Bu Blogda Ara

14 Eylül 2020 Pazartesi

PİSLİK SAHNESİNDE OYUNLAR BİTMİYOR!

Hakikat'ın üzerini örtmek için yanlışların kendi arasında hızlı bir yarışa tutuştuğu ortamlarda, hayatınıza konformizm egemen olur.Böylesi bir yaşamın yanlışlarını göklere çıkarmak için birbirlerine rakip olanların mücadelesinin temel etkileme gücü,sahip oldukları konfordan aşağı inmeme çırpınışı ve sahip olduklarını kaybetme korkusudur. Ülkemiz gerçeğini dikkate aldığımız zaman hangi ideoloji ve parti taraftarı olursa olsun böylesi bir bataklığın göletinde battıkça batan su aygırı gibi sesler çıkarmaktadırlar.Bu sesleri de ağızlarından köpük ve salya akıtarak saldırı pozisyonlarında savururlar.Ne garip değil mi, Hakikatler yere batırılırken karanlık odakların yanlış düşünce ve eylemlerinin meşruiyyet kazanarak hakikati nakavt etmesi.Yeryüzünün melanet yaşamının görüntülendiği pislik sinemasının lağım sahnesindeki çukur oyununda, hep sonuç hakikatlerin karalanması ve ona karşı savaşan dinozorların alkışlanmasıyla, perde kapanır.Birazcık kendisini insan olarak gören ve yaratıcının kendisine bahşettiği insani donanımlarından haberdar olan varlıklar, ne pahasına olursa olsun bu sahnenin pisliklerinden beslenerek haz aldığını sanan yaşama,hiç faydalanmasa da kalıcı yaşamdan alacağı hazın vermiş olduğu sarhoşlukdan bunlara karşı kıyamında ve şahitliğinde asla kusur etmemeye çalışır.Ancak öyle bir alemde ve ortamda yaşıyoruz ki,görünen faydasız yaşam görünmeyen hakiki yaşama tercih edilmektedir."İnsanlar gözleriyle gördüklerine aldandılar da arkalarındaki büyük günü hesaba katmadılar ve unuttular."Yaratıcının bu uyarısının sahip olunanlar kadar ve fani olanların size yaptığı vaatler kadar etkisinin olmadığı zamanlar da hep sahnelerde karanlık yaşamın görünmeyen ellerinin sergilediği filmler gişe rekorları kırar. Sanırsınız ki bunlar gerçek yaratıcının vaadi bir film,oysa hep gerçek sandıklarımız ömrümüzü tüketen bir film senaryosu olarak sinemalarda oynamayı beklerken,perdeyi kapatmak üzere gerçek yaşamın son perdesini kapatmak üzere kendisine gelecek emri bekleyen Azrail baş ucumuzda bizi gözetlemekte!!! Ne yapalım, şimdi bu yaşadığımız hayatı yok mu sayalım diye içinden mırıldananların sesleri sanki kulağıma geliyor gibi;yok saymayın ama asıl var olanın yerine koymayın,onun yerine koyduğunuz için asıl ile filmi birbirine karıştırdık ve filmlerle boğuşurken dışarıda gürül gürül akan bir yaşamın kıyısında horul horul uykuya daldık... Daldığımız uykudan bizi uyandırmak isteyenleri de neden hep farklı ses çıkarıyorsun diye bir kaşık suda boğmak için elimizden geleni arkamıza koymadık ardında da bunlar neden başımıza geliyor biz şöyleyiz böyleyiz şanlı bir geçmişimiz var her yere bayraktarlık yaptık dünya da bizim gibi hayra koşanlar var mı vs. gibi canhıraş sitemlerle kendimizi aklamaya çalıştık,anlaşılan o ki biz bu filmlerin dışında gerçek bir hayatın olduğuna asla yüreğimizle inanmadık... Yürekte iz bırakmayan bir yaşamın görünene hükmetmesini beklemek tam bir ahmaklık olur. Yüreğe kim hükmederse yaşamda onun kanunları geçerli olur. Yaşamımıza hükmedenlere bir bakalım, bu konformizmin bataklığında can çekişenler acaba hakiki yaşama bu lağımları yutmadan ulaşabilirler mi? Hakikaten yaşam serüveni bir gün noktalanacak peki ne zaman nerede nasıl noktalanacağı üzerinde söz sahibi olmadığımız bu gerçek senaryoya,sahiplendiğimiz ve bizim kontrolünde olduğunu sandığımız eklemeler yaparsak senaryo daha mı kaliteli olmuş oluyor.Hayır asla ve kata ancak biz o senaryonun kalitesini önemini anlar ve o rollerimizi en güzel şekilde oynadığımızda o senaryonun çok önemli olduğunu idrak ederiz.O senaryoya önem verdiğimiz de atacağımız her adım yüreğe hükmeden gücün belirlediği sınırlar içinde devam eder.Burada önemli bir iş yapınca yarın ki hayatın çok değerli olduğuna inandığımızdan oradaki sahnede seyircilerin karşısında gala yaparken mahcup olmamak için provamıza çok dikkat ederek önemli bir iş çıkarmış oluruz... Benim naçizane tavsiyem prova yaptığımız hayatta gala yapacakmış gibi tüm maharetlerimizi dünyaya ait rollerde oynayarak asıl olacağımız yere bir şeyler taşıyamama endişesidir. Konformizm sinemasındaki batak sahnesindeki rolleri imha edelim,mütmain bir yürekle gerçek hayata hazırlıklı bir yaşam ortaya koyalım, yoksa hakikatler bizlerin elleriyle lağım çukurlarında ölecek!!! 
14.09.2020/Erol KEKEÇ 

4 Mayıs 2020 Pazartesi

MAYINLAR ZARAR VERMEDEN PATLATILMALIDIR!


