Toplumsal yaşamın devamlılığını istiyorsak, topyekûn toplumsal yaşam seferberliği başlatmak zorundayız. Toplumsal sistemin devamlılığının sürekliliğini sağlamak için, yaşam alanındaki temel dinamikler yeniden güncellenmelidir. Güncellenmeyen her bir yaşam öğesi, toplumda bir yük ve toplumda obezite yaşamları teşvike yarayan vakti dolmuş hurdaya ayrılan malzemelerdir.
Toplumsal yaşam seferberliğinin en
önemli dinamiği, zihinsel kalıpların ve bu kalıplara yerleştirilen
hammaddelerin nereden alındığının sorgulamasını başlatmak ve o sorgulamayla
zihni yenilemektir. Yenilenemeyen zihinler, genel anlamda toplumsal yaşam
seferberliği başlatamazlar. Eski hallerini içselleştirmiş ve rutin bir yaşam
tarzı oluşturanlar, yeni olacak farklılıklara karşı daima direnişe geçerler.
Ondan dolayı da bu direnişi olmadan ortadan kaldırmanın önemli ayağı zihinsel
devrim ve değişimleri yapabilmektir.
Toplumsal yaşam, aslında bireysel
yaşamın da sigortasıdır. Toplumsal yaşamın imha olduğu bir yerde bireysel
yaşamın lafı bile olmaz. Ancak toplumla bütünleşmemiş ve ferdi olarak kendisine
yetecek düzeyde kırsal bir ortamda yaşayanlar için, bu uyarı sistemi belki pek
fazla etkili olmaz, ancak toplum içinde kalan fertler için hayati öneme
sahiptir.
Bir toplumda yaşarken, toplum dışında
hayatınızı sürdürüyormuş gibi davranıyorsanız orada sizin olmanız başlı başına
yük ve toplumsal yaşamı çökerten antipatik bir davranış olacağı için tehlike
oluşturur. Bireysel eylemler toplum içinde, toplumsal davranış kalıpları ile
uyumlu olmak zorundadır. Toplumsal davranış kalıpları, toplumsal yaşama uyum
sağlamak istemeyen kişilerin uyumsuzlukları sonucunda parçalanabiliyor ve
işlevsiz kalıyorsa, toplumsal sistem tehlikede demektir. Bu da gösteriyor ki, toplumsal yaşam
bireylerin özgürlüğünü yok etmez ancak bütün olarak yaşamı devam ettirmek için,
toplumsal yaşama uyumlu hale getirir. Bu uyumluluğu sağlayamamış ortamlar,
toplumsal bütünlüğü koruyamadıkları gibi, kuralların aktif ve bağlayıcı
özelliğini de ortadan kaldırmış olurlar. Bunun içindir ki, toplumsal yaşamın
devamını sağlayan sistemin sürekliliği için, toplumsal yaşamla yüzleşmeden önce
sahip olduğumuz bilgileri ve olayları yorumlama ve anlama mekanizmalarımızı
yeniden biçimlendirmek zorundayız. Bu biçimleme toplum olarak varlığımızı devam
ettirmemizin en önemli nedenidir. Bunun için toplumsal yaşam ya da yeniden
hayata başlama ve bulunduğumuz ortama dört elle sarılarak oraları sahiplenip
yeni bilgi dağarcıklarımızla hayatımızı devam ettirmek zorundayız.
Toplum kendi yörüngesini koruyamadığı
zaman, her gelen siyasal otorite, kendi ideolojik belleğine göre size biçim
vereceği için, kendi varlığını korurken sizin yok olmanıza sebep olabilir.
Bunları dikkate alarak kendi varlığını devam ettirecek değişim dinamiklerini
hayatın içine taşımak gerekmektedir.
Toplum olarak mesleklere bakışımızı
yeniden düzenlemek zorundayız. Hiçbir meslek bir başka mesleğe ve işe göre
tanımlanamaz. Kendi yaptığı işin içeriğine göre tanımı yapılır. Meslekleri
kıyaslamak demek, insanın bazı uzuvlarının diğerlerinden daha önemli ya da
önemsiz olduğunu anlatmak gibidir. Çünkü toplumsal yaşam bir organizma gibi
devam eder. Canlı organizmanın yaşamının devamı için nasıl ki, her organ kendi
üzerine düşen görevi yerine getirmesi gerekiyorsa, toplum için de durum
böyledir. Herkes görevini doğru ve zamanında yaptığı zaman toplumsal organizma
sağlıklı devam eder. Aksi takdirde organizma hastalanır. Bir organ çok iyi
çalışmış olsa bile onun yaşamı da, o olumsuzluktan etkilenecektir. Toplumsal
yaşam karşılıklı bağımlılık ilişkisine göre işler. Bu ilişki ağında herhangi
bir aksama ve sapma meydana gelirse hiç tahmin edemeyeceğiniz olumsuzlukların
ortaya çıkmasına neden olur.
