Devletin varlık sebebini bilmeyenlerin, devlet yönetimi içinde bulunmaları devleti rayından çıkarır. Devlet güç kullanma hakkına sahip olan tek toplumsal kontrol sistemidir. Gücü kullanım yeri de yine hukukla belirlenmiş o çerçevede güç kullanımı yapar. Devlet, toplumla birlikte ortaya çıkmıştır. Bireysel yaşamın olduğu bir yerde kimsenin güçle kontrol altına alınma gibi bir zorunluluğu doğmaz. Âmâ bir arada yaşıyorsanız ve insanların çıkarları ve beklentilerinin de birbiriyle çatışma riski varsa, bu çatışmaları ortadan kaldıracak ve rakipleri uysallaştırıp onlara gerekirse müeyyide uygulayacak güçlü bir denetim organizasyonuna ihtiyaç hâsıl olmuştur. İşte devlet, bu ihtiyaçları karşılamak için ortaya çıkan sistemin adıdır.
Devletin varlık gerekçesi bu ise,
devletin amacı bu gerekçeye uygun kontrol yapabilmek ve toplumsal düzenin
karmaşaya yol açmadan yaşaması için gayret etmesi gerekir. Tüm gayretlerine
rağmen toplumsal işleyişi ve yaşamı sarsmaya dönük faaliyetler varsa onların bu
eylemlerini ortadan kaldırma meşruiyeti doğar. Ancak devlet bu meşru
haklarından doğan görevlerini aksatıyor ya da uygulamıyorsa, devlet çok büyük
bir sorumluluk altına girer ki, kendi güvenirliliğini kaybeder. Güvenirliliğini
kaybeden bir devlet denetim gücünü de yitirir. Devletin yerine getiremediği ya
da aksattığı bu görevlerden doğan boşluklar, toplum içindeki hastalıklı
insanların ekmeğine yağ sürmek olur. Kendilerine göre kanunlar yapar ona göre
yaşar ve toplumda her türlü kaosun oluşması için çabalarlar, çıkarları her
şeyin üstünde olur. Bu çıkarlarını devam ettirmek için bütün bir toplumu imha
etmeyi göze alabilirler. Hatta bu boşluklardan doğan illegal organize örgütler
doğar. Onlar da Devlet adına görevlerini yerine getiremeyen veya aksatan
kurumların işini yeraltı dünyası diye bilinen bu gruplar yapar. Yani Düzen
bozulur. Her an yaşamınız zorlaşır. Günün başı ile sonu arasında ne ile
karşılaşacağınızı kestiremezsiniz, her an endişe ve kaygıyla yaşamınız geçer.
Devlet, insanların zenginleşme aracı
değildir. Devlet bir ticari müessese değildir ki, insanlar zenginleşmek için
devlet içinde bir yerde olmak istesinler. Üçüncü dünya ülkelerindeki devlet tanımı,
konunun başında anlatmaya çalıştığım tanımla uyum içinde olmadığı için,
devletin ve devlette görev yapanların ne yapacaklarını kestiremiyorsunuz. Devlet,
insanlara hizmet organizasyonudur. Bir şirketin içinde, denetim kurulu, istişare
kurulu, yönetim kurulu, genel kurul vs. gibi oluşumların ne yaptığını, bu
işlerle ilgilenen herkesin bildiği muhakkaktır. İnsanlar yaptıkları işin
karşılığı olarak ücretlerini alırlar ve görevlerini layıkıyla yaparlar. Devlet
bir şirket yönetiminden farklı değildir. Ancak devlet yönetimi üçüncü dünya
ülkeleri için, ülke nimetlerini toplumun diğer kesimlerinden daha imtiyazlı
kullanmak ve sahip olmak için, devlet gücünün arkasına sığınarak ya da sırtı
devlete dayayarak, devlet içindeki insanların kendilerine ayrıcalıklı bir yaşam
alanı oluşturma aparatına dönmüştür. Devleti böyle bir anlayışla yöneten tüm
ülkelerin halkları, gözyaşı acı kan revan ve fakirlikten başka bir yaşamla
karşılaşmıyorlar.
