3
Ve açıktır ki, çok geçmeden zihinlerde sorular, sorular ve sorular canlanacaktır: Öyleyse neden halife Osman ipek giyiniyor? Darul hilafe’de en leziz yemeklerle donatılmış sofralar kuruluyor? Öyleyse neden Abdurrahman b. Avf’ın malı yığıldığında minberdeki halifeyle halk arasında engel oluşturacak ve altın külçeleri miras paylaşımında baltayla kırılacak kadar çoktu? Öyleyse neden hilafet şurasında yer alan Zübeyr’in her gün çalışarak kazandıklarını ona getiren tam bin kölesi vardı? Öyleyse neden halifenin akrabası ve Şam Valisi Muaviye Yeşil sarayı inşa ediyordu? Etrafındakilere, dalkavuklarına, şairlere ve tüm yaptıklarını onaylayan alim ve sahabelere efsanevi yardımlarda bulunuyordu. Öyleyse neden Allah’ın kitabına, Peygamber’in sünnetine, Ebubekir ve Ömer’in uygulamalarına sadık kalacağını taahhüt eden Osman sadece Kayser ve Hüsrev’in sünnetine uyuyordu? Öyleyse neden? Öyleyse neden?
Günden güne seçkinlik, sömürü, yoksulluk, sosyal ve sınıfsal uçurumdaki genişleme artıyordu. Ebuzer’in propagandası da gittikçe yayılıyor, mahrumlar ve sömürülenleri ayaklandırıyordu. Açlar Ebuzer’den öğrenmiştiler ki, yoksullukları ilahi irade, önceden yazılmış, göksel kader değildi. ‘Mal biriktirme’nin sonucuydu ve bu kadar!
Ne yapmalı!
Zahit Ebuzer’e hiçbir şey!
Onda ne bir şey ‘vardı’ ki, tehdit etsinlerdi: ‘Alırız!’
Ne de bir şey ‘istiyordu’ ki, tatmin etsinlerdi: ‘Veririz!’
Ve hanımı Ümmüzer’dir. O da Peygamber’in ashabındandır ve kocasına, mücadeleci insanın tahammül etmesi gereken zorluk, züht ve yoksullukta eşlik ediyordu.
Ki, İslam’ın olduğu günlerde kadın henüz ‘zayıf’ olmamıştı! Şimdi hakim durumda olan kutsal muhacir ve Peygamber’in büyük ashabının karşısında dikkatli davranan ve kendi sıkıntıları ve onların bozulmalarına tahammül eden mahrumlar cesaretlenmişlerdi. Osman tehlikeyi hissetti. Ne yapmalı? Medine’de hâlâ Peygamber’in hatırası var ve halk Ebuzer’i tanıyor. Onu Şam’a, Muaviye’nin yanına sürdü. Şam halkı İslam’ı Beni Ümeyye’yle tanımıştı. Muaviye Ebuzer’e karşı daha rahat davranabilirdi. Muaviye Şam’da Romalıları taklit ederek Osman’dan daha seçkin bir yaşam sürüyordu. Ayrımcılık, kirlilik, zulüm, İslam sisteminin yok edilmesi, burada daha net ve daha küstahçaydı. Bugünlerde Muaviye Romalı ve İranlı mimarların yardımıyla ‘Yeşil Saray’ını yapıyordu. Bu, saltanatın ilk sarayıydı. Görkemli ve güzeldi. Muaviye bu sarayın inşasını o kadar önemsiyordu ki, çoğunlukla işçilerin ve mimarların başında bekliyordu. Ebuzer de her gün oraya gelip haykırıyordu:
‘Ey Muaviye, eğer bu sarayı kendi paranla yapıyorsan, israftır ve eğer halkın parasıyla yapıyorsan ihanettir!’
Muaviye tecrübeli ve çok iyi siyasetçiydi. Tahammül ediyor, bir yol bulmak için düşünüp duruyordu.
