İnsanın ne zaman nerede kim tarafından imtihan olunacağını ancak yaratan bilir. Yıllar öncesinden bir anımı sizlerle paylaşarak, insanın nasıl bir ruhsal değişim geçirdiğini de sizlerle birlikte görmek isterim…
Eskişehir’de uzun zamandır İslami alanda mücadele
veren ve o yolda çileleri eksik olmayan bir ağabey adına yaşanmış bir
hadiseyi, bir başka ağabey anlatırken
bayağı yıpranmıştım. Zor dönemden geçerken Atasoy ağabey, dönemin zengin
muhafazakârlarından Korkut Beye, durumu izah ediyor çok zor durumda olduklarını
cemaate yardım gerektiğini söyleyince, Korkut bey diyor ki, inan Atasoy'um bir yere kaptırdığımız bir para var, ne zaman geleceği belli değil, âmâ o
gelirse o parayı size aktaralım, dediğini söylemişti bunu bize anlatan ağabey…
Bu vakayı anlatan ağabey çok üzgün bir psikolojiyle böyle bir Müslüman olur mu,
yani kaybedilmiş ne zaman geleceği belli olmayan bu parayı Müslümanların elzem
olan işi için vereceğinizi söylüyorsunuz. Sizin dininize verdiğiniz değer ancak
kardeşlerinizin yaşamına gösterdiğiniz değer kadardır demişti…
Evet, bu ağabey hakikaten doğru olanı sözlü olarak
bize anlattığında duygusal moda girerek ağlama durumuna gelmiştik… Ancak aradan
yıllar geçti, bu olayı anlatan ağabeyin o günkü şartlara göre durumu normalin
biraz üzerindeydi. Yani isterse başkalarının ihtiyaçlarını karşılayabilecek
gibi görülüyordu dışarıdan, ancak iç durumunu bizim ayrıntısıyla anlamamız
mümkün değildi…1995 yılının Nisan ortalarıydı, iki ay önce nişan yapmıştık
düğün arifesiydi Mayıs 28’de düğün yapacaktık, ancak imkânlarımız sınırlı,
destek alabileceğimiz yerler o kadar çok değildi… İçimden bir his o olumsuz
olayı bize olumlu düşünceleriyle anlatan abinin desteğini alabilirsin diyordu.
Yüzümü eğdim ve ona gittim… Sohbet muhabbet derken arada o konuyu dillendireyim
dedim ve istemeyerekten olsa açtım. Abi yakında Rabbim nasip ederse düğün
yapacağım ancak biraz zordayım, kurum değiştirdim ve yeni sözleşme yaptım benim
yeni maaş Eylül ayı itibarıyla başlayacak o güne kadar koşullarınız uygunsa,
kasım ayında size iade etmek şartıyla bana şu kadar borç verme imkânınız olur
mu dedim? Nisan sonları zaten,7. Ay da iade edecektim. O ağabeyin bana verdiği
cevap yüreğimi delip geçmişti… İnan üstat bir arkadaşta biraz alacağımız var, o
da bize eylül ayı gibi vereceğini söyledi, ancak verip veremeyeceği belli değil
sanıyorum, vermesi çok zor, şayet o para gelirse onu sana verelim dedi. Elimde
çay bardağı vardı bir anda elimde kaldı ve sert bir şekilde abi ben sizden sadaka
istemedim borç istedim, varsa var dersiniz, yoksa yok dersiniz, benim için
ikisi de aynı öneme sahiptir dedim. O zaman benim yanlış anladığımı, durumunun
iyi olmadığını anlatmak için öyle söylediğini ifade etti. Ancak benim için, o
güne kadar ki kardeşlik bahçesinde anlattığımız ve havasını soluduğumuz
duygularımızın tamamı ölmüş ve yıldızlar toptan yere dökülmüştü… Tüm hayallerim
ve ideallerim sanki o gün kurşunlanmıştı. Hakikaten kurşunlandı, içimde
bekleyen açığa çıkmayan o duygularım son 20 yılda her yandan yara aldı…
Bunu neden mi anlattım, acıyan yanımı sizlere açmak
için değil, sürekli alevlenen içimdeki ateşe bir yerlerden kül atıldığını
gördüğüm zaman, kül atanların alevlerin oluşması için üfürenler olduğunu
görünce elim ayağım tutmaz olduğu için sizinle dertleşiyorum…
Başkasının hayatındaki olumsuzlukları anlatmayı din
olarak görüp onları paylaştığımızda çok büyük işler yaptığımızı sanıyoruz.
Ancak aynı imtihanlardan geçeceğimizi hiç hesap etmiyoruz, oysa kişi kınadığı
başına gelmeden ölmez diye duyduğumuz bu söz hakikaten bizi duman edebiliyor.