Yahu arkadaş -DİB nını savunmayı bana bıraktınız ya size helal olsun.22 Tane STK, Başkan hakkında bildiri ve çağrı yaparak diyanetin eş cinsellerle ilgili dini görüş ve fetva verme hakkının olmadığını söylüyor, olamaz mı.Hakikaten söylüyorum bu anlayışta olanların biri ikisi demiyorum hepsinin beynini toplasınız benim evdeki kedimin %1'i etmez.Çünkü yürürken bile neyin zararlı neyin zararsız olduğunu koklayarak anlıyor.Bunların tüm tat alma duyuları da yok olmuş.Diyanetin kuruluş amacı ve varlık gerekçesi dini fetva vermek ve dini konuda bilgilendirme yapmaktır.Yoksa bu fetvayı Eş cinselleri koruma altına alma ve yaygınlaştırma (!) kuruluşu mu verecekti.Siz aslında bunun arkasında bir başka hinlik ve cinlik arayarak korku ve tedirginliklerinizi gizleyerek paranoyak tavırlarınızla halüsinasyonlarınızın tanımını yapıyorsunuz.Yani DİP bu konuda fetva verdiyse gelecek yaşamımız böyle şekillenecek tarzındaki kendi korkularınızın sebebini başka yerde arayacağınıza kendi bilinç altlarınızda aramayı hiç mi düşünmüyorsunuz? DİB KENDİ KURULUŞ AMACINA UYGUN VE KURUMSAL OLARAK KENDİSİ İÇİN KANUNEN YAPILMIŞ OLAN TANIMA UYGUN, BİR GÖRÜŞ BEYAN ETMİŞTİR.SUÇU, VAR OLMA AMACINA UYGUN DAVRANMASI İSE, ONUN SEBEBİNİ MUSTAFA KEMAL Atatürk'e soracaksınız,ben olsam yerinizde vakit geçirmeden hemen sorarım, alacağınız cevap, ben peşimde beni ibnelerin hatırlaması için bir vasiyet bırakmadım olur,bunu bilin...Toplumsal birlik olmanın ve beraber yaşamanın koşulu insanlık nehrinin içinden insanca akıp geçmektir.Birileri bu Nehire ne olursa olsun atalım bunlarda buradan geçmek zorunda derse ki öyle oluyor,o zaman ben o Nehire sızacak olan her türlü pisliği yok etmek için üzerine katran döker yok ederim.Çünkü Toplumsal yaşamın varlık sahnesindeki yerini korumasının yolu o katranın dökülmesinden geçer.Bir ahırda bulunan hayvanların tümü inek ya da koyun ise, oraya bir kaç tane azgın domuzun girerek bir çoğuyla çiftleşmesi sonucu melez bir varlığın dünyaya gelmesine tahammülü olmayıp, onu ortadan kaldırmayı göze alanlar çirkefliğin alasının meşrulaşarak yayılması için kamuoyu oluşturmaya çalışıyorlar.Sahiden insan olmakla sizin aranızda çok ciddi bir uçurum var...Aynı cinslerin birbirinden haz alacak kadar insanlığın çukurlukta zirve yapmasının savunulması kadar alçakça bir şey olamaz.Bunun adı bilerek, insanlığın mutluluk hormonlarının azalmaya başlamasıyla ona farklı bir uçurumu haz kaynağı olarak sunmanın en aşağılık halidir. Allah'a rağmen Allah'tan bağımsız yeryüzünde oluşturmaya çalıştığınız tüm oluşumlarınız sizi ancak şeytan başı bir yiyecekle karşılaştırır ki, bunun asıl adı,ne kadar tadarsanız tadınız siz asla mutlu olamayacak ve kendi sonunuzu hazırladığınız bir bataklığın girdabında yok olunacaksızın adıdır.Bir toplumda aynı cinslerin birlikteliğini görmek oranın hayvanlıktan çok aşağıda olduğunun ispatıdır.Hayvanlar aleminde hiçbir hayvanın erkek erkeğe ya da dişi dişiye birbirinden haz aldığına dair şu ana kadar bir görüntüye şahit olan var mı? Peki bu durumun insan denen yaratıkların yaşamında görülmesinin sebebi nedir dersiniz? Kendisine verilen bir dirhem beyin ve iradeden dolayı her türlü kepazeliği yapacağını sanması,onun haddi aşarak bir yok oluş selinin tufanın her an patlamaya hazır olduğunu hızlandırmak olur.Kapitalizm 1960'ladan sonra insanlara aşıladığı mutluluk hormanlarının tükendiğini ve tüm sermayesini kaybedebileceğini görünce bu defa ilgi uyandırabileceğini düşündüğü bazı hayvani isteklerin çok altında olan eş cinsellik isteklerini kaşımaya başladı ve belli prototipler oluşturarak onları ciddi anlamda doyurarak, onlar eliyle piyasa oluşturmaya başladı hatta bu piyasanın oluşumunda bilim adamı ismiyle anılan satılmış bazı çukurların imzalarıyla bu durumun bir hastalık olmadığı bir tercih olduğu bu tercihlerine göre insanların yaşamaların meşru zeminleri oluşturulmalı gibi onaylar aldılar.Bu onaylarla sesleri daha fazla yükselmeye başladı çünkü istediklerine kavuşmuşlardı.Bu durum dalga dalga 1970'li yılların başından bu yana yayılmaya başladı.Alt yapısının da oluşturulmasını ihmal etmediler.Demokrasi zırtapoz-unun arkasına sığınarak, cinsel tercihler doğuştan verilemez insanlar bunu kendileri seçer gibi cibilliyetsiz söz demagojileriyle kıvırtan ayal moyol gibi laflar ederek sürekli insanların gözü önünde olacak karakterler oluşturdular.Çünkü biliyorlardı,cinsel haz istekleri belli olan bir dişinin esnemesi ya da öf ya demesinin altına binlerce dipnot düşerek azgınlaşan erkeklerin, acaba olmayan bir cinsiyet oluşturarak bunların ayollu mayollu laflarının parantezinde ne kadar çuval delecek fareler türeyecekti. İşte tüm bu cevapları belli olmayan denklemler hiçbir zaman masumane icat edilmemişti.Tümü Kapitalist pisliklerin bu varlıktan daha fazla faydalanmak için yeni ve farklı haz depoları oluşturarak onlara dönük yeni üretim alanları oluşturmaktı.Ama kendinden kaçan herkese özgürlük gibi yedirilen ve kendi fıtrat donatılarını parçalayan bir varlık, özgürlük arayışındaydı sahiden ne kadar inandırıcı değil mi? İnsanlığın bataklığın en dibine doğru düzgün doğrusal sürekli çakılan bu yaşam eğrisini savunacak ve bunların bir hasta değil de kendi tercihleri onlara saygı duyularak onlara yaşam alanları oluşturup yaygın hale getireceğiz demek, birlikte olduğumuz bu geminin okyanusun ortasında parçalanmasını istemektir.Hiçbir çıkar siyasi gelecek beklentisi birlikte yaşadığımız bu geminin patlatılarak parçalaması için bizden alkış bekleyerek onların bu çirkef arzularına destek olacağımızı ve onları yaratılış hamuruna uygun bir yaşamın olması gereken doğal istekleri gibi, kamusal alanda bu sapkınlıklarını yaygınlaştırmada onlara her türlü imkan ve koşulları oluşturacağımızı sanmasınlar.Eğer bir yerde insanlığın doğal yaşam biçiminin belli ellerle değiştirilerek farklı arzu istek ve haz haritasının donatıları yeniden oluşturulmak isteniyorsa, doğasına uygun yaşamak isteyen hiçbir fert bu farklılığın onunla sınırlı kalmadan bir Corona mikrobu gibi herkesi kuşatacağını bilir ve onun önlemini almasının gerekli olduğunu görür.Şuna ben en derinden inanıyorum,her canlı kendi fıtrat donatılarına uygun ona yüklenilen işletim sistemine göre çalıştığı zaman onun varlık ve yaşam hakkını korumak insan olmanın gereğidir.Ama buna aykırı ve ters olan insanlık dışı istekleri doğal bir hak olarak kimse bana yediremez. Fosseptik kuyusundan içmek için temiz su çıkaramazsınız, fıtrat dışı isteklerin hepsi bir fosseptik kuyusunun pisliğinden farksızdır.Toplumda şöyle bir algı var yahu çift cinsiyet olanlar var onlar ne olacak! O durum tamamıyla yaratılış doğasıyla alakalıdır.Eğer iki hormonda var ise onun en iyi çözüm yolu o alandaki sağlıkçıların vereceği bir kararla onların yaşam alanları garanti altına alınır.Ama eş cinsellik benim toplumsal ve ferdi tercihimdir diyen algı evrenini imha etmek için yeryüzüne mayınlar döşemenin adıdır.PKK nasıl kaçak mayınlar döşüyorsa bu anlayışın toplumsal yaşamda ortaya koyacağı yaşamın meşruluğu da ancak o kadar olabilir.Vesselam
03.05.2020/ Erol Kekeç