Bir gün Ebuzer’i evine davet etti. Haddinden fazla saygı ve iltifatta bulunmasına rağmen Ebuzer öfkeli ve sinirli çehresini azıcık olsun değiştirmeyince işi tehdide vardırdı:
‘Ey Ebuzer! Eğer Osman’ın izni olmadan bir peygamber sahabesini öldürecek olsaydım, bu sen olurdun. Ancak seni öldürmek için Osman’dan izin almalıyım, Ebuzer bu iş benimle senin aramızı açıyor, sen yoksul ve alt tabakadaki insanları bize karşı ayaklandırıyorsun.’
Ebuzer cevap verdi:
‘Allah Resulü’nün sünnetine uygun davranırsan, seninle bir sorunum olmaz. Yoksa hayatımın son nefesini de Peygamber’in bir hadisini zikretmek için harcayacağım!’
Ebuzer’in propagandası yayıldı. İslam’ı da kendilerine daha önce hakim olan Roma rejimi gibi tasavvur eden Şam halkı, yavaş yavaş İslam’ın gerçek çehresiyle tanıştı. Adalet ve özgürlük dini, kalplerde imanın yanında ayaklanıyordu. Fakirlik ve mahrumiyeti dinle açıklayan mahrumlar, ilk kez Ebuzer’den şunu öğreniyorlardı:
‘ Ne zaman yoksulluk bir kapıdan girerse, din başka bir kapıdan çıkıp gider!’ (Hadis)
Mescid henüz Allah’ın, halkın ve Ebuzerler’in evi ve mücadele karargâhıydı. Muaviye’nin orada hükmü yoktu. Mescitlerin Allah ve Allah’ın ailesinden –halk- boşalıp halifenin karargâhı ve onun mollasının mekanı olması Ali’nin ölümünden sonradır. Mahrumlar şevk ve ümitle etrafında toplanıyorlar ve o insanlara ‘hak’la ikiz olan ‘hakikati’, ‘adalet’le yoldaş olan ‘İslam’ı ve ekmeği de düşünen Allah’ı öğretiyor, uyuşturmak yerine tahrik ediyor ‘Yeşil Sarayı’ daha bitmeden viranelikle tehdit ediyordu.
Muaviye onu Kıbrıs cihadına gönderdi. Eğer fetih gerçekleşirse Muaviye’nin gururu ve ‘İslam’ın izzetidir!’, eğer Ebuzer öldürülürse, elini onun kanına bulamadan zararından kurtulmuş olur.[6][6] Ancak Ebuzer sağlam döndü. Gecikmeden cepheden mescide gitti ve işine tekrar başladı!
Muaviye Ebuzer’in, kölelerin hürriyeti ve açların doyurulmasını ne kadar istediğini biliyordu. Bir köleye: ‘Eğer bu altın kesesini Ebuzer’e vermeyi başarırsan özgürsün!’ Köle, Ebuzer’e gitti. Ebuzer kabul etmedi. Köle ne kadar ısrar edip yalvardıysa da Ebuzer bir tek cevap verdi: Hayır! Sonunda köle şöyle dedi: ‘Ey Ebuzer! Allah seni bağışlasın, bu parayı al, çünkü benim özgürlüğüm sana bu parayı vermektedir.’ Ebuzer cevapladı: ‘Evet ama benim de köleliğim bu parayı almaktadır!’
Hiçbir hile bu inatçı, cesur, zahit ve uyanık adama işlemedi. Sadece zor kullanmak kaldı. Muaviye Osman’a yazdı. Eğer Şam’a ihtiyacın varsa, Ebuzer’i buradan götür. Çünkü o yarayı eşeliyor. Patlama yakındır. Osman Ebuzer’i Medine’ye göndermesini emretti.
Onu tahta eğerli bir deveye bindirip birkaç vahşi köle gözetiminde Medine’ye gönderdiler. Muaviye yol esnasında –Şam’dan Medine’ye kadar- hiçbir yerde duraksamamaları emrini vermişti!
