Bu Blogda Ara

31 Mayıs 2021 Pazartesi

KAÇ PARALIK ADAMSIN PARAN KADAR KONUŞ

 Dünyevileşmiş yaşamlar insanlığı tanımlarken, “kaç paralık adam o” veya “Paran kadar konuş, daha olmazsa kilon kadar para sayarım gibi ifadeleri kullanır; sizler de bunların kullanıldığına çoğu zaman şahit olmuşsunuzdur. Yaşam kültürünün bu olduğu ortamlarda, parasızlık itibarı kaybedilmiş yaşam olarak bilinir ve ona göre bir değer verilir. Bu değer algısının küresel bir salgın gibi yayıldığı ve saatte 500km hızla ilerlediği bir yaşamda değer sistemlerinin baştan aşağı sorgulanması elzemdir.

“Kaç paralık adam” ifadesi aslında kuşatılmış bir kültür dinamiğinin beyinleri ne kadar da işgal ettiğinin ifadesidir. Bu ifadenin yediden yetmişe her ortamda kullanıldığı toplumlarda ciddi bir değer değişiminin yaşandığı muhakkaktır. Önünüze çıkan ve sizinle iletişim kurmak isteyen kişinin üstünü başını gözleyerek ya bağlantı kurulmasına ya da dönüp gitmeniz gereken bir kişi olduğuna karar verirken, aslında sizin o kararınızı belirleyen iç dinamik değil, doğrudan uyarıcıdan aldığınız enerjidir. Yani uyaranın, sizde kendisiyle alakalı değerli bulacağınız imkân ve donanımlar varsa durup dinleme ihtiyacı duyuyorsunuz, o imkanların olmadığına inanıyorsanız bakmadan basıp gidiyorsunuz. Bu da değerlendirme kriterinizin onun hakkında sahip olmadığınız güven ve eminlikle alakalı bir durum olmaktan çok, sahip oldukları veya olmadıklarıyla ilgili bir tavır alınmasında etkili olmaktadır.

Kapitalist ve modern yaşam tarzının insanlarda oluşturmak istediği kültür biçimi, sizin kendi genetiğinizi işgal etmesine rağmen, bu yaşama ait olmayan ideal değerlerle kendinizi tanımlayarak o değerlerin oluşturacağı bir yaşamda, kendinize yer belirlemeye çalışmanız, tamamıyla kokuşmanın göstergesidir. Maddi ölçütleri olan ve niceliksel ölçmenin dışında insani değerlendirme kıstasınızın olmadığı bir yaşamı, gaibi bir hayatın yönlendirmesini bekleyemezsiniz. Ne yazık ki bizim toplumu dikkate alarak konuştuğumuz zaman fakirlik imkânsızlık dendiği zaman itibarsız değerden yoksun bir yaşam algılanmaktadır. Mesela bu insanların yaşamını devam ettirmesi için onlara verilecek bir imkân en alt yaşam sınırı dikkate alınarak belirlenir. Nedeni ise çok fazla itibarı olmamasından ve bir süje olarak görülmek istenmemesinden kaynaklanır. Oysa yaşamla ilgili belirli ölçütler konulacaksa, öncelikle insanların en üst yaşam sınırlarının belirlenmesi elzem iken, böyle düşünülmez çünkü üst yaşam sınırı olamaz; nedeni ise sahip olanların ihtiyaç sınırı olamaz. Âmâ imkânı olmayanların biyolojik yaşamlarını devam ettirip yani bir hayvan olacak duruma gelebilmesi için dahi, ihtiyaç sınırı konulur. Nedeni ise bunların herhangi bir değerinin ve itibarının olmamasından kaynaklanır. Yaşam alanı içinde dikkate alınması gerekenler olarak sadece imkân sahipleri örneklem grubu içinde ele alınıp diğerleri için bunlardan yola çıkılarak genel yargılar oluşturuluyorsa, kaç paralık adam ifadesinin nelere muktedir olduğunu burada rahatlıkla görebilirsiniz.

Ülkenin Milli gelirinin tanımı yapılırken, tüm giderleri çıktıktan sonra geriye kalan birikimler, ülke nüfusuna bölünerek ortaya çıkan sonuç fert başına düşen milli gelir olarak gösterilir. Ancak fakir fertler hayatlarında böyle bir parayı göremezler. Ama ülkemizin gelir düzeyi nereden nereye çıktı diye insanların hipnotize edilerek ezberletilmesi sağlanır. Bakarsınız herkesin dilinde bitmek tükenmek bilmeyen bir söz nerelerden geldik, milli gelirimiz 3000 dolarlarda iken şimdi 10.000 dolarlara geldik. Nerede o para dediğiniz zaman istatistikler yalan mı söylüyor diye, bir de sen sahtekâr olursun, anlamıyorsan bilmiyorsan konuşmayacaksın diye bir de sana mahkûm muamelesi yaparlar. Evet dostlar, sizlerin değerini belirleyen ve size bir anlam veren, zenginin parasına para katarak yığması, sen de onun yaşadığı yerde olduğun için, senin de bir hakkın oluşuyor, (!)bu hak nüfusa bölünen gelirin rakamlarla anlatılmasındaki, o rakam sadece sana düşen, dolayısıyla senin ne değerin olabilir. Millî gelirin pay edilmesi safsatası tamamıyla bir kandırma ve uyutma kuralıdır. Üçüncü dünya ülkeleri bu uğurda tam bir çığır açarlar. Millî gelirin, sosyal adaleti tesis edecek düzeyde sizlerin yaşam koşullarını iyileştirecek bir görevi yoksa, siz de adamsınız demek için sarf edilen bir ifadedir. Asgari yaşam hayattan çıkarılıp onun yerine insani yaşam konduğunda, ayrıca insani yaşam ücretiyle alakalı görüşmeler değil de insani yaşamın üst sınırı ne olmalı diye bir ölçü tartışıldığı ve insanların insanca yaşaması için herkese sosyal adalet reçetesinin uygulandığını görürseniz, işte orada kaç paralık adam ifadesini göremezsiniz, kilon kaça diyemezsiniz, seni paraya boğarım çılgınlığını söyleyemezsiniz; orada hayat hakikatler üzerine oturur ve insanların değer ölçüsü de farklılaşır.

