Hayatı, yaşadığınız günün nimetleri içinde yaşarken, yaşadığınız dönemin canlı tanıkları olacak bir şahitlik yapamazsanız, geçmişin yaşamlarını konuşarak bir iş yaptığınızı sanırsınız. Yaşanmış olanları gündemin ilk sırasına koyarak onlarla zamanınızı meşgul ediyorsanız, yaşamıyorsunuz demektir. Yaşamak için, geçmişin geçen günlerini ya da geçenlerin hayatlarındaki olumlu ve olumsuzlukları anlatarak kendi yaşamınızın rotasını belirliyorsanız yaşamlarınızın doğru bir rotası olmaz.
Rota çizmek, yaşamak zorunda
olduğumuz hayat için gereklidir. Bu hayatı, geçmiş kaybettiklerimiz ya da bir
daha dönme imkânımız olmayan, harcadığımız günlerimizi referans alarak yönetemeyiz.
Yaşamak için bize bahşedilen her günümüzün bir plan ve programı vardır
yaratıcının katında. Ancak yaratıcının yaptığı plan ve programın hayatımıza
doğru damgasını vurması için, bizlerin günlük yaşadığımız anla ilgili doğru
programlarımızın olması gerekir. İnsan kendi hayatının bugününü planlamaktan
yoksun olursa, gelecek beklentileri ulaşamayacağı bir hayal olacağı gibi, geçmiş
yaşamı da gerçekliği olmayan bir masala döner. Onun için bizi ilgilendiren
zaman, içinde yaşadığımız andır.
Ne yazık ki yaşadığı anı doğru değerlendiremeyenler,
her dönem için geçmişten kahramanlıklar ve kendi oluşturdukları masallarını
gündem yaparak rahatlama seansları uygulayabilirler. O da bizi bizden alıp
farklı bir gezegende gezdirirken yaşadığımız evrene bizi yabancılaştırır.
Yaşadığı evrene insan neden ve niçin yabancı olur dersiniz, eğer insan
geleceğin hayalleri içinde hülyalarla gününü gün ederken geçmişi unutmak veya
onları düşünerek bu gününü atlayıp geçiyorsa, o zaman insan hepten kaybeden
tarafta yer alır. Çünkü kazancımız sermayemizdir. Sermayesini boşa harcayan ama
elinde olmayan sermayeyle yarınlarda ulaşamayacağı planlar yaparsa, bu planlar
pratiğe aktarılmayan sermayemizin bir hayal ürünü olduğunu, rüyadan uyanan
kişinin gerçekle karşılaşınca avucunu yalaması gibi bizlerde avucumuzu yalamak
zorunda kalırız.
Rüya âlemindeki vaatler nasıl ki
uyandığımız anda yok oluyorsa, geleceğe dönük hayallerimiz, bu günü olmayan
temeliz bir istek listesinin sıralanması olarak oluşuyorsa böyle bir tavır
ancak bir avunma sendromudur. Ne hikmetse insan geçmişin masalları ve geleceğin
hayalleri arasında yaşarken, üzerinden geçtiği köprünün ne olduğunu anlamadan
ömrünü tüketir. Geçmişle gelecek arasındaki ömür köprüsünden nasıl bir hızla ve
hangi eylemleri yaparak geçtiğimizi bilmek zorundayız. Köprüye tanık olacak
kadar uyanık ve diri değilsek, geleceğin güzel coğrafyası olarak karşımıza
çıkacağını sandığımız, ömür haritasındaki vatana kavuşamayacağız.
Dün geçti gitti cancağızım yarın
gelip gelmeyeceği belli değil, oysa bu gün elimizde o halde bu günü yaşamak
lazım diyen Rumi, bu süreci ne kadar güzel ifade etmektedir. Çünkü günü, anı
konuşmak insana ciddi bir rahatsızlık verir. Kişi kendisiyle konuşmaktadır,
aynanın karşısına geçip gerçek kendisini görme imkânını bulur günü yaşadığı zaman.
Âmâ geçmişi konuştuğunda ya da onunla günlerini meşgul ettiği zaman ne dışardan
ne içerden ona rahatsızlık verecek etkileyici bir uyarıcıyla karşılaşması çok
zor. Neden? Çünkü geçmiş bir bedel istemiyor hayatımızdan, onun için ne kadar
gündem yaparsak yapalım bizi etkileyecek rahatsız edici yanı pek fazla değildir.