Devlet, aynı toprakta yaşayan
insanların kendi özgür iradeleriyle yapacakları eylemlerini, kendileri adına
kimseye haksızlık yapmadan daha adil ve sistemli yapılması için toplumun büyük
çoğunluğunun onayıyla oluşan organizasyona, bu görevleri vermesiyle ortaya çıkar.
Devlet bir görevlendirmedir. Devlet, ancak kendisi için yapılan bu
görevlendirme işini yapar. Eğer devlet görev alanında gerekeni yapmıyorsa, bu
görevi kendisine veren insanlar tarafından bu görevden azledilmeyle karşı
karşıya kalır. Devlet belli ayrıcalıklı bir grubun, halkın çocuklarından oluşan
gücü kendisini kutsallaştırarak kendisini korumakla yükümlü kılıp, kendisine bu
görevleri verenleri imha etme gibi bir görevi yoktur. Tekrar ediyorum, devlet
karmaşıklığı önlemek ve sistemli bir hayatı sürekli kılmak için oluşturulan
organizasyonun adıdır. Ancak bu organizasyona diğerlerinden farklı olarak bazı
ayrıcalıklar da verilmiştir. Bunların başında güç oluşturma ve bu gücü hukuk
içerisinde adil olarak uygulama görevi vardır.
Devlet kendisi için belirlenen bu
görevleri yerine getirmek için belli birimler oluşturarak bu birimlerin
görevini yerine getirmesi içinde hiyerarşik bir yapılanma yapar. Bu yapılanma
içinde her fert yaptığı işin ve o işte geçirdiği zamanın karşılığı olarak
bedelini alır ve kendi yaşamını sürdürür. Tüm bu oluşumların olmasını isteyen halktır.
Halk kendi yaptığı işinden belli bir bedel ödeyerek, kendileri için yaşamı
kolaylaştıran organizasyonun çalışanlarının emeklerinin karşılığını devletin
kendi belirlediği bir yerde toplayarak çalışanlarına dağıtılmasını sağlar. Yani
devlet halkın dışında bir oluşum değildir. Halk istediği için vardır. Ancak
üçüncü dünya ülkelerindeki devlet algısı, geçmişten bu güne devredilen bir
miras gibi bilinir ve o mirasa kim konarsa o mirası istediği gibi har vurup
harman gibi savurarak kullanma hakkı olduklarına inanırlar. Ondan dolayıdır ki,
devleti yönetmeye talip olanlar, devlet yönetimine gelirken kıt imkânlarla gelir,
fil yükü para ve altınlarla oradan ayrılırlar. Oysa devlet onlara böyle bir imkân
vermediği halde bunlar o imkânlara nasıl kavuşurlar. Devlet yönetimine gelmeden
önce bir ticari müesseseleri, atalardan kalan bir miras, şans oyunlarıyla elde
ettikleri bir kazanç değilse kazanımları, kendilerine teslim edilen emanetleri
çaldıklarının kanıtı olur. Çünkü devletteki makam, taksim edilen maaş dışında
başka bir kazanımın olamayacağı yerdir. Devleti böyle görmezseniz, her gelen
devletten kazanım sağlamak ve imtiyazlı sınıf arasına girmek için devlet yönetiminde
olmak isteyecektir. Devlet yönetimine gelenlerin 1.2. hatta3. Derecede akrabalarına
kadar hepsinin malvarlıkları araştırılmak zorundadır. Eğer devletin ayrıcalıklı
bir ortam olduğu anlayışı değiştirilmek istenirse, mutlaka ama mutlaka bunlara
riayet etmek hem zorunlu hem de sürdürülebilir olması şarttır.
