Bu Blogda Ara

10 Nisan 2022 Pazar

SUÇLULAR GÜÇLÜ OLUNCA, MÜLKTE HAKİKATİ ARAMAK BOŞA!

 “Adalet Mülkün temelidir…”Malik olmak ile adalet arasında doğrudan bir ilişki var ve bu ilişki doğru orantılı bir ilişkidir. Malik değilseniz adil olamazsınız. Eğer malik olduğunuzu söylüyorsanız, bu sizin bulunduğunuz ortama yansıyan adaletinizle ortaya çıkar. Maliki olduğunuzu iddia ettiğiniz yerde yaşamsal devamlılığı sağlayan imkânların dağıtılmasında, gözle görülen bir dengesizlik varsa, yönetim orada malik değil demektir.

Mülk denildiği zaman, bizim toplumda sahip olunan mal ve imkânlar anlaşılır. Oysa Mülk doğrudan yönetebilme ve yönetim altında bulunan insanlara yansıyacak uygulamaların herkesi kuşatacak nitelikte olmasıdır. Kuşatıcılığı olmayan bir yönetimin yönetme anlayışının temeli adaletten uzak demektir. "Mülk" kelimesi Arapça bir kelimedir ve "devlet, ülke, iktidar, düzen, egemenlik, saltanat" anlamlarına gelir. Mülk kelimesi ile adaleti birlikte değerlendirdiğimiz zaman zaten sözün anlatmak istediği de ortaya çıkar.

Hz. Ömer’in böyle bir sözü ifade etmesi, onun bu söze bağlı nasıl bir yönetici olduğunu da gösteriyor zaten. Herkesin dilinde Hz. Ömer’in adaleti diye söylenen bu ifade yanlış kullanılmaktadır. Ömer’in adaleti Mahmut’un adaleti yoktur. Adalet Yaratıcının en çok üzerinde durduğu bir konudur. Ömer bu konunun ehemmiyetini ve önemini doğru anlayan ve o alanda çok çaba sarf eden bir insan olduğu için, Ömer ön plana çıkmıştır. Ömer sadece Yaratıcının, “Allah adildir ve adil olanları sever. Buyruğunu doğru anlayarak yaşayan bir Müslümandır. Onun için kendisinden uzak kalmış yaşlı bir kadınla karşılaştığı zaman, kadının sitemlerini dinledikten sonra, torunlarına yemek yapması için bir torba unu kendisi sırtına alıp güç bela ter içinde onu kadına getirmiştir. Çünkü Ömer bir yöneticinin sorumluluğunu çok iyi idrak eden birisi olmasaydı, bu eylemi yapması düşünülemezdi. Yani adalet, yönetimin malik olmanın devlet olmanın, iktidarda bulunmanın olmazsa olmaz temel koşuludur. Bu adaleti ihya edemeyen bir yönetim bulunduğu ortamda acı gözyaşı zulüm ve acılar bırakır ancak…

Hz. Ali der ki, ”Devletin dini adalettir, adaleti olmayan devlet dinsiz devlettir. Bu kadar hassas olan bir konuda, Müslümanların yaşam alanlarına bakın herkes Şeriat olsun diye, kendi kendilerine bir hayal içinde yaşıyor. Adaletin hayata hükmetmediği bir ortama, şeriat nasıl gelir sanıyorum bunu anlayan vardır. Şeriat Hukuktur. Hukuk herkesin hakkını korumak ve tüm canlılara inançlarına bakılmaksızın, can, mal nesil ve gelecek güvenliğini sağlamak zorundadır. Bunları yapamayan bir hukuk sistemini istemenin anlamı nedir. Şeriat diyenlerin büyük bir çoğunluğunun kafasındaki hezeyan, kendisi her şeyin en alasına sahip olmalıdır, şayet kendisinin bu isteklerinin gerçekleşmesine engel olan varsa onların da kafasının kesilmesi gerekir. Böylesi bir bilinçaltı karanlıklarının yoğun yaşandığı bir topluluğa şeriat diye bir aracı teslim ederseniz, ancak yeryüzünü ifsat ederler. Devletlerin bu günkü ortamları ve uygulamaları dikkate alındığı zaman şeriata en uygun yönetim anlayışları, bizlerin gâvur dediği toplumların yönetimleridir. Buralarda Yönetimler, hukukla insanların yaşamlarını düzenlerken belli bir gruba sınıfa ayrıcalık tanımıyorlar. Kurallar herkesi kapsar ve kurallara karşı lakaytlık, herkese yaptırımı getirir. Yani paranız malınız, bulunduğunuz makam size ayrıcalık tanımıyor hukuk karşısında… Hatta bunu daha iyi izah etmek için kendi oluşturdukları yönetim şeklinin önemli bir özelliğini de, ”Yöneticiler, demokrasilerde yargı yönünden denetime açıktır. Diyerek hukukun objektifliğini ve kişiler üstü bir değer olduğunu anlatmaktadırlar. Batı bu anlamda, Adalet mülkün temelidir ”bizim değerimize bizden daha çok sahip çıktıklarından dolayı, bu değere bizden çok onların sahip olma hakkı vardır.

