“Hani İmran’ın karısı: “Rabbim, karnımda olanı, ‘her türlü bağımlılıktan özgürlüğe kavuşturulmuş olarak’ Sana adadım, benden kabul et. Şüphesiz işiten bilen Sensin Sen” demişti.” Al-i İmran:35
La ilaha İllallah diyen cennete girer diye, kendilerince
kurdukları dini teşkilatın bonuslarını sunan bezirganların tekelinden
çıkarılmayan hiçbir din, insanları cennete götürmez. Kendi olumsuzluklarını
meşrulaştırmak için dini kavramları kalkan yaparak, La ilaha İllallah diyoruz,
elbette cennettir yerimiz diye kendilerine korunaklı bir mekân oluşturan din
bezirganları, kendi dışlarında kalan ve onların anlayışlarıyla örtüşmeyen kim
varsa, hepsini cehenneme yollamada da o kadar cesur davranırlar. Cennet ve
cehennem kimsenin malik olduğu bir yerin adı değildir. Oraya kimin gidip kimin
gitmeyeceğinin kararını veren de tüm mahlukatın efendisi ve yaratanıdır.
Neden acaba, Allah’a kulluğa giden yolun ilk başkaldırı
manifestosu, La İlaha ile başlayıp, İllallah ile bitiyor, bunu anlamak ve ona
göre yaşamak insan olmanın gereği değil mi? Bunu anlamak için yakarıdaki ayeti
kerime bizlerin tüm duyum ve algılarımızı açarak derinlikli bir düşünme üzerine
hayatımızı kurmamız için gerekli uyarıyı yaptığını sanıyorum…Karnımda olanı her
türlü bağımlılıktan özgürlüğüne kavuşturulmuş olarak sana adadım…Bağımlılıkları
olan varlıkların adanmışlığından da söz etmek zordur. Bağımlılıklardan berat
etmeyen, özgürlüğüne kavuşamaz, özgürlüğüne kavuşamamış olanlar seçim ve tercih
yapamazlar. Tercih yapamamış olanların kavramlarla La İlaha İllallah demesi,
onu nasıl cennete götürür acaba, anlayan var mı?
Alışkanlık olmuş ama bunu kişinin kendisinin bile anlamadığı,
hissedilmeyen eylemler insanı nasıl bir hedefe taşıyabilir…Sıcak suya ayağını
sürekli sokan birine, sıcak suyun çok şifalı bir nimet olduğunu anlattığınızda,
acaba o su onun alışkanlık haline getirdiği, ayağını suya sokma eylemi üzerinde
ne kadar ve nasıl bir etki yapar. Hatta hiç etkilenmemesi bile mümkün olabilir.
Onun için alışkanlıklar haline gelmiş su içmek, yemek yemek gibi sürekliliği
olan eylemler insan metabolizmasını çok fazla etkisi altına almadığı gibi,
beyni tırmalayan bir kalkış hamlesi başlatamayan kuru sözler de, anlamsız
alışkanlıkların tekrarından ibaret olduğu için bir anlam içermez.
Her türlü bağımlılıktan ve bağlayıcılıktan arındırılmış özgür
bir eylem üzerine kurulan bir yaşam değilse hayatımız, bizi Allah’a götürür mü,
onu sorgulamak en büyük çabamız olmalı ve tüm yönleriyle adanmış bir yaşam
olarak ortaya çıkmak insan olmanın gereğidir. Sizi ve Taptıklarınızı yok
sayarak inkâr ederek, ben sadece Rabbime gidiyorum diyebilecek yüreklilikte
insanlarla, ancak bu evrenin denklemi yeniden fıtratına döner. Bu duruş
İbrahim’i bir duruştur.