Bizim ülkemizin, üçüncü dünya
ülkelerinin devlet algısından farklı olmadığı kanısındayım bu açıdan bakıldığı zaman…
Devletin, topluma hizmet yapmak için kendi iç işleyişini sağlamak için
oluşturduğu hiyerarşik yapı, hiçbir zaman ayrıcalıklı bir oluşum olamaz. Onlar,
bu halka hizmet etmek ve onların talepleri doğrultusunda kurulan devletin
sürekliliğini sağlamak için oraya gelirler. Oraya gelenler kendilerini Azrail’in
görev verdiği yeryüzündeki temsilcisi olarak göremez. Bulunduğu yer ona
saygınlık kazandırmaz. Kişi saygınlığını kişisel çaba ve rollerini doğru ve iyi
oynamaya göre elde eder. Bireysel saygınlıklar arttıkça, statüsel saygınlığa
dönüşür. Bu saygınlıklar kurumsal işleyişte olumlu sonuçlar ortaya çıkardığı
zaman kurumsal ve makamsal saygınlıkları beraberinde getirir. Yoksa çokça
duyduğumuz olmuştur. Sen bu makama saygı göstermek zorundasın diye… Ben bir
makama niçin saygı göstermeliyim, o makam insanların işlerini düzenli yapıyor,
alçak gönüllü, kolaylaştıran ama asla zorlaştırmayan bir makam olmuş ise, zaten
saygınlığı kendiliğinden alır. Fertler ona saygıyı bir borç bilir. Öyle
olmadığı halde, ben bu makamı temsil ediyorum sen bu makama saygı duyacaksın, dolayısıyla
bana saygı duyacaksın gibi bir dayatma, devletin bir imtiyaz aracı olarak
kullanıldığını gösterir. Oysa devlet kimseye ayrıcalık ve imtiyazlı bir yaşamı
sunmak için oluşmadı, devlet kimseye ayrıcalık ve imtiyaz oluşturmadan, herkese
insanca yaşayacağı ortamı oluşturmak ve verilen imkânları, görevi kendisine
veren halka dağıtmak ve adil olmak için oluştu. Böyle bir organizasyon, oluşum
ve amaca aykırı bir kimliğe bürünerek, günümüzde insanları sindiren bir güce
dönüşmüş durumdadır. Devlet anlayışları yeni dönüşüm şekilleriyle asla insanlara
hizmet etmez, belli bir çıkar grubuna çalışır Devletin belli kademelerinde
bulunanları zenginleştiren bir manivela olmanın ötesine geçemez.
Eğer yeni bir siyasal organizasyon
oluşturmak ve insanlara mutlu ve huzurlu bir ortamı sunmak istiyorsak, insan
odaklı bir organizasyon oluşturulmalıdır. Eskilerin çok güzel bir sözü vardı.”
Atalar çocuklarına bağ bağışlamış ama çocukları atalarına bir salkım üzümü vermemişler
” İşleri yapabilmesi
için Devleti oluşturan insanlar ona bu görevleri veren, devlet, insanlara bir
salkım üzümü vermek istemiyorsa, orada üzümleri götüren devlet içinde oluşumlar
var demektir. Öyle olmasa devlet kendi varlığını devamlı kılmak için kendisine
bağ veren halkına bir salkım üzümü çok görmez. Ama devlet yönetimine gelenler
devleti kendilerine menfaat sağlayan bir aparat olarak gördüklerinde devletin imkânlarını
kendilerine bırakılmış bir miras gibi kullanarak, toplumsal kargaşa ve kaosa
giden ortamların aralanmasını sağlarlar. Devleti ilk oluşum dönemindeki raylara
yeniden oturtmak elzemdir. Devlet görevi aldıktan sonra zenginleşen ve
imtiyazlı duruma geçenlerin hepsinden hiçbir istisna olmadan yaşayan tüm devlet
görevlilerinden, maaşları dışındaki tüm kazanımlar alınarak hazineye
bırakılmalıdır. Ancak o zaman devlet ile halk bir barış yapar. Çünkü halk,
devletin kendisinden ayrı işleyen ve ayrıcalıklı insanlara hizmet eden ve o
ayrıcalıklı sınıfın, gücü kullanmak için, insanların duygularını kullanarak o
makamlara geçtiklerine inandıklarından, devlete karşı ciddi güvensizlik yaşar olmuşlardır.