2 Mayıs 2020 Cumartesi

ACILAR ÇOCUKKEN YÜREĞE SAPLANIR!!! YAŞAMIMDAN BİR KESİT-2

Sabah saatlerinde Adana'dan otobüse bindim 2 saat gibi kısa bir yolculuktan sonra İskenderun’daydım. İlk işim eskiden Kırıkhan İskenderun arasına çalışan taksi dolmuşlar vardı onların garajına gitmek oldu. En önde eski uzun kanatlı impala bir taksi vardı sahibi başında Kırıkhan, Kırıkhan diye bağırıyordu, taksisinin başından ayrılıp insanlardan uzaklaştığı zaman yanına gidip durumumu anlatmak istedim. Arkaya dizilen arabalara baktığımda tüm Hacı Muratlar bir kervanın önüne dizilmiş küçük boylu Anadolu merkeplerini andırıyordu, arada bazı Renault 12 TS ve TSV araçlarda vardı. Birisi olmazsa birisi mutlaka beni arabasına alır diye düşünerek o yaşlı adama yaklaşarak amca, benim sadece 1 liram var, beni Kırıkhan'a kadar götürebilir misin orada sana paranı geri veririm dedim, âmâ o yaşlı adamın bir sinir ve haşmetle git ulan buradan e...oğlu eş..k diyerek, beni oradan kovalamak için peşime verdi, ben de ne söyledim ki diyerek utancımdan yere girseydim de bu durumla karşılaşmasaydım diyerek oradan uzaklaşmaya başladım. İskenderun’un ortasından geçen çevre yolunda Hatay'a giderken PAC garajına varmadan sanıyorum 500 metre önce, yolun sağında bir duraktı burası. Durağa 100 metre mesafede oturdum ve hangi arabaya sıra gelirse kaptanının durumuna bakarak durumumu anlayacak birisine anlatmak için biraz daha yaklaşıyordum, ama bakıyordum ki, hepsi birbirine benziyordu söylemeden oradan tekrar uzaklaşıyordum. Bu şekilde geçen zaman neredeyse 4-5 saati bulmuştu. Öğlen ikindiye doğru sarkmış ve Güneş yavaş yavaş batı tarafına doğru yol almaya başladığında midem bulanmaya başladı. Orada el arabasında simit satan bir tezgâha gittim bir ayran ve bir simit aldım onu güzelce bir yedim, baktım gözlerim biraz açıldı. Tam bir gün önce öğle yemeğini okulda yemiştim o saate kadar hiçbir şey yememiştim elimdeki son paramı da ona verdim ve böylece hiçbir imkânım kalmadı ne yapacağım diye derin derin düşünürken yeni bir fikir gelişti ve kendimi bir anda PAC garajında buldum. Garajın önünde kapıda 2.5 Ford Minibüs duruyordu sahibini bulup durumumu anlatmam gerekiyordu çünkü akşam yaklaşıyordu zamandan hafızamda kaldığı kadarıyla hafif sakallı 30 yaşın altında olduğunu tahmin ettiğim bir adam sağ dirseğini arabasının ön çamurluğuna dayamış Kırıkhan kalkmak üzere, son yolcu, son yolcu diye bağırıyordu. Ben ise utana sıkıla onun yanına yaklaştım, abi bu tarafa biraz gelebilir misin dedim, hiç kırmadı ve hemen geldi. Abi benim hiç param kalmadı Kayseri'den geliyorum orada okuyorum, beni Belen'i geçince Gediğe kadar alabilir misin dedim, ne demek abiciğim gel sen şoför mealine benim yanıma otur, nerede ineceksen söylersin, ama Kırıkhan'a gideceksen seni oraya da götürüm sakın utanma dedi. Ben, hayır abi beni oraya kadar götürürsen yeterli, orada yanımda okuyan bir arkadaşımın ailesi var onlara uğramam lazım dedim. Bu olay sanki dünyanın tüm ağırlığını üzerimden almış beni bir kuş gibi göğün en üst makamına çıkarmıştı. Gözlerindeki o merhameti ve sevecenliği bugün gibi anımsıyorum. Aslında benim Gedikte inmemin sebebi kimseye yük olmadan arkadaşımın ailesinden biraz para alarak köyüme gitmekti, çünkü arkadaşımın kız kardeşi de aynı zamanda sınıf arkadaşımdı. Ona durumu rahatlıkla söyleyebilirdim beş yıl aynı okulda aynı sınıfta uyku saatleri dışında neredeyse hep birlikte geçmişti zamanımız. İsmini yazmada belki bir sıkıntı olabilir şu an öğretmenlik yapıyor o kız arkadaşım, arkadaşlarımdan aldığım bilgilere göre...Ama benim yolum o acılı günlerimden sonra bir daha denk gelmedi. Bana Erol, akşam oldu ne olur burada kal, sizin köy uzak, şimdi gidersin köy arabası da bulamazsın demesine rağmen benim inadım inat der gibi köye ulaştıracak bir yol parası alarak asfalta indim ve gelen bir arabaya