Sizin dışınızda sizin yaşamınızdan rahatsız olanlar bile geçmişi her gün
konuşmanızdan bir rahatsızlık duymaz. Biz geçmişte şöyle devletler kurduk,600
yıl dünyaya hükmettik 36 milyon metre kare toprak parçasına sahiptik diyerek
her gün beş vakit bunu anlatalım kimse bundan rahatsız olmaz. Çünkü aktif ve
etkileyen bir dinamizme sahip olmayan geçmiş, hareket gücünden yoksun olduğu
için sadece sizi meşgul eder ve zamanınızı onunla harcamanıza sebep olur.
Gelecekte bundan çok farklı değildir. Biz gelecekte şunları yapmak istiyoruz
dünyaya hükmedeceğiz, her yere nizam götüreceğiz, imkânlar insanlar arasında
adil paylaşılacak, onun için yarınların hayalleriyle yatıp kalkıyoruz diyerek
istediğiniz kadar konuşun isterseniz, her yerde yarınları anlatın size dönecek
geri dönüşüm sıfır olacaktır. Çünkü bu gün yoksa yarın olmaz. Yarınlar anlatılmaz,
bugün yaşanılır pratik ortaya çıkar, yarınlar bu günün pratiklerine göre şekil alır.
Adamın biri kış günü akşam komşusuna misafirliğe gitmiş, bayağı bir muhabbet
geçmişin masalları anlatılmış dinlenmiş, onunla duygusal ortam oluşmuş, vakit
bayağı ilerlemiş. Misafir komşu eski köy evlerindeki bacanın altındaki ocaktan
ısındıkları için, ateş sönmeye gelmiş odun tükenmiş ama misafir hala kalkıp
gitmiyor, ev sahibinin uykusu basmış, buna rağmen komşu külleri karıştırıyor ve
ocakta köz arıyor o sırada da ev sahibi komşusuna diyor ki, komşu bu sene
niyetlendim Haca gideceğim diyor. Ev sahibi dayanamamış ve patlamış, be adam
sen ocağın başından kalkıp evine gidemiyorsun haca nasıl gideceksin diyerek
sert çıkışmış…
İşte bizim yaşamımız ocağın başından
kalkıp eve gidemezken yarınlarda neler yapacağını anlatan adamın durumu
gibidir. Onun için de elimizde gözle görülen anlamlı bir yaşamı bulmak oldukça
zordur.
Bu günü konuşmak çok sakıncalıdır.
Kendimizle konuşuyoruz, kendimizi hesaba çekiyoruz, kendimizi aşıp yanlışları
görüp konuşuyoruz doğruları alkışlıyoruz bu da enerji ve zaman demektir. Bu
bedeli ödemek fedakârlık gerektiriyor. Bu fedakârlığı ve zorlukları göze
alamayan pasif edilgen duruma gelmiş hayatın her anı bir nesneye dönüşmüş
varlıklar olarak, hayaller kurduğumuzda bir iş yaptığımızı sanıyoruz. Hayaller,
bir değer üzerine bina edildiği zaman hayata değer katar ama olmayan bir
yaşamın geleceği olarak düşünüldüğünde, çıplak kralın durumuna döner ama herkes
kralın üzerinde elbise var sanır. Bu konuya ait birkaç örnekle konuyu izah
etsek faydalı olacağı kanısındayım. Bir iş yerinde çalışan insanı düşünelim,
genel müdür oradan ayrıldığı zaman olumlu ve olumsuzlukları hemen anlatılır,
ancak yeni gelmiş olan bir genel müdür varsa onun aleyhine kimse konuşmaya
cesaret edemez ancak iyi tezahürat yapılır ve pohpohlanır. Çünkü o hazır orada
ve icrada olduğu için aleyhine olacak bir söz sizin iş hayatınızı bitirebileceği
için, o perdeye kimse yaklaşmaz ve ürkerler. Yani gündem her zaman acıdır. Onun
sorumluluğunu kimse üstlenmek istemez, ondan dolayı da bu tür ortamlar ahlar vahlar
ya da hasret çığlıkları ile geçen geçmişten, doğrudan hülyalara dalınacak bir
yaşama geçiş yaptıklarından ayaklarına bir taşın değmesini istemedikleri için
bugünü atlayarak geçerler. Dolayısıyla acılar hayatlarının gıdası olur ama bunu
fark edemezler. Politikacıların yine geçmişle ilgili ekmek tüp, yağ
kuyruklarından bahsettiğini hatta ekmeği karneyle aldıklarını anlattıklarını görürsünüz,
âmâ bu gün var olan kuyrukları söylemenin faturası olacağı için kimse onu
gündeme getirmeyi düşünmez… Onun için insanlarımıza avazım çıktığı kadar
bağırarak diyorum ki, horul horul uyku çektiğiniz ve uyanmak istemediğiniz
hipnotize eden geçmişten gelen uykularımızdan uyanalım. Yataklarımızda yatarken
geleceğin hayallerini kurarak düş görmekten kurtulalım ve yürümeye hangi adımla
başlamak gerekiyorsa o adımı atalım. Yoksa adım atmaya hasret kalacağımız bir
gelecek yakın tarihte bizleri bizden alıp götürecektir.
