Devlet, devlet olursa halk ona güven ve minnet duyar. Âmâ devlet, devlet olmaktan çıkar devleşirse, güven yerine korku, minnet yerine nefret olur. Yönetimde aciz kalan yöneticiler, devleti ortadan kaldırır, devlet yerine, devleşen bir sistemin dişleriyle insanları sindirmeye başlar.
Devletin en belirgin özelliği,
halkını doğru bilgilendirmek ve bilginin alenen yayılmasını sağlamaktır.
Bilgilenmeyen halka uygulamak için oluşturacağınız kurallar işlevsiz kalır.
Kuralların toplumda karşılık bulması için en uzak noktadaki insanlar bile
devletin ortaya koyduğu oluşum ve yapılanmalardan haberdar olmak ve doğru
bilgilenmek zorundadır. Devlet adına yayın yapan medya kuruluşlarının
söyledikleri, insanlara ulaşmadan yalan ve asılsız oldukları ortaya çıkıyor ve
devlet bunları denetlemiyor ya da kendisini övdükleri için bunlara ayrıcalıklar
tanıyorsa, sadece kendisinin güvenirliğinin kaybolmasına neden olmaz, aynı
zamanda halkın devlete karşı duygularını da yaralar.
Devlet, günü kurtarmaya çalışan bir
çingene çadır yönetimi değildir. Dolayısıyla devletin işleyişini sağlayan
dinamikler, belli bir süzgeçten geçtikten sonra beyin takımı kanaat sahibi
aydınların görüşlerinin alınmasıyla tüm cenahların ortak katılımıyla oluşan
ilkeler doğrultusunda işleyen ve sürekliliği olan toplumsal yönetim
organizasyonudur.
Devletin bu köklü şekillenme süreci
dikkate alınmadan, sadece günlük yaşamı dizayn eden ve yarın ne söyleyeceği
belli olmayan şekilsel bir organizasyon olarak düşünürseniz, o zaman devlet,
sürekliliği olmayan belli bir zaman diliminde belli bir yerde oluşmuş geçici
gruplar sınıfına girer. Devlet, uzun süreli kalıcı gruplara örnek verilecek en
önemli toplumsal gruptur. Oysa geri kalmış ve sadece kanunlarla varlığını koruyan,
gelen yöneticilerin ideolojik anlayışlarına göre şekillenen devletlerin hiçbirisi,
modern devlet sınıflaması içinde yer almaz. Çünkü bu oluşumların yarınları hep
karanlık olur, nedeni ise her yönetim değişimiyle birlikte, bir kararma dönemi
ardından ya devam eden karanlık ya da fulü bir ortamda insanlar yaşamaya mahkûm
olur.
Devlet, halkını doğru
bilgilendirmediği ve halkı bilgilendiren kuruluşların halka aktardığı bilginin
doğruluğunun sağlamasını yapmadığı zaman, halkın doğal paranoyak yaşam ortaya
çıkarmasına, kendisi ortam oluşturmuş olur. Ondan dolayıdır ki, günümüzde
enformasyon olağanüstü bir öneme sahiptir. İnsanların tamamının dünyadaki
küresel iletişim ve sosyal ağlarla entegre yaşadığı bir dönemde, bunlar benim
için önemli değil diyen devletlerin hepsi yok olmayla karşı karşıya kalacaklar.
Çünkü etkileşim sonrası doğruya ulaşmak zor olmuyor, dolayısıyla devletlerin,
eski dönemde aylar hatta yıllar sonrasında bir şeyin doğru olup olmadığını anlayamayan
halkları yönetmediklerini bilmeleri gerekir. Saniyeler içinde bir yöneticinin
tüm sicilinin ortaya döküldüğü ve dökülebileceği hızlı bir iletişim ortamında yaşıyoruz.
Bunların hepsi, hem devletin kendisini düzenlemesi ve doğrunun dışında yapacağı
bir seçeneğinin olmamasına neden olduğu gibi, aynı zamanda halkın da daha fazla
güven duyacağı bilgilere ulaşmasını sağlayacaktır.
Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki,
modern devlet anlayışı dışındaki yönetimlerin tümü hem söylemlerinde hem de icraatlarında
çuvallamış durumdalar. Çünkü tüm mücadeleleri, yönetimde olanların yönetimdeki
sürekliliklerini sağlamak için topluma aktardıkları mesajlarının anlık değişken
ve birbirini desteklemekten uzak olmasıdır. Bu devletler ancak halklarını
sindirmek için, halka karşı güç gösterisi yaparlar. Hem doğruluktan uzak
bilgilerle halkı bilgilendirirler, hem de bu bilgilerden memnun olmayan ve
bunlara inanmayan ve değişik mesajlar isteyen halka karşı aşağılayıcı ve onları
potansiyel düşman ilan ederek, halkın içinden belli bir kesimi kendilerine
kalkan edinerek halkı karşı karşıya getirerek, varlıklarını devam ettirmek isterler.
Bu çabalar, Teokratik totaliter ya da feodal anlayışta olan ama demokrasi
olduğunu savunan yönetimlerde fazlasıyla göze çarpar. Demokrasinin kendi
kriterlerine göre, kanunlar objektiflik esasına göre oluşur. Ancak buradaki kanunlar,
devleti yönetmek için gelen yöneticilerin varlığını ve yönetimdeki
sürekliliklerini devamlı kılmak için sürekli değişkendir. Yöneticilerin talep
ve beklentilerini karşılamak üzere kanunlar yapılır. Dolayısıyla bu devletlerin
kanunlarının olması onların bir hukuk devleti olduğu anlamına gelmez. Kanunu olmayan
hiçbir yönetim bulamazsınız, bu kanunlar ama sözlü ama yazılı mutlaka vardır.
Kanun devletleri her zaman gizli
karanlık yönlerini saklarlar. Bu yönlerinin açığa çıkmasını istemezler, çünkü
bu yönleriyle halkın karşısına çıktıkları zaman ciddi bir prestij kaybına
uğrayacaklarını bilirler, bundan dolayı da yanlış bilgilerle halkın
bilgilenmesini kendileri isterler bundan da herhangi bir rahatsızlık
duymadıkları halde, sanki kendi dışlarında bir oluşum varmış gibi, iş olsun
tarzında zaman zaman çıkışlar yaptıkları da olur. Halk arasında kullanılan bir
söz vardır, gizli buluşmaların aşikâr bebeleri olur… Devlet, karanlıklarda
yapılan hesapların aydınlık ortamda herkesin görüp anlayabileceği türden
faaliyetler olduğunu idrak etse, karanlıklarda hesap yapar mı dersiniz?
Yukarıda örneklemeye çalıştığım
devlet yapılanmaları ile bizim devletin bir benzerliği olabilir mi acaba diye
kendi kendime sorduğum zaman birçok konuda örtüştüklerini gördüm. Mesela Aralık
ayı sonrasında ocak başlarında TÜİK’in açıklamış olduğu enflasyon rakamları,
gerçeklikten çok uzak olmasına rağmen onu bilimsel bir ölçüm gibi sundu ve
devlet bunu onayladı. Ne zaman ki enflasyonun daha yüksek olduğunu hatta %70’lerde
enflasyon olduğunu söyleyenler olmuştu. Bu açıklamalardan sonra TÜİK bu
kurumları mahkemeye verdi, mahkeme devam ediyordu, sonuçta mahkeme rakamları
isteyecek ve bir karar verecek, önüne gelen rakamlar TÜİK’in ortaya koyduğu
rakamlarla hiç desteklenmemiş olacaktı. Böylece devlet halkına yanlış bilgi
aktararak sabit gelirlilerin maaşlarını arttırmamak için böyle bir uygulamaya başvurduğu
herkesçe kabul görmüş olacaktı. Bu süreç devam ederken, TÜİK başkanı görevden alındı.
Ancak onun gitmesi onun ortaya koyduğu yanlış ve aslı olmayan bilgilerin
düzeltilmesini sağlamadı aynı uygulama devam ederken yeni bir açıklamayla
ülkemizde enflasyonun %61 olduğu açıklandı. Bu açıklama ülkenin fanatik yönetim
taraftarı olanlar dışında kimsede bir karşılık bulmadı. Çünkü yaşamın bu kadar
zora girdiği ve benim bildiğim son 45 yıl içinde böyle bir yaşam darlığı çekilmemiş
olmasına rağmen, hala hayatın iyi olduğunu ve ekonominin gayet yerinde olduğunu
söyleyen bir Maliye bakanının açıklamaları ortaya çıktı. Bu söylemleri yan yana
üst üste nasıl koyarsanız koyunuz, devletin halkı doğru bilgilendirmediği kanısı
herkeste ortak kanı olarak oluştu. Peki, Devletin asıl görevi halkı
aydınlatmak ve doğru bilgilendirmek iken, devlet böyle yaparsa halkı ile
arasında açılan uçurumları hangi yollarla kapamayı düşünüyor olabilir.