İnsanlara, bu devletin oluşumunu kendilerinin yaptığını, kendileri olmasa
devlet diye bir organizasyonun olamayacağını, yaşamda karşılığı olacak eylem ve
uygulamalarla kanıtlayamazsanız, devlet zamanla devlet olmaktan çıkar ve Çölde
çadırda yaşayan bir Haydut kabilesine döner.
Üçüncü dünya ülkelerinde bu
örneklerin hepsine rastlamak mümkündür. Batı neden revaçta, çünkü onlarda
devlette yetkili olan bir insan geri kalmış ülkelerdeki gibi asla zengin olamaz,
onların zenginliği devletten değil, devlet dışı yaşamlarından gelen zenginlikleri
varsa var, yoksa geldiklerinde alacakları maaşları ne ise ancak onu alıyorlar,
onun dışında bir kazanım varsa en ince ayrıntısına kadar araştırılıyor ve
siyasi yaşamı bitiyor ve ceza alıyor. Böyle bir Uygulamayı Müslümanların
yaşadığı ülkelerde görmeniz mümkün mü asla ve kat’a göremezsiniz ve bu
yaşamlarla görmeniz de mümkün değildir. Yanı başımızda Adı “İslam Cumhuriyeti” diye bilinen bir
devlet var, oranın yöneticilerinin geçmiş yaşamlarına ve bir de şu andaki hayat
konforlarına bakın ne demek istediğim çok iyi anlaşılacaktır. İnkılap öncesi Kum
’da bir molla olan ve insanların getirdiği yardımlarla hayat sürenler, devrim
sonrası iktidara geldikten sonra, ülkenin en zenginleri olup çıktılar tüm
yakınları ticari kurumların içine girdi ve ülkenin imkânları aralarında pay edildi.
Devrimin Mimarı olan insan İmam Humeyni’nin vefatıyla bıraktığı miras, dönemin
Hürriyet gazetesinde yayınlanmıştı. Bir küçük radyo, su testisi birkaç kap
kaçak bir yer yatağı küçük bir ev vb. gibi… O gün yazılanlar aynen şöyleydi
bizimkiler de bundan ders alır mı acaba… Evet, O rahmetli dışında İran şaha
kalktı tam imtiyazlı bir sınıf oluştu. Yani devletin varlık gerekçesini,
iktidarı ele geçirenlerin kendi çıkar ve menfaatlerini elde ettikleri bir
kaynak olarak görüldüğü ortamlarda halk perişan olur. Kapalı toplumsal
tabakalaşma ortaya çıkar. Bazı küçük imkânlara sahip olanlar varsa onlarda
alanlarında çok iyi ve aranır durumda olduklarından o tabakalara ulaşabiliyor
onun dışında o tabakalara ulaşma imkânınız yoktur. Son yirmi yıl ülkemiz
açısından da, yaşam alanlarının ortaya çıkmasında siteleşmede çağ atladı
diyebiliriz. Herkes kendi tabakasına göre bir yaşam alanı içinde yer aldı.
Bunların oluşum şekilleri, ya Devlet içinde bir yerde olduğunuzdan, ya da orada
olanların size tanımış olduğu avantajlardan dolayı imkânlarınızınız artmasından
oldu, ya da ticaret yapmak isteyen belli kesimlere özel ayrıcalıklı yasalar
çıkarılarak onların önü açıldı, ya da eskiden parası olanlar daha fazla
kazanmak için parayı verdi ve yine düdüğü çalmaya devam etti… Tüm bunlar
toplumsal yaşam alanlarının ayrıcalıklı ve imtiyazlı şekillenmesine neden oldu.
