19 Ocak 2022 Çarşamba

KURALLARIN İFLASINA BİR KALA!

 Sosyolojinin işleyiş yasaları masa başında oturarak yazılmaz. Masa başında yazılmış kurallarla toplumsal yaşamı biçimlendirmeye ve denetime almaya çalışırsanız, denetimsiz bir toplum ortaya çıkar. Sosyolojinin kuralları toplumsal yaşamdan doğar. Toplumsal yaşamın işleyiş ve sürekliliğinden habersiz olanlar, yazdıkları kurallara kendileri uymak zorunda kalır; uymayanları da toplumun dışladığı kavramlarla adlandırmaya çalışır. Kurallar işlevsiz kalıyorsa veya toplum tarafından gerekli ihtimam gösterilmiyorsa kuralların ölü doğduğunu ya da çağın ve koşulların çok ötesinde kaldığı için ihtiyaçları karşılayamaz hale geldiğini gösterir. Ne yazık ki toplumsal yaşamı yönetmeye çalışan yönetim mekanizmasındaki kurallarda böylesi bir gerçeklikle yüzleşmek istemediğinde kendi ölüm fermanını imzalamak zorunda kalır.

Tarih boyunca toplumlardaki anomik ortamların oluşmasına baktığımız zaman, kargaşaların ve insanların yaşam mücadelesindeki yaşamsal değerlerin, varlığını devam ettirme gücünü kaybetmesinden kaynaklandığını görürsünüz. Eğer bir ortamda yaşamsal varlığınızı kaybedecek dinamiklerle karşı karşıya kalırsanız hiçbir kural ve değer gözetmeden kendinizi var kılmaya çalışırsınız. Birileri yaşam savaşı verip hayatta kalmayı düşlerken bir başkasına zarar verip vermediğinin hesabını yapmayacaktır. Bu sürecin farklı yaşamları da derinden etkileyeceği muhakkaktır. Dolayısıyla aynı toprak parçasında yaşayan ülkü birliğine sahip olduğunu sandığımız, tarih birliği olan insanların kültür ve dil birliği olsa da böylesi ortamlarda onları hiç dikkate almadan bir yaşamın içine girmeleri mümkündür. Dışarıdan baktığımız zaman bu değerleri birlikte paylaşan insanların, aynı değerler uğruna ayağa kalkıp mücadele etmeleri kaçınılmaz olarak görülür. Ancak aynı ülküye sahip olanlar arasında çok ciddi uçuruma varacak yaşam kalitesi farkı varsa, böylesi bir bağlayıcılığın olacağını düşünmek kocaman bir hiçle sonuçlanabilir. Dijital çağın insanlığa kazandırdığı en önemli faydası feodal algıların neredeyse sıfırlanacak duruma gelmiş olmasıdır. Feodal algıların yerini, daha gerçekçi ve akılcı düşüncelerin almasıyla, ulusal milli refleksler de yerini bireyciliğe bırakmış oldu. Bir insan kendi menfaati olmayan bir yerde duygusal bağlayıcı bağlarla yaşamı devam ettireceğini sanmanın kendisiyle alay etmek olduğunu çok ciddi anlamda sorgulamaya başladı. Bunun en açık örneğini de bazı politikacıların mitinglerinde işsiz olduğunu ve zor durumda olduğunu söyleyen vatandaşlardan cep telefonunu çıkarmasının istenmesi, insanlarda ciddi bir antipatik davranışa dönüştüğü görülmektedir. Nedeni ise dijital çağda herkesin hayatının saniyeleri mercek altına alınıp herkesle alenen paylaşılması insanları yeterinden fazla bilgi sahibi yapmıştır. Böyle bir ortamda kullanacağınız kelime ve kavramları mercekle seçmeniz ve ondan sonra kullanmanız gerekmektedir. Sizin mercekle seçme ihtiyacı hissetmediğiniz kelimeler, bakarsınız sizin hayatınızın mercek altına alınmasını beraberinde getirir. Yöneticilerin hayatlarının nasıl ve nerede hangi koşullarda devam ettiği bilindiği zaman bu yaşamlar da toplumsal yaşamla orantılı bir gelişme göstermiyorsa, işte o zaman tüm bildiğiniz sosyoloji kurallarını bir yana bırakıp toplumun yeni bir sosyolojisini çıkarmanız gerekir.