Toplum olarak devam edeceksek
toplumsal yaşamın devamını sağlayan dinamikleri yerli yerine oturtmak
zorundayız. Toplumsal yaşam günlük hesaplamalarla devam edecek bir yaşam
değildir. Kültür ve dil nasıl ki uzun soluklu devam eden bir geleneğin ürünü
ise toplumsal yaşamda böyledir. Ancak bazı etkileyici faktörlerle kendi ideolojik
zihni biçimlendirmelerine göre topluma yön vermeye kalkanlar, toplumsal yaşamı çoğu
zaman parçalamanın eşiğine getirirler. Eğer bir yönlendirme ve dizayn etme fikri,
toplumsal yaşama uygun değilse, bu çabalar toplumu imha edebilir ve içinden
çıkılmayacak olumsuzluklarla sizi yüz yüze bırakır. Son yıllarda
toplumsal yaşamın içine düştüğü durum tam da buna bir örnektir.
Batının kendi yaşamında uyguladığı
toplumsal gelişim dinamiklerini bize dayatarak ihraç etmesi ve kendi içine
almak için bunların olmazsa olmaz olduğunu şart koşması, bizleri içinden
çıkılmaz dehlizlere taşıdı. Zinanın suç olmaktan çıkarılması ve kadınlarımıza
hukuken pozitif ayrımcılığın tanınması aile kurumunu param parça etti. Aile
Bakanlığı diye bilinen Bakanlığın başına çoğu zaman aileyle hiç alakası
olmayanların getirilmesi ve özellikle kadınlardan oluşturulması başlı başına
bir imha operasyonunun tescillenmesiydi. Kimse bunu anlamak ve görmek istemedi.
Kadının beyanının esas alınması ve herhangi bir delile gerek kalmaksızın
kadının söylediklerinin hükümde en etken bir gerekçe olması, aile yaşamının
devamı için gerekli olan adalet algısını yerle yeksan etti. Yaşam boyu birbirini
taşıyan eksiklikleri kapayan ve yamayıp örten eşler yerine, birbirini kandıran
ve sadece fizyolojik olarak faydalanan idsel hazlar eşlerin ilişkisini belirler
oldu. Böyle olunca ailenin yıkımı hızlandı ve şimdi geldiğimiz süreçte, aile
mahkemelerinin boşanma davalarına bakmaktan aciz düştüğü duruma gelindi.
Eğitim en önemli meselemiz olmasına
rağmen kendimize uygun kafa yetiştirmek için eğitim hallaç pamuğuna döndü,
şimdi itesiniz de bir daha raydan çıkan o treni raya koyamıyorsunuz. Çünkü
raydan çıkan tren o kadar hızlandı ki, önüne çıkanı ezip geçer oldu. Eğitim
kurumlarındaki geldiğimiz noktalar hiçte bundan geri değil. Üniversiteler, anlamsızlaştı,
içi boş sadece gençlerin zamanlarını biraz daha işgal ederek sorun görülen
yaşamın ötelenmesi sorunları ortadan kaldırmış olmadı hatta sorunlar katlanarak
büyüdü, şimdi bir dağ gibi altından kalkılmayacak sorunlar altında nefes
almakta zorlanır olundu.
Dayatılan bir gelenek gençleri
yaşamdan uzaklaştırdı, gençler ile önceki kuşaklar arasındaki köprüler atıldı,
onların yerine haşin duvarlar örüldü. Duvarlar arkasından eski kuşak gençlere
sesleniyor gençler ise diğer tarafta kafasına göre takılmayı düşündüğü için
sizin sesinize sağır kesiliyor. Çatışmanın tam ortasında kalınca ne yapalım
bari kaybetmeyelim diyerek ölümü görünce sıtmaya razı olur duruma gelindi.