Dolayısıyla kapalı toplumsal tabakalaşma kendiliğinden ortaya çıktı. Dünyada
sadece devletten ihale alarak kazanım sağlayan firmalar dikkate alındığı zaman
ilk on firmanın 6 tanesi bizim ülkeden olduğunu görürsünüz. Yani bu firmaların
tüm kazançları devlet ihalelerini alarak oradan para kazanmak yani bir şey
satarak bir şey üreterek kazanç elde etmemişler. Sadece bunlara ayrıcalık
tanınmış ve bunlar devletin imkânlarını fazlasıyla horca kullanarak kendilerine
bir sınıf oluşturmuşlar. İşte devletin görevi böylesi sınıflar oluşturmak
değildir. Devlet, devlet olmaktan çıkarsa bunlara çok rastlarsınız. Ne yazık ki,
ülkemiz gerçeği geçmişten günümüze bu acı tablolara hep ev sahipliği yapmıştır.
Tüm bu olumsuz koşullara rağmen hak
hukuk gözeten insan gibi yaşayarak kazanımları sürekli artan büyük iş
adamlarımız da var. Bunlar o korunaklı ortamlar içinde değiller, halkın
içindeler ve halktan biri olduklarını asla unutmuyorlar. Bu insanların sicilini
araştırın devletin hiçbir imkânından faydalanmadıklarına şahit olursunuz.
İmtiyazlı olmak değil amaçları, onlar sadece bulundukları ortama bir değer
katmak ve kazanımlarını da ihtiyaçları dışındakileri insanların hizmetine
sunmaktan mutlu oluyorlar. Bunlar bizim baş tacımızdır. Devlette görevli olup
bakanlık yapmış ama kirada oturarak ömrünü tamamlamış olan önemli bürokrat ve
siyasilerde tanıyorum Onlara rahmet diliyorum. Ama asla ve asla, devleti
babalarının kendilerine miras olarak bıraktıklarını sanan yedikçe iştahları
açılan ve doymak bilmeyen her gördüğüne saldıran hepsine sahip olmak için her
noktada elleri olan vatoz gibi somuranlara da şahit olduk ve hala oluyoruz bunlara
da zerre kadar hakkımız varsa Hesap sorucu Olan Rabbimiz hesabını sorsun
diyorum…
Bunları neden mi örneklendiriyorum, devlet,
devlet olarak oluşum amacına uygun varlığını sürdürmezse o zaman acayip bir
toplum ortaya çıkar. 2+1 ev kirası 50 bin lira olan bir sitede yaşayanlar ile
günlük karnını doyurmak için ekmek almak için her gün fırına gelip askıda ekmek
var mı diyenlere şahit olursunuz… Devlet imtiyazlı yaşamlar oluşturan bir
organizasyon olmadığını, aksine imtiyazlı olacakların hepsini dağıtarak toplumsal
kaynaşma ve dayanışmanın yollarını aralayan ve toplumsal adaleti tesis eden
insanların sorunların çözen bir sistem olmak zorundadır. Devleti yönetenler
halktan saygı bekleme yerine halk kendilerine güvenerek onları, kendilerini
yönetmek için oraya getirdikleri için asıl onlar saygıya layıklar. Halka
saygısı olmayan devlet, devlet olamaz.