Kalabalıklar arasında manevi iklimin hipnotize seanslarında
alınan hazlarla, uyanık özgürce gidilen bir yolun acısına katlanmak öyle kolay
değil. Özgürlük olmadan bağlanmak mümkün değil, ancak bağımlılıklar oluşabilir,
ancak hiçbir bağımlılık özgürlüğün sonucu olan bir eylem değildir. İnsanlık,
bağımlıklarını özgürce seçilen bir davranış olarak gördüğü için, bağlanmayı bir
yıkım olarak görüp, kendi bağımlılıkları arasında can vermeyi tercih
edebiliyor. “Karnımda olanı her türlü bağımlılıktan özgürlüğüne kavuşmuş olarak
sana adıyorum…”
Şu güzelliği ve yüceliği görebiliyor muyuz, her türlü bağımlılıkların
etkisinden arınmış, arı, duru ve halis bir özle sana adıyorum…Sen ancak böyle
özgürlüğüne kavuşmuş olanları sana kulluğa kabul edersin, benim bu adağımı
kabul et Rabbim diyebilecek erdem ve kararlılığı gösteremeyenler,
oluşturdukları dinsel merkezi mekanizmalarla insanlara yol gösteremezler.
Onların göstereceği yol ancak Allah’ın dışında gidilen karanlık dehlizler
olabilir. Geldiği özün dışında dışarıdan herhangi bir etkileyici olmadan
doğrudan yaratanın isteklerine göre yaşayacak bir adağın kabul edilmesi için
gayret harcayan bir anlayış ve diğer tarafta, Allah’ım biz her türlü haltı
yesekte sen gafur rahim ve affedensin, bizleri bağışla biz Müslümanlarız
diyerek alışkanlıklarını hayat zanneden ürkek yalancı gaddar ve hakikati küçük
çıkarları için harcamakta sakınca görmeyen biz zavallılar…Sormak gerekmez mi şimdi,
hakikaten cennete gidilecekse hak kimin…
Bu açıklamalardan sonra La İlaha İllallah’ın hayatımızdaki
anlamına bir bakalım derim…Bu söz bir yaşamın başlangıç berat fermanıdır. Bu
beratı almayanlar kapıdan içeriye giremezler, girdikleri kapı ona benzetilmiş
olan kapılar olabilir, ancak o kapıdan bilerek Allah’a giden bir yol çıkmaz.
Allah’ın bu sınırlarını doğru olarak anlayıp yaşama aktardıktan sonra kimin
cennete nasıl gideceğini veya kimlerin gitmeyeceğini belirlemek bizim hakkımız
değildir. Bizim görevimiz sadece Hakikati doğru ve olduğu gibi tanımlayarak
onun üzerine kümelenmiş sisleri dağıtmaktır. Ancak biz onunla uğraşmak yerine,
kendimizi cennet ve cehenneme aralıksız bilet kesen bir bilet kontrol memuru
olarak gördüğümüz için, bu alışkanlıklar bizleri hakikati idrakten uzaklaştırır
duruma getirdi.
İslam alemi diye bilinen alemde ciddi bir bağımlılık
sarhoşluğu yaşanırken, hala bu ortamlar bir değere bağlı olduklarına inanarak
hayatlarını sürdürmektedir. Bireysel ferdi yönelimler her ortamda olabilir;
ancak gelenek olarak yaygın hale gelen anlayışlar bağımlılıkların oluşturduğu
bir hayat olmuştur. Bu hayatın, her ortamda gerçek yaşamın yerine konulduğunu
gördüğümüz için, bizler bu hayatları Allah’a bağlanmış hayatlar olarak anlar
olduk…Oysa Allah’a bağlanmış hayatlar La ile başlar. La demesini bilmeyen,
bağımlılıklardan kurtulamayan, özgürlüğüne kavuşamamış hangi yaşam; Allah’a ait
olabilir. Allah’a ait olan yaşamlarla yeryüzünün çehresi yeniden imar edilecek
ve insanlık tarihi, insani belirleyicilere göre yazılacaktır.
