“Ben insanları ve cinleri ancak bana kulluk yapsınlar diye yarattım…”
Bu ayette insan ve cinin yaratılış
amacı açıkça anlatılmaktadır. Ancak bu kulluğun hangi şartlarda ve nasıl
istenilen şekilde gerçekleşeceğinin ilke ve kurallarını da Rabbimiz belirlemektedir.
Bu ilke ve kurallardan birkaçını ya da herhangi birini temel alarak Allah’a
giden yolu bunlar üzerine oturtmaya çalışan anlayışlara şahit olduğumuz muhakkak.
Bu anlayışlar samimi niyetle yola çıktıklarını anlatsalar da dinin bütününden
bir parçayı ayırarak bunun üzerine dini ve kulluğu ikame ederek dinin muhtevasını
parçaladıklarını da hiç anlamazlar. Dinin tüm muhtevası, Allah’a giden yolda
kulluk için gerekli olan donanımlardır ancak bunların ağırlığı birbirinden
farklı olabilir. Bunların farklılığı ya da ağırlığı sadece dinin bunlardan biri
üzerine kurgulanmasını gerektirmez. Öyle olursa sağlıksız bir düşünsel gelişim
oluşur ki bu tamamıyla sağlıksız bir din algısını ortaya çıkarır.
Allah’a kulluğun temelinde şirkten arınmak ve
Allah’ı birlemek vardır. Bunun gerçekleşmediği hangi yaşamlar dinin hangi
noktasından tutarlarsa tutsunlar samimiyetleri sadece Allah’a kulluk yapmak
üzerine kurulsa da Allah’ın dininden uzak yaşarlar. “De ki, halis din ancak Allah’ındır,
Ben dini sadece Allah’a has kılmakla emrolundum…”Dini, Allah’a has
kılmak için gece gündüz çaba sarf ederek yorulduğumuz din, Allah’ın dini
değilse Allah’a kulluk gerçekleşmez, Allah’a kulluk ancak ve ancak Allah’ın
dini ile gerçekleşir. Allah’ın dinini öğrenip ancak kulluğu sadece Allah’a
yapmayıp aracıları gözettiğimiz zaman din sadece Allah’a has kılınmış olamaz.
Allah’ın dinini yaşamanın doğru formülü yukarıdaki ayeti kerimedir. Bunu
dikkate almamak ve sonrasında dinin herhangi bir cüzünü bayraklaştırarak Allah
için mücadele ettiğimizi söylemek, sadece söyleyeni aldatmanın dışında bir işe
yaramaz.
İnsanın amacı Allah’a kulluk ise,
tevhid kelimesi bunu apaçık ortaya koymaktadır. Önce hayata hükmeden olmazsa
olmaz olduğuna inanılan tüm bağlayıcılar hayattan uzaklaşacak, ondan sonra
ancak Allah’a yönelme başlayacak…Biz önce Allah’a dönelim bunları zamanla yok
ederiz demek bu dinin doğasıyla savaşmaktır. Dinin doğasına aykırı her düşünce
ve eylem insanı Allah’a götürmez, kişinin gerçek amacı ne ise ancak yolculuğu
oraya olur.
Çocukluğumuzdan beri bize öğretilen
İslam’ın şartının beş olduğudur.Namaz,Oruç,Hac,Zekât ve sona eklenen Kelime-i Şehadettir.
Oysa Kelime-i Tevhit bu dinin özü ve temelidir. O olmadan diğerlerinin ikamesi
mümkün değildir.İslamı bireysel bağlayıcı bu temele oturtmak bilinçlice bu dine
yapılacak en büyük kıyım olduğuna inananmaktayım.Bir insanın bireysel ferdi
kimseyle münasebetinin olmadığı yaşam için bunlar geçerli olabilir ancak
toplumsal bir dinin bu kadar daraltılarak insanlığa evrensel bir din olarak sunulması,
din üzerinden çıkar devşirenlerin kendi kirli emellerini gizlemek adına
yaygınlaştırdıkları bir operasyon olduğunu düşünüyorum. Her Müslümanım diyenin
kafasının derinliklerinde İslami bir yönetim algısının yattığı muhakkak ancak
bunun nasıl gerçekleşeceği ve hangi ilkeleri bünyesinde barındıracağı konusunda
ortaya çıkacak sonuç hayatın gerçeklerinden bir o kadar uzaktır. Hayatın
gerçeklerini dikkate almayan bir din Allah’ın dini olabilir mi, kesinlikle net
inanıyorum ki olamaz. Allah’ın gönderdiği elçiler hangi topluma gidiyorsa o
toplumun dilini çok iyi biliyor ve onların sorunlarına çözüm olmak için geliyor.