Bu açıklamaları, gelecek yaşam sürecimizin genç nesiller üzerinden bir değerlendirmesini yaparken, kültür kodlarımızı yerli yerine oturtamazsak, sağlıklı sonuçlara gidemeyiz de ondan bu konuları ele aldım. Paranın tek kurtarıcı olduğu ve paranın açamayacağı kapı yoktur gibi nesilden nesle aktarılan deyimleriniz toplumsal gelenek haline gelmişse, bunları konuşmak elbette hem gerekli hem de zorunlu olur.

Gençliğin kısa yoldan az zamanda çok imkanlar elde etmek isteyen bir nesil olduğunu konuşuyoruz. Doğru, böyle bir talihsizliği yaşadığımız ancak bunların sebeplerini bilmezsek konuşmamızın hiçbir anlamı olmayacaktır. Öğrenmelerimizin büyük bir çoğunluğunu gördüklerimizden ve örnek aldıklarımızdan öğreniriz; bunun dışında kalanları da okumalarımız ve gezmelerimizle elde ederiz. Peki açık yüreklikle soruyorum ve dosdoğru adam gibi de cevaplarını ortaya koymamız lazım. Genç neslimiz, bizim ahlak modelimizi mi örnek aldı yoksa hayali bir yaşamı mı örnek aldı. Har vurup harman savurarak israfta sınır tanımayan, haram helal ver Allah’ım bu kulun yer Allah’ım, haydi mücahidim yürü mücahidim her yol mubah mücahhhhhhhidim. Diyecek kadar meşrulaştırma marşları yazacak duruma gelmiş bir ortamın yeni nesli fiyasko bir yaşama sürgün edilmiş demektir. Ahlaksızlıkta öyle bir sınır tanımaz hale gelindi ki, yeni nesilden beklenen, Avrupalı gibi planlı programlı bir iş ama karşılığı ise en ilkel üçüncü dünya ülkelerinin gerisindeki bir hakkı, hak görmek. Peki böyle bir ortamda insanlar hep paranın kulu kölesi olacak düzeyde ondan başka bir şey düşünmüyor ve herkes kendisini düşünüyorsa, bunun sebebini nerede aramak gerekir. Gemisini kurtarıp kaptan olanların çöplüğüne bakmakta fayda vardır. Gemisini kurtaramayanlar dışlanır, alt tabakadan görülür sözlerine itibar edilmez, çocuklar böyle babaları ata yerine koymaz çünkü çocuklar için değerli bir baba, ne olursa olsun nereden olursa olsun, haram helal demeden bulup buluşturan, kimin hakkı olup olmadığına bakmaksızın, onların önüne çuvalla imkân sunan ve altına bir araba alıp hatta en iyi model ve markalardan biri olursa daha iyi olur(!)…

Bugün gelinen nokta itibarıyla baktığımızda, ahlaki ve dini değer sistemlerinin ciddi bir deprem yaşayan ve yıkılıp enkaza dönmüş bir belde gibi olduğu muhakkak. Onun yerini yeni ve çağdaş değer sistemi almış görünmektedir. Bu sistemin değer olmasının tek nedeni var o da sayısal ifadeyle anlatılıyor olmasıdır. Bir sistem düşünün ki, onun için en kutsal olan, nereden nasıl bulursan bul önemli değil, önemli olan ondan vergi veriyor olmandır. “Vergilendirilmiş kazanç kutsaldır” ifadesi aslında insanın genetik ve fıtrata dayanan kodlarıyla oynamaktır. İnsanın fıtrat kodlarıyla oynadığınız zaman, fıtrat kodlarıyla ilgili bir yaşama hasret kalırsınız. Bugün böylesi bir hasretin yaşayanı ama özlemle o yaşamın arzulayanlarından olduğumuz kesin. Şunu anlayalım artık arzuladıklarımıza ulaşabilmemiz bizim kendimizde olanı değiştirmemizdir.

Sen yaratılan bir varlıksın benim gibi, senin de benim gibi değerin var, aynı düşünceleri düşünmemiş olsak da düşünen olarak aynı özelliklere sahip olduğumuzdan dolayı biz değerliyiz. Sen de değerlisin ben de o da…Bizi değerli kılan sahip olmak için çabalayıp onun yanına durarak kendimizi anlatmak istediklerimiz değildir. Sen bir öznesin senin değerin, neden değerli olduğunu anlamak, hayatını değerli kılan uğruna geçirmek ve elde etiklerinle yeryüzüne huzur ve mutluluk tomurcukları yaymak olmalıdır. Sen bunları yapmak için ayağa kalktığında insan olarak yaşarsın ve insan olarak bir değerin ortaya çıkar. İşte, o zaman “Ahsen’i takvim olursun…”Kaç liralık adamsın senin kilon kadar para vereyim diyenler varsa, o zaman sen bir hiçsin ve aşağıların aşağısına düşmüşsün ancak yananın kalmamıştır.

Çağdaş ve modern yaşamın yeniden tanımladığı kültürel kodlara göre bir hayat oluşturmak için harcadığımız çabaların hepsi boşa gideceğinden kuşkunuz olmasın…İnsan olarak ilminizle, birikiminizle, duruşunuzla hak ve adaletin şahidi olmanızla doğrudan yana ortaya koyacağınız tavrınızla bir değeriniz yoksa bir hiçsiniz demektir…Hiçlerin hiçle çarpımından bir başka hiç çıkar, hiçler yutan elamandır. Hayatınızı yutar, yutulmadan önce bir değer sahibi olalım…Marks’ın ben Hegel’in diyalektiğini tersine çevirdim. O Diyalektiğin başını yere ayaklarını yukarı getirmişti, ben ise ayaklarını yere başını yukarı çevirdim der. İşte ben de diyorum ki, Değer sistemimiz tarumar oldu bu tarumarlıktan kalan döküntü de olsa yaralı hücrelerimizi bir araya getirerek yeniden organizmayı ayağa kaldıracak zamanımız hala var, ancak köprüden önce son çıkışa hızla ilerliyoruz. Son çıkışa girmeden evvel değer sistemimizi ahlak adalet ve insanın yaratılış fıtratı üzerine oturtalım, yoksa elimizdeki değer kilomuzu ölçerek ağırlığımızın nereden kaynaklandığını herkese öğretecek ve sonrasında acılar eşliğinde ahlar vahlar arasında son nefes için perde açılacak…

Münzevi bir yaşam öğütlemiyorum aksine tüm münzevilikleri yerle bir edelim, sahip olduklarımızın tanımladığı bir yaşamı değil, sahip olduklarımızı istediğimiz gibi bizden nasıl yapmamız gerektiğini isteyen mutlak hükümdarın isteği doğrultusunda yeryüzünde adalete şahitlik için kullanalım…O zaman herkesin bir değeri olur, yoksa değeri sıfırlanan insanlığın yeniden kendisini tanımlamak için tartıya çıkarılıp kilosuyla anlam kazandığını sanan bir nesneye döneriz.