Bildiğiniz ve uygulamak istediğiniz sosyoloji böylesi ortamlarda bu topluma birkaç gömlek küçük gelir, kurallar insanların içselleştirdiği yaşam koordinatları olmaktan çıkar. Kuralsız ve kendilerince yeniden belirlenmiş kurallara göre toplumsal yaşam devam eder, ancak bu yaşam yönetim mekanizmasının belirlediği çerçevede olmaz. Yeni toplumun kuralları tamamıyla sözlü ve bağlayıcı olduğu kadar yaptırımdan uzak bir yaşam oluşturur. Herkesin bölgesi ve manevra alanı bellidir. O alanlar da yeni mesleki paylaşımlar oluşur, bildiğiniz ve var olan meslek alanlarının dışında oluşumlardır bunlar… Mesela, hırsızlık, gasp, yol kesme, araba çalma, iş yerlerini soyma, uyuşturucu satıcılığı, kumar, bahis oyunları, kadın ticareti vs. gibi gayri meşru bildiğimiz yaşamların canlanarak alenen yaygınlaştığına şahit olursunuz. Bu yaşamların tamamı normal yaşam içinde illegal yollardan varlığını sürdürürken, yönetim boşlukları oluştuğunda ya da yönetimin varlık gerekçesine uygun olmayan uygulamaları ortaya çıktığında bu yapılar alenen ortalıkta boy göstermeye başlar. Böylesi ortamların yaygınlık kazandığı bir yerde toplumsal birlik, beraberlik, ülkü, vatan, devlet vs. gibi kavramlar değer olma özelliğini kaybetmeye başlar. Çünkü insanlar bireyselleşerek kendi varlıklarının hesabını yapmaya başlarlar. Onun için devlet yöneticileri, toplumsal yaşamı birlikte paylaşan insanlara farklı yaşam ortamları sunarsa kendi varlığını her zaman tehlikeye atar. Ekonomik hayatın olumsuzluğunun getireceği gerilimler bütün bir toplumun yaşamını tehlikeye atar. Belli bir sınıfın yaşamının çok zor olması, bazılarının yaşamlarının da olağanüstü imkânlarla dolu olması ortama pimi çekilerek bırakılmış bir bombanın her an patlayacağının habercisidir. İşte böylesi ortamlara sosyolojinin hangi teorik bilgileriyle gelirseniz geliniz sadece kendinizi avutur zamanı boşa harcarsınız.

Birçok farklı makalemde belirttiğim gibi, ”Devenin yardan yuvarlanmasına sebep olan bir tutam ottur…”Yani fizyolojik doyuma ulaşmamak insanı canavarlaştırır, hatta canavarların en şedidi haline getirir. Bir toplumda geleceğin iyi okunabilmesi için toplumsal değerleri zedeleyebilecek ve insanları bireyselliğe götürecek her türlü olumsuz eylemlerden kaçınmak ve tüm davranışlarımızı toplumun genelinin menfaatini düşünerek yapmak zorundayız. Toplumun genel menfaatleri bir zümrenin grubun, ailenin derneğin vakfın ailenin, şahsın çıkarları kadar korunmuyorsa, orada devleti yönetenler güvenirliliğini kaybetmişler demektir. Güvenirliliği kaybolmuş yöneticilerin insanlardaki sevgisi de kendiliğinden yok olur. Şunu anlamak gerekir ki güvensizliğin olduğu yerde hiçbir şeye inanç kalmaz. Bu açıklamaları neden yaptığımı merak edenleriniz olabilir, ben ifade edeyim…