Müslümanların yaşadığı toplumlarda hukuk, hâkimlerin cüzdanı ile vicdanı arasına sıkıştığı için, hangisi daha baskınsa ona göre sonuç tecelli ediyor. Bu da mülkün temelinde adaletin olmadığını gösteriyor. Peki, soruyorum, adaletin varlığından rahatsız olanlar, şeriat isteklerinde ne kadar samimi olabilirler. Çünkü Şeriat, adalet toplumundan başka bir yaşam değildir. Dolayısıyla şeriat, belli bir dinin kurallarının topluma dayatılarak onlara istibdat yönetimini reva görmek değildir. Şeriat, meşru olan ve şer taşımayan, şer’i dediğimiz, yani adalete uygun diyebileceğimiz bir anlayışın iktidar olması demektir. Şeriat gelecek zulüm bitecek diye slogan atanlar aslında kendileri için imkânların artması ve şartların iyileşmesini anlatırken, bunlara bu imkânları vermek istemeyenleri de imha etmek olarak karşılık buluyor. Böyle denmemiş olması böyle bir bilinçaltı olmadığı anlamına gelmiyor.

Adalet, yönetimin devletin iktidarın temelidir. Adaleti imha edenler, kendi yönetim güçlerini kaybedenlerdir. Yönetim güçlerini kaybedenler, toplumsal yaşamın sürekliliğini sağlayan birleştirici güçleri koruyamazlar. Bu görevlerini yerine getirmeyen devlet, iktidar, vs. toplumsal yaşamda kaçınılmaz olarak karanlıkların genişleyerek yayılmasına neden olur. Devletler, insanların ferdi ibadetlerini nasıl yapacağını, ne zaman yapacağını anlatan ve belli kurallara sıkıştırarak o kurallara uygun ibadet şekilleri oluşturma gibi boş uğraşlardan çıkması gerekir. Bunlarla uğraşan bir devlet, kendisi için olmazsa olmaz olan “Adalet Mülkün Temelidir ”sözünü hayatın dışına atar. İnsanların ibadetleriyle uğraşarak onlara yaptığı acımasız zulümleri göstermek istemez. Halkta yöneticilerin asıl vazifeleri bu olduğuna inanır, ona karşı en adil bir yönetim anlayışının kökleşmesini isteyenlere karşı savaşmayı bile göze alırlar. Müslümanların Tarihinde Devletin temelinden adaletin uzaklaşması, Hz Osman dönemiyle başladı. Çünkü Osman insanların ehliyetine bakmaksızın yakın akrabalarını hep devletin kademelerine soktu ve insanlara inanılmaz düzeyde hırçınlaşacak ve isyan edecek ortamlar oluşturdu. Ondan sonra gelen Müslümanlar Hz. Osman’ı anlatırken hep onun halim selim uysal yumuşak başlı biri olduğunu anlatır ve onun namazlarını infakını öne çıkarır. Ama kimse onun devlet yönetiminde Adaleti mülkün temelinden çıkardığından dolayı o acı sahneleri yaşadığını anlatmak istemez. Ondan dolayı da bizler duygusal bağlarla bağlı olduklarımızın yanlış yapma ihtimalini hiç düşünmeyiz. Onun için de Hukukun karşılığının olmadığı hakların gasp edildiği ortamları yaşamak en doğal süreç olur.

