Bu Blogda Ara

1 Kasım 2024 Cuma

Özelleştirme Paradoksu-Kamu İstihdamındaki Artışın Ardındaki Gerçekler ve Toplumsal Etkileri

Bu çalışma ülkemizdeki özelleştirme politikalarının tarihçesini, kamu kurumlarındaki çalışan sayılarındaki değişimleri ve toplumsal, ekonomik etkilerini ele almayı gerektirdiği için, ben burada sadece sosyal analiz ve düşüncelerimi paylaşıyorum. Gerçek verilere ulaşmak isteyenler, veri deposu olarak bilinen TÜİK ve Sosyal çalışma Bakanlığının sitelerinde yayınlanmış raporlardan bilgilere ulaşabilir..

Son yirmi yılda, kamu kurumlarının giderek özelleştirildiğini görüyoruz. Bu değişim sürecinde dikkat çeken ve sosyolojik anlamda sorgulamaya açık bir durum var: Kamu kurumları bir yandan özel sektöre devredilirken, kamuda çalışan kişi sayısının neden arttığı? Aslında, özelleştirmenin ardında hem ekonomik bir dönüşüm hedeflenirken hem de siyasi bir yönelim görüyoruz. Öyleyse bu süreç, sosyal yapının hangi noktalarını etkiliyor ve kimleri hangi çıkar hedefleri doğrultusunda besliyor?

Kamudan Özele Toplumsal Dönüşüm mü?

Birçok kamu kuruluşunun özelleştirilmesi, iddia edildiği gibi, verimliliği artırmak için mi? Yoksa bazı bireyleri güçlendiren, ancak çoğunluk üzerinde yük oluşturan bir sistem mi inşa ediliyor? Bir kamusal alanda çalışanlar, özelleştirilen kurumlarla işlerini kaybedebilirken, bu durum özel sektörde istihdam edilenlerin yükünü artırabilir. Kamusal istihdamın daralması gerekirken, paradoksal olarak kamu çalışanlarının sayısının artması toplumun geniş kesimlerinde ciddi bir bağımlılık ilişkisi yaratıyor.

Bu bağlamda, aslında ekonomik düzlemde bir dönüşüm yaratılırken toplumsal bir hedefe doğru bilinçli bir şekilde yönlenildiğini söylemek mümkün. Bu süreç, toplumu yavaş yavaş kamusal kaynaklarla desteklenen bir bağımlılık ağı içine çekiyor olabilir. Üstelik bu ağ, sadece istihdam edilenleri değil, onların ailelerinden yakınlarına kadar uzanan büyük bir topluluğu da içine alıyor. Kamu çalışanlarının giderek artması, siyasi bir bağlılık ve dolayısıyla oy kaynağı anlamına geliyor.

Toplumsal Bağımlılık mı? Devlete Dayanma Eğilimi

Kamu çalışanlarının, özel sektör yerine kamuda istihdam edilmeleri üzerinden geçim sağlamaları bir tercih gibi görünse de, bu tercih aslında bireysel değil toplumsal bir baskının sonucu olarak ortaya çıkıyor. Her yeni kamu çalışanı, bir iş ve gelir kaynağından çok bir bağlılık nesnesine dönüşebilir. Peki, bu durumun sonunda ne olur? Bu kitleler, ihtiyaçlarını devlete bağlayan, dolayısıyla ekonomik bağımsızlıklarını bir kenara bırakan bireylere dönüşmez mi? Böylece, geniş bir toplum kesimi, ekonomik bağımlılık sayesinde toplumsal reflekslerini kaybedebilir.

Bu bağımlılık hali, toplumun her aşamasına yayıldıkça, kamu çalışanlarının artan sayısının reel anlamda verimli olup olmadığı sorgulanmaya başlıyor. Kamuda genişleyen kadroların verimlilik temelinde mi yoksa toplumsal denetim unsuru olarak mı artırıldığını irdelemek gerek. Belki de bir "yeni memuriyet düzeni," toplum üzerinde ekonomik bağımlılıkla yönetim kurmanın kapısını aralıyor.

