Bu Blogda Ara

10 Ocak 2023 Salı

“ALLAH’IN YASASINDA BİR DEĞİŞİKLİK BULAMAZSINIZ”

“Yemin olsun, daha önce Yusuf da size açık seçik mesajlar getirmişti de onun size getirdikleri hakkında hep kuşku duymuştunuz. Daha sonra o ölünce de şöyle demiştiniz: "Allah ondan sonra bir daha asla resul göndermez." Allah, sınır tanımaz kuşkucuları işte böyle saptırır.” Mü’min:34

Rabbimiz insan psikolojisini o kadar net açıklıyor ki, bunun dışında bu kadar net açıklayıcı bir bilgiye ulaşamazsınız. İnsan öyle bir varlıktır ki, kendisi ve yaşamıyla uyumlu hale getirmediği bir doğruyu, doğru olarak asla görmek istemiyor. Apaçık mesajlarla gelen Yusuf (as) için hep kuşku içinde olanlar, bu aşırılıklarını Yusuf(as) öldükten sonra da devam ettirmişlerdir. Ancak bu aşırılıklarını da Yusuf’u çok seviyormuş ve ona bağlılarmış gibi yapmaları da ayrı bir konu…

İnsan tartışmaya ve azgınlaşmaya meyilli bir varlıktır. Bu azgınlığını azgınlık olarak ortaya koymaz, kendince akli gerekçeler ve mantıki kabul ettiği ama mantık içerisinde yer almayacak ifadelerle savunma refleksi geliştirir. Bu savunma refleksleri, kabul etmek istemediği bir düşünce ve eylemi onun doğru olup olmadığına bakmaksızın kendi çıkar ve menfaatlerine ne kadar uyumlu ona göre değerlendirip, karşısında yerini alır. İnsanın bu haddi aşan ve çıkarcı içten pazarlıkçı yapısı, onu o kadar kuşatır ki, zamanla çok horladığı ve asla onun yanında yer almayacağını söylediği kişi düşünce ve inançları savunur duruma geçerek, aşırılıklarını zirveye taşır. Ancak bu aşırılıklarının onu doğru bir rotaya götürmediğini idrak edemez ya da etmek istemez.

Yusuf (as) dönemindeki bu aşırılığın aynısı, Allah’ın Resulü Muhammed(as) yaşarken de olmuş ve ebedi hayata gittikten sonrada aşırı düzeyde zirve yapmıştır. Ebu Süfyan ve ailesini herkes çok iyi tanır. Ebu Süfyan, Mekke’nin Fethine kadar Allah’ın elçisi ile savaş halinde, ancak Mekke’nin fethinden sonra kaçacak delik kalmayınca, ben de Müslüman oldum diyerek kendisini ölümden kurtarmak için yaptığı bu oyun, Allah’ın elçisinin vefatından sonra da devam etmiş, hatta oğlu Muaviye ile taşlar yerine tam oturmuş; Yezit döneminde zirve yapmıştır. Ebu Bekir’in (ra) halife olmasıyla ortalığı karıştırmak için gecenin bir yarısında Ali (ra)nin kapısını çalarak, Ey Ali halifelik senin hakkın, bu senden gasp edildi, eğer istersen bu görevi geri almak için, yüzlerce atlı ve yaya adamlarımla senin yanında Ebubekir’e karşı savaşırız der.O güne kadar Ebubekir’e biat etmeyen Ali, ey müşrik sen Allah Resulü döneminde savaşarak baş edemediğin Müslümanlar arasına, fitne sokarak bu savaşı kazanmayı mı düşünüyorsun, gidin söyleyin ben Ebubekir’e biat ettim o halifedir der. Bunu duyan Ebu Süfyan kuyruğunu kıstırarak evine döner ancak oyunların büyüğü daha sonra oğlu ve torunlarıyla başarılır.

