Sosyolojinin işleyiş yasaları masa başında oturarak yazılmaz. Masa başında yazılmış kurallarla toplumsal yaşamı biçimlendirmeye ve denetime almaya çalışırsanız, denetimsiz bir toplum ortaya çıkar. Sosyolojinin kuralları toplumsal yaşamdan doğar. Toplumsal yaşamın işleyiş ve sürekliliğinden habersiz olanlar, yazdıkları kurallara kendileri uymak zorunda kalır; uymayanları da toplumun dışladığı kavramlarla adlandırmaya çalışır. Kurallar işlevsiz kalıyorsa veya toplum tarafından gerekli ihtimam gösterilmiyorsa kuralların ölü doğduğunu ya da çağın ve koşulların çok ötesinde kaldığı için ihtiyaçları karşılayamaz hale geldiğini gösterir. Ne yazık ki toplumsal yaşamı yönetmeye çalışan yönetim mekanizmasındaki kurallarda böylesi bir gerçeklikle yüzleşmek istemediğinde kendi ölüm fermanını imzalamak zorunda kalır.
Tarih boyunca toplumlardaki anomik ortamların oluşmasına
baktığımız zaman, kargaşaların ve insanların yaşam mücadelesindeki yaşamsal
değerlerin, varlığını devam ettirme gücünü kaybetmesinden kaynaklandığını görürsünüz.
Eğer bir ortamda yaşamsal varlığınızı kaybedecek dinamiklerle karşı karşıya
kalırsanız hiçbir kural ve değer gözetmeden kendinizi var kılmaya çalışırsınız.
Birileri yaşam savaşı verip hayatta kalmayı düşlerken bir başkasına zarar verip
vermediğinin hesabını yapmayacaktır. Bu sürecin farklı yaşamları da derinden
etkileyeceği muhakkaktır. Dolayısıyla aynı toprak parçasında yaşayan ülkü
birliğine sahip olduğunu sandığımız, tarih birliği olan insanların kültür ve
dil birliği olsa da böylesi ortamlarda onları hiç dikkate almadan bir yaşamın
içine girmeleri mümkündür. Dışarıdan baktığımız zaman bu değerleri birlikte
paylaşan insanların, aynı değerler uğruna ayağa kalkıp mücadele etmeleri
kaçınılmaz olarak görülür. Ancak aynı ülküye sahip olanlar arasında çok ciddi
uçuruma varacak yaşam kalitesi farkı varsa, böylesi bir bağlayıcılığın
olacağını düşünmek kocaman bir hiçle sonuçlanabilir. Dijital çağın insanlığa
kazandırdığı en önemli faydası feodal algıların neredeyse sıfırlanacak duruma
gelmiş olmasıdır. Feodal algıların yerini, daha gerçekçi ve akılcı düşüncelerin
almasıyla, ulusal milli refleksler de yerini bireyciliğe bırakmış oldu. Bir
insan kendi menfaati olmayan bir yerde duygusal bağlayıcı bağlarla yaşamı devam
ettireceğini sanmanın kendisiyle alay etmek olduğunu çok ciddi anlamda
sorgulamaya başladı. Bunun en açık örneğini de bazı politikacıların
mitinglerinde işsiz olduğunu ve zor durumda olduğunu söyleyen vatandaşlardan
cep telefonunu çıkarmasının istenmesi, insanlarda ciddi bir antipatik davranışa
dönüştüğü görülmektedir. Nedeni ise dijital çağda herkesin hayatının saniyeleri
mercek altına alınıp herkesle alenen paylaşılması insanları yeterinden fazla
bilgi sahibi yapmıştır. Böyle bir ortamda kullanacağınız kelime ve kavramları
mercekle seçmeniz ve ondan sonra kullanmanız gerekmektedir. Sizin mercekle
seçme ihtiyacı hissetmediğiniz kelimeler, bakarsınız sizin hayatınızın mercek
altına alınmasını beraberinde getirir. Yöneticilerin hayatlarının nasıl ve
nerede hangi koşullarda devam ettiği bilindiği zaman bu yaşamlar da toplumsal
yaşamla orantılı bir gelişme göstermiyorsa, işte o zaman tüm bildiğiniz
sosyoloji kurallarını bir yana bırakıp toplumun yeni bir sosyolojisini
çıkarmanız gerekir.