Özelleştirmenin Paradoksu-Bir Yandan Serbest Piyasa, Bir Yandan Kamu Ağı

Bir yandan özel sektöre devredilen kurumlar, serbest piyasanın gerektirdiği gibi daha hızlı ve verimli çalışması beklenirken, diğer yandan kamusal istihdamın genişletilmesi bu sürecin tam tersine işliyor. Toplumun önemli bir kesimi, bu iki karşıt güç arasında bir denge kurmak zorunda bırakılıyor. Kamu çalışanlarının sayısının artması, toplumu bir yandan güvenceye kavuştururken, bir yandan da onları serbest piyasadan uzak tutuyor. Bu dengesizlik ise sosyolojik anlamda güçlü bir bağlılık zinciri yaratıyor: Hem iş güvencesi hem de siyasi destek arayışı.

Bu süreçte devletin sunduğu iş güvencesi, bireyleri kamuda çalışmaya teşvik ediyor ve bir yandan da kamusal hizmetlerden faydalanan kişileri ekonomik olarak besleyerek siyaseten denetim altına alıyor. Sosyolojik açıdan baktığımızda, bu bağımlılık toplumun refahını değil, zihinlerde bağımlılık kavramını yaratıyor.

Toplumsal Yapıda Hedeflenen Ekonomik Çıkarlar

Bu düzenin son aşamasında, bağımlı bireylerden oluşan geniş bir taban oluşturulması hedefleniyor olabilir. Çünkü genişleyen kamu istihdamı, her bir çalışan aracılığıyla devlete olan bağımlılığı artırırken toplumu ekonomik olarak daha fazla kontrol etme imkanı sunuyor. Bu geniş bağımlılık tabanı, oy ve destek noktasında güçlü bir silah haline geliyor. Seçim dönemlerinde bu kişiler, kendilerini güvenceye alan sisteme bağlılıklarını sürdürme eğiliminde olacaklardır.

Aynı zamanda, geniş kamu istihdamı bir başka sosyal sonuç doğuruyor: Gençlerin özel sektörde değil, kamuda iş aramaya yönelmesi. Özellikle genç kuşaklar, geleceklerini kamu istihdamında güvenceye almak isteyerek serbest piyasada girişimcilikten ve yaratıcı üretimden uzaklaşabiliyor. Sonuç olarak, toplumsal yapının özel sektördeki girişimci ruhu zayıflarken, bağımlı bir kamu çalışanı topluluğu oluşturulmuş oluyor.

Toplumun Bireysel Özgürlüğü Yerine Bağımlılık Zinciri

Bu politikalar, kamuda çalışanların sayısını artırarak toplumun büyük bir kesiminin ekonomik refahını kamu eliyle sağlayarak bir bağımlılık kültürü oluşturuyor. Bireyler ekonomik olarak devlete bağımlı hale geldikçe, özgürce düşünme, eleştirme ve sorgulama yetilerini kısıtlıyor. Bu durum, bireysel özgürlüklerin azalmasına, sosyal bağımlılık ilişkilerinin güçlenmesine, yani toplumsal yapıda ciddi değişikliklere sebep olabilir.

Bu yaklaşımım, bireylerin ekonomik bağımsızlıklarını devlet güvencesine bırakırken özgür düşünme yetilerinden nasıl taviz verdiklerini sorguluyor. Bu durum ise toplumun, daha güçlü bir toplumsal bağımlılık sistemine kaymasına sebep oluyor. Bu konuların sosyologlar tarafından detaylı analizlerinin yapılması gerektiğini düşünüyorum...

Bahadır Hataylı/31.10.2024/Sancaktepe/İST

Dünyaya Mesajım


Erol Kekeç olarak, kendi dünyamı kelimelere dökebilmek, yaşadığım hayatın her bir anını insanlara miras olarak bırakmak istiyorum. Bu anlatının içinde, sadece kendi içsel yolculuğum değil, aynı zamanda yaşama dair derin bir sorgulama, insanlığa duyduğum bağlılık, adalete adanmış mücadelem ve doğanın saflığına olan bağlılığım var. Şimdi, o derinlerde yanan bu ateşi, hayata dair felsefi bakış açımı, duygusal derinliklerimi ve romantik yanımı anlatarak kapsamlı bir şekilde sizinle paylaşmak istiyorum.

