Batı Kavramlarını Benimseyip Doğu Kavramlarına Düşman Olmanın Tarihî ve Kültürel Arka Planı"
Türkiye'de dil reformları
sürecinde Batı kökenli kelimeler benimsenirken, Arapça ve Farsça kökenli
kelimelere yönelik dışlayıcı tutumu sosyolinguistik bir perspektifle ele alacağız.
Makale, Osmanlı İmparatorluğu'ndan Cumhuriyet dönemine geçiş sürecinde
gerçekleşen dil reformlarının, toplumsal ve kültürel kimlik inşası üzerindeki
etkilerini irdelemekte ve bu süreçte dilde yaşanan yabancılaşmayı analiz
etmektedir. Örneklerle zenginleştirilen bu çalışma, dildeki yabancı kelime
kullanımının arkasındaki tarihsel ve ideolojik dinamikleri ortaya koymayı
amaçlamaktadır.
Dil, toplumsal kimliğin inşasında
önemli bir rol oynar. Bir toplumun dili, onun kültürel değerlerini, tarihsel
mirasını ve kimliğini yansıtır. Türkiye'de, Cumhuriyet'in kurulmasıyla birlikte
gerçekleştirilen dil reformları, sadece dilin sadeleştirilmesi ve
Türkçeleştirilmesi amacı taşımamış, aynı zamanda Batı'ya yönelme ve modernleşme
çabasının bir parçası olarak uygulanmıştır. Bu süreçte Arapça ve Farsça kökenli
kelimeler dışlanırken, Batı kökenli kavramlar benimsenmiş ve günlük yaşantının
bir parçası haline gelmiştir. Bu makalede, dil reformlarının tarihsel arka
planı incelenecek, Batı kökenli kelimelerin benimsenmesinin nedenleri
araştırılacak ve Arapça ve Farsça kökenli kelimelere yönelik düşmanlığın
kültürel ve ideolojik sebepleri analiz edilecektir.
Osmanlı İmparatorluğu döneminde,
dilin zenginleşmesi büyük ölçüde Arapça ve Farsça kökenli kelimelerin benimsenmesiyle
gerçekleşmiştir. Bu dillerden alınan kelimeler, Osmanlı Türkçesinin karmaşık
yapısını oluşturmuş ve bu dil, özellikle edebiyat ve resmî belgelerde
kullanılmak üzere seçkin bir dil haline gelmiştir. Ancak 19. yüzyılın sonlarına
doğru, modernleşme hareketlerinin etkisiyle bu dilin sadeleştirilmesi gerektiği
düşüncesi yaygınlaşmaya başlamıştır.
Cumhuriyet’in kurulmasıyla
birlikte Mustafa Kemal Atatürk, dildeki sadeleştirme hareketini bir devlet
politikası haline getirmiştir. 1928 yılında gerçekleştirilen Harf Devrimi, Arap
harflerinin terk edilip Latin alfabesine geçilmesiyle sonuçlanmıştır. Bu,
dildeki reformların ilk adımı olmuş, Arapça ve Farsça kökenli kelimelerin
Türkçeden çıkarılması süreci başlatılmıştır. Ancak bu süreç, sadece Arapça ve
Farsça kelimelerin dışlanmasıyla sınırlı kalmamış, aynı zamanda Batı kökenli
kelimelerin dilimize hızla girmesine de zemin hazırlamıştır.
Cumhuriyet döneminde dil
reformlarının amacı, halkın anlayabileceği sade bir Türkçe oluşturmaktı. Ancak
bu süreçte, modernleşme ve Batılılaşma ideolojisi dilde de kendini
göstermiştir. Batı, bilim, teknoloji ve medeniyetin merkezi olarak algılanmış
ve dolayısıyla Batı kökenli kelimelerin benimsenmesi doğal bir süreç olarak
kabul edilmiştir. Bu bağlamda, dilimize giren "manifesto,"
"blanço," "garderop," "antrepo" gibi Latin
kökenli kelimeler, Türkçenin ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir.
Örneğin, "manifesto"
kelimesi, köken olarak Latinceden gelmektedir ve bir görüşü veya politik duruşu
açıkça beyan eden belge anlamına gelir. Cumhuriyetin erken dönemlerinde siyasi
hareketlerin ve aydınların fikirlerini duyurmak için sıklıkla kullandığı bu
kelime, dilimize Batı kaynaklı bir modernleşme kavramı olarak yerleşmiştir.