bindim Kırıkhan'a vardığımda neredeyse Güneş batmak üzereydi, köy garajında o yana bu yana koştum hiç araba kalmamış ancak bize uzak olan kısımdan bir araba vardı oda kalkmak üzere ancak benim köyüme en az 6-7 km uzaklıkta beni bırakacaktı. Olsun dedim ve ona binmeye karar verdim, araba diyorsam bugün sizin bildiğiniz gibi bir araba değil, altı yere yakın Skodalar vardı, tekerlerin üzerine tahtadan uzatılan bir oturak olurdu çift taraflı üstü çadırlı insanlar doldurulurdu içine o şekilde giderdiniz. İlk olarak iki takımın maçını izlemek için bir stada gitmiştim orada tezahürat yapanlar, eğer kendi takımları aleyhine hakemlerden bir karar görürlerse hemen bir küfür basarlardı. Orada ilk olarak karşılaştım yan hakemin bacakları içe doğru eğriydi, hemen bayrağı kaldırdı ve ofsayt kararı verdi. Bunu gören oyuncu taraftarlar ulan hakem hakem Skoda bacak diye hakaretler savurmaya başlamışlardı. İşte benim bindiğim aracında tekerleri içe doğru eğikti yattı yatacak giderdik.
Derken bizim araba kalktı her gaz verilişinde egzozdan çıkan o gazlar bizi sanki boğardı. Şoför arabada kim var kim yok bilmez sadece bir an evvel gideceği yere varma sevdasında gaza basardı köy bu köy derken yolları hızlı bir şekilde geçiyoruz ben ise oturacak bir yer bulamamışım üstteki çadırın altındaki koruması olan demirlere yapıştım kendimi korumaya çalışıyorum ama her an bir frenle ya öne ya arkaya savrulma ihtimali de var. Yavaş yavaş etraf kararmaya başladı, akşam ezanı okundu okunacak gibi, araba baktım tam virajı dönüyor Kürt nasır ile Çamsarı yol ayrımında, ben orada ineceğim diye bağırdım, arabadakilerde arabaya vurdular ben daha inmeden bir ayağım yerde henüz inmeden şoför hemen gaza bastı ben ise bir anda asfalta savruldum yüzüm gözüm toz toprak çeneme alnıma taşlar batmış kan akıyor o anda olayın etkisiyle sersemleyerek bir baygınlık yaşıyorum alnımda bir ağrı çünkü yüzükoyun düştüm. Araba kenara durmuş herkes çocuk öldü diye bağırıyor bu çocuk hangi köyden tanıyan var mı diye birbirlerine soruyorlar, ben bunları duyuyorum ama karşılık veremiyorum anda bir teyze beni dizine yatırmış vah yavrum vah yavrum bu da mı gelecekti senin başına diye, yüzümdeki kanları siliyor alnımdan öpüyor ve şefkatle eşarbı ile yüzümdeki tozu toprağı temizliyordu. Gözlerimi tam olarak açtığımda baktım ki Yusuflu Köyünden sıra arkadaşım Fatih'in annesi olduğunu fark ettim. Okula birkaç defa oğlunu görmek için gelmişti ben oradan hatırlıyordum ama o beni sanıyorum tanımadı tanısaydı beni asla bırakmazdı çünkü. Derken bir Jhondere traktör geldi bizim istikamete giden, onu durdurdular ve ona dediler ki Körpınara gidecek bunu gideceğin yere kadar götürebilir misin, o da ne demek tabi ki götürürüm dedi ve beni traktörüne bindirdi. Hemen sordu Sen Körpınarlı mısın evet deyince, Kimin oğlusun dedi, Ben Kilisli Cuma'nın oğluyum dedim, sen Cuma dayının o uzakta okuyan oğlu musun dedi, evet dedim.O zaman biraz duralım şurada dedi ve Kürtnasır köyünün kenarında duran derenin kıyısında durdu benim yüzümü gözü tertemiz yıkadı, üstümü başımı sildi, cuma dayı seni bu halde görürse tedirgin olur ve geri gelir o şoförü akşam akşam vurabilir, sakın ola ki ona böyle olduğunu söyleme yolda karanlıktı taşlara takıldım düştüm dersin diye beni de iyice öğütledi ve Traktöre tekrar bindik. Ben seni köyüne kadar götürüp Cuma dayıma teslim ederim, hem bir elini öper dönerim ondan helallik isterim, ben seni asla burada bırakamam onun bizde hatırı var, olur mu diye beni köye götüreceğini söyledi. Macerayla başlayan yolculuk başlangıcımız köyümün yollarına kadar maceramız eksik olmadan geldik, köy yolunda mezarlığa doğru döndük şimdi babamın yattığı asıl mekan orası, Mezarlık sonrasını görüşmek üzere inşallah...
Erol Kekeç/28.04.2020
Görüntünün olası içeriği: bir veya daha fazla kişi, yürüyen insanlar ve açık hava