Müslümanlar, yönetici belirlerken yöneticinin en çok adaletli olup olmadığına bakmalı, ehliyetli mi bu işe, merhametli mi? Kibir ve gururdan uzak mı, menfaatlerini devletin menfaatlerinden önde görür mü? Gibi temel kriterlere göre seçici olması gerekir. Ancak bizim gibi toplumlar, namaz kılıyor mu oruç tutuyor mu, içki içiyor mu, ailesi nasıl tesettürlü mü? Çok sonra aranması gereken özellikleri öne çıkarıp, devleti adaletten ayırırlar. Dolayısıyla mülkün temelinde adalet olmayınca o mülk kimine kelek yediriyor kimine kavun… Ondan dolayı da zulmün pençesinden bir türlü kurtulamazlar.

Devlet yönetimi için adalet dışında bir şey aramak, insanların kendi kendilerini zillet içinde yaşatmaları olur. Zillet içinde olan toplumlar, başlarındaki yöneticilerini asla sorgulayamazlar. Onun her eylemini bir hüner sanırlar. Oysa Emir-el Mümin’in Ömer, mescitte kadınlar tarafından sorgulanıyor eleştirilere uğruyor. Hatta Ebu zer Ömer’e der ki, Ey Ömer adaletten uzaklaşır kendi kafana göre devleti yönetmeye çalışırsan Vallahi seni şu kılımla düzeltirim. Yani Ömer Müslüman dindar olduğu için, Mülkün temelini oluşturan adaletten uzaklaşma hakkına sahip değildir. Ömer, bu söz karşısında Rabbim sana şükürler olsun ki, ben yanlış yaptığımda beni uyandıracak kulların var diyerek secdeye kapanır. Ömer, yanlışı olduğunda düzeltecek halktan insanlar var diye secdeye kapanır ve rabbine şükreder. Biz Ömer’i secde ettiği için değerli olarak adlandırmadık. Ömer hakkın şahitliğine önem verdiği ve adaleti uyguladığı için onu baş tacı yaptık. Adalet böyle olursa Mülkün temelidir diyebiliriz. Yoksa adaletsiz bir yaşam için duygusal konuşmalar arasında insanları galeyana getirmek için, adalet mülkün temelidir şeklinde günde beş yüz cümle kursak ne değişir hayatımızda… Kocaman hiç…

Adalet mülkün temelidir. Devlet, adaleti uygulamakla insanlar arasında kardeşlik mutluluk huzur ve barışı sağlar. Bunu yapabilmesi için, devletin denetleme ve kontrol mekanizmasını aktif çalıştırması şarttır. Aktif denetleme yapamayan ve yaşamın her noktasında keyfi uygulamaların oluşuna göz yuman devlet, mülkü devam ettiremediği gibi adaleti de tesis edemez. Özellikle son dönemde ülkemizin yaşadığı büyük travmaları göz önüne aldığımız zaman, mülkün nasıl korunmaz hale geldiğini ve keyfi oluşumların toplumsal yaşamı imha edici faaliyetlere giriştiğini göreceğiz. Eğer bir yönetim, insanların yaşamını doğrudan etkileyen olumsuz eylemleri, topluma yönelik bilinçli saldırgan zararlı eylemler olarak değerlendirip, bu eylemleri yapanları cezalandırmazsa toplumsal kargaşa kaçınılmaz olur. Ormanı yakanlara verilen ceza ile insanlığın yaşamını devam ettirecek gıdaları toplumdan gizleyerek yok etmek için onları çürütüp çöp olarak dökenleri de aynı ceza ile cezalandırmak şarttır. Çünkü her iki eylemde doğrudan toplumsal yaşama yönelik bir saldırıdır. Bunlar terör kapsamında ele alınması gerekir. Devlet bunu yapmıyor ve bunlara gerekli cezayı uygulamıyorsa, bunların yaptığı her zararın ortağı olarak görülür. Çünkü devlet mülkü devam ettirmek için bunlara asla fırsat vermemesi gerekir. Toplumsal yaşamı olumsuz etkileyecek ve toplumda sorunlara yol açacak hiçbir eylem kişisel olarak görülemez ve yaptırımsız bırakılamaz. Devletin adaleti tesis etme gibi bir sorumluluğu vardır. Bunun için mutlaka devlet yaptırımlar uygulamak zorundadır. Adı, kimliği statüsü, toplumsal tabası inancı ideolojisi, yönetime yakınlığı ne olursa olsun olumsuzlukları yaygınlaştıran herkese hukuk gerekli yaptırımı yapmak zorundadır. Göz ardı etmek ve maddi cezalar vererek caydırıcı olmayan denetimlerle bunları toplum içine salmak, devletin acziyeti olur. Dolayısıyla bunlardan kaynaklanan olumsuzlukların faturasını, halkın devlete yüklemesi ve hesabı ona sorması kadar doğal başka bir şey olamaz.

