak sunulmasındaki en etkili ve belirleyici faktör, yanlışları onaylayanın halk olmasından kaynaklanmaktadır. Halk, kendi arasında rekabete girişmiş ise, karanlık oyun kurucular galibiyete çok yakın demektir. Her oyun kurucu kendi taraftarını oluşturmadan sahaya inip aktif oyununu oynamayı düşünmez. Onları destekleyen ve yalnız bırakmayan hatta sadece bağırmak ve küfrederek cinnet yaşamaktan başka bir kazancı olmasa da onların arkasından gittiklerinde psikolojik bir rahatlama yaşıyor ve kendilerini terapi olmuş gibi hissediyorlarsa, bu toplumlar hep ezilmeye mahkumdur. Çünkü onların rahatlaması, toplumsal terapi gösteri sezonunu arada bir atlatmalarına bağlıdır. Bu kaotik yaşamdan onları kurtarmaya çalışırsanız, onları çok ciddi bir travmayla karşı karşıya getirirsiniz ve sizin mesajınıza alışamazlar. Alışamadıkları için de sizlere bir kulp takarak doğmadan sizi imha etmeyi de bir görev ve sorumluluk bilinciyle yaparlar.

Toplumsal algılar değişmeden liyakat ve ehliyet gibi değerlerin de yerine oturması mümkün değildir. Doğru-yanlış, iyi -kötü, dürüst-sahtekâr, güvenilir-güvenilir olmayan gibi kavramlar fıtrat genlerinde tanımlandığı şekliyle tanımlanarak herkesin buna ortak bakışını sağlamak ve ortak eylem birliği oluşturmak gerekir. Bu gerçekleşmediği zaman, ortaya çıkacak olan sadece herkesin kendi menfaatini doğru diğerlerini yanlış olarak bilmesi olur. Yaşadığımız toplumda maalesef böyle bir körlüğün yaşandığına aklı başında olan herkes şahit olmaktadır. Bu olumsuzlukları ortadan kaldırmak için yapılması gereken en önemli ve sürekliliği olan güç Allah’ın ayetinde belirtiği gerçekliğin yaşam alanlarında karşılığının olmasıdır. “Siz kendinizde olanı değiştirmedikçe Allah sizin durumunuzu değiştirmez.” Rad:11

Yani bireysel değişim ve dönüşüm sağlanmadan toplumsal dönüşüm gerçekleşmez. Toplumsal dönüşüm gerçekleşmezse yönetim sistemi düzelmez, yönetim sistemi düzelmezse toplumsal huzur olmaz. Toplumsal huzur olmazsa barış kardeşlik ve selamet olmaz, bunlar olmadığı zaman da paranoyak yaşayan ve sürekli tedirgin ürkek ve ne olduğu belirsiz varlıklar ortalığı doldurur. O zaman da ne mi olur, karanlık oyun kurucuların bu tür toplumları denek olarak kullanıp deneylerini gerçekleştirmesi kolaylaşır. Deneyler bizim üzerimizde gerçekleştirildiği sürece etimizden sütümüzden ve kanımızdan faydalanacak olanlarda tükenmeyecektir.

Bunları iş olsun ve insanlara laf saymak için anlatmıyorum kendimiz olalım kendimize gelelim, tencere senin dibin kara, kazan senin dibin benimkinden daha kara, diye birbirimizin lüzumsuz seciyelerimizi ortaya koyup onunla bazılarının istek ve beklentilerine uygun davranarak kendimizi yok edeceğimize, ana bileşene yönelelim görelim asıl etkileyici ne imiş…Ana değişkeni bulamayanlar yan değişkenlerle vakit geçirirken, ana değişken yüreğinizi deler ve geçer…Bakalım hayırlısı neymiş demeyeceğim toplu çıkan sözler gibi, görelim ki, Rabbimiz hayırlı olan bir yaşama gözlerimizi ve yüreklerimizi açsın…İşte o gün, liyakat ehli ehliyetiyle karşınıza çıkar, orada kimseye haksızlık ve zulüm olmaz, yoksa bu basitlikleri konuşa konuşa kendimizi mezarlara kadar taşırız hatta herkes kendi ecdadının ne kadar asil ve şecaatle olduğunu anlatarak hayata son noktayı koyar. Son gelmeden önce, aklını başına alarak ilk adımı atanlardan olmak dileğiyle herkese selam ve hürmetlerimle….

Erol KEKEÇ/28.03.2021/22.17


"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!