Allah’ın kendisine bolca verdiği nimetlere bağlanarak, Allah
ile arasında oluşturduğu duvarlar arkasından bende oradayım diye bağırmak
kimseyi duvarın öbür yanına geçirmeyecektir. Bugün kendisine Müslüman diyen
yaşamlar aynen buna dönmüştür. Bağımlılıklarının etkisinden kurtulup
özgürlüğüne kavuşmadan ben Müslümanım demektedir. Müslümanlık Ayşe Fatma Ali
vs. gibi atalarımızın verdiği bir isim değil, bir yaşam iksiridir. O yaşamı kabullendiğinizde
yaşadığınız evrene Güneş yeniden doğar. Uzaklaştığınızda zifiri karanlık bir
yaşama mahkûm olursunuz. Oysa bizim gördüğümüz yaşam, çocuklara ataları
tarafından verilen bir isim gibi algılanıp sahip çıkıldığı için, bize ait ve
ona kimsenin sahip çıkamayacağı bir kimlik olarak bakılıyor. Böyle bir
anlayışın neresinde tüm bağımlılıklardan kurtulmuş özgürlüğüne kavuşmuş Allah’a
adanmış bir yaşam görebilirsiniz. Allah’a adanmamış yaşamlar, Allah katında
kabul gören eylemlerin sahibi olamaz.
Yeryüzünde ciddi bir akıl tutulması, duygu patlaması ve
bilinç kırılması yaşandığı için, bu söylemlerin adrese dokunması çok zor olsa
da, bunları idrakimiz ölçüsünde ortaya koymak ve idrak sahipleri ile paylaşarak
bu yolda sağlıklı bir hayatın oluşmasına katkı sunmak zorundayız.
Yeryüzüne ait nimetleri, verenin istediği gibi harcayarak ona
yakın olmak istiyorsak, bunların bağımlılığından özgürlüğümüze kavuşarak
Allah’a bağlanmamız gerekiyor. Allah’a bağlanmak için, hayatımızı esir alacak
yeryüzündeki tüm ilahları, hayatımızın kılcal damarlarından atıp özgürlüğümüze
kavuşmak zorunludur. Özgürlüğüne kavuşanlar ancak eylemlerinin kabul olması
için yaratana dua ederler. Diğerleri ise, ben bunları bunları yaptım, daha ne
yapayım diyerek bağımlı olduğunu gizlemek için gerekçeler peşinde koşar. Tüm
hücreleriyle Allah’a bağlanan ve yeryüzünde Islah görevi üstlenen sevgi
muhabbet barış dayanışma kardeşlik için mücadele eden, merhamet sahibi kişilere
ne kadar ihtiyaç var günümüzde…
Bağımlılıklarının esiri olmuş, kendilerini özgür zanneden
bizler ne zaman “La” diyerek yaratıcıya giden yol güzergahına geçip Allah’a
bağlanacağımız bir hayatın canlı tanıkları olmayı düşünüyoruz. Dün gitti, bugün,
yarın olmayabilir bir an evvel tüm kalbimiz ve içtenliğimizle, Allah’a giden
yolda bize ondan daha sevimli ve bağımlı gelebilecek hiçbir şeyin hayatımıza
etki etmesine müsaade etmeyecek kadar, özgürlüğümüzü elimize alalım ve
Rabbimizden kendisine adadığımız bu yaşamı, bizden kabul etmesini temenni
ederek ayağa kalkalım…İşte o zaman göreceksiniz dünyanın çehresinin nasıl
değiştiğini…Bizim dışımızdaki cehenneme taşıma görevini bir tarafa bırakalım,
bizim işimiz insanın beden ve ruh yapısıyla alakalı olmamalı, biz olumsuz ve
kainata zarar verecek eylemler üzerinde kafa yoralım ve iyiliklere öncü
olalım….Yaratan kimi cennetine koyar kimi cehennemine koyar onu o bilir…Biz bir
kuluz, görevimiz bağımsız özgür olarak Rabbimize bağlanıp onun yolunda bir adak
olmaktır…Bizden kabul buyursun rabbim, katına mahcup olarak bizi çıkarmasın tek
temennimiz bu…
Selam ve muhabbetlerim, kurda kuşa tüm kâinatın üzerine olsun
yaratılmış olan her şeyi yaratandan dolayı seviyorum…Bu onların
olumsuzluklarına ses çıkarmayacağım anlamında değil…Kalın sağlıcakla…
Erol KEKEÇ/07.01.2023/12.57/Namazgah Çamlıca/İST
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder