Gardaş, bir zamanlar köylerimizde
sabahın ilk ışıklarıyla uyanır, tarlada çalışmanın, komşularla selamlaşmanın
huzurunu yaşardık. Çocuklar sokaklarda güvenle oynardı, büyüklerine saygıyla
yaklaşırlardı. Ailede her fert birbirine kenetlenmişti, sofralar bereketli,
muhabbetler derindi. O günlerden bugünlere geldik; her şey hızla değişti.
Dijital dünya, teknolojinin parıltılı yüzüyle bize sunduğu hayatla ruhlarımızı
aldı, köyler boşaldı, tarlalar sessizleşti. Beton binaların arasında kaybolduk,
evlerin sıcaklığı yerini soğuk duvarlara bıraktı.
Artık çocuklar bilgisayar başında
büyüyor, ekranlar arası hayatın peşindeler. Anne-baba öğütleri dinlenmez oldu,
değerlerimiz yitirildi. Eskiden komşumuzun halini hatırını sorardık, şimdi
apartmanlarda birbirimizi tanımaz olduk. Sevgi, saygı, paylaşma ve hoşgörü arka
planda kaldı. Dün bizde olan bu asil duruş, bugün yerini umursamazlığa bıraktı.
Kardeşim, serserilik, kavga,
şiddet hayatımıza sızdı. Asalet yok, sabır yok, anlayış yok. İnsanlar birbirini
kıskanıyor, dedikodu yapıyor, oysa eskiden birinin derdi hepimizin derdiydi.
Çıplaklık, gösteriş, maddiyat her şeyin önüne geçti. Bir elbise alırken bir
ömür giymeyi düşünürdük, şimdi modaya göre her şey hemen eskir oldu.
Ne oldu bize gardaş? Nasıl bu
hale geldik? Şimdilerde insanlar ekranların içinde kaybolurken, kimse kimseyi
tanımıyor, ruhsuz yapılar içinde ruhlarımızı kaybettik. Sevgi mi kaldı? Muhabbet
mi kaldı? Ne idik ne olduk? Eğer böyle devam ederse sonumuz karanlık, bir çıkış
var mı bilmiyorum. Ama bir şey açık: bu betonlaşan ruhlar içinde kayboldukça,
son nefesimizi verirken bir zamanlar ne kadar saf ne kadar gerçek olduğumuzu
hatırlayacağız.
Bir zamanlar bu topraklarda
birlik, beraberlik ve kardeşlik vardı. Şimdi ise bu değerler birer anı oldu.
Toplum, adım adım büyük bir değişime uğradı. Bu değişim öyle yavaş ve sinsice
gerçekleşti ki, farkına vardığımızda çoktan her şey elimizden kayıp gitmişti.
Ne oldu bize? Bir zamanlar tarlada çalışan, komşusuna ekmeğini bölen, hastasına
şifa arayan bir toplumduk. Şimdi ise birbirimizden uzak, kendi kabuğumuza
çekilmiş durumdayız. Bu değişimi her alanda hissediyoruz: eğitimde, sağlıkta,
ailede, gençlikte, ulaşımda ve daha saymakla bitmeyecek her alanda...
Bir zamanlar eğitimin amacı
sadece meslek sahibi olmak değil, aynı zamanda insan yetiştirmekti. Ancak
bugün, eğitimin amacı sadece diploma almak oldu. Gençler, eğitim sürecinde
insanî değerlerden uzaklaşırken, sosyal beceriler geliştirmekte zorlanıyorlar.
Okullar, adeta birer yarış sahasına dönüştü; bilgi değil, notlar, puanlar
önemli hale geldi. Eğitim sistemimiz, bireyleri sorgulamaktan uzak, sadece
ezberci bir yapıya dönüştürdü. Gençlerimiz diplomalarını alıyorlar ama ruhları
boş kalıyor. Eğitim, bir hayat biçimi olmaktan çıkıp sadece bir zorunluluğa
dönüştü.
Aile, toplumun temeliydi, ancak
artık aileler de değişti. Aile içi bağlar zayıfladı, bireyler arasındaki sevgi,
saygı ve iletişim yerini çatışmalara, kopukluklara bıraktı. Eskiden ailede
herkes bir araya gelir, sofralar kurulurdu. Şimdi herkes kendi dünyasında,
kendi ekranında kaybolmuş durumda. Dijital dünya, aile içi sıcaklığı,
birlikteliği elimizden aldı. Evler artık kalabalık ama bir o kadar da yalnız.
Çocuklar ebeveynlerinden kopuk, ebeveynler de birbirinden uzak.
Gençlik, bir ülkenin geleceğiydi,
ama gençlik nereye gidiyor? Bir zamanlar gençler idealistti, bir dava uğruna
mücadele ederdi. Şimdi ise gençler, sosyal medyada beğeni peşinde koşuyor.
Hayallerin yerini geçici hevesler aldı. Gençlik, geleceğe dair umudunu
yitirmiş, kendini anlık zevklerin peşinde buluyor. Ne yazık ki, gençler
arasında bireysellik, bencillik arttı. Gençler artık toplumu düşünmekten çok,
bireysel tatminlerin peşindeler. İdealler, hedefler bir yana bırakıldı, hayat
"ne kadar beğeni alırım" yarışı haline geldi.
Sağlık hizmetlerimizde de ciddi
bir değişim yaşandı. Bir zamanlar doktorlarımız hastalarını iyileştirmek için
ellerinden geleni yapar, hastalar da onlara güvenirdi. Şimdi ise sağlık
sektörü, bir endüstri haline geldi. Hastalıklar tedavi edilmekten çok, birer
ticari kazanç kaynağına dönüştü. Doktorlar, sağlık çalışanları yoğun iş yükü
altında ezilirken, hastalar da bu sistemin çarkları arasında kayboluyor. Sağlık
artık bir hak değil, bir lüks haline geldi.
Eskiden ulaşım dendiğinde
insanların aklına komşu köye gitmek, sevdikleriyle buluşmak gelirdi. Şimdi ise
ulaşım, sadece bir yerden bir yere gitme aracı değil, büyük bir stres kaynağı.
Trafik, uzun mesafeler ve şehir hayatının karmaşası insanları bunaltıyor.
Şehirler beton yığınlarına dönüştü, doğa unutuldu. Toprakla bağı kesilen insan,
ruhen de doğadan koptu. Şehirler hızla büyüdü ama insanlar birbirine uzaklaştı.
Artık şehirlerde mahalle kültürü yok, komşular birbirini tanımıyor. Bu
betonlaşma, ruhlarımızı da etkiledi. Yaşadığımız yerler ne kadar büyükse,
ruhlarımız o kadar küçük kaldı.
Kültürümüz de bu değişim
rüzgarlarından nasibini aldı. Bir zamanlar geleneklerimize bağlıydık, şimdi ise
Batı'nın etkisi altında yaşıyoruz. Kültürel değerlerimizi unuttuk, yerine
yabancı hayranlığı koyduk. Giydiğimiz kıyafetler, izlediğimiz diziler,
dinlediğimiz müzikler bile artık bize ait değil. Kültürümüz yozlaşırken, kimlik
arayışına giren bir toplum haline geldik. Geleneklerimiz sadece bayramlarda
hatırlanan, gösterişten öteye geçmeyen birer ritüel oldu.
Bir diğer büyük değişim de
tüketim alışkanlıklarımızda oldu. Eskiden ihtiyacımız kadar tüketir, kalanını
paylaşırdık. Şimdi ise tüketim çılgınlığına kapıldık. İsraf, hayatımızın bir
parçası haline geldi. Gıda ürünleri çöpe giderken, ihtiyaç sahibi insanlar
bunlara ulaşamıyor. Mağazalar dolup taşıyor ama insanlar mutlu değil. Ne kadar
çok tüketirsek, o kadar boş hissediyoruz. Çünkü tüketim mutluluğu getirmiyor,
aksine daha fazla mutsuzluk yaratıyor.
Dijital dünya, hayatımıza büyük
kolaylıklar getirdi, evet. Ancak beraberinde büyük sorunlar da getirdi.
İnsanlar artık yüz yüze konuşmuyor, ekranlardan birbirine bakıyor. Sosyal medya
bağımlılığı, insanları yalnızlaştırdı. Dostluklar yüzeysel, ilişkiler sanal
hale geldi. Gerçek dünyadan kopup sanal dünyada kaybolduk. Dijitalleşme ile
birlikte mahremiyet, kişisel alan diye bir şey kalmadı. İnsanlar birbirine
gösteriş yapmak için yaşıyor, dijital dünyada var olmak için gerçek dünyadan
uzaklaşıyor.
Çıkış Yolu Nerede?
Bu değişim rüzgarları altında
kaybolan toplumumuz, aslında bir arayış içinde. Ancak bu arayışın yönü
kaybolmuş durumda. Ne yazık ki toplumsal değerlerimizden, köklerimizden
uzaklaştıkça daha fazla yalnızlaşıyoruz. Ancak unutmamalıyız ki, bu çöküşün
önüne geçmek elimizde. Aile bağlarını güçlendirmek, eğitim sistemini yeniden
insanî değerlere dayandırmak, gençleri yeniden hayata kazandırmak için adımlar
atmalıyız. Tüketim çılgınlığından, dijital dünyadan sıyrılıp gerçek dünyaya
dönmeliyiz. Birlik ve beraberlik ruhunu yeniden canlandırmalı, birbirimize
sarılmalıyız.
Bir zamanlar neydik, şimdi ne
olduk. Ancak her şeyin bir geri dönüşü vardır. Toplum olarak bu karanlık
günlerden çıkmanın tek yolu, birbirimize dönmek, dayanışmayı ve sevgiyi yeniden
inşa etmektir. Bu rüzgarların etkisi altında savrulurken, elimizde kalan son
umutları kaybetmemeliyiz.
Belki yeniden, birbirimize
dönmemiz, sevgiyi, saygıyı, naifliği hatırlamamız gerekir. Yüreklerimizi
açmamız, dünyaya değil, birbirimize sarılmamız gerekir. Gardaş, eğer bu yolu
seçersek, belki ışığı yeniden buluruz.
Bahadır Hataylı/16.09.2024/15.00/Namazgah/İST