Kaç paralık adam diyebilecek cesaretin asla olmadığı ve herkese parasal bir değer biçilemeyen yaşama koşalım…Değeri, kendisinden değerli olanların yaşamı her zaman bir değerdir. Onlar tarih boyunca örnek olarak anlatılırken kilosu parayla ölçülenler ise hep olumsuz olarak kınanmıştır. Dünyalıkların insanları cin çarpmışa çevirdiği bir ortamda, ”İnanmıyorsunuz diye sizi Kur’an’la uyarmaktan vaz mı geçelim…”Diyecek cesur değer sahibi insanlara çok ihtiyaç vardır.

Selam saygı muhabbet ve selamlarımla,

Rabbim isteklerimizi katındaki değerleri ile daim eylesin ki dünyanın kulları olmaktan uzaklaşalım…Dünya önemlidir ama ahiret değerlidir. Değerli olanın değerini önemli olana harcamayanlara selam olsun…

Erol KEKEÇ/30.05.2021/23.47


27 Mayıs 2021 Perşembe

RUTİNE ÇOMAK SOKANLAR OLMALI MI?

İnsanların bilinçaltı biriktirdikleri ile ortaya koyduğu yaşam arasında doğrudan bir ilişkinin olduğu muhakkak. Bunu dikkate almadan hangi insan nasıl bir makamda olursa olsun, onları anlamak istediğiniz zaman doğru bir sonuca ulaşamazsınız. Son dönemde ülke gündeminin sınırlarını aşarak dış işlerini ilgilendirecek düzeyde yansıma yapan, mafya hesaplaşması olarak mı kabul edersiniz nasıl bakarsanız bakınız, gündemi de bu doğrultuda ele alıp değerlendirmek gerekir. Ancak Kişinin yaşamıyla ilgili değerlendirmeyi bu yönüyle ele alsanız da toplumsal yaşamda oluşturduğu etkiyi ise sosyolojik gerçekliği dikkate alarak ancak değerlendirebilirsiniz.

Sedat Peker’in kişiliği üzerinde fazla durmayacağım, kendisine münhasır bir karakter barındırmaktadır. Her ne kadar pervasız ve her şeyi yakabilecek kadar cesur bir görüntü ortaya koyuyor gibi olsa da her konuşmasının sonunda bir virgülle hesap kitap ve Allah’tan bahsetmesi içindeki tedirginliği ve ürkekliği de ortaya koymaktadır. Peker’in Mafya babası olarak bilinen yönünü bir tarafa bırakırsak ince bir ruh ve kendisinin de bir gün hesaba çekileceğini dikkate alarak konuşuyor yani ince eleyip sık dokumaktadır. Sınırsız bir özgüveni olmasına rağmen sınırsız bir davranış şekli ortaya koymuyor. Bu tarz davranış içinde görülmesi, onu izleyen ve dinleyenlerin kafasında kendisine meşruiyet zemini oluşturmaktadır. Her ne kadar bazıları beni organize suç örgütü gibi göstermeye çalışsa da, aslında ben meşru olmayan ve kimsenin onaylamadığı bir eylemin içinde olmadım. Olduysam da tamamıyla gayri meşru örgütlenmelerin karşısında oldum. Bu durum, resmi bir devlet görevim olmasa da hep devletimle paralel hareket ettim demektedir. Ben devletime karşı son derece saygılıyım hatta karşı karşıya geldiğim bakanı da bakan olarak değil, bakanlık dışı derin hizmetlerde kusur etmemesinden dolayı devlet görevini kötüye kullandığı için böyle davranıyorum iddiasında bulunarak bir görüntü vermektedir. Peker’in bu kontrollü davranışı, onu bir anda milyonların izlediği karakter durumuna getirdi. Bu yaklaşım ve yayınladığı videolarda verdiği görüntü bir anlamda herkesin zihninde temkinli yaklaşılan ve insanlar için tehlikeli olarak bilinen suç örgütleri de bir anlamda daha yumuşak bir geçişe sahne oldu. Peker, bu videolarla mesajını verdiğini düşünmekteyim. Hem Devlet dışı resmi olmayan oluşumlarda, insanların toplumsal sorunlarına çözüm olacak alanlar olabilir, ayrıca bu örgütlenmeler durup dururken olmuyor, devletin açık bıraktığı alanlardan kaynaklı sorunlar oluştuğu zaman bunlarla mücadele etmek için resmi olmasa da meşruiyet temelinde bir örgütlenme yapmak gerekir mesajı neredeyse ciddi bir kitlenin zihninde yer buldu. Konuşma aralarında sürekli, ben yargılandım ama neden diye sorarsanız cevabını vereyim derken, uyuşturucu satıcılarını ortadan kaldırdığım iddiasıyla cinayet zanlısı olarak çok yargılandım oysa bunlardan hep takipsizlik aldım diyor. Yani devletin kurumları benim hakkımdaki suçlamasıyla aslında benim karşı olduğum ve o uğurda da ceza evine girdiğim alanları bana isnat ederek, benim içinde asla olmayacağım bir durumda suç örgütü lideri olduğumu iddia ediyor…Kıymetli dostlarım bunun yorumunu size bırakıyorum diyerek ciddi puanlar topladığını düşünüyorum.

Peker için bu süreç, onun meşruiyet zeminine daha fazla yaklaştığı bir süreç olduğunu düşünüyorum. Geçmişin faili meçhullerini de ortaya koyarak kimler tarafından nerede yapıldığını açıklaması taşları yerinden oynatmışa benziyor. Geçmişteki birçok cinayetin ve karanlık işlerin şahidi olduğunu söylerken, insanların soracağı sorulara karşı da hemen cevabını kendisi veriyor. Neden bu zamana kadar açıklamadın diyeceğinizi biliyorum, ancak siz de içinde olmadığınız halde açıklamadan beklettiğiniz bir olayı içinizde saklayabilirsiniz bu da insani bir yöndür benim de öyledir, şeklinde doğal hale getirerek açıklamaktadır. Yani diyeceğim odur ki, Peker bu konuları çok rahat atlatmaktadır.