Bildiğiniz ve uygulamak istediğiniz sosyoloji böylesi
ortamlarda bu topluma birkaç gömlek küçük gelir, kurallar insanların
içselleştirdiği yaşam koordinatları olmaktan çıkar. Kuralsız ve kendilerince
yeniden belirlenmiş kurallara göre toplumsal yaşam devam eder, ancak bu yaşam
yönetim mekanizmasının belirlediği çerçevede olmaz. Yeni toplumun kuralları
tamamıyla sözlü ve bağlayıcı olduğu kadar yaptırımdan uzak bir yaşam oluşturur.
Herkesin bölgesi ve manevra alanı bellidir. O alanlar da yeni mesleki
paylaşımlar oluşur, bildiğiniz ve var olan meslek alanlarının dışında
oluşumlardır bunlar… Mesela, hırsızlık, gasp, yol kesme, araba çalma, iş
yerlerini soyma, uyuşturucu satıcılığı, kumar, bahis oyunları, kadın ticareti
vs. gibi gayri meşru bildiğimiz yaşamların canlanarak alenen yaygınlaştığına
şahit olursunuz. Bu yaşamların tamamı normal yaşam içinde illegal yollardan
varlığını sürdürürken, yönetim boşlukları oluştuğunda ya da yönetimin varlık
gerekçesine uygun olmayan uygulamaları ortaya çıktığında bu yapılar alenen
ortalıkta boy göstermeye başlar. Böylesi ortamların yaygınlık kazandığı bir
yerde toplumsal birlik, beraberlik, ülkü, vatan, devlet vs. gibi kavramlar
değer olma özelliğini kaybetmeye başlar. Çünkü insanlar bireyselleşerek kendi
varlıklarının hesabını yapmaya başlarlar. Onun için devlet yöneticileri, toplumsal
yaşamı birlikte paylaşan insanlara farklı yaşam ortamları sunarsa kendi
varlığını her zaman tehlikeye atar. Ekonomik hayatın olumsuzluğunun getireceği
gerilimler bütün bir toplumun yaşamını tehlikeye atar. Belli bir sınıfın
yaşamının çok zor olması, bazılarının yaşamlarının da olağanüstü imkânlarla
dolu olması ortama pimi çekilerek bırakılmış bir bombanın her an patlayacağının
habercisidir. İşte böylesi ortamlara sosyolojinin hangi teorik bilgileriyle
gelirseniz geliniz sadece kendinizi avutur zamanı boşa harcarsınız.
Birçok farklı makalemde belirttiğim gibi, ”Devenin yardan
yuvarlanmasına sebep olan bir tutam ottur…”Yani fizyolojik doyuma ulaşmamak
insanı canavarlaştırır, hatta canavarların en şedidi haline getirir. Bir
toplumda geleceğin iyi okunabilmesi için toplumsal değerleri zedeleyebilecek ve
insanları bireyselliğe götürecek her türlü olumsuz eylemlerden kaçınmak ve tüm
davranışlarımızı toplumun genelinin menfaatini düşünerek yapmak zorundayız.