Medine’ye yaklaşıyordu. Yorgun ve yaralıydı. Şehrin kenarında Sel Dağı’nın eteğinde Ali’yi gördü. Yanında Osman ve birkaç kişi daha vardı. Ebuzer haykırmaya başladı:
‘Medine’yi büyük ve sonsuz ayaklanmayla müjdeleyin!’
Halife hiç kimsenin Ebuzer’den fetva sormaması emrini verdi; ancak Ebuzer’in fetvaları peş peşe geliyordu. Şam’da gördükleri onu daha kızgın ve mücadelede daha cesur kılmıştı. Ömer’in hilafet şurasının lideri Abdurrahman bin Avf öldü; altın ve gümüşten müteşekkil mirasını Osman’ın karşısına yığdılar. Ebuzer Osman’ın şöyle dediğini duydu: ‘Allah Abdurrahman’ı bağışlamıştır. İyi yaşadı ve öldüğünde arkasında tüm bu serveti bıraktı!’
Ebuzer öfkeyle Osman’ın evine yöneldi. Yolda gördüğü deve kemiğini kapıp yola devam etti. Osman’ın başına dikilip haykırdı: Sen, ardında bu kadar miras bırakan adama, Allah rahmet etmiştir mi diyorsun?
Osman yumuşakça cevap verdi: Ebuzer, zekatını vermiş birisinin boynunda başka sorumluluk var mıdır? Ebuzer mal biriktirenler ayetini okuyup şöyle dedi: Burada söylenen şey, zekat değildir. Altın ve gümüşü biriktirip Allah yolunda infak etmeyenlerden bahsediliyor.
Kab’ul Ahbar –eski yahudi din adamı- Osman’ın yanındaydı, şöyle dedi: ‘Bu ayet Müslümanlarla değil, ehli kitapla [yahudilik ve hristiyanlık] ilgilidir’.
Ebuzer bağırdı: Yahudizade! Bizim dinimizi bize mi öğreteceksin? Annen yasını tutsun!
Osman: Eğer bir adam zekatını vermişse, kerpiçlerinin biri altından, biri gümüşten olan saray bile yapsa, hakkıdır. Ardından Kab’a dönüp onun fikrini sordu. Kab: Evet efendim, öyledir! Ebuzer ona saldırdı. Kab, korkudan Osman’ın arkasına gizlendi. Halifeye sığındı. Sahne tamamdır! Tüm tarihin gösteri sahnesi! Bir tarafta altın, zorba ve hakim din, Abdurrahman, Osman ve Kab’ul Ahbar ve ne kadar net! Temel altın! Zorba hami, din zorbanın sığınağında yönlendirici ve karşısında Ebuzer; sömürü ve istibdad kurbanı, tarihteki mahkum din ve mazlum sınıfın tecellisi, Allah ve halk!
Ebuzer yalnız, silahsızlandırılmış ve mazlum. Ama yine de saldırgan. Kab’ı zorbanın sığınağında yakaladı ve deve kemiğiyle başına öyle bir vurdu ki, kan aktı.
Osman: Ey Ebuzer, bize çektirdiklerin ne kadar da arttı, buradan git!
Ebuzer sordu: Ben de seni görmekten nefret ediyorum. Nereye gideyim?
- Rebeze’ye!
Peygamber’in Medine’den ebediyen sürgün ettiği Mervan b. Hakem, Ebuzer’in sürgünüyle görevlendirildi. Ali olayı duyunca inledi; Hasan, Hüseyin ve Akil’i alıp Ebuzer’e yoldaşlığa gitti. Mervan Ali’yi engellemeye çalıştı: ‘Halife Ebuzer’le yoldaşlığı yasaklamıştır.’ Ali kırbacıyla Mervan’ın isteğini reddetti ve Ebuzer’le Rebeze’ye kadar gitti. Rebeze, yakıcı çöl, susuz ve yerleşkesiz. Hacıların yolu üstündedir. Hac mevsimi dışında kimse oradan geçmezdi. Orada bir çadır kurdu ve birkaç hayvanla yaşamını sürdürdü.