Daha sonraki dönemlerde, Allah’ın Resulünün getirdiği dini kabul etmeyen ve içlerinde büyüyen o kini farklı boyuta taşırlar. Emeviler Allah’ın Resulünü yüceltme bahanesiyle, Kuran dinini imha etmek için, Resule ait olmayan olsa bile Kur’an ile ortak bir kaynak oluşturulmak istenen bu oyun, sonraki dönemlerde İslam’ı kabul edeceklerin beyin hücrelerini işgal ederek, Allah’ın dini karmaşıklaştırılarak, farklı yollarla dine karşı ciddi bir savaş vermişlerdir.Reslün getirdiği vahyi ortadan kaldırmak veya ona erişimi zorlaştırmak için Allah’ın elçisine iftiralar atılarak, Resule ait gibi(haşa) bir din oluşturulmuş ve adına da İslam denmiş…Emevilerin İslam için yaptığı en büyük ihanet, Allah’ın Resulü hayattayken ona inanmamış olanların, Resulden sonra ona ait olduğu iddia edilen sözler yazdırılarak onun erişilmez ve asla ona söz söylenmesi haram diyerek bir din oluşturmalarıdır. Kur’an ile alay eden bir ecdadın çocukları ve torunları, kendi makamlarını sarsmış bir dinle, ancak bu kadar uğraşabilirler. Emevilerle başlayan bu hadis yazımı Abbasiler döneminde kurumsallaşmış ve dinin vazgeçilmez kaynağı haline getirilmiştir.

Bu zihniyetlerin Hz. Yusuf için iddiada bulunan kavimden ne farkı var. Her iki kavimde hakikati bozmak için ellerinden geleni arkalarına koymamışlar. Dinin aslının, kendisine verilmiş emaneti yerine ulaştırmak ve ona ek bir ekleme yapma gücü olmadan, olduğu gibi beyan eden bir elçiye karşı yapılmış olması en büyük ihanettir. Allah’ın Resulünü gönderiliş ve seçilmiş bir kul olmanın dışında ilahi vasıflarla onu yüceltiyor sanmak aşırılığın ve sapmanın belirgin örnekleridir. Ona saygı demek Onun getirdiği dini hayatın dışına atıp, Emevilerin ve sonrasının dinden insanları koparmak için oluşturdukları sözleri, din olarak yaşamak değildir. “Resul size ne getirdi ise onu alın ve sizi neden sakındırdı ise ondan kaçının…” Resul, bize bir dönemin tarihsel kültür karmaşasını akla ve mantığa uymayan masal ve hikayelerini getirmedi. Harem kurma, ne kadar huri verileceğini, nasıl sakal bırakılacağını hangi cübbe ve takkenin giyileceğini ne kadar boncuk dizerse kaç günahının af olacağını bize getirmedi, bunu getirdi diyenler Allah’ın dini ile, oluşturdukları oyuncakları birbirine karıştırmasınlar.

“Yemin olsun, daha önce Yusuf da size açık seçik mesajlar getirmişti de onun size getirdikleri hakkında hep kuşku duymuştunuz. Daha sonra o ölünce de şöyle demiştiniz: "Allah ondan sonra bir daha asla resul göndermez." Allah, sınır tanımaz kuşkucuları işte böyle saptırır.” Mü’min:34

Apaçık mesajlarla gelen ve hakikati, hakikatin sahibinin istediği gibi arı duru ve has olarak anlatan elçiye baş kaldıracaksınız, ancak onun ölümünden sonra onun getirdiği dini değil, âmâ onun adına oluşturduğunuz yeni dini onun adını yüceltiyoruz diyerek piyasaya süreceksiniz. Böyle bir din olur mu diyenleri de dinden çıktı kafir ve peygamberi kabul etmiyor dışlıyor, peygamberi hafife alıyor gibi yaftalarla karalayıp, aforoz edeceksiniz. Hayır Allah’a yemin olsun ki, bu algı ile Yusuf (as) dönemindeki toplumun algısı aynı algı ve gelenek devam ediyor şirkte…

Emevi ve sonraki Abbasilerin, kendi oluşturdukları dini kabul etmeyenleri, nasıl zindanlara atıp onları şehit ettiklerini bilmeyen toplumlar, onların Allah’a rağmen Allah’ın elçisini yücelttiklerini söyleyerek, Allah’a ortak koşarak oluşturdukları dini, vahiyden bağımsız ilahi bir din olarak yaşarlar…” Deki halis din ancak Allah’ın dinidir…” “Deki ben dini sadece ona has kılmakla emrolundum…”Allah’u Teala,Zümer suresinde bu durumu apaçık beyan ederken, bizler iki dirhem saksılarımızı havalandırmayı düşünmeyiz, ancak kullandığımız toprak hiçbir bitki yetiştirmese de onun kutsallığını anlatır ona taparız….Veyl olsun böyle bir dine ve ona inananlara…