ACILAR ÇOCUKKEN YÜREĞE SAPLANIR!!! YAŞAMIMDAN BİR KESİT-1

Bilinçaltı deyip geçmeyeceksiniz,bilinçaltından öyle sular akar gider ki ama siz farkında bile değilsiniz,oysa bilinçlice yaptığımız çoğu davranışları onlar belirler.Yıl 1981 Kayseri Mimar Sinan Öğretmen Lisesi Ortaokul birinci sınıfta öğrenciyim. Kayseri'nin iklimi dikkate alındığı zaman benim yaşadığım büyüdüğüm ortamla hiç ilgisi yok.Ben sıcak bölge Hatay'da doğmuş büyümüş ve o günlere kadar ilçeden çıkıp vilayete bile bir defa sınava girmek için gitmiş biri olarak annem ve babamdan uzakta yılda bir defa tatili olan çok uzak bir yerde okul okuyorum.Yani içimdeki hasret beni yakıp kavururken,bir de Kayseri'nin o soğuk iklimi beni yüreğime kadar dondurmaz mı hayat çekilmez oldu ve Okuldan ayrılıp memleketime tekrar gitmek istiyorum, ancak Parasız Yatılı olarak orada okumaya başladığımız için noterden senetler yapılıyordu 6 yıllık, o senetlerin tamamını talep ediyorlar rahmetli babamdan.Ancak babam rahmetli bunları ödeyebilir mi ödeyemez mi  o tedirginlikle memleketim Hatay'a giderek durumu babama anlatmak istedim.Okuldan bir haftalık izin aldım Pazar Örenden Pınarbaşı Birlik otobüsleriyle Kayseri Otogarına geldim.O dönemde Kayseri'den İskenderun'a çalışan sadece bir otobüs vardı o da Kent turizm otobüsüydü.Zaten akşama denk gelmişti Kayseri'ye ulaşmam doğrudan gittim otobüs yazıhanesine, saat kaçta İskenderun'a araba var dedim, araba 20 dakika önce kalktı dedi takriben saat da 18.50 civarıydı.Ben üzüldüm ve derin derin düşünmeye başladım, ama Adana'ya gece saat 22.30'da var dedi. Sen oraya bilet al zaten gece 02.30.ile 03.00 arası orada olursun, oradan da hemen İskenderun'a her an araba var atlar gidersin dedi.Kafama yattı ve bileti aldım yalnız İskenderun fiyatı ile arada sanki fark yoktu, ama ben paramı ona göre hesap ediyordum.Peki Adana'ya gittim, ya araba yoksa havada soğuk tam kışın ortası, sabaha kadar orada ne yaparım diyerek düşünürken  otobüs saati geldi dayandı.12 yaşında daha ilk okulu yeni bitirmiş köyünden okula, okuldan köyüne gitmenin dışında bir yer görmemiş ama kendince uyanık olduğunu düşünen ben,benden daha uyanıkların olabileceğini hiç aklıma getirmiyordum.(!) Otobüse bindim geçtim pencere kenarı takriben ilk beşinci koltuk falandı tam da Şoförün arkasındaki sırada yer alıyordu.Yanıma iri yarı yaşı  o gün hatırladığım kadarıyla 60 ile 70 yaşlarında uzun sakallı kafasında külahı elinde 99'lu tespihi olan biri geldi ve oturdu, bir yandan tespih çekiyor bir yandan da benimle konuşmaya çalışıyor,annen baban yok mu yanında, kiminle gidiyorsun dedi, ben buralı olmadığımı Pazar Örende okuduğumu Hataylı olduğumu söyledim.Ama otobüs gece yarısı Adana da olacak orada ne yapacağımı nerede kalacağımı beni kimsenin gelip alıp almayacağını sordu, hayır öyle bir tanıdığım yoktur.Otobüs varsa Hatay'a geçeceğim yoksa otobüs yazıhanesinde sabaha kadar bekleyeceğimi sabahta otobüsle memleketime oradan da köyüme gideceğimi söyledim.Aramızdaki konuşmalar gittikçe duygusal bir içerek almaya başladı ve sakallı dede bana acıma tavırlarıyla yaklaşarak, olur mu evladım ben seni orada tek başına Adana'da garajda bırakamam, burası Adana İnsanın başına gece her şey gelebilir dedi.Ben de bu konuşmaların yüreğime dokunan hisli ve büyülü yanlarıyla bayağı büyülenmiştim.Nihayet yolculuk Adana'da tamamlandı gece yarısı otobüsten indik hacı dede beni bırakmıyor olmaz evladım ben kanalın öbür yanında ucuz oteller biliyorum oraya gideriz ben senin oda masrafını karşılarım orada birlikte kalırız, sabah olunca ben seni garaja getiririm oradan gidersin dedi.Ben hayır olmaz benim param beni ancak köyüme götürür başka imkanım yok diye diretmeme rağmen, sen parayı düşünme onu ben halledeceğim diyerek kolumdan tuttu gece boyunca kanal boyundan yürüyerek bir kaç otel gezdikten sonra nihayet bir yerde demirledik.Gittiğimiz yolları benim tekrar bulabilme imkanım yoktu çünkü oraları ilk defa görüyordum ve bu dede beni nereye götürüyor diye de, hep endişe taşıyordum. 