Mafya ve çetelerin oluşma ortamlarına baktığımızda durup dururken haydi bir örgüt kuralım ve hiçbir kural gözetmeyelim kendi kurallarımızı kendimiz oluşturalım ve insanlara korku yayalım diye oluşmuyorlar. Siyasal yönetimler, toplumsal ve kültürel ortamların yönlendirmesi, toplumsal dışlanmışlık ve mevcut yaşam alanı içinde bir yer edinememiş olmak, problemleri çözmekle mükellef olan hukuk sisteminin davaları sonuçlandırmadaki sürecin belirsizliği, hukuka karşı oluşan güvensizlik ve kısa zamanda sonuca gitme gibi nedenler bu tür oluşumların oluşmasına zemin hazırlamaktadır. Bu zeminler değiştirilmeden bu oluşumların yok olmasını da düşünemezsiniz. Bunlar kendilerini anlatırken ve başkalarının topluma onları tanımlama şekli iyiliksever, hayır yapan fakir babası, yanlış yapana göz yummayan namus bekçisi gibi övgü dolu sözlerle onlar taltif edilirler. Bir toplumda her ilin bir mülkü amiri olmasına rağmen bu mülkü amirlerden bir elin parmakları kadar kişi için, babacan biri, fakir babası, saygıdeğer biri, insanları düşünen gibi övgülere rastlamazken, neredeyse bu babalar anlatılırken her biri bir efsane gibi anlatılır. Bu da toplumsal ortamda resmi özellikleri olmasa da meşruiyetlerini kazandıklarını göstermektedir. Şehit aileleri bir mafya babası olduğu söylenen yeraltı dünyasının önemli ismiyle bir araya gelmek için, belli bir gün düzenliyor ve oranın mülki amirlerinden daha kalabalık kitleler tarafından karşılanıyorsa, bunlar aslında sosyolojik vaka olarak ele alınması gerekir. Ayrıca siyasal sistemin de kendisiyle yüzleşerek kendisini sorgulaması elzemdir. Aynı mafya lideri birkaç yıl öncesinde şehir şehir mitingler yaparak devletin yanındayım biz devletimizle el ele mücadele ediyoruz imajı verirken devlet hiçbir ses çıkarmıyorsa, bu yaklaşımları nasıl ele almak gerekir. Organize suç örgütü olmak için ne yapmak lazım veya nasıl bir duruş oluşturmak gerekir. Peker Hapisten çıktıktan sonra her yerde önemli iş adamı olarak taktim ediliyor, iktidarın bir bakanı ile atışmalar başlayınca suç örgütü tanımlaması içine giriyor. Bir kavramın tanımı ya da anlattığı gerçekliğin bir kriteri olacak mı? Bunları neden mi soruyorum? Eğer devlet Suç örgütü ifadesini, yapılan eylemler değişmediği halde ortama zamana ve bu faaliyette bulunanların sergilediği duruşun kimin yanında olmasına göre karar veriyorsa, suç örgütü ifadesi ciddiyetten uzak olur. Bir kavramla tanımlanan içerik, faaliyetin kim tarafından ve kimin adına yapıldığına bakılmaksızın herkesi ve her ortamdaki eylemi kuşatacak düzeyde ise, o zaman bu kavramla anlatılan şahsa karşı gösterilen tepkilerin birçok çelişkiyi içinde barındırdığını neden görmekteyiz? Eğer bu tarz açıklama tepki ve uygulamaların önü alınmazsa resmî açıklamaların ciddiyetten uzak olduğuna inanır insanlar.

9. Video olarak izlediğim Peker’in konuşmalarının ciddi bir değişim ve dönüşüm geçirdiğine şahit oldum. Önceki videolarında yaptığı açıklamalar ile 9. Video arasında önemli bir ayrışma vardı. Sanki Peker’in önceki konuşmaları ve sonraki konuşma ile bir hedef gözetilerek açıklamaların yapıldığını düşünmeye başladım. Yani kontrollü bir gürültü gibi geldi bana. Kontrollü gürültü  her zaman bir hedefin gizli tutulmasıyla yapılan bir gürültüdür.9. videoda Peker, kızgınlıklarının kendisini böyle davranmaya sevk ettiğini, hatta geçmişte karşı karşıya geldiği bakan Albayrak arasındaki tersleşmenin sebeplerinin de araya giren ve bundan çıkar devşiren parazitlerden kaynaklandığını, bunlara karşı gayet duyarlı olunmasını, Bakana karşı kendisinde oluşan gerilimlerden dolayı da helallik talebinde bulunarak özür dileyecek açıklamalara varan konuşmaları üzerinde durulması gerektiğini düşünüyorum.Peker,devletin yanındaki duruşunun devam edeceğini, dış güçlerin,  Feto taktiğini uygulayarak eski Fetocuların böyle bir karanlık ortam oluşturduğunu bundan bir an evvel herkesin kurtulması için uyanık olunmasını söylüyor, devletimize karşı dışarıdan gelebilecek olumsuzluklara herkesin hassas ve duyarlı olmasını öğütlüyor.

Yani gördüğüm kadarıyla Suç örgütü ifadesiyle anlatılmak istenen aslında istetme lastik gibi kullanılan bir kavram olduğudur. Devletler normal tekerle yola devam etmekte zorlanıp bir hava kaçağı ve patlama olduğuna inandığında, bu yapılanmaları hemen devreye koyarak kaldığı yerden yoluna devam edebiliyor, ne zaman ki asıl tekeri onardı o zaman istetme lastiğin olumsuzluklarını anlatarak onunla olan bir bağlantısının olmadığını konuşabiliyor. Bu durumlar bizim gibi insanların zihinlerini zorlayarak zihin duvarlarımızı yıkacak duruma geldiğimizde, bir de bakıyorsunuz ortada ne istetme lastik kalıyor ne de sorunlu asıl lastik her şey süt liman haline dönüyor…İşte bu da bize gösteriyor ki tüm bunlar kontrollü gerçekleşen gürültülerdir.

Dün itibarıyla, mafya Bakan arasındaki düelloya bazı politikacılardan gelen destek mesajlarıyla, Peker’in açıklamalarının birbiriyle uyum içinde olması ve üç tane daha video yapacağını, onların da daha çok kendi şahsına yönelik ferdi saldırılardan oluşacağını afişe edeceğini söylemesi bir anda bende düşündüklerimi destekliyor görmem bu tarz oluşumların neden ve niçin var sorularını yeniden sorarak bunlarla ilgili geniş yelpazeli araştırma ve açıklamaları gerekli kıldığını gördüm.