Allah’a has kılacağımız din Allah’ın elçisi aracılığıyla gönderdiği din değil de, Yusuf(as) dönemindekilerin, Yusuf’tan sonra oluşturdukları din veya benzeri ise Allah böylesi sapıkları ve haddi aşanları doğru yola eriştirmez. Sapkınların, bugün oluşturdukları dine uymayanları zındıklık müşriklik ve kafirlik gibi kavramlarla anlatmaları kendileri açısından doğrudur. Çünkü Mümin böylesi dinlerin kafiridir. Mümin sadece Allah’ın dinini ancak Allah’a has kılar. Sadece Allah’a has kılmak istediğimiz din, Allah’ın dini değil karmakarışık Emevi kitabelerinden oluşan özlü sözler ontolojisi ise vay başımıza gelenlere…

Sahip olduğumuz bilgilerin kaynağının gerçeklikle uyuşmaması ve vahiyden ayrı bir çalışmanın dayatılmasının arkasında ise, bilerek insanların inançlarının karmaşıklaştırılması hedeflenmiştir. Emevi döneminde yazdırılmasının başlandığı Allah’ın elçisine ait olduğu söylenilen sözlerin, Resul yüceltiliyormuş gibi onu yaşamdan ve vahiyden koparmak için yapılan kurnazlıklar olduğu bilinmelidir. Allah’ın elçisini Allah’ın kitabının dışında ondan bağımsız, başlı başına bir din inşa eden olarak görmek ve o sözlere öyle bakmak haddi aşmak ve İseviler gibi baba oğul oluşturmaktan farklı değildir. Allah’ın elçisi bizim yaşamımızın tam ortasına mührünü vurmuştur o mühür vahiyle bize aktardıklarıdır. Vahiy dışında vahye denk bir söz ikrarında bulunmak veya vahyin söylemediği bir şeyi, vahiy dışı kaynaklara atfederek onların sorunları çözmede dini kaynak olduğunu söylemek yaratıcıya ve onun gönderdiği elçiye iftira atmaktır.

Bu sözleri yaşamak veya kabul etmek o kadar mı kötü, diyenlerin olacağını biliyorum. Bu sözler güzel, insanlığı eğitici sözler olarak faydalı olduğu sürece insanların alıp ondan faydalanması sakıncalı değildir. Ancak bir dönemde oluşturulmuş sözlerin insanlarca kabulünü kolaylaştırmak için, Allah’ın elçisine dayandırılması kadar doğal bir şey olabilir mi? Bir inancın aslına karışım yapmak istediğiniz zaman o inancın düşmanı olan birinin o inanca benzer ne kadar güzel sözlerinin olduğunu ve o insanın bu sözlerinden dolayı bu inancı ne kadar çok sevdiğini söylerseniz söyleyiniz, kimseyi ikna edemezsiniz. İşte bundan dolayı referans olarak Allah’ın Resulünün seçilmesi hiç mi hiç tesadüf değildir. Şunu bilmekte ve beyin hücrelerimizi biraz geliştirmede fayda olacağını ümit ediyorum…Tarihte sapanların örnekleri ne kadarda birbirine benziyor, bunlar üzerinde biraz düşünsek ve idrak etsek sanıyorum katıksız arı duru kaynaktan besleneceğiz,o zaman da mis gibi kokan fidanlar göverecek, insanlığın sorunlarına deva olan…Ama böyle giderse bu kaynaklardan içilen suların tamamı bizim metabolizmamızı harap edecek…Manipülasyonda, yollara iyi şeyler koyarsınız, iyi sözlerle insanlığı kötü bir sona taşırsınız. Emevilerle başlayan bu manipülasyon sonraki nesiller üzerinde çok etkili olmuştur.

Allah’ın elçisi, vahyin insanlara ulaştırılmasında ve örnek olmasında dinin olmazsa olmazıdır. Ancak din oluşturmada dinin olmazsa olmazı değildir. Resul kendisine gelen vahye bir söz katma yetkisine sahip değildir. Yaşam alanındaki işlevi, (teşbihte hata olmasın) bir makine üreticisinin ürettiği makineyi en iyi tanıttığı görevlisini, makinenin kullanım kılavuzuna göre kullanılması için, o makineyi tanıtmak gayesiyle makineye ihtiyacı olan her yere gönderip onları bilgilendirmesine benzer. Tanımlayıcı verilen bilgileri kendi dili ile o insanlara tanıtır. Farklı dillerde insanlar varsa o zaman tercümana ihtiyaç doğar. Buradaki görevli o makinenin çalışması için nasıl ki yeni ve farklı formüller ve kendince kafasına yatmayan konuları iptal etme gibi bir yetkisi yoksa elçilik de böyledir. Ancak elçi hepimizden daha çok bilgiye sahip, çünkü onu yapıp gönderen ile irtibatlı olan odur. Allah’ın elçisi de getirdikleri ile hayatımıza mührünü vurmalı, ona ait olmayan bir dini ona aitmiş gibi gösterip, onun adına oluşturulan karmaşık denklemlerle sorunları çözülmez hale getirip, Allah’ın elçisini yaşamın dışına atmaksa hedef, bu tam anlamıyla yaşamlarda karşılık bulmuş durumda…