Devlet içerde oluşan kırgınlıkları,
karanlıkları fakirleşmeyi ve hayat pahalılığını çözüme kavuşturamadığı için dış
işlere yoğunluk vererek oradan bir puan toplamaya çalışıyor olabilir. Ancak
şunu bilmek gerekir ki, içerde sorun varsa dışardan esen rüzgâr içerdeki pis
kokuyu gidermez. Öncelikle içerdeki hastalık doğru tespit edilip doğru tedavi
edilmesi gerekir. Ancak kurumların başındakilerin açıklamalarına kulak verdiğimizde,
halkın gerçekliğinden ne kadar uzak yaşadıklarına şahit olmaktayız. Damdan
düşmeyenler bu halkın çektiği acıyı anlayamaz ve onlara yönelik bir çaba içinde
de olamaz. Bakanlıkların uygulamalarından doğan olumsuzların da ciddi travmalar
oluşturduğuna şahit olmaktayız. Geçmişte Adalet Bakanı ile İçişleri bakanı
arasında ortaya çıkan farklılıklar devletin kendi içinde bir eşgüdümden yoksun
olduğunu ortaya koyuyordu. Biz yapalım Hukuk arkamızdan gelsin sözü çok
ciddi bir patolojik vakadır.
Devletten özleştirme ile halkın temel
tüketim ihtiyaçlarını gideren özel kurumlara karşı, devlet, halkının yanında
duramadı ancak enflasyon karşısında halkımızı koruduk diye nutuklar atıldı.
Oysa acı çeken halktı. Dolayısıyla devlet adına yöneticilerin açıklamaları
halkı tatmin etmediği için, insanların öfke ve kızgınlığı doğrudan devlete
yöneldi. Çünkü yönetici ile devleti özdeşleştirmeye başladı insanlar. Enerji
kuruluşları ile yapılan görüşmeler göstermelikte olsa halkın lehineymiş gibi
yansıtıldı. Ancak insanların faturaları bir kira bedeline denk gelmeye
başlamıştı. Bunun adına iyileştirme deseniz de halkın inancı kalmamıştı. Yani
doğru bilgilendirilmeyen insanların öfkeleri her geçen gün artarak yükselirken,
hala sorunların ciddi çözümüne dönük çabalar pratikte halka yansımamaktadır.
KDV düşerken malların fiyatı artıyorsa bunun inandırıcılığı neresinde olur. O
zaman insanların aklına gelen acaba bu KDV indirimleri satıcılar için mi yapılıyor,
çünkü bize yansımıyor ama aldığımız fiyatlar aynı gün zamlanıyor bu işte bir iş
var diyerek ciddi bir güvensizliğe yol açıyor.
Geçmişte özelleştirmeler yapılırken
Devlet tacir değil ticaret yapmaz dendi, ancak özelleştirmeler sonrası özel
firmalar güç olup bunu kartelleşmeye götürdükleri zaman, devlet patates
çadırları kurdu sebze meyve satmak için… Oysa devlet özelleştirmeler sonrası
çok ciddi bir denetim mekanizması kurması gerekiyordu, bu mekanizmalardaki
bürokratlar babaları dahi olsa hukuk ne ise onu yapacaklardı ve denetim sonrası
yaptırımlar caydırıcı olacaktı, o zaman görecektiniz devlet patates çadırları
kurar mıydı? Âmâ devlet bu konuda ciddi bir boşluk oluşturdu, bu boşlukları
kullanarak ahlak sorunu olanlar, halkın aleyhine devleti zora sokacak şekilde
bu açıkları kullandılar. Bugün devlet kalkıp biz bunları yapıyoruz denetliyoruz
dese ne çıkar, her şey karman çorban olmuş… Kimilerinin bir eli balda bir eli
yağda, kimileri sürünerek suya ulaşmaya çalışıyor. Böyle bir ortamda çatışmalar
kaçınılmaz olur. Sosyolojik olarak baktığımız zaman insanların eksikliklerini
sürekli kaşıyarak gererek onlar üzerinden birileri haz alıyorsa o haz onlara haram
olur. Toplum genetiği bunu zorunlu kılar.