Otele girdik, gece uykulu uykulu 25- 30 yaşları arasında o günün şartlarında tanımlayabildiğim genç biri resepsiyonda bankoya kafasını koyup uyurken birden kalktı ve buyur amca hoş geldiniz dedi.Bizim dede,hoş bulduk evladım bana bir kişilik yer lazım yeriniz var mı dedi.Ya bu çocuk kim, seninle değil mi dedi,hayır o otobüste benim yanımda oturuyordu,kalacak yeri yokmuş arkama düştü geldi, ben onu tanımıyorum ama sen ona yardımcı olursan o da sana bağlı dedi.Genç tekrar sordu bu çocuk böyle mi geldi gerçekten, evet evladım, şimdi namaz kılacağım sen bana inanmıyor musun dedi.Tamam amca olur bir bakayım boş oda var mı dedi,O zaman bizim dede sen bana abdest yerini ve bir de namaz kılacağım yeri göster, yatsı geçecek dedi ve gitti ben ağlamaya başladım.O genç dedi ki, niye ağlıyorsun, ben bununla kalmam, beni buraya böyle getirmedi ısrarla kolumdan tutarak getirdi dedim.O zaman bana nereli olduğumu sordu bende Kırıkhanlıyım o zaman niye canını sıkıyorsun biz abi kardeşiz, bende buralıyım aynı yerli sayılırız ben sana yer ayarlayacağım ama parasını o sakallıdan alacağım dedi ben olmaz hayır ben burada beklerim sabah'ta giderim dedim ve ağlamaya devam ettim, kalktı geldi boynuma sarıldı lavaboya götürüp elimi yüzümü yıkadı kolonya verip beni sakinleştirdi.O zamana kadar bizim ihtiyar namazını kılmış geldi.Benim yeri ayarladın mı dedi,evet amca ayarladım odamız büyük ama tek kişilik özel oda dedi.Peki çocuğu ne yapacaksın diye sorunca, senin oda geniş istersen ben  oraya bir ranza bırakacağım o da senin odada yatsın herhalde seni rahatsız etmez dedi.Yok yok yeter ki yatacak yer bulsun dedi.Tamam amca siz beş dakika bekleyin ben hemen ayarlayıp geliyorum dedi, gitti ve bir iki dakika sonra geri geldi.Tamam amca, geçmiş gün fiyatı neyse o rakamdan bayağı fazla aldı,dede itiraz etti falan, yok dönüş olmadı.Nihayet çıktık odaya zaten yorgun bitkin ve çok ağır bir duygusallık içindeyim kafama battaniyeyi çektim ve yattım.Sabah kalktım ilk işim hacıya beni garaja bırak dedim.O da kalktı ama ben daha geç çıkacağım işim öğleye doğru, halledip Kayseri'ye geri döneceğim, bu saatte nereye çıkayım falan dediyse de direttim o zaman kalktı ben onu aşağıda bekledim.O arada Oteldeki o genç ben senin paranı ondan aldım böylelerine bu şekilde davranmak gerekir hem seni getirmiş hem de burada satıyor, ona hiç acımamak lazım dediyse de, ben onun sakallı halinden dolayı içimde onun asla yanlış düşünmeyeceğini o yine benim için, öyle yaptığını anlatmaya çalışsam da,genç senin bildiğin gibi değil,ben fiyatı fazla söyleyerek aldım, yoksa o senin paranı vermedi yani senin ücretini de ondan çıkarttım dedi.neyse anlamasam da bir nebze rahatlamıştım.Geldi ve haydi gidiyoruz dedi,benim içimde hala acaba dede bir yere girelim bir çorba içelim falan der mi diye içimde güzel duygular beslerken,bir yere geldik aha şu gördüğün yer garaj,yolun o yanına geç orada araba bulursun dedi ve uzaklaştı....Ben ise o an yeniden ikinci şoku yaşamanın etkisiyle gözleri yaşlı bir halde firmayı aramaya başladım ve sonrası.....Devamı sonra/25.04.2020/Erol Kekeç​
Görüntünün olası içeriği: bir veya daha fazla kişi, ayakta duran insanlar ve açık hava

4 Nisan 2020 Cumartesi

ÖZDİLE BİR HATIRLATMA ve SONRASI!!!! Toplumsal dayanışma Bu toplumun Ruhunda var!