Biz, Resulullah’ın getirdiği vahye ve onun vahiyle canlandırdığı hayata hasretiz…Dünyevileşmiş bir yaşamın din olarak oluşturduğu masalları okuyarak ve yaşayarak vahiyden ve Resulden ne kadar uzaklara gittiğimizi anlayarak ayağa kalmaya ihtiyacımız var…” 

De ki: "Benim yolum budur: Ben yalnızca Allah`a çağırıyorum. Ben de bana uyan kimseler de (ne yaptığımızın) çok iyi farkındayız; ki Allah`ın şanı pek yücedir ve ben O`na ait vasıfları başkasına yakıştıranlardan değilim.” Yusuf:108 

Diyen elçiler gibi bir yaşama susadık o sudan doya doya içenlere selam olsun…

Erol KEKEÇ/10.01.2023/01.40/Sancaktepe/İST



BAĞIMLILIK BAĞLILIĞIN YERİNE GEÇİNCE

 “Hani İmran’ın karısı: “Rabbim, karnımda olanı, ‘her türlü bağımlılıktan özgürlüğe kavuşturulmuş olarak’ Sana adadım, benden kabul et. Şüphesiz işiten bilen Sensin Sen” demişti.” Al-i İmran:35

La ilaha İllallah diyen cennete girer diye, kendilerince kurdukları dini teşkilatın bonuslarını sunan bezirganların tekelinden çıkarılmayan hiçbir din, insanları cennete götürmez. Kendi olumsuzluklarını meşrulaştırmak için dini kavramları kalkan yaparak, La ilaha İllallah diyoruz, elbette cennettir yerimiz diye kendilerine korunaklı bir mekân oluşturan din bezirganları, kendi dışlarında kalan ve onların anlayışlarıyla örtüşmeyen kim varsa, hepsini cehenneme yollamada da o kadar cesur davranırlar. Cennet ve cehennem kimsenin malik olduğu bir yerin adı değildir. Oraya kimin gidip kimin gitmeyeceğinin kararını veren de tüm mahlukatın efendisi ve yaratanıdır.

Neden acaba, Allah’a kulluğa giden yolun ilk başkaldırı manifestosu, La İlaha ile başlayıp, İllallah ile bitiyor, bunu anlamak ve ona göre yaşamak insan olmanın gereği değil mi? Bunu anlamak için yakarıdaki ayeti kerime bizlerin tüm duyum ve algılarımızı açarak derinlikli bir düşünme üzerine hayatımızı kurmamız için gerekli uyarıyı yaptığını sanıyorum…Karnımda olanı her türlü bağımlılıktan özgürlüğüne kavuşturulmuş olarak sana adadım…Bağımlılıkları olan varlıkların adanmışlığından da söz etmek zordur. Bağımlılıklardan berat etmeyen, özgürlüğüne kavuşamaz, özgürlüğüne kavuşamamış olanlar seçim ve tercih yapamazlar. Tercih yapamamış olanların kavramlarla La İlaha İllallah demesi, onu nasıl cennete götürür acaba, anlayan var mı?

Alışkanlık olmuş ama bunu kişinin kendisinin bile anlamadığı, hissedilmeyen eylemler insanı nasıl bir hedefe taşıyabilir…Sıcak suya ayağını sürekli sokan birine, sıcak suyun çok şifalı bir nimet olduğunu anlattığınızda, acaba o su onun alışkanlık haline getirdiği, ayağını suya sokma eylemi üzerinde ne kadar ve nasıl bir etki yapar. Hatta hiç etkilenmemesi bile mümkün olabilir. Onun için alışkanlıklar haline gelmiş su içmek, yemek yemek gibi sürekliliği olan eylemler insan metabolizmasını çok fazla etkisi altına almadığı gibi, beyni tırmalayan bir kalkış hamlesi başlatamayan kuru sözler de, anlamsız alışkanlıkların tekrarından ibaret olduğu için bir anlam içermez.