Hukuka kimse yaptırım uygulayamaz ve hukuk bağımsız, cumhuriyet savcıları toplum aleyhine olabilecek her konu hakkında soruşturma başlatır gibi beklentilerimiz de bir anlamda rafa kalkıyor bu tarz ortamlarda. Çünkü istetmeler ve gerçek tekerler nasıl ne zaman kullanılacak bunların ciddi bir tanımlaması yapılamadığı için, Savcılarda da tedirginlik oluşturabiliyor. Bu tedirginliklerden olsa gerek, medyanın bangır bangır bağırarak suç örgütleri şunları şunları yapıyorlar gibi mesajları savcılar tarafından pek dikkate alınmıyor. İşte, bu hengamede bizler de zihinlerimizi arı duru bilgilerle donatmak istiyoruz. Sebebi ise yanlış bir bilgi ve yönlendirmeyle ucu bir daha kapanmayacak açıların oluşmasına sebep olabiliriz endişesini taşıyoruz.

Sükunet durumu hasıl oldu, deniz çarşaf gibi, şimdi tüm gemiler dışarıya odaklanmalı, onun için bu tarz açıklamaların kapsam alanından çıkarak yeni koordinatlar belirlemek her düşünen, idrak eden ve sorumluluk taşıyanların yapması gereken bir eylemdir.

Son olarak diyorum ki hayat boşluk kaldırmıyor, eğer olması gerekenler, olmaması gereken yerlerde havanda su döverlerse, birileri çıkar o havanın içindeki mamulü değiştirmenin kendi görevi olduğunu iddia ederek rutin yaşama bir çomak sokabilir. Rutinlere bazen çomaklar sokulmalı ki, rutinler rutin olmanın ötesinde bir anlamının olduğunu anlayabilsinler…

Selam saygı ve muhabbetlerimle….

Erol KEKEÇ/27.05.2021/10.38


26 Mayıs 2021 Çarşamba

CELLADINDAN MEDET UMAN İNSANLIK

Günlerdir, aşı sorunu yok tamamladık diyenlere bir sorum var, hakikaten bu aşıyla yapılmak isteneni Allah için açıklar mısınız? Küresel cinayet şebekesinin aparatı olmak ne kadar acı ve insanın içine oturuyor. Bu kadar kısa zamanda İnsanlık için böyle bir çalışmayla insanlığın sağlığını düşünerek bir cinayet şebekesinin bilimsel bir çaba sarf edeceğine hiç inanmadım ve de inanmıyorum. İnanmadım, çünkü her noktasında çelişkiler barındıran, amacını gizleyerek iyi yollar sunuyormuş gibi kendisini lanse ederek, insanlığı kurşunlamak için üretilen kurşunlar olduğunu düşünüyorum.

İnsanlığın doğal yaşam alanlarını fesat alanı haline getiren bir dünya sistemi, çılgınlıklarının sonucu olan küresel bir salgının oluşmasındaki tetikleyici görevini yok sayarak, insanlığı kurtarmaya çalışıyor ve biz de buna inanacağız öyle mi; böyle düşünen varsa biz aklımızla kimseyi dalga geçirtmedik. Medyanın küresel güçlerin borazanlığını yaptığı ortamlarda insanların zihinleri kilitlenmiş, sadece birilerinde bir maymuncuk anahtar var, ancak onunla açıp zihinleri dolduruyorlar ve ardından diğer uyaranların tamamına kilitliyorlar. Böylesi toplumlarda sizlerin diri diri ölüme aday olduğunuzu yırtılırcasına açıklayanları, potansiyel düşman görebilirsiniz ama şunu bilin ki bu düşünceler sizi kurtuluşa çağırmaktadır. Kurtuluşa çağıranların çağrılarını bir kaşık suda boğmak isteyenler, şunu biliniz ki toptan imha edilmek için alıştırarak dibini görmediğiniz bulanık sularda boğulmanız için sizi süratle orya götürmektedirler.

Allah için insanlara soruyorum, benim bu beynim ne işe yarıyor diye sorma gereği hiç duymuyor musunuz? Beyinleri uyuşturulmuş olanlar o beyinlerini istirahat için dondurucudan alıp güneşte havalandırıp saksılarına koymadıkları sürece kurtuluşa çıkamayacaklardır. Bugün içinde bulunduğum gün içinde yaşadığım üç önemli vaka ile sizleri bilgilendirmek isterim. Yapılan aşılardan sonra yaşanan üç hadise, biri yakın bir arkadaşımın kayınpederi,2. Aşıdan sonra felç oldu ve şu an yatalak durumda, bir başkası 2. Aşıdan sonra vefat etti, benim kendi kayınpederim geçen pazartesi günü aşıyı oldu ve bir haftadır ateşi 40 derecenin altına düşmüyor, baş ağrısı şiddetli ve bağırsak sistemi çalışmıyor. Her gün hastanedeyiz ancak bir şey bulamadılar, nihayet benim diretmem sonrası, aşının bağışıklık sistemi güçlü olmayanlarda ve savunma yeterli değilse aşının böyle sonuçları olabileceğini itiraf ettiler. Yazıktır İnsanları toplu imha operasyonunun uzun vadeli yani taksitli ölüm fermanını hemen ikinci peşinattan sonra bari uygulamaya koymasaydınız(!).

Aşıyı herkes olacak diye, diretmediğini söyleyenler, aşısız olanları potansiyel kuduz mikrobu taşıyıcısı gibi gösterip insanların önüne öcü gibi koyarak onları tecrit ederken ne yapmak istiyorlar. Bilim güvenirliğini bu coronayla resmen rafa kaldırmıştır. İnsanlığın gözüne baka baka bu kadar canavarca bir uygulamanın aparatı neden bizler oluyoruz bunu ben anlamak istiyorum. Çok hafif hasta olan arkadaşım gidiyor test yaptırıyor kendisi pozitif çıkıyor, ondan çok ağır olan aile efradına yaptırmıyor, test sonrası verilen ilaçlarla önce eklem yerleri daha sonra sırt ağrısı başlıyor, oysa hiç kullanmadan normal antibiyotik kullanarak kalkacakken daha ağır hasta oluyor. Bunlar canlı ve birebir şahit olduklarım. Şimdi bana bunun faydalı ve insanlığı düşünerek yapılan iyi bir sağlık tedavisi olduğunu kim söyleyebilir.