Hep söylüyorum tekrar söyleyeceğim,yaşamın tamamında yapmanız gerekenleri yapmazsanız, belli dönemlere hasredilen davranışlar güvenirliğini ve hakkaniyet ölçülerini kaybediyor.Bizim Millet hakikaten kültürüyle duygusal bağlarıyla inanç temelleri ile farklı olduğunu her eylemiyle apaçık deklare etmektedir.Bu davranışlarımız devlet Millet el ele olduğu zaman daha farklı güzelliklere kapı aralamaktadır.Dün Yılmaz Özdil'in yazısını okudum.Büyük bir çoğunluğuna Özdil'iin yererek ve eleştirerek baktığı konuları ben ayakta alkışladım.Sebebi ise dünyanın tamamında ki devletlerden daha fazla yeryüzünün her yanına ulaşarak tüm insanlığa her açıdan destek olmaya çalışmışız bu da gösteriyor ki,biz bir evrensel medeniyet tasavvurunun taşıyıcılarıyız.Bu davranışlarımız her ne kadar içinde kısmi olumsuzluklar ve bilerek ya da bilmeyerek yapılan yanlışlar olsa da eylemler totalda bakıldığı zaman, çok güzel bir geleceğe kulaç attığı görülmektedir.

Onun için buradan açıkça deklare ediyorum ki,kin nefret ve saldırganlık üzerine asla bir yaşam kurulamaz; bu konuların daha aklı selim ve ideolojik sapkınlıklardan arınarak değerlendirilmesi kaçınılmazdır.2000 öncesinde kendi insanının karnını doyurmaktan aciz bir devletin, dünyanın dört bir yanına kadar uzanmış olması bizim açımızdan utanç duyulacak bir davranış değil, ancak kıvanç duyulacak bir davranış olabilir.Benim eleştiri noktalarım hiç de Özdil'in idrak edemeyeceği noktaları içermektedir.Ben adil hakkaniyetten yana olan bir anlayışın temsilcisi olarak devletin yönetim aygıtlarında istihdam edilecek fertlerin değerlendirme kriterlerinin düşünce,inanç ve birilerine yakınlığına bakılmaksızın,ehliyet liyakat ve emanete ne kadar riayet edileceğine bakılarak alınması gerektiğine inanmaktayım.Bu kurala uyulmadığı zaman hangi anlayışa sahip olursanız olunuz yanlışlar kapısından içeriye girersiniz bunun sonucu da yanlışların yanlışları beraberinde getirmesi olur.Biz, kendi halkının can,mal, nesil korunma ve ve barınma ihtiyaçlarını sağlamaya çalışan adil bir yönetimi korumazsak insan olmamızdan utanç duymalıyız. Peki bizim devletimiz bunları yerine getirebiliyor mu getiremiyorsa da ne kadar getirememekte ve nedeni ne olabilir bunları sorgulayarak kendimizle biraz yüzleşme yapalım.
Evet dostlar; bugünlerde yapılacak olan dayanışma ruhunu yok etmek ve eleştirmek bugün yapılması gereken bir eylem değildir.Bugün Millet olarak biribirimizdeki farklılıkları yok sayarak bu denizin dalgalarından sağ selim birbirimizin elinden tutarak karaya çıkmamız gereken bir dönemdir.Böyle değil de sen neden böyle yaptın o neden öyle oldu diye diye tartışalım hep beraber göreceğiz ki bu seller bu şekilde kaynayan toplumları yutar.Gelelim bugüne çok çeşitli kuruluşlardan bu bağış ve yardımlaşma hesabına nakit ya da farklı ihtiyaç maddelerini karşılamak için vaatlerde bulunan kişi ve kurumlar var.Ben burada bazı soruları sormam gerektiğine inanıyorum ve soracağım...'
1.Bu kadar biriktirip sizin dışınızdaki insanların şu ana kadar nasıl yaşadıklarını hiç mi merak etmediniz,
2.Beş aya kadar maaşlarını bağışlayanların demek ki yaşamlarını devam ettirmede,Milletin kıt kanaat geçimlerini sağlamak için elde ettiklerinden alınan vergilerden size verilen bu maaşların yaşadığımız ortam dikkate alındığı zaman sizin vicdanınıza hiç mi dokunmadı,
3.Devlet kurumları olarak bu kadar bağışların yapılacağı paralar,Millet bu halde yaşam sürerken orada bulundurup kurumların harcamalarında bir sınır tanımadan israfa dayalı bir yaşamı nasıl bugünlere getirebildik...
4. Allah'ın özgürce yarattığı kullara asgari bir yaşam denklemi oluşturarak ne kadarla nasıl geçineceğini ona dayatıp insani bir yaşam sunmamakla kendimizi hiç bu işlerde sorumlu tutuyor muyuz?
5.İhalelerin genellikle bu ülkede belli ellere verilerek onların mal varlıklarının Karun'un kıskanacağı duruma gelmesinde ve bugün bunların bu dayanışmadaki rollerinin neredeyse bir hiç pozisyonunda olmasından dolayı adil bir iş yapmış olacağımıza inanıyor muyuz?
6.Devlet,kendisinin söylediğinin bir kanun olduğunu ve herkesin buna gönül rahatlığı ile uyması gerekir anlayışını toplumun genelinde oluşturamadığından dolayı, hep başkalarını sorumlu tutarak sorunların kaynağına inmiş oluyor mu; yoksa kendisinin üzerine oturduğu ve savunduğu anlayışta bir hata olabilir diye kendisini sorgulamasının kaçınılmazlığını dikkate alacak mı?