Her türlü bağımlılıktan ve bağlayıcılıktan arındırılmış özgür bir eylem üzerine kurulan bir yaşam değilse hayatımız, bizi Allah’a götürür mü, onu sorgulamak en büyük çabamız olmalı ve tüm yönleriyle adanmış bir yaşam olarak ortaya çıkmak insan olmanın gereğidir. Sizi ve Taptıklarınızı yok sayarak inkâr ederek, ben sadece Rabbime gidiyorum diyebilecek yüreklilikte insanlarla, ancak bu evrenin denklemi yeniden fıtratına döner. Bu duruş İbrahim’i bir duruştur.

Kalabalıklar arasında manevi iklimin hipnotize seanslarında alınan hazlarla, uyanık özgürce gidilen bir yolun acısına katlanmak öyle kolay değil. Özgürlük olmadan bağlanmak mümkün değil, ancak bağımlılıklar oluşabilir, ancak hiçbir bağımlılık özgürlüğün sonucu olan bir eylem değildir. İnsanlık, bağımlıklarını özgürce seçilen bir davranış olarak gördüğü için, bağlanmayı bir yıkım olarak görüp, kendi bağımlılıkları arasında can vermeyi tercih edebiliyor. “Karnımda olanı her türlü bağımlılıktan özgürlüğüne kavuşmuş olarak sana adıyorum…”

Şu güzelliği ve yüceliği görebiliyor muyuz, her türlü bağımlılıkların etkisinden arınmış, arı, duru ve halis bir özle sana adıyorum…Sen ancak böyle özgürlüğüne kavuşmuş olanları sana kulluğa kabul edersin, benim bu adağımı kabul et Rabbim diyebilecek erdem ve kararlılığı gösteremeyenler, oluşturdukları dinsel merkezi mekanizmalarla insanlara yol gösteremezler. Onların göstereceği yol ancak Allah’ın dışında gidilen karanlık dehlizler olabilir. Geldiği özün dışında dışarıdan herhangi bir etkileyici olmadan doğrudan yaratanın isteklerine göre yaşayacak bir adağın kabul edilmesi için gayret harcayan bir anlayış ve diğer tarafta, Allah’ım biz her türlü haltı yesekte sen gafur rahim ve affedensin, bizleri bağışla biz Müslümanlarız diyerek alışkanlıklarını hayat zanneden ürkek yalancı gaddar ve hakikati küçük çıkarları için harcamakta sakınca görmeyen biz zavallılar…Sormak gerekmez mi şimdi, hakikaten cennete gidilecekse hak kimin…

Bu açıklamalardan sonra La İlaha İllallah’ın hayatımızdaki anlamına bir bakalım derim…Bu söz bir yaşamın başlangıç berat fermanıdır. Bu beratı almayanlar kapıdan içeriye giremezler, girdikleri kapı ona benzetilmiş olan kapılar olabilir, ancak o kapıdan bilerek Allah’a giden bir yol çıkmaz. Allah’ın bu sınırlarını doğru olarak anlayıp yaşama aktardıktan sonra kimin cennete nasıl gideceğini veya kimlerin gitmeyeceğini belirlemek bizim hakkımız değildir. Bizim görevimiz sadece Hakikati doğru ve olduğu gibi tanımlayarak onun üzerine kümelenmiş sisleri dağıtmaktır. Ancak biz onunla uğraşmak yerine, kendimizi cennet ve cehenneme aralıksız bilet kesen bir bilet kontrol memuru olarak gördüğümüz için, bu alışkanlıklar bizleri hakikati idrakten uzaklaştırır duruma getirdi.

İslam alemi diye bilinen alemde ciddi bir bağımlılık sarhoşluğu yaşanırken, hala bu ortamlar bir değere bağlı olduklarına inanarak hayatlarını sürdürmektedir. Bireysel ferdi yönelimler her ortamda olabilir; ancak gelenek olarak yaygın hale gelen anlayışlar bağımlılıkların oluşturduğu bir hayat olmuştur. Bu hayatın, her ortamda gerçek yaşamın yerine konulduğunu gördüğümüz için, bizler bu hayatları Allah’a bağlanmış hayatlar olarak anlar olduk…Oysa Allah’a bağlanmış hayatlar La ile başlar. La demesini bilmeyen, bağımlılıklardan kurtulamayan, özgürlüğüne kavuşamamış hangi yaşam; Allah’a ait olabilir. Allah’a ait olan yaşamlarla yeryüzünün çehresi yeniden imar edilecek ve insanlık tarihi, insani belirleyicilere göre yazılacaktır.