Corana sürecinin ilk hamlesi insanları korkutmaktı, onda gayet başarılı olundu. İkinci hamlesi ise bu testlerin uygulanarak pozitif çıkıyor insanlar diyerek, pozitif çıkardıklarına verdikleri ilaçlarla onları savunmasız duruma getirmekti, sonrasında bu ölümlerin önüne geçmeliyiz diyerek üçüncü evre devreye girdi; bu da aşıların yapılmasıydı. Aşılar yapılmaya başlandı ve bu süreç bütün bir insanlığın aşılanmasının gerekliliğini anlatarak başlandı. Çünkü herkes aşılanmazsa o zaman bunu durdurmamız zor diyerek, aşılanmış olanlarla aşısız olanları karşı karşıya getirme hedefi de böylece gerçekleşmiş olacak. Bu süreç ne zamana kadar devam edecek dersiniz, karbon ekonomisinin tüm boyutlarıyla uygulanmasıyla yavaşlama süreci başlayacak. Önce kirlet imha et dünyayı yaşanmaz hale getir sonrasında bu yaşanmaz halin sorumluları başkalarıymış gibi kurtuluş reçetelerini de yine sen oluştur. Dünyayı kim çok kirletiyorsa onun değeri o kadar az olacak ve parasının değeri de ona göre şekillenecek diyerek yeni bir kandırma taktiği ile dünyayı aldatmaya çalış. Yani kimin doğaya zararı ve kiri az atılırsa veya hiç atılmazsa onun parası en üst düzeyde değeri yüksek para olacak de…Anlaşılan Küresel canavarlar hala sorumluların kendileri olduğuna inanmıyorlar ve sorumlu aramaya devam edecekler.

Bunların hedefi, dünyanın temiz kalması için bu kadar canlı çok fazla, bu canlıların büyük bir kısmı dünyadan gitmeli ki, o zaman doğal denge korunsun diyerek, çirkin ve korkunç yüzlerini gizleyerek sizleri düşünür oldular. Hatta büyük baş hayvanları imha ederek sentetik et üretmek için düğmeye basacak duruma geldiler. İnsanların da birçoğunu imha etmeleri gerekecek bunun yolu doğrudan savaş ve kimyasallar olursa insanlık suçu olur(!)dolayısıyla kendi kendine ölecek olması hem doğal ölüm olur hem de dünyadan nüfus ciddi anlamda gider. Bunun için gıda üretiminde olabildiğince genetik yapıyı olumsuz etkileyecek üretimleri doğru reçetelerle anlatarak piyasaya sunmak lazım, mesela sentetik kırmızı et gibi…Bundan sonra sağlıkta önemli bir olumsuzluk yaşandığı zaman vücut savunma sistemi, gelen bu hastalık virüsleriyle mücadele edememeli ve doğal ölüm oluşturularak nüfus azaltılmalıdır. Bunun için de vücut direncini taksitle düşürecek bir karışım olmalı bu tüm dünyada uygulanmalı ki, amaç ortaya çıkmasın. İşte bu noktada tam da Corona aşıları devreye sokuldu. Bu aşıların insanlığın kurtuluşu için olduğuna zerre inananlardan biri değilim. Böyle inanmam ve düşüncelerimi bu doğrultuda geliştirmemin en önemli nedeni, Dünya sağlık örgütü denen bir kuruluşun insanlığın sağlığını imha etmek için güç baronları ile el ele tutuşmuş olması oldu. Bu şebeke bilimi, bu güçlerin istediği gibi kullanması için, bilimin kapısını arkasına kadar açtı, içeri ne giren ne çıkan belli…Böylece güven gitti yerine bunalım geldi. Peki bu süreçte benim böyle çalışan bir anlayışı bilim olarak görmem ve onların ortaya koyduğu sonuçlara güvenmem nasıl olur? Herhâlde kendi aklıyla dalga geçmek ve kendine ihanet etmek bu olsa gerek.

Korkuyla başlayan süreç, korkuyu yaşatanların insafına bırakılmış bir umut, umudu yerle yeksan eden bir gelecek, geleceği peşin bedava alan üstelik tüm geleceği satın alırken onu bile ranta çeviren küresel bir canavar…İşte insanlık bunların elinde maymuna dönmüş bir haldeyken bunlara güvenmek hakikaten acınası durum da bu olsa gerek…Kimse kusura bakmasın ama şöyle uç bir örnek bu konuyu ancak izah edebilir, tecavüze uğrayan bir hanımın elleri kolları bağlanmış, sivri demir taraklar üstüne yatırılmış bu haldeyken yakınları görüyor ve oraya korka korka geliyorlar, tecavüzcüye ricada bulunuyorlar, aman dikkat et, zaten bu kaçınılmaz, bari belini incitmesin… Senden ricamız mağduru bari sağlam alalım diyorlar…Böylesi bir küstah aşağılık talepte bulunmak ile Küresel cinayet şebekesinin elinde kullanılan filmi bilim olarak görüp ondan kurtuluş beklemekte bundan daha erdemli değildir benim açımdan…Onun içindir ki bunların hiçbirine inanmıyorum.

Ey insanlık sizi taksitle öldürmek için bu aşı furyasının da yarınlarda doğacak olan hastalıklara karşı vücut direncini koruyan savunma sistemini içten imha etmek olduğuna inanıyorum. Yakın gelecekte insanlığın en hafif bir bahar rüzgârı karşısında savunmasız kalarak gidişine şahit olacağız…Çünkü aşılar böylesi bir geleceğe insanlığı hazırlamak için, küresel cinayet şebekesinin piyasaya sunduğu kurtuluş reçetesidir. (!)

Uyanalım kendimize gelelim, sorgulamadan korkmayalım, sorgulamayı rafa kaldıranların kendileri de raf ömrünü tamamlamış olduğunu bilmeleri gerekir.

 

Selam saygı muhabbet ve dualarımla…

 

Erol KEKEÇ/25.05.2021/17.40



23 Mayıs 2021 Pazar

HAYRET ŞEYTAN GİRMİŞ İÇİNE!

 De ki: "Pisin çokluğu seni hayrete düşürse de pisle temiz bir olmaz. O halde, ey akıl ve gönül sahipleri! Allah’tan korkun ki kurtuluşa erebilesiniz. “Maide/100

“Göklerin, yerin ve bunlarda bulunanların mülkü/yönetimi Allah’ındır. O’nun her şeye gücü yeter.” Maide/120

Yaşamlarımız o kadar kirlendi ki, helal haram olduğuna bakılmaksızın sahip olduğunuz imkanların çokluğu sizin değerinizi belirler oldu. Kazanımlarının nereden nasıl geldiğine bakmaksızın nasıl olursa olsun yeter ki gelsin anlayışı, “bu kulun haram helal demez ver Allah’ım ne olursa onu yer Allah’ım ”ile yaşamlarını sürdürenlerin sahip oldukları kimseyi hayrete düşürmesin…İçine pislik karışmış olanların çok kabarık olması hiç temizle bir olur mu?

İçine şeytan girmiş olan bir yaşam çok kabarık görünür ama ne yazık ki şeytan çıktığı zaman şişkinlik söner ve bir anda cılız bir durumda algılanır bu da ona ilgi ve alakayı azaltır. Şeytanın ortak olduğu hayatlar, Allah’a gerçekten iman etmiş ve ona hiçbir şeyi şirk koşmadan sonucu ondan bekleyenler hariç, her zaman cazip algılanır. İnsanların neyin önünde eğildiklerine bir bakarsanız, görüntü ve kabarıklar ne kadar fazla ve kimde bulunuyorsa o her zaman tercih edilen ve cazip olan olarak değerlendirilmektedir. Ondan dolayıdır ki haram helal olduğuna bakılmaksızın yeryüzünde yaşayan herkes bu ölçüyü dikkate alarak varlık sahnesindeki rolünü oynamaktadır. Bu anlayışla yaşam sürenlerin toplumsal hayatta çoğunluk oluşturması, fesada ortam hazırlar.

“Çok mal haramsız olmaz, çok söz yalansız olmaz” deyimi bir gerçekliğin anlatımı olduğundan kuşkunuz olmasın.Tecrübeler,hayat deneyimleri sonrakilere ışık olsun diye özlü ifadelerle sonrakilere bir miras olarak bırakılır. Bu söz aslında nasılda bir yaşam biçiminin tüm kültürel kodlarını önümüze koymaktadır.Oun için Yüce Rabbimiz “pisin çokluğu seni hayrete düşürmesin, hiç pis ile temiz bir olur mu diye uyarıda bulunmaktadır. Yiyecek maddelerine bakarsanız bazı pasta mamullerinin çok kabarık olduğunu görürsünüz, bunun böyle olması için neler yapıldığını araştırdığınızda, içine bazı kimyasallar ve karışımlar konulduğundan böyle olduğunu öğrenirsiniz. Ancak o kabartma mamullerinin sağlığa ne kadar faydalı olup olmadığına baktığınız zaman, sağlık açısından zararlı olduğu sonucuna ulaşırsınız. Buna rağmen, bakıldığı zaman kabarık ve göze güzel görülen daha tercih edilir ancak sağlık açısından zararsız olan ve içine herhangi bir zararlı karışım katılmamış olanların daha az tercih edildiğini fark edersiniz. Tüm bu örnekler gösteriyor ki insanlarda böyle bir yönelim olduğu muhakkaktır. Bu tarz yönelimlerin temelinde ne kadar da insanın gerçek fıtratıyla örtüşmeyen etkenlerin bulunduğunu görmekteyiz. Bu etkenlerin toplumsal ve kültürel bir yaşam belirleyeni olarak yaygınlık gösterdiği bir çağda yaşamların yeniden ve özenle gözden geçirilerek hakikat endeksi üzerinde yol almasını sağlamak için mücadele edilmesi kaçınılmazdır.

Saman çuvalları doldurulduğu ve basıldığı zaman cazip gibi görülse de çuvala bir bıçak vuruğunuzda ortalığa dağıldığını görürsünüz. Aynı kavanozu kırılmış reçel gibi saçılır ve bir daha toplanıp ona ilgi duyulması da mümkün değildir. Atılması gereken bir mamul haline gelir. Dağılmış saman çuvalı da süpürülüp yakılacağı ya da bir yere atılması gereken bir çöpe döner. Yani şunu anlamak zorunludur, pis olanların çok kabarık olması sizi hayrete düşürmesin, asıl hayrete düşürecek olanın tertemiz olup ta içine hiçbir pislik karışmadan insan yaşamının olduğu bir yerde hala varlığını sürdürüyor olması olsun…

Nereden buldun yasası diye bir devlet, insanların kazanımlarının kaynağını sormadan ellerindekini sisteme katarak vergi almak için kutsallaştırma adına kanuni düzenlemeler yapacak bir duruma gelmiş ise, demek oluyor ki, siz nereden bulursanız bulunuz onları sisteme dahil edecek kanuni düzenlemeler yapılacaktır. Bu düzenlemelerle pisler temizmiş gibi sunulmak istenmektedir. Sonrasında da bu eylemin bir referans olması sağlanarak kazançların nereden geldiği değil, sisteme katılıp katılmadığı önem kazanıyor, Yani meşrulaşabilmesinin yolları hemen oluşturuluyor ve vergiye dahil edildiği anda zaten tüm sorunlar çözülmüş oluyor, ”vergilendirilmiş kazanç kutsaldır, ”sloganıyla tüm pislikler legallik kazanmış oluyor.

Pozitivizmin egemen olduğu, ahiret diye görülene imanın ahireti unutturduğu bir çağda elbette, kabarık ve şişkin olanların hayret duyulacak değerler haline gelmesi de normalleşmektedir. Yani sizlerin bakışı ve size bakışların pozitif alanda ne kadar bir birikiminiz var onunla değerlendirilmektedir. Dolayısıyla bu ortamlarda değer kazanmak ve itibar sahibi olmak için nereden geldiğine bakmaksızın sizi değerli kılacak bu imkanlara fazlasıyla sahip olma hırsı içine giriyorsunuz. Bu hırs siz de kazanmak için hiçbir sınır tanımadan sadece elde edeceğinize sizi yoğunlaştırmaktadır. “Üzüm üzüme baka baka kararır, körle yatan şaşı kalkar” atasözlerinin de özetle anlatmaya çalıştığı yaşam, toplumun genel hayatı haline gelir. Herkes kendisini değerli kılmak için nereden nasıl geldiğine bakmaksızın geldiği noktanın çekiciliğiyle ilgilenir. Böylesi bir geleneksel yaşam oluştuğu zaman toplumsal değer sistemlerinin işlevini kaybettiği ve farklı bir pisliğin kabararak herkesi hayret ettirdiği çağın pislikleri altında can çekişen bir hayat ortaya çıkar. Eğer bu yaşamların kaynağı, yaptığı yoluculuğun meşru sınırlar içinde olup olmadığı bilinmeden bilinse de kanunlara ve mevzuata uygun, yeni diye ortaya çıkan ethik algının yerlerde sürünen ahlaksız tavrı, yaygınlaştığı dönemde temiz olana yaklaşmak insanı küçültmeye ve dışlamaya neden olur. Oysa ahlak yoksunu tavırlar parmakla gösterilecek, erdemli, işini bilen dürüst adamlar sınıfına isminizin kaydedilmesine sebep olur.