Üniversite yıllarıydı, eczacılık okuyan, bir zaman aynı evde birlikte
kaldığımız bir arkadaşımız, o günkü zengin Müslümanların hayatlarının ne kadar
tutarsız olduğunu, herkesin har vurup harman savurduğunu anlatıyordu. Hatta O
gün Ülker grubunun başında bir abi vardı yeni evliydi, bir rahatsızlığımdan
dolayı evinde beni misafir etmişti. Bir hafta yenge bana hizmet etmişti. Çünkü
o günler bizim için çok zordu, o günkü şartlarda öğrencilik evinde nasıl
beslenebilirdik ki, ondan dolayı Küçükyalı’da bir hafta misafiri olmuştum… Eve
geldiğimde o arkadaş bu abi gibi birçok insanı yerden yere vurmaya başladı ve
çok kötü eleştiriyordu. Ona dedim ki, bir insanın nerede nelere sahip olduğunu
eleştirmeyelim neler yaptığına bakalım olumsuzsa o eylemleri eleştirelim
dediğimde benim onları fazla tanımadığımı kendisinin çoktan beri onlarla
diyaloğunun olduğunu, onun için bu kadar sert davrandığını söylüyordu. Ancak
zaman hızlı geçiyor bizler de büyüyorduk, okullar bitiyor ve iş güç sahibi
olanlarımız vardı. Onlardan biri de bu eczacı arkadaşımızdı.
Öğrenciyken çok eleştiren o arkadaşımız, iş hayatına
atılıp biraz para kazanınca ilk işi toplumdan uzak büyük bir villa yani dönemin
malikânesine sahip olmak oldu. İnşaat bitmiş boya yapılıyorken bizi gezmeye götürdü,
tek tek tanıtıyordu, şurası bizim spor salonu burası tenis sahası şuraya bir
havuz yaptıracağım şuraya sazımı asacağım vs. diyordu. Hakikaten neyi nereye astı bilmiyorum ama bekârken insanları
darağacına iyi asıyordu. Böyle
tutarsız yaşamların ham meyvesi olan bizler, bu gün kıvamında olgunlaşmış
meyveler yemek istiyoruz, görmediğimiz zaman da meyvelerle birlikte bahçeyi ateşe
veriyoruz.
Şuna
inanıyorum ki, hepimiz birbirimizin imtihanıyız, ona göre yaşam alanımızı
belirlemek olsun icraatımız. “Kendi nefsimi temize çıkaranlardan değilim,
biliyorum Rabbimin koruması olmasa nefis hep kötülüğü emreder…”Bu hengâmede
dosdoğru yaşamak elbette çok zor, işte bizim sorumluluğumuz o zoru başarmak olmalıdır.
Bunları söylerken birileri ne yapsa, senin elinde olmadığı için onları
eleştiriyorsun demiyorum ve asla öyle bakmıyorum. Türkiye İslamcılarının
bilinçaltı çok dolu olduğu için, şu an yaşananlar o bilinçaltının bilince
egemen olmasından başka bir şey değildir. Dün züğürtlüğü anlatan ve öyle
kalmanın elzem olduğunu söyleyenler lort oldu. Bazılarımız normal yaşam akışı
içinde istikrarlı bir iş hayatı sonrası ciddi bir sermaye birikimi sahibi oldu.
Bu sermayedarlar toplumda en anlamlı yaşama sahip olanlardır desem sanıyorum yanılmam.
Bu insanlar nasıl bir yoldan geldiklerini çok iyi biliyorlar ve ellerindeki imkânları
başkalarıyla paylaşmanın hazını alıyorlar. Herkes toplumdan uzak fildişi
kulelerde yaşarken, bu insanlarımız normal hayatın içinde derdi olanların
dertlerine ortak olarak yaşamaktan haz alıyorlar.
Bazılarımız
da hala ideallerinin peşinde koştuğu için işini bilmeyen kafası çalışmayan boş
varlıklar olarak adlandırılmaktadır. Hatta zamanla aynı evde kalıp kimisi çok
aşırı zengin kimisi de hala dertli ve ideallerinin peşinde koştuğu görüldüğü zaman,
sen hala burada mısın köprünün altından ne sular aktı, paran varsa davan var,
yoksa kim ne eder, senin davanı diye, nasihatler dinledikleri de oluyor. Böyle
dönemlerde işini bileceksin bir yere geçmek istiyorsan adam bulup orayı yakalayacaksın,
yoksa kaderinle baş başa kalırsın diyerek çok öğütler dinlediğimiz olmuştur
hatta bendeniz, abi hala orada mısın senin gibi şizofren kaldı mı diyenlere
kulaklarım şahitlik yaptı…
Geçmişin
üzerine oturduğu dinamikler saman çöpü ise bu gün karşılaşacağınız hayat saman
alevinden başkası olmuyor… Onun için diyorum ki, bugünlerimiz geçmişte elde
edemediğimizden dolayı hınç yüklenerek bilinçaltını cephanelik yaptığımız
hayatın, şimdi patlayan mermileri arasında can çekişiyoruz. Bu can çekişmeye ya
son vereceğiz, ya da birileri elinde yanan meşaleyi her şeye rağmen taşıyacak
ve o uğurda can verecek, can verirken koşup gelenler aynı davaya inandığını
söyleyenlerden olacağı için, sen de mi burada bu haldesin diyenlere İsmet’in
kitabının ismiyle vereceğimiz bir cevabımız olacak elbet… Peki, “Waldo sen
neden burada değilsin” diyerek filmin perdesini kapatacağız…
Bahadır HATAYLI/06.07.2022/00.51