Medine de ashap neden Rabbimiz bizi
savaşa sokmuyor bir an evvel savaş olsa da bu müşriklerin boyunlarını vursak
diye hayal kurarken, hayallerinin çoğaldığı ve güllük gülistanlık bir düş
ortamında yaşarken Savaşa çıkmaları onlara emredildi. Savaşı isteyen o ashap’
şimdi mi keşke şu zamanda olsaydı, hava sıcak, hurma mevsimi bunları devşirsek
gibi bahanelere sarıldılar. Bunun üzerine rabbimiz o toplumu öyle dehşetli
uyarıyor ki, ”Size ne oluyor ki, cihada çıkın denildiği zaman yerinize çakılıp
kaldınız ellerinizdekini ebedi hayata tercih ettiniz, oysa cehennem ateşi daha sıcaktır.”
Bazen deriz ya bekâra karı boşamak kolaydır diye… Evet, dostlar kişi elinde
olanı ve olmayanı bilmeli, elinde olanlardan hareket ederek onlara bir anlam
yüklerse hayat yaşamaya değer… Aksi halde pasif bir nesnenin yuvarlanmasını
hayat diye tanımlamak insani bir özellikten uzak olur.
“Bu gün, kendin annen baban milletin
insanlık canlılar âlemi ve Allah için ne yaptın diye hesap sorulacak günlerin arifesinde
yaşarken, kendimize gelemeyeceksek; hayallerimizin hiçbir anlamı olmayacaktır.
Duyarlı, vicdanlı, sorumluluk sahibi anın kıymetini bilen herkese çağrım bu
günü olmayanın yarını olmayacaktır. Onun için bu günlerimizin sahibi olalım ve
bu günlerimizi boşa heba eden yaşamlardan uzaklaşıp, ayağa kalkalım ve bir
adımda olsa o adımı atıp yorulmaktan korkmayalım. “Ey Elçi Müminleri savaşa
teşvik et… Yani mücadelenin olmadığı bir yaşam her türlü mikrobu barındırır.
Hastalıklar hep durgun ortamlarda çıkar. Düşüncede yaşadığımız durgunluğu
akışkan kılalım ki, eylemlerimiz an’a ait olsun… Yoksa düşünceler pasifleştiği
zaman yarınların planını yapar, bu günden koparız. Bu günden kopmak demek diri
diri mezara girmek için mezarcıyı beklemek olur.
Geçmişle avutan, yarınların
hayallerini kurduran bu günü unutturan her anlayış düşünce fraksiyon ve siyaset
algısı, insanlığı imha planıdır. Bu ihanetlere boyun eğen herbir insanoğlu hüsrandadır.
Hüsranı hayra çevirmek için Güneşin doğumuyla her gün yeniden doğalım ve
kendimize gelelim, yoksa güneş bir daha üzerimize doğmayabilir… Koştukça
koşanlara yemin olsun ki… İnsana ancak emeğinin karşılığı vardır, hayalleri ve
beklentileri onu kurtarmayacaktır. Rabbim bizi anı yaşayan kullarından eylesin
ki, yarınlardaki hesabımız kolay olsun…
Selam muhabbet saygı ve dualarımla…
Bahadır Hataylı/16.04.2022/02.05