Dil bir lisan olmanın ötesinde bir yaşam tarzı ve kültürdür. Çünkü dil bir
aktarım ve iletişim aracıdır. Doğal değil sonradan insanların nesnelere
yüklediği anlamlarca şekillenmiş ortak anlaşma biçimidir. Bundan dolayıdır ki,
elçiler geldikleri toplumu tanıyorlar ve onların yaşamının dışında
anlamadıkları bilmedikleri ve zorlanarak altından kalkamayacağı sorunlarla
onları bunaltmıyorlar.
İslami bir yönetim kurgusu da bunları
kuşatıcı nitelikte olmak zorundadır. Bu kurgulamayı yapmayan şekilsel
ibadetleri dinin aslı bir unsuru ve toplumsal yaşamın olmazsa olmazı olarak
dayatıp insanların Allah’a verecekleri hesaplarının faturasını burada sormaya
kalkmak bu dinden bihaber yaşamaktır. Bir başkasıyla münasebetimizi etkileyen
yaşam şeklimizin faturası ancak burada sorulabilir, başkasıyla alakası olmayan
eylemlerin faturasının bedelini ancak Allah sorgular. Ahlak ve hukuk içerikli
kapsayıcı eylemler toplumsal olduğu için, ancak bunların sorgulaması burada yapılır.
Bunların dışında kalan ve İslam’ın şartı olarak çocukluğumuzdan beri bize
dayatılan bu algının faturasını burada kimse sorgulama hakkına sahip değildir.
Diyeceksiniz ki birey olmadan toplum olur mu, elbette bireylerin ortak yaşam
algısı, toplumsal yaşamı ortaya çıkarır. Ancak bir inanç üzerinden toplumsal
yaşam oluşturulamaz. Müslüman toplum demek,%100 herkesin Müslüman olduğu toplum
demek değildir. Müslümanların Müslüman olmayanlara göre yoğunluğunun daha fazla
olduğu ve yaşam olarak Müslümanların yaşam değerlerinin diğerlerine göre daha
belirginlik kazandığı toplum demektir. Dolayısıyla Müslüman toplumda herkes
Namaz kılacak veya oruç tutacak diyerek ferdi bireysel sorumlulukları insanlara
dayatarak, bunun adına İslami yaşam tanımlaması yapmak, İslami Yaşamın ne
olduğunu idrakten yoksun yaşamaktır. İslami Yaşam demek, hakkaniyetin ve
adaletin temel kıstas alındığı ahlaki değerlerin tüm değerleri kuşatacak bir
özelliğe sahip olduğu yaşamdır. Ahlak adalet ve hakkaniyet ölçülerinin hayatın
rotasına oturmadığı ortamda hangi dini kıstası temel bağlayıcı ilke olarak
koyarsanız koyunuz böyle bir toplum İslami yaşam asla olamaz. İslam dendiği
zaman akla gelmesi gereken temel ilke Tevhiddir.Tevhide sahip olanların
yaşamlarını biçimlendirdikleri değerler onların bireysel bağlayıcılarıdır.
Allah’a kulluk bireysel sorumluluktur.
Allah’a kul olanların kenetlenerek bir araya gelerek tüm insanlık için ortaya
koyacakları evrensel yaşam denkleminin adıdır aslında İslami yaşam. Bu yaşamın
kıyısından köşesinden geçmekten mahrum olanların bireysel ferdi
sorumluluklarını evrensel bir değer sistemi gibi insanlara dayatarak bir
yönetim biçimi düşleyerek bunu adına da İslami yönetim demeleri onu hiçbir
zaman İslami yapmayacaktır. İslami Yönetim demek, yönetenlerin Müslüman
olmasını da gerekli kılmaz ama Müslümanlardan oluşursa çok daha iyi olur. Tabi
ki Kur’an’ın tanımladığı Müslüman’dan bahsediyorum…Yerkürenin neresinde olursa olsun,
Adaleti esas alan, ahlakı toplumsal yaşamın temel kodları olarak gören herkese
hakkaniyet ölçüleri içinde yaşam alanları oluşturan yönettiği insanlara zulmetmeyen,
onları sömürecek tüm yolları kapayan faizi yaşamın dışına atan, günlük yaşamı
sağlayan ihtiyaçları karşılamak için bir değer sistemi ve değişim aracı olarak
kullanılan para ve türevlerindeki dalgalanmaları sıfıra ya da altına çekmiş,
kötülüklere yöneleceklerin gidiş yollarını çok zorlaştıran ve bağlayıcı hukuk
normlarının herkes için aynı olduğu yönetim İslami bir yönetimdir.