7.Devlet,asıl fonksiyonunun toplumda meşruluk temeline oturmuş bir güven oluşturması gerektiğini dikkate alacak mı?
8.Devlet ne olursa olsun tüm vatandaşlarına merhametle yaklaşıp onların ajitasyona dayanan eylem ve düşüncelerini rehabilite ederek toplumsal yaşama entegre etmek için şefkat timleri kurup toplumda bir barış ve dayanışma atmosferi oluşturacak mı?
9.Devlet, acaba bugünlerdeki musibetlerden bir ders alarak kendisini yeniden yapılandırıp gelecekte çok daha farklı,hakikaten bir baba olma dirayetini şecaatle nasıl gösterecek?
10.Devlet,toplumda gerilim oluşturmaya dönük kendisini desteklemeyen ya da destekleyen fark etmez her türlü olumsuz düşünce ve eylemlere karşı toplumsal sulh mekanizması kurarak toplumsal bir kardeşlik ruhu ile bu dayanışmayı daha kapsamlı ve kuşatıcı tüm kitlelere taşıyacak nasıl bir formül oluşturmayı düşünmektedir?
11.Devletimizin neredeyse gelir kalemlerinin tamamı vergiye dayanmaktadır.İnsanlardan aldığı vergi ile hiyerarşik gücünün devamını sağlayan bir devlet, ben yaptım oldu gibi, kendisine teslim edilen maddi ve manevi imkanları çok hassas ve har vurup harman savurak savurganlıkta sınır tanımadan istediği gibi harcamalı mı yoksa Hz Ömer gibi kendi işini yaparken kendisine özel mumu yakarak mı aydınlanmalı, ya da Rahmetli Hasan Celal Güzel gibi,kendi özel işinde kendi cebinden çıkardığı özel kalemi ile mi imza atmalı,bu konuda gerekli ve hassas duyarlılık örneği gösterecek bir düşünce ve eylemi ne zaman hayata geçirmeyi düşünmekte...
12.Devlet, ne zaman kendi içinde bir makama geçmek için milyonlarca paralar harcayarak ya da el altından ona buna rüşvet vererek bir yere gelmeye çalışanların önüne geçmeyi düşünmekte,alacağı maaş belli olmasına rağmen bu kadar paralar harcayarak oraya gelmeyi düşünen bir anlayışın bu Milletin teslim ettiği vergi emanetini Allah'tan korkarak harcayacağı mı düşünülüyor yoksa,Devlet bu yola açılan kapıların hepsini ne zaman kapamayı hesap etmekte...
13.Geçmişte belli kesimler hariç(ihtilal yaparak devletin kasalarını boşaltan paşalar) devlette çalışanların imkanları çok sınırlıydı ve insanlar onlara destek olmaya çalışırdı oysa bu gün devlette çalışan belli makamlar sınırsız imkanlara sahip ve kendi avanelerini korumaya ve kollamaya çalışmaktadır.Peki sormak gerekmez mi bu adamlar tacir değil ticaret yapmıyor buna rağmen bu kadar imkanlara nasıl ulaşıyor,o zaman bunlar bizim kendilerine emanet ettiğimiz emanetleri amaçları dışında kullanmaktadırlar diye bir algı oluşuyor ve bu algı da yalanlanacak ciddi gerekçelerle karşılık bulmuyorsa devlet bunları önlemek zorunda değil mi?
14.Şairin deyimiyle,"Vurun ulan vurun,ben kolay ölmem,ocakta küllenmiş közüm,söylemeye sözüm var karnımda halden bile,....Devlet bir an evvel yeni bir inşa sürecine girmeli yaptığı güzellikleri alkışlıyoruz daha güzeli rahatlıkla olabilir,bunun yolu tüm vatandaşlarına asgari bir yaşam bağışlamadan adil ve hakkaniyet ölçeğinde herkese insanca yaşayacağı bir yaşamı sunmalıdır.Sınıfsal ayrışmanın önüne geçmeli herkes devletine destek olacak duruma gelmeli,Güç para sadece belli ellerde toplanarak ifsatın kaynağını oluşturmamalıdır.
15.Rabbm, bugünleri bizler için tefekkür,yeniden doğuş,kaynaşma,beraberlik kardeşlik ve sadece Yaratıcıya kulluğa açılan kapı,hakkaniyet ve adalet ölçeğinde Allah'ın kullarına merhamet ve şefkat kanatlarını gereceğimiz günler eylesin...
Bu değerlendirmem sadece yürek çakralarımızı açmak zihin duvarlarımıza yapışmış örümcek ağlarını yok etmek,bizi biz yapan değerler atmosferi ile buluşarak kendimize gelmek için bir analiz olarak görmenizi istiyorum...Rabbim sadece hakkın ve adaletin şahitleri kılsın bizleri! Bu süreçte canını dişine takarak her daim koşan uykusuz kalan ve yürekten mücadele eden tüm gönül erleri büyüklerimi saygı ve küçüklerimi de sevgiyle selamlıyorum,özverileri karşısında muhabbet duyuyorum selam ve muhabbetlerimle Hayırlı cumalar diliyorum...
Erol Kekeç/4 Nisan/2020 Sancaktepe/İst

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!