Tüm bu olumsuzluklara rağmen,
devletin böyle bir olumsuz süreci en azından toplumsal kargaşaya yol açmadan
denetlenebilir bir sürece getirebilmesinin yolları olmalıdır. Ayrıcalıklı zümreler,
göz önünden kaybolmalı, lüks tüketim ve lüks araçlar insanların gerilimlerini
daha fazla azdırmamalı, kamu harcamaları en üst noktadan başlayarak kesinlikle sınırlandırılmalı,
temel ihtiyaçlar dışındaki yatırımlar geçici olarak bile olsa durdurulmalı ya
da rölantiye alınmalıdır. Alt gelir grubundaki emekli ve çalışanların
ücretlerinde iyileştirmeler yapılmalı bunlar da yasayabilecek düzeyde olmalı.
Kamu kurumlarında lakaytlık ve sürekli ötelemeler acilen yok edilmeli, kalıcı
ve inandırıcı uygulanabilir iyileştirme paketleri oluşturulmalı ve bunlar,
teminatı olanlara değil, imkânı olmayan üretici insanlara da sağlanmalı ve KGF
kefaletinde olmalı. Bu açılımların denetimi yapılmalı ve yerinde incelemelere
tabi tutulmalıdır. Bu ve buna benzer açılımlar acilen yapılmalı ki devlete olan
güvensizlik yerini en azından güvene dönüştürsün. Daha birçok yapılması
gerekenler var ihtiyaç duyulursa proje olarak ortaya koymaya çaba harcarız.
Evet, dostlar hakikaten bizim
devletimize karşı ciddi bir güven problemi oluştu halkta. Bunu aşamadığımız
zaman gelecek olan tüm yöneticilere karşı aynı güvensizlik devam edecek ve
devlet belli bir zaman sonra sıradan bir yapılanmaya dönüşecektir. Ondan dolayı,
devlet kurumlarındaki yöneticiler öncelikle kendi kişisel özelliklerini
devletin kurumlarının üzerine çıkarmaktan uzaklaşmalı ve onların o değerleri
ancak devletin o kurumunda bir işlev yaptığı için olduğunu bilmelidir. Modern
devletlerin güvenirliliği sürekli olan bir yönetim organizasyonu olmasındandır.
Bizim gibi toplumlardaki devletin güvensizliği de, yöneticilerin başarısızlığı veya
ileriyi göremiyor olmalarından dolayı ortaya çıkacak olumsuzlukların devlete
mal edilmiş olmasındadır. Bu güvensizlik her geçen gün sürekli yükselen bir
grafik eğrisi gibi devam ediyor bunun bir kırılma noktası olmalıdır. Bu nokta
sadece ve sadece halkın doğru bilgilenmesi ve olumsuzluklara ortak olması
istenen halkla birlikte yöneticilerinde aynı gemide yer almasına bağlıdır. Bir
tarafta İsviçrelilerin yaşadığı bir hayat, bir tarafta Afrika’daki Tanzanyalıların
yaşadığı gibi halk acılarla kıvranıyorsa, yöneticiler de sorun yoktur diyerek
etraftaki duvarlardan bu sorunları göremiyorsa, orada sorunlar büyüyerek artar
ve sonuç olarak, toplumsal çatışmaların ve anomik ortamların oluşması
kaçınılmaz olur. Kurallar burada işlevsiz kalır. Kuralların anlam ifade etmesi
için yaşayan ve idrak sahibi varlıkların kurallarla sorumlu olması gerekir. Son
olarak şunu ifade ederek bu makalemi daha fazla uzatmak istemiyorum…”Devenin
yardan yuvarlanmasına sebep olan bir tutam ottur, Ölmüş koyuna dersini yüzmek
elem vermez…”Bunlar bir tahlildir dikkate alınması gerektiğini düşünüyorum …
Selam muhabbet ve dualarımla…
Bahadır Hataylı/05.04.2022/00.47