Tarımsal alanlarımıza uygulanan kotalar yaşamı kırt kırt kesip doğradı. Yanlış
ve anlaşılmaz politik tavırlar, biyolojik ihtiyaçların karşılanmasını
gerektiren ürünlerin bile yetiştirilmesinin önünü kapadı. Çiftçilere yapılan
tarımsal destek, dilenci çiftçilerin çoğalmasına ve tarlalarını boş bırakarak o
destekle yaşamını sürdüren köylülerin sayısını artırdı, geldiğimiz noktada
tarımsal hayat infilak oldu. Devlet çiftçiye tarlası olanlara, dönüm başına
destek vereceğine, köylünün tohumunu, gübresini mazotunu ve ilacını uygun
koşullarda verse ve üretilen ürünleri de alma garantisi verseydi ne destek
vermek zorunda kalırdı ne tarlalar bu kadar boş kalırdı ama yanlış tutarsız ve
inatçı anlayışlar böylesi çorak bir yaşamı ortaya çıkardı. Aynı uygulamayı
hayvancılarımıza da yapmış olsa bu ülkenin sorun gibi görülen ve dağ gibi
aşılmaz sanılan bu problemleri, temmuzda dağların tepelerindeki karların
erimesi gibi eriyeceğinden kuşkunuz olmasın…
Serbest piyasa diye politik algı
oluşturarak toplumsal yaşamı belli çıkar gruplarına kurban eden bir algı doğru
bir algı değil değiştirilmesi zorunludur. Devletin en asli görevi denetim ve
kontrolü sağlamaktır. Halk devleti yönetenlere yönetme yetkisini, bu
görevlerini layıkıyla yerine getirsinler diye vermektedir. Devlet piyasanın kurallarını
koyar ve kuralların alt ve üst sınırlarını belirler, serbestlik bu sınırlar
arasında olması gerektiğini herkes bilir. Bu sınırları aşanların toplumsal
fesadın kaynağı olduklarını tespit eder ve onlara gerekli cezayı uygular. Bunu
yapmıyorsa o zaman devletin işleyişinde bir sorun var demektir. Toplumsal yaşam
varsa, kuralı da vardır. Dolayısıyla serbest piyasa diyerek kimse kimseyi kandıramaz.
Bir ülkenin gümrük ve Ticaret Bakanlığı diye bir bakanlığı varsa ve ticaret adı
altında insanlar soyulup soğana çevriliyorsa, hala halledeceğiz, halkımızı
ezdirmeyeceğiz laflarının ötesinde bir icraat yoksa orada durum vahim demektir.
İnsanların yaşam ve Barınak alanlarının doğru yapılması planlanması ve yaşam
alanlarındaki çarpık ve düzensiz yerleşimlerin önüne geçmek ve yaşamı
kolaylaştırmak adına kurulan bir bakanlık var. Bu Bakanlığın Adı Çevre ve
Şehircilik Bakanlığı, sahiden ben merak ediyorum Büyük müteahhitlere veya
zenginlere Milli Emlak’tan TOKİ’ye geçen arazileri satarak rant elde etmenin ve
bazı afetlerde vatandaşın elindeki imkanları yarıya düşürerek, tekrar ona
yarıdan fazla paralar ödeterek insanların sorunlarını çözen kurum mu şehir ve
çevre Bakanlığı sahiden… Bu konuya biraz açıklık getirmem gerekir. Elâzığ
Malatya Depreminde, Neredeyse Tüm müteahhitler Şehir dışından geldi buralara,
yıkılan binalar yeniden yapılacaktı hasarlı olanlar da hasarı onarılacak ya da
yıkılacaktı. Maalesef genellikle hasar tespiti sonrasında bazen yıkılmayacak
binalarda yıkıldı ve firmalara geniş çaplı iş alanları oluştu. Sonrasında ne
oldu dersiniz? Vatandaşın evi 150m2 ise yarı parası olmayacak rakamlarla
fiyatlandırma yapıldı, ya bu kadar alırsınız ya da evinizin yapımını
bekleyeceksiniz denildi. Evler yapıldı,150m2 evi olan vatandaşa 85 m2 Brüt evler
verildi. Müteahhide verse vatandaş hiç para ödemeden yarısını firma alacak
yarısını da kendisine ev yapacaktı ancak Devlet öyle yapmadı, hem kar etti hem
de vatandaşa verdiği 85m2 daireyi uzun vadeli borçlandırarak yeniden vatandaşa sattı.
Şimdi soruyorum devlet vatandaşın evini yenilerken arsasının yarısını alıyor ve
evinizi yaptım diyerek onu da borçlandırıyorsa 20 yıllığına şimdi ben ev yaptım
diye niye övünüyor, böylesi bir anlayışla insanları bir rant aracı olarak
görüyorsa Bakanlık tanımını kendisi yapmalı… Bu durum insanlardaki güven
duygusunu yok etti artık kimse birbirine güvenmez oldu sebebi ise böylesi
anlayışlarla insanların avutulması… Tüm kurumlardaki yanlış algı ve politik
kurnazlıkları yazma taraftarı değilim ancak bunlar değişmediği müddetçe
toplumsal yaşamın sürekliliğini düşünmek sadece hayal olur.