Aylar geçti. Yoksulluk arttı, açlık daha da küstahlaştı. Hayvanları tek tek telef oldu ve Ebuzer’le ailesi çölün yalnızlığında ölümle yüz yüze geldi.
Kızı açlık salgınından öldü, sabretti ve ‘Allah yolunda saydı.’ Bir süre sonra açlık kurdu oğluna saldırdı. Sorumluluk duygusuna kapıldı. Medine’ye geldi. Osman’dan kestiği maaşını talep etti. Osman cevap vermedi. Eli boş döndü. Oğlunun cenazesi soğumuştu. Onu elleriyle defnetti.
Ebuzer ve Ümmüzer yalnız kaldılar!
Yoksulluk, açlık ve yaşlılık Ebuzer’i çok zayıflatmıştı. Bir gün artık son anlarını yaşadığını hissetti.
Açlık zorluyordu. Ümmüzer’e: Kalk, çölde dolaşalım, biraz ot bulup açlığımızı gideririz. Karı-koca ne kadar aradılarsa da bir şey bulamadılar. Dönüşte Ebuzer tüm gücünü yitirdi. Ölümün gölgesi çehresine inmişti. Ümmüzer ona seslendi:
- Sana neler oluyor Ebuzer?
- Ayrılık yakındır! Cenazemi yolun kenarına bırak ve yoldan geçenlerden defin işinde sana yardım etmelerini iste.
- Hacılar gitti. Kimse yoldan geçmez.
- Olsun! Kalk ve şu tepeye çık, benim ölümümde birileri hazır olacak.
Ümmüzer tepeden üç kişinin uzaktan geçtiğini gördü. İşaret verdi. Yaklaştılar.
- Allah sizi bağışlasın, burada bir adam ölüyor. Onu defnetmekte bana yardımcı olun ve karşılığını Allah’tan alın!
- O kimdir?
- Ebuzer!
- Peygamber’in dostu Ebuzer mi?
- Evet!
- Anne babamız sana feda olsun ey Ebuzer!
Başına geldiler. Hâlâ yaşıyordu. Onlardan şunu istedi: Hanginiz devlet adamı, casus ya da askerse, beni gömmesin. Eğer benim ya da karımın bir parça kumaşı olsaydı, onunla kefenlenirdim.
Sadece Ensar’dan bir genç serbest meslek sahibiydi. Şöyle dedi: Şu yanımdaki kumaşı annem örmüştür. Ebuzer ona dua etti ve o parçayla kendisini kefenlemesini istedi.
İçi rahatladı. Her şey sona ermişti. Gözlerini yumdu ve bir daha açmadı. Yoldan geçenler Rebeze çölünün sıcağında onu defnettiler. Ensarlı genç, mezarı başında durdu ve dudak altından söylendi:
Allah Resulü doğru söyledi.
‘Ebuzer!
yalnız yol alır,
yalnız ölür
ve yalnız dirilir!’
[1] Belki de Kur’an’ın hayret verici şu tabirinin anlamlarından biri de budur: “İbrahim tek başına bir toplumdur (ümmettir)!” (Kuran-ı Kerim)
[2] ‘Ticaret’ ve ‘ziyaret’ tarih boyunca bir bedende iki simadır: İktisadi beden. Kureyş’in Kabe’ye dini bağlılığı, Kabe’deki putların önemi, dini, sınıfsal ve ırkçı şirki koruyan budur ve tevhid devriminin etkisinin anlaşılacağı yer de burasıdır.
[3] Ayaklanabilir demiyor, hatta ayaklanmalıdır da demiyor. Ayaklanmamasına şaşıyorum diyor. Bundan da önemlisi, yöneticiye, bütün toplum sorumludur.
[4] Teğabun Suresi, 64/17
“Eğer Allah’a güzel borç verirseniz” mealindedir.
[5] Ali İmran Suresi, 3/97