Devlet, hakiki kimliğine kavuşmuş olursa,
bu gün devam eden ve saatlik fiyatları değiştirerek halka yaşamı zindan eden bu
ahlak yoksunu kuruluşların varlığını ortadan kaldırır. Devlete biz kendi
sorumluluklarımızı vermemiz karmaşayı önlemek, kindarlığı hırsı ve illegal
oluşumların önüne geçmesidir. Eğer devlet bunlara gerekli yaptırımı yapmazsa,
insanların alım güçlerini dikkate almadan, sürekli insanları tedirgin eden dalgalandırıcı
bilgilerle insanları kandırmalarına ortam oluşturmuş olur. Serbest piyasa
diyerek insanların bir malın fiyatını istediği gibi arttırmasına göz yuman
devlet bu anlayışını yeniden gözden geçirmelidir. Toplumu ve yaşamı etkileyecek
bir oluşumun herkesin isteğine bırakılması asla doğru bir tavır olamaz. Peki,
neden belediyeler imar planlarında h serbest, isteyen istediği kadar yapsın
demiyor, o da bir ticaret yapıyor ve satıyor, böyle bir uygulama nasıl ki mantıksız
ise, mal alım satımı da böyledir. Serbest piyasa demek denetimin sınırlarının
olmadığı anlamına gelmez. Alt ve üst sınır bellidir. Ancak öyle olmuyor, neden
diye o zaman insanın aklına çeşitli sorular geliyor. Çünkü bir malın fiyatı ne
kadar yüksek olursa vergi oranı da ona göre oluyor. Örneğin,1000 liralık bir
malın özel tüketiminden alacağınız vergi ile 2000 lira olduğunda alacağınız
verginin miktarı aynı olmuyor, o zaman bu işten kimler karlı çıkıyor diye
bakmak doğal olarak insanın aklına gelmiyor değil… Bunun yanında şunu dikkate alırsak,
Sabit gelirli olanların maaşlarına yapılan zamlar %23-%30 arasında değişti ama
gelen zamlara baktığımız zaman %300’lere kadar zamlar var hatta bazı
kalemler%700 lerde olan da var. Bunlardan alınan vergi miktarları dikkate
alındığında maaşlı olan sabit gelirlilere yansıtılmadı o zaman bu gelir nerede
nasıl kullanılacak bu sorular deli gibi insanın aklına geliyor. Bunları doğru
yerde kullanılıp kullanılmadığını insanların sorgulamaması için, devlette görev
alanların hayat konforlarının patlama yapmaması gerekir. Ancak öyle bir patlama
var ki, nereden bakarsanız tutarsızlık o zaman biz de soruyoruz hakikaten
devlet nedir ve ne işe yarar diye…
Devletin işleyiş düzeni yeniden ele
alınmalı ve baştan sona bağlayıcı içeriklerle yeniden düzenlenmelidir. Ayrıca
Devlette görev yapmış ticaret miras ve herhangi bir MP ve maaş dışında bir
kazanım varsa, devlette görev yapan tüm yaşayanlardan bu paraların ve servetin
alınması farzdır. Alınmayıp onlara bırakılması haramdır. Bu geleneğin devam
etmesine yol açanlar da kötü bir çığıra öncülük ettiklerinden dolayı bu yoldan gidenlerin
hepsinin payından bir hisse alacaktır. Dini açıdan da baktığımızda durum bu
olur…
Devleti, devlet yapan adalet,
hakkaniyet, merhamet, ahlak, hukuk ve bunların yaşanmasında sağladığı sürekliliktir.
Eğer devlet olmak isteniyorsa, bu değerleri yaşayan bir devlete dönüşelim,
yoksa delinmiş çuvalların her an nerede ne zaman ortalığa saçılacağı belli olmayan
ve sürekli güven kaybeden karanlıkları miras bırakacak bir devlet olarak
tarihin sayfalarına büyük harflerle not düşülecek…
Aydınlık yarınlara umutla uyanmak
dileğiyle her gelen günün geçmişin karanlıklarını götürmesi ümidiyle…
Selam saygı muhabbet ve dualarımla
Rabbim yar ve yardımcımız olsun kalın sağlıcakla…
Bahadır HATAYLI/31.03.2022/01.59