Devletin görev tanımı doğru yapılmaz ve bu alanda gerekli uygulamalar olmazsa, devletin yönetiminde bulunan yöneticiler her geçen gün devleti zayıflatır ve devleti rotasından çıkarır. Daha sonra, devlet farklı düşüncede olan halkın desteğini alarak devlet gücüne sırtını dayayarak toplumsal ayrıcalıklı bir yaşam oluşturmak için, devlet kurumlarına gelmek isterler. Oysa devlet yönetimine gelenler devletle birlikte hayat standartlarını yükseltiyor ve olağanüstü imkânlara kavuşuyorlar, toplumda büyük bir kesim inim inim inliyorsa, yönetime gelenler, halk için geldiklerini ve onlar için çalıştıklarını söyleyerek insanları aldatmaya çalışmasınlar. Halka yansımayan iyilikler, devlet eliyle ballandırılarak anlatılıyor ve kâğıt üzerinde mutluluk reçetelerinin formülleri dağıtılıyor ama halk acıdan kıvranıyorsa, orada Mülkün temelinde asla adalet yok demektir.

Adaletsiz yönetimlerin adaletle bertaraf edilmesi bir insanlık görevidir. J Locke der ki, ”Eğer bir yönetim insanları mutlu edemiyor, paylaşımda adaletsizlik yapıyor, acı ve gözyaşı ile insanlara her gün yaşamı zehir ediyor ve insanlar gelecekten endişe ediyor, her gün akşam paranoyak nöbetleri yaşayarak yatağa giriyor ve sabah kalkarken, tedirgin ve kendine güvensiz uyanıyorsa, böyle toplumları yöneten devletleri korumaya değmez, elinizi çekin batsın gitsin” der.

Devlet, yönetimi altındaki insanların yaşamını kolaylaştırmak ve imkânların, insanlar arasında adil paylaşımını taksim etmek için vardır. Ancak günümüzde devletlerin büyük çoğunluğu özellikle gelişmemiş toplumlarda devlet, Ayrıcalıklı bir sınıf yaratmak ve o sınıfın devlet gücünü arkasına alarak kendi menfaatleri için toplumu imha eylemlerine meşru zeminler oluşturmaya yarayan kanuna dayanan bir canavar olup çıkmıştır. Çünkü kendisi imha eder ama adı kanunidir. Aynısını bir başkası yapınca adı terörizm olur. Demek ki günümüzde devlet, adalet üzerine oturmadığı zaman teröristlerin en büyüğü ve kanunlarla terör eylemlerini meşru temellere oturtmaya çalışan bir canavara dönüşebiliyor… Onun için diyorum ki,” Adalet mülkün temelidir. Adaletten yoksun bir yönetim, Malik-ül Mülkün yeryüzünde görmek istemediği bir oluşumun adıdır. Mülkün sahibinin arzında özlediğimiz adil bir yönetime kavuşmak ve huzurlu bir yaşamın kollarında nefesimizi sonlandırmak dileğiyle rabbim yarınlarımızı aydınlık eylesin bizleri bizlere bırakmasın içimizdeki aşırılıklarımızı ve hırsı bizden alsın ki bir kul olduğumuzu hatırlayalım…

Selam sevgi yaygı muhabbet ve dualarımla…

Erol KEKEÇ/ 10.04.2022/01.20



"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!