Müslümanların yaşamadığı bir yönetim olsa da…Kendimizin de içinde bulunduğu
İslam toplumlarında illaki İslami bir yönetim beklemek bizleri avucunu
yalayacak bir bekleyişe taşıyabilir.
Neden mi anlatıyorum, İslami bir
kimlik kişilik ve kulluk bilincini geliştirememiş olanların İslami bir yaşam ve
bunun üzerine oturan bir yönetim sistemine kavuşmaları mümkün değildir. İslam
bir temenniler mecmuası değildir. İslam bir yaşam ve yönetim anlayışının dinamik
akışkan ve sürekliliği olan bir manifestodur. Bu sorumluluğun altına girmek
isteyenlere naçizane önerim, ne pahasına olursa olsun kendinizi ve sahip
olduğunuz tüm birikimlerimizi evrensel yaşam denklemine hizmet eden ve bize
kulluk bilincimizi geliştiren bir birikim olması durumuna getirelim.
Öğrendiklerimiz içinde yaşadığımız mağaramızın duvarlarını her gün biraz daha
kalınlaştırarak dışarıdan gelebilecek kıvılcımların girmesini hepten yok edecek
duruma geliyorsa, yıkın gitsin o duvarları kimseye bunun bir faydası
olmayacaktır. Faydasız ilimden Allah’a sığınalım…
İnsanın din ile olan ilişkisini Güneş
sistemi gibi düşünebiliriz. Güneş sisteminde bulunan gezegenler hem kendi
yörüngelerinde kendi ekseni etrafında dönerken ayrıca Güneş sistemindeki
dönüşüne de asla bir gölge düşürmez tüm bunları birlikte yapar. İnsanın
bireysel ferdi ibadetleriyle olan ilişkisi Dünyanın kendi ekseni etrafında
dönmesi sonrası ortaya çıkan sonuç gibi bir fonksiyona sahiptir. Dünya kendi
etrafında dönmezse nasıl ki gece gündüz olmadığı için yılı oluşturan günler olmayacaktır.
Ancak kendi ekseninde dönmeyen dünya Güneş etrafındaki dönmesi devam ettiği
sürece mevsimlerin varlığı devam edecektir. Mevsimlerin varlığı devam etse de
doğal akışa sahip olan bir sistem de eksiklik olacağından istenilen sonuç
hakkıyla yerine getirilmiş olmayacaktır. İşte Ferdi İbadetlerin durumu da
Bireyin kendi ekseni etrafında dönmesidir. Onun sonucunda İslami bir kişilik ve
kimlik oluşur bu kimlik Allah’a kulluğa giderken belirleyici bir özellik taşır.
Ancak Hukuk, ahlak ve adalet gibi kavramlar ile insanlığın yaşamına bir düzen oturtmak,
Dünyanın güneşin etrafında dönmesi gibidir. Yani yılların oluşmasına nasıl ki,
dünyanın kendi ekseninde dönmemesi engel değilse, Bireyin ferdi bireysel
sorumlulukları içinde olan ibadetleri yapmamış olması toplumsal yaşamda bunları
uygulayan bir yaşam ortaya çıkarmasına engel olamaz. Âmâ düzen bozulduğu ya da
eksik kaldığı için gece ve gündüz gibi bir nimetten mahrum olmak gibi
hayatımızda çok önemli yere sahip bazı değerlerden mahrum kalabiliriz…
Ey insan Allah’a kulluk olan
sorumluluğun önüne kulluk için gerekli olan parçalardan birini geçirerek
kendini parçalamazsan, yörüngen seni istenilen hedefe yaklaştıracaktır. Allah’a
kulluğun yerine kendi ilahlığını öne çıkarıp kulluk yaptığını sanan
zavallılardan eylemesin Rabbim bizleri…Ey Rabbimiz yanıldıysak unuttuysak bizi
sorumlu tutma, bilerek yanlış yapmaktan bizi uzaklaştır, yanlışta ısrar ettirme
bizi, sehven yaptığımız hatalarımızdan dolayı da bizleri bağışla…
Selam saygı muhabbet ve merhamet
dileklerimle herkesi Allah’a emanet ediyorum…
Erol KEKEÇ/16.06.2021/16.06