Aynı şekilde, "blanço" (bilanço) kelimesi de finansal hesaplar için
kullanılan bir terim olarak dilimize girmiştir ve Latin kökenlidir. Bu
kelimenin kabulü, Batı finansal sistemlerinin benimsenmesiyle ilişkilidir ve
dilde Batılılaşmanın bir yansıması olarak görülebilir.
Dil reformları sürecinde Batı
kökenli kelimelerin benimsenmesine karşın, Arapça ve Farsça kökenli kelimeler
dışlanmıştır. Bu durum, bir yandan Osmanlı geçmişinden kopma çabasını
yansıtırken, diğer yandan Batı’nın modernleşme modeli olarak benimsenmesinin
sonucudur. Arapça ve Farsça kelimeler, dilde "ağır" ve
"anlaşılması güç" olarak nitelendirilmiş ve bu kelimelerin yerine
yeni Türkçe karşılıklar üretilmeye çalışılmıştır. Ancak, bu süreç dilin
zenginliğini azaltmış ve kültürel kimlikte bir kopuşa yol açmıştır.
Örneğin, Arapça kökenli
"hukuk" kelimesi yerine "töre" veya "yasa" gibi
kelimelerin kullanılması teşvik edilmiştir. Ancak bu tür çabalar, hukuk
kavramının İslami bir temele dayandığı gerçeğini göz ardı etmiş ve Batı’dan
alınan kavramların Türkçeye yerleşmesine yol açmıştır. Aynı şekilde, Farsça
kökenli "mektup" kelimesi yerine "yazı" kelimesinin
kullanılması önerilmiş, ancak bu tür değişiklikler toplumsal bellekte kalıcı
bir yer edinememiştir.
Dil, sadece bir iletişim aracı
değil, aynı zamanda toplumsal kimliğin bir yansımasıdır. Türkiye’de dil
reformları, yeni bir ulusal kimlik inşa etme sürecinin parçası olarak
görülmüştür. Bu süreçte, dildeki Arapça ve Farsça kelimelerden arındırma
çabaları, sadece dilin sadeleştirilmesi amacı taşımamış, aynı zamanda bir
Batılılaşma projesi olarak uygulanmıştır. Bu bağlamda, Batı kökenli kelimelerin
benimsenmesi, modernleşmenin bir göstergesi olarak kabul edilmiş, buna karşın
Doğu kökenli kelimeler dışlanmıştır.
Bu dışlama süreci,
sosyolinguistik açıdan değerlendirildiğinde, dildeki yabancılaşmanın bir sonucu
olarak karşımıza çıkmaktadır. Dilin zenginliğini oluşturan etkileşimler,
kültürel kimliğin de önemli bir parçasıdır. Ancak Türkiye’deki dil reformları,
bu zenginliği tek taraflı bir bakış açısıyla ele almış ve dildeki çeşitliliği
azaltmıştır. Bu durum, toplumsal kimlikte de bir yarılmaya yol açmış ve Doğu
kültüründen uzaklaşmayı beraberinde getirmiştir.
Türkiye’de dil reformları,
toplumsal kimlik inşası sürecinin bir parçası olarak Batı kökenli kavramların
benimsenmesine, Doğu kökenli kavramların ise dışlanmasına yol açmıştır. Bu
süreç, Batı’ya yönelme ve modernleşme çabalarının bir yansıması olarak
değerlendirilebilir. Ancak bu durum, dildeki zenginliği azaltmış ve kültürel
kimlikte bir kopuşa yol açmıştır. Dil, bir toplumun kimliğinin ve kültürünün
taşıyıcısıdır. Dolayısıyla, dil reformları sürecinde sadece Batı’ya yönelme
çabası değil, aynı zamanda dildeki çeşitliliği koruma ve zenginleştirme çabası
da önemsenmelidir.
Bu çalışma, Türkiye'deki dil
reformlarının tarihsel ve kültürel arka planını ele alarak, dildeki yabancı
kelime kullanımının arkasındaki dinamikleri anlamaya yönelik bir katkı sunmayı
amaçlamaktadır. Dil, toplumsal kimliğin inşasında önemli bir rol oynar ve bu
nedenle dilde yapılan her değişiklik, toplumsal kimlik üzerinde de kalıcı
etkiler bırakır.