Toplumun genel menfaatleri bir zümrenin grubun, ailenin derneğin vakfın
ailenin, şahsın çıkarları kadar korunmuyorsa, orada devleti yönetenler
güvenirliliğini kaybetmişler demektir. Güvenirliliği kaybolmuş yöneticilerin
insanlardaki sevgisi de kendiliğinden yok olur. Şunu anlamak gerekir ki güvensizliğin
olduğu yerde hiçbir şeye inanç kalmaz. Bu açıklamaları neden yaptığımı merak
edenleriniz olabilir, ben ifade edeyim…
Ülkemiz gerçeği dikkate alındığında belli bir taraf gözlüğü
ile olaylara bakıp yorumlayanları gördüğümüzde her şey çok güzel hatta
emeklilere yapılan rekor zamlardan sonra emeklilerin yüzü gülmeye başladı diye
manşet atan medya organlarını bile görebiliyorsunuz… İnsanlara, gerçekçi ve
yaşamın içinden bakanlar olmasını istediğiniz zaman, hemen geçmişle bir
kıyaslama yarışına tutuşulduğunu ve geçmişte böyle miydi gibi fanatiklerin
hücumlarına maruz kalabiliyorsunuz. Gözler yalan söylemez göz gördüğüne inanır,
insan da cebine dokunanın acısını hücrelerine kadar hisseder.5 ay öncesinde siz
bir markete gittiğinizde elinizdeki paranız sizin ihtiyaçlarınızı tam olarak
karşılamasa da büyük oranda karşılarken, bu gün gittiğinizde hem
ihtiyaçlarınızı karşılayamıyor hem de eskiden aldıklarınızın yarısını
alabilecek duruma gelmişseniz buna rağmen birileri hala sizin durumunuzun çok
iyi olduğunu söylüyorsa ona mı, gözünüzle gördüğünüze ve cebinizden çıkanın
ihtiyaçlarınızı karşılayamaz hale gelmesine mi inanırsınız? Bunları şunun için
anlatıyorum, aynı toplumdaki insanların yönetimdeki olumsuzluklar yüzünden
birbirleriyle karşı karşıya geliyor olması her ne kadar politikacılar açısından
olumlu gibi görülüyor olsa da, toplumsal birlik beraberlik ve gelecek açısından
çok tehlikeli bir noktaya gelinmiş olur. Onun içindir ki toplumsal değerler
büyük oranda ortak hedefe yönelten bir hedef birliği olma özelliğini kaybettiği
dönemlerde belli kurallara göre işleyen toplumlar için sosyolojinin kuralları
burada karşılık bulmaz. Uygulamalı sosyolojiye ihtiyaç hâsıl olur. Buradaki
sosyologlar da özgür iradeleriyle karar verebilen, toplumun emarını doğru
çekebilecek yetenekte olmalılar.
Yönetim kademesi toplumsal gerilimden beslenmeyi düşünüyorsa
böyle bir gerilim kimsenin işine yaramaz savaşın ve çatışmanın hiçbir zaman
kazananı olmaz birisi az kaybeder birisi daha fazla kaybeder. Dolayısıyla
Topluma güven vererek ve yapılan işleri toplumun genel menfaatlerini gözeterek
yapmak varken neden mutlu grupların yaşaması için toplumsal dokunun omurgasında
virüsler oluşturulur bunu anlamakta zorlanırım ben…
Gelecek kaygısı, herkesin yaşamına kaygı taşır. Geleceğini
kuramayan insanlar, başkalarının bugünlerini imha etmeyi rahatlıkla göze
alırlar. Gelecek kaygısı bugünü olmayanların hayatında göze çarpar, onlar
bugünü değil yarınlardaki umutları için hayata bağlanırlar, yarınlarda da
onların bahtına karanlık düşeceğini hissederlerse, bütün bir ortama
karanlıkları taşımaktan imtina etmezler. Çünkü bunlar örgütlü bir topluluk
değiller, kuralları yoktur, bağlayıcı hiçbir yakınlıkları olmaz, Statü ve rol
dağılımlarından yoksunlar ama bunları harekete geçiren uyarıcı hayatlarına
dokunmuş ve onlara acı vermiştir. Böyle olunca normal kurallarla bunlara
yaklaşıldığı zaman bunları anlayamazsınız. Onun için bunların içinde katılımlı
gözlemler yapan bağımlı olmayan sosyologlardan destek alarak bunları
anlayabilirsiniz.
Bu saydıklarım toplumsal dokumuzda böylesi bir tehlikenin
vuku bulma ihtimaline karşı yönetim mekanizmasının doğru denklemler kurmasının
gerekliliğini anlatmaktır. Kendi halkını potansiyel tehlike gören anlayışlar
kendi yanlışlarını örtmek için sorunun kaynağında hep başkalarını hedef
gösterirler. Halkı olmadan yönetimin bir anlam ifade etmeyeceğini bilen
anlayışlar da toplumu için her gün daha güzel umutlar ve yarınlar için
insanlarda beklenti çıtasını yükseltmeyi hedefler. Böyle bir sistemin yönettiği
halktan olmak ümidiyle yarınlarda barış kardeşlik birlik ve beraberlik içinde
yaşayıp herkesin mutlu olduğu ortamın havasını teneffüs etmeyi rabbim bizlere
nasip etsin selam ve dualarımla…
Bahadır Hataylı/19.01.2022/02.50