Bir toplumun devamlılığını sağlayan
en önemli unsurların başında adalet gelir. Adaletin kişiye ve güce göre
değiştiği ve Hukukunda bu özellikleri dikkate aldığı ortamda toplumsal omurga
kurşunlanır. Toplumsal omurganın kurşunlandığı yerde, toplumsal gelecekten söz
edilemez. Toplumsal gelecek, şiirlerde ve edebi sözlerde anlatılan bir masal değil,
yaşamda karşılığı olan bir kaynaşmadır. Toplumun değerli gördüğü kurumlara
liyakatsiz ve ehli olmayan kişilerin gelmesi ve taraftar anlayışı ile buraları
kendi kışlası gibi görmesi, toplumsal ayrışmaya ve tedavisi zor kin hınç ve gaddarlık
gibi hastalıkların oluşmasına neden olur. Ondan dolayı bu cambazlıkların hepsi
değişmeli zihinler yeniden şekillenmeli ki, gelecek diye bir süreci anlatma imkânımız
olsun… Yoksa gelecek gelmeyecek… Vakıf arazilerinin ve binalarının nerede nasıl
kimlere bağışlandığını konuşmak bile istemiyorum. Cemaat ve Sivil vakıflar tüm imkânlara
sahip olmalarına rağmen, toplum bu şekilde bir ayrışmanın zirve noktasına
çıkmışsa, bunları değiştirmek ve yeniden insanlık için toplumsal birliğimizi
devam ettirecek eksende buluşmayı istemek haklı bir talep olsa gerek… Bir
vatandaşa vakıf yeri verildiğinde zaten ihaleyle oluyor. Önüne öyle şartlar
çıkıyor ki, üzerine tüm imkânlarını versen altından kalkamıyorsun, ancak önemli
görülen(!)dernek vakıf ve cemaatten birine verildiğinde, doğrudan onlara
tahsisi yapılıyor hatta restorasyonu da bir yolla onların cebinden bir kuruş
çıkmadan yapılıyor. Yani adamların bahtı kendilerinden 10 km önde gidiyor.
Şimdi bunlar olur mu diye bana kimse soru sormasın ben bir durum tespiti
yapıyorum ve bunların fazlasıyla olduğunu da biliyorum. Böylesi adalet
mekanizmasının yerlerde süründüğü bir ortamda siz toplumsal yaşamınızı
yarınlara taşıyamazsınız. Göğün zincirlerine de asılsanız götüremezsiniz. Çünkü
Allah müsaade etmez.
Sonuç olarak diyeceğim odur ki,
toplumsal yaşamın her alanında zihinleri yeniden sıfır km yaparak, adalet
doğruluk ve içtenlikle bir seferberlik başlatacağız. Bu yanlışları yapmaktan
vazgeçip tövbe edip istiğfar edip, yanlışları doğru diye kimseye yedirmediğimiz
zaman kendi küllerimizden dirilme imkânı belki elde ederiz. Yok, biz ne
kardayız ne zarardayız, böylesi her zaman iyi, bunları koruyalım denirse, Allah’tan
kimse kimseyi kurtaramayacaktır. Ben sadece gelecek yaşamda karşılaşacağımız tablonun
haberini vermiş oldum…”Bu anlatılanlar bir haberdir, ancak her haberin bir gerçekleşme
zamanı vardır…”Diyen Rabbimiz boşuna söz söylemez.
Sefere çıkmakta gecikmeyelim… Tüm
bağlandıklarımızı ve o olmazsa biz olmayız dediklerimizi elimizin tersiyle bir
tarafa bırakarak hakka şahitlik seferine bir an evvel çıkalım ki, seferberlik
başlamış olsun, yoksa keşke toprak olsaydım, keşke şu andaki hayatım için
önceden bir şeyler yapsaydım diyeceğimiz günün hiçbir faydası olmayacaktır…
Rabbim sen bizi sefere çıkacak
temizliğe çıkar ve isteklerimizi katındakilerle daim eyle ki, senden başka
kimsenin önünde eğilmeyelim… Rabbim zulmetmekten zulme uğramaktan bizleri uzaklaştır
ve sadece sana yönelenlerden eyle bizleri… Sen her şeye şahitsin Allah’ım…
Selam saygı muhabbet ve dualarımla…
Erol KEKEÇ/30.05.2022/01.04