Ülkemiz gerçeği dikkate alındığında belli bir taraf gözlüğü ile olaylara bakıp yorumlayanları gördüğümüzde her şey çok güzel hatta emeklilere yapılan rekor zamlardan sonra emeklilerin yüzü gülmeye başladı diye manşet atan medya organlarını bile görebiliyorsunuz… İnsanlara, gerçekçi ve yaşamın içinden bakanlar olmasını istediğiniz zaman, hemen geçmişle bir kıyaslama yarışına tutuşulduğunu ve geçmişte böyle miydi gibi fanatiklerin hücumlarına maruz kalabiliyorsunuz. Gözler yalan söylemez göz gördüğüne inanır, insan da cebine dokunanın acısını hücrelerine kadar hisseder.5 ay öncesinde siz bir markete gittiğinizde elinizdeki paranız sizin ihtiyaçlarınızı tam olarak karşılamasa da büyük oranda karşılarken, bu gün gittiğinizde hem ihtiyaçlarınızı karşılayamıyor hem de eskiden aldıklarınızın yarısını alabilecek duruma gelmişseniz buna rağmen birileri hala sizin durumunuzun çok iyi olduğunu söylüyorsa ona mı, gözünüzle gördüğünüze ve cebinizden çıkanın ihtiyaçlarınızı karşılayamaz hale gelmesine mi inanırsınız? Bunları şunun için anlatıyorum, aynı toplumdaki insanların yönetimdeki olumsuzluklar yüzünden birbirleriyle karşı karşıya geliyor olması her ne kadar politikacılar açısından olumlu gibi görülüyor olsa da, toplumsal birlik beraberlik ve gelecek açısından çok tehlikeli bir noktaya gelinmiş olur. Onun içindir ki toplumsal değerler büyük oranda ortak hedefe yönelten bir hedef birliği olma özelliğini kaybettiği dönemlerde belli kurallara göre işleyen toplumlar için sosyolojinin kuralları burada karşılık bulmaz. Uygulamalı sosyolojiye ihtiyaç hâsıl olur. Buradaki sosyologlar da özgür iradeleriyle karar verebilen, toplumun emarını doğru çekebilecek yetenekte olmalılar.

Yönetim kademesi toplumsal gerilimden beslenmeyi düşünüyorsa böyle bir gerilim kimsenin işine yaramaz savaşın ve çatışmanın hiçbir zaman kazananı olmaz birisi az kaybeder birisi daha fazla kaybeder. Dolayısıyla Topluma güven vererek ve yapılan işleri toplumun genel menfaatlerini gözeterek yapmak varken neden mutlu grupların yaşaması için toplumsal dokunun omurgasında virüsler oluşturulur bunu anlamakta zorlanırım ben…

Gelecek kaygısı, herkesin yaşamına kaygı taşır. Geleceğini kuramayan insanlar, başkalarının bugünlerini imha etmeyi rahatlıkla göze alırlar. Gelecek kaygısı bugünü olmayanların hayatında göze çarpar, onlar bugünü değil yarınlardaki umutları için hayata bağlanırlar, yarınlarda da onların bahtına karanlık düşeceğini hissederlerse, bütün bir ortama karanlıkları taşımaktan imtina etmezler. Çünkü bunlar örgütlü bir topluluk değiller, kuralları yoktur, bağlayıcı hiçbir yakınlıkları olmaz, Statü ve rol dağılımlarından yoksunlar ama bunları harekete geçiren uyarıcı hayatlarına dokunmuş ve onlara acı vermiştir. Böyle olunca normal kurallarla bunlara yaklaşıldığı zaman bunları anlayamazsınız. Onun için bunların içinde katılımlı gözlemler yapan bağımlı olmayan sosyologlardan destek alarak bunları anlayabilirsiniz.

Bu saydıklarım toplumsal dokumuzda böylesi bir tehlikenin vuku bulma ihtimaline karşı yönetim mekanizmasının doğru denklemler kurmasının gerekliliğini anlatmaktır. Kendi halkını potansiyel tehlike gören anlayışlar kendi yanlışlarını örtmek için sorunun kaynağında hep başkalarını hedef gösterirler. Halkı olmadan yönetimin bir anlam ifade etmeyeceğini bilen anlayışlar da toplumu için her gün daha güzel umutlar ve yarınlar için insanlarda beklenti çıtasını yükseltmeyi hedefler. Böyle bir sistemin yönettiği halktan olmak ümidiyle yarınlarda barış kardeşlik birlik ve beraberlik içinde yaşayıp herkesin mutlu olduğu ortamın havasını teneffüs etmeyi rabbim bizlere nasip etsin selam ve dualarımla…

Bahadır Hataylı/19.01.2022/02.50