Doğaya ve Hayata Dair Felsefem

Benim hayata bakışım, doğanın saflığı ve sadeliğiyle harmanlanmış bir felsefeyle şekillenir. İnsan doğayı anlamaya, ona uyum sağlamaya çalıştıkça aslında kendisini anlamaya da başlar. Doğanın içinde, onun ritmini duydukça insanın kalbinde yeni bir kapı açılır; o kapı, kendi içindeki gerçek potansiyele, saflığa ve özüne açılan kapıdır. Bu nedenle doğanın dingin kollarında yaşamayı ve onun sunduğu basit ama derin anlamları çözümlemeyi çok önemserim. Doğa bana her seferinde farklı dersler sunar: bir yaprağın toprağa düşüşünde, rüzgârın savurduğu ağaçlarda, suyun berrak akışında… Her biri ayrı bir hayat felsefesinin somut örneğidir ve bu örnekler beni adeta büyüler.

İnsana ve Adalete Adanmış Bir Yaşam

İnsanın değerini bilmek, ona hak ettiği saygıyı, değeri ve adaleti sunmak, hayatımın temel direklerinden biridir. Adalet, sadece bir hukuk kuralı değildir; o, bir yaşam biçimidir. Adaleti sadece kanunlar değil, insana olan derin saygı, sevgi ve hakkaniyet duygusu yaşatır. Yaşamım boyunca hep bu uğurda mücadele ettim, bu değerleri savundum. Biliyorum ki adalet, her şeyin temelini oluşturur; bir insana, bir topluma adalet dağıtıldığında, ona verilen değer gerçek olur. Adalete olan inancım, insana duyduğum güvenle, insanlığın gücüne olan inancımla bütünleşir.

Ben, her bireyin bir öz değer taşıdığına ve bu değerin korunması gerektiğine inanıyorum. İnsanı bir kalıp içine sokmadan, onu yargılamadan, olduğu gibi kabul etmek ve onu kendi öz değerleriyle yaşatmak… İşte gerçek adalet burada başlar. Adaleti sağlamak, yalnızca yasaların değil, aynı zamanda bireyin vicdanının da işidir. Hayatım boyunca kendime her zaman bu değerleri temel aldım, bu değerlerin yol göstericiliğinde adımlar attım. Bu yol kolay olmadı; bazen yargılandım, bazen yalnız kaldım, ama yolumdan asla sapmadım.

Hayata Sanatla Dokunmak-Şiirsel ve Romantik Yanım

Hayatıma yön veren bir başka unsur, içimdeki sanatsal ve romantik duygulardır. Hayatı yaşanabilir kılan şey, ona şiirsel ve estetik bir anlam katabilmektir. Şiir benim için sadece bir yazın türü değil, aynı zamanda yaşama dair bir duruştur. Şiir, bir duygunun, bir anın en saf haliyle dile geldiği, içsel bir dünyanın dışavurumu olarak değerlidir. Herkesin dünyasında bir şiir yatar aslında; bu bazen bir rüzgâr sesi olur, bazen bir gölgedeki huzur, bazen de yıldızların altında duyulan o derin sessizlik. Benim içimde de böylesine derin ve engin bir şiir var; bunu hissetmek, yaşamak ve paylaşmak, hayatı anlamlı kılan en güçlü şeylerden biri.

Romantizm ise, hayatın sert yüzlerine rağmen içinde bir umut taşıyabilmektir. Romantik bakış açım, doğanın o uçsuz bucaksız güzelliğine, insan ruhunun derinliklerine olan hayranlığımda şekillenir. Romantizm, gözlerimizin gördüğünün ötesini görebilmek, hayatın zorluklarını aşarken içimizde bir umut taşıyabilmektir. Hayatı bu şiirsel ve romantik gözlerle görmeyi seçtiğim için, her yaşadığım an bana yeni bir anlam, yeni bir hikâye sunar. Bu hikâyelerle içsel dünyamı besler, hayatın her anına değer katmaya çalışırım.