Allah’ın kendisine bolca verdiği nimetlere bağlanarak, Allah ile arasında oluşturduğu duvarlar arkasından bende oradayım diye bağırmak kimseyi duvarın öbür yanına geçirmeyecektir. Bugün kendisine Müslüman diyen yaşamlar aynen buna dönmüştür. Bağımlılıklarının etkisinden kurtulup özgürlüğüne kavuşmadan ben Müslümanım demektedir. Müslümanlık Ayşe Fatma Ali vs. gibi atalarımızın verdiği bir isim değil, bir yaşam iksiridir. O yaşamı kabullendiğinizde yaşadığınız evrene Güneş yeniden doğar. Uzaklaştığınızda zifiri karanlık bir yaşama mahkûm olursunuz. Oysa bizim gördüğümüz yaşam, çocuklara ataları tarafından verilen bir isim gibi algılanıp sahip çıkıldığı için, bize ait ve ona kimsenin sahip çıkamayacağı bir kimlik olarak bakılıyor. Böyle bir anlayışın neresinde tüm bağımlılıklardan kurtulmuş özgürlüğüne kavuşmuş Allah’a adanmış bir yaşam görebilirsiniz. Allah’a adanmamış yaşamlar, Allah katında kabul gören eylemlerin sahibi olamaz.

Yeryüzünde ciddi bir akıl tutulması, duygu patlaması ve bilinç kırılması yaşandığı için, bu söylemlerin adrese dokunması çok zor olsa da, bunları idrakimiz ölçüsünde ortaya koymak ve idrak sahipleri ile paylaşarak bu yolda sağlıklı bir hayatın oluşmasına katkı sunmak zorundayız.

Yeryüzüne ait nimetleri, verenin istediği gibi harcayarak ona yakın olmak istiyorsak, bunların bağımlılığından özgürlüğümüze kavuşarak Allah’a bağlanmamız gerekiyor. Allah’a bağlanmak için, hayatımızı esir alacak yeryüzündeki tüm ilahları, hayatımızın kılcal damarlarından atıp özgürlüğümüze kavuşmak zorunludur. Özgürlüğüne kavuşanlar ancak eylemlerinin kabul olması için yaratana dua ederler. Diğerleri ise, ben bunları bunları yaptım, daha ne yapayım diyerek bağımlı olduğunu gizlemek için gerekçeler peşinde koşar. Tüm hücreleriyle Allah’a bağlanan ve yeryüzünde Islah görevi üstlenen sevgi muhabbet barış dayanışma kardeşlik için mücadele eden, merhamet sahibi kişilere ne kadar ihtiyaç var günümüzde…

Bağımlılıklarının esiri olmuş, kendilerini özgür zanneden bizler ne zaman “La” diyerek yaratıcıya giden yol güzergahına geçip Allah’a bağlanacağımız bir hayatın canlı tanıkları olmayı düşünüyoruz. Dün gitti, bugün, yarın olmayabilir bir an evvel tüm kalbimiz ve içtenliğimizle, Allah’a giden yolda bize ondan daha sevimli ve bağımlı gelebilecek hiçbir şeyin hayatımıza etki etmesine müsaade etmeyecek kadar, özgürlüğümüzü elimize alalım ve Rabbimizden kendisine adadığımız bu yaşamı, bizden kabul etmesini temenni ederek ayağa kalkalım…İşte o zaman göreceksiniz dünyanın çehresinin nasıl değiştiğini…Bizim dışımızdaki cehenneme taşıma görevini bir tarafa bırakalım, bizim işimiz insanın beden ve ruh yapısıyla alakalı olmamalı, biz olumsuz ve kainata zarar verecek eylemler üzerinde kafa yoralım ve iyiliklere öncü olalım….Yaratan kimi cennetine koyar kimi cehennemine koyar onu o bilir…Biz bir kuluz, görevimiz bağımsız özgür olarak Rabbimize bağlanıp onun yolunda bir adak olmaktır…Bizden kabul buyursun rabbim, katına mahcup olarak bizi çıkarmasın tek temennimiz bu…

Selam ve muhabbetlerim, kurda kuşa tüm kâinatın üzerine olsun yaratılmış olan her şeyi yaratandan dolayı seviyorum…Bu onların olumsuzluklarına ses çıkarmayacağım anlamında değil…Kalın sağlıcakla…

 

Erol KEKEÇ/07.01.2023/12.57/Namazgah Çamlıca/İST



"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!