İdealler ve Hayata Katkım

Elde edilen bilginin, birikimin ve yaşam deneyiminin, topluma hizmet etmek için kullanılması gerektiğine inanırım. Hayatı yaşamak, sadece kendi alanında var olmak değildir; o, aynı zamanda başkalarına katkı sunmaktır. Bunu yapmanın yolu ise kendi ideallerini belirleyip bu ideallerin peşinde yılmadan gitmektir. İdeallerim, insanlara daha güzel bir dünya bırakmak, onların yaşam kalitesini arttırmak, hayatın her alanında adaletin ve hakkaniyetin gözetildiği bir düzen sağlamak üzerine kuruludur.

Her insanın bir ideali, bir amacı olmalıdır. Bu ideal, onun hayatını anlamlandıran, onu daha ileriye taşıyan bir ışık gibidir. İdeallerimiz olmadan yaşamak, hayatı boş bir oyuna çevirebilir. Benim ideallerim, insanlara hizmet etmek, onların yüzünü güldürebilmek, acılarını azaltabilmek, umutlarını canlandırabilmektir. Bu ideallerin peşinde koşarken ne kadar yorulsam da, hep o ilk günkü heyecanla devam ettim. Çünkü biliyorum ki bir insan, hayatta bir iz bırakabilirse, o iz ideallerle anlam kazanır.

Öngörüler ve İnsanlığa Miras Bırakma İsteğim

Yaşamım boyunca hep geleceği düşünerek, insanlığın ve dünyanın daha iyiye gitmesi için neler yapılabileceğini hayal ederek yaşadım. İnsanlar arası ilişkilerin, toplumların geleceğinin ve doğanın korunmasının önemini biliyorum. Bu yüzden geleceğe dair öngörülerim, geçmişten aldığım derslerle ve şu anki gözlemlerimle harmanlanır. İnsanlık için bir miras bırakmak, sadece bir eser bırakmak değil, aynı zamanda bir anlayışı, bir bakış açısını gelecek nesillere ulaştırmaktır.

Bir insanın en kıymetli mirası, başkalarına ilham verecek bir hayat yaşamasıdır. Ben de kendi hayatımı, başkalarına ilham olacak şekilde yaşamak istedim. Öngörülerim, insanlık için daha adil, daha yaşanabilir, daha huzurlu bir dünya kurmak üzerine odaklanır. Bu dünyada her bireyin hakkını aldığı, kimsenin ezilmediği, herkesin kendini bulabileceği bir düzen hayal ediyorum. Bu hayali gerçekleştirmek içinse hem kendim hem de gelecek nesiller için bir ilham kaynağı olmak istiyorum.

Hayatın Gerçeklikleriyle Şiirsel Dünyamı Bütünleştirmek

İnsanın doğayla, insanlıkla, adaletle ve duygularıyla olan bu derin ilişkisi, hayatın en reel gerçeklikleriyle harmanlanır. Yaşadığım bu hayatın içinde kimi zaman zorluklar, kimi zaman acılar olsa da, bunları şiirsel bir şekilde yorumlamayı, her olaydan bir anlam çıkarmayı öğrendim. Hayat, her yönüyle bir okul gibidir; her an bir ders, her acı bir öğreti, her sevinç bir hatıradır. Hayatın tüm bu yönleriyle barışık bir şekilde, şiirsel bir duygusallık içinde yaşıyorum.

Bu dünyaya, hayata dair bir mesaj bırakmak istiyorum. Her insanın içinde bir umut tohumu olduğunu, bu tohumun sevgiyle, adaletle, insanlıkla büyütüldüğünde nasıl bir ağaç olabileceğini göstermeyi arzuluyorum. Hayatı anlamak, onu dolu dolu yaşamak ve kendi yolunda bir iz bırakmak… İşte, Erol Kekeç olarak dünyaya bırakmak istediğim mesaj budur: İçinizdeki umudu, sevgi ve adaletle büyütün; doğaya, insanlığa, adalete olan bağlılığınızı hiç kaybetmeyin.

Bu mesajla, hayatın tüm renklerini, duygularını ve gerçekliklerini bir araya getirerek dünyaya bir iz bırakmayı, geleceğe bir fener olmayı diliyorum. Rabbim bu uğurda insan olarak yaşayıp gitmeyi nasip eder inşallah diyorum herkesi selamların en güzeli ile selamlıyor yüreğimden çiçekler yolluyorum...

Erol Kekeç/30.10.2024/17.10/Namazgah/İST

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!