Bugün geldiğimiz nokta itibarıyla, pisin çokluğu ve kabarıklığı herkesi hayrete düşürmekte ve herkesi bu pislik sahiplerinin yerinde olmayı arzular hale getirmiştir. Kimse pisliğin içinde olmayı ve ondan kendisine bir pay düşer mi diye düşünmesin, pislikten ancak pislik akar. “Zalimlere meyletmeyin yoksa ateş size de dokunur…”Ey akıl ve gönül sahipleri yanlış yaparak Rabbinizi gücendirmekten korkup sakının ki, kurtuluşa erenlerden olasınız…Tüm bu örneklendirmelerden alacağımız çok derslerin olduğuna inanmaktayım. Ahlaki çöküşün tüm sistemleri yerinden ettiğini görmekteyiz.

Pis dendiği zaman hemen aklımıza belli şekillerdeki düşünce davranışlar gelmektedir. Yanlış olan bir düşüncenin peşinden sürüklenen kalabalıkların çok kabarık olması hayret etmeyi gerektirmiyor. İnsan vücudundan para kazanan birinin, belli bir dönemin anneler gününün annesi seçilmesi,devleten ihale alarak para kazanma dışında bir marifeti olmayanların Milletin a….na koyalım diyerek çirkeflikte sınır tanımamasına rağmen yerinde olması arzulanan bir iş adamı olarak prestijini koruması, çulu olmayanlar Milletin emanetini korumak için bir göreve geçtiklerinde oradan ayrılırken sadece bir domuzu kalıyorsa sahip olmadığı, bir makamı işgal ettiği zaman o makamın yaptırımını kullanarak, muhatap olduğu karşı cinslerden uçan kaçan hariç kimsenin kapsam alanından çıkamadığı ve muhabbetlerini de ne kadar ve kaç kişiyle geçirdiğini söyleyecek kadar anlatıp çirkefliği alenen yayan, anlatılacak çok şey var ancak, haram helal deme nerden gelirse gelsin ver Allah’ım biz senin halis kullarınız diyerek dinin de sahibiymiş gibi davranıp yeryüzünde hakkı tahrip edenlerin şerrinden korunmak için, onlara hayretle bakılmayacak,coronadan daha tehlikeli olduğu bilinerek onların kokusunun geldiği ve gelebileceği her ortamda tüm duyu organlarına maske takarak yaşandığı zaman ancak felaha erenlerden olunur. Yoksa içinde yaşadığımız çirkeflik daha çok kabaracak ve herkese onlara hayretle bakmayı ve onların yerinde olma arzusunu oluşturacaktır. Bunları dikkate almadan yaşamak ve yürümek istiyorsak, gönül sahipleri olarak Allah’tan ittika ederek yaşayalım ki felaha erenlerden olalım.

“Göklerin, yerin ve bunlarda bulunanların mülkü/yönetimi Allah’ındır. O’nun her şeye gücü yeter.” Maide/120

Göklerde ve Yerde bulunanların mülkü yönetimi kendisinde olan Allah’a güvendiğimiz de elimizde bulunan ne kadar küçük ve cılız gibi görünse de mayamız temiz olduktan sonra o kabarık olanlara bizim mayamız konduğunda bizim sahip olduğumuz temiz mayanın özelliğine dönecektir. Temiz olanlar hep mayadır. Pis olanlar ise mayasız kabarık olanlardır. O kabaranlar kimseyi aldatmamalı, mülkün yönetimi elinde olan Allah, temiz olanların çoğalmasını ve pis olanların bertaraf edilmesini istemektedir. Ondan dolayıdır ki, akıl ve gönül sahipleri ancak bu hakikati anlayarak Allah’tan gereği gibi ittika edebilir. İşte onlar felaha erenlerdir. Felaha erenlerden olmak isteyenler yaşadıkları ortamlardaki her türlü pisliklerden uzak durarak, mülkün tek sahibi Allah’a akıl ve gönülleriyle yönelerek onun buyruğuna göre yaşamaları gerekir. Ancak kurtuluş o zaman Olur. Pislikten pay almak için ses çıkarmayanlar sıranın kendisine geleceği durumu dikkate alarak pislik sahnesinde oynadığı figüranlık rollerine tahammül ederek gerçek oyuncu olmayı bekliyorsa şunu bilmeli ki, pislik sahnesinin figüranı da gerçek oyuncusu da aynı yolun yolcusudur. Pasif oyuncu aktif olacağı dönemi beklerken,gerçek oyuncu kendisine verilecek başrol oyuncusu ya da yardımcı başrol oyuncusu olma sırasını beklemektedir. Ondan olsa gerek herkes burnunu tıkayarak logarı patlamış sahnenin koridorunda dışarıya fırlamış b…lara basarak geçtiği halde çok temiz olduğunu iddia eder. Her iddia ispat ister.

De ki: "Pisin çokluğu seni hayrete düşürse de pisle temiz bir olmaz. O halde, ey akıl ve gönül sahipleri! Allah’tan korkun ki kurtuluşa erebilesiniz. “Maide/100

“Göklerin, yerin ve bunlarda bulunanların mülkü/yönetimi Allah’ındır. O’nun her şeye gücü yeter.” Maide/120

Rabbim bizi her şeyin yönetimi kendisinde olan yönetiminin içine bizlerin yaşamına yön veren isteklerimizi de alsın ki paçavra olmaktan çıkalım…Benim bugün bu ayetler üzerine olan tefekkür ve idrakim böyleydi, rabbim anlamadıklarımızı ve bilmediklerimizi de bu tefekkürlerimizi yaşar hale getirip onları da bize öğretsin inşallah…

Selam saygı muhabbet ve dualarımla…

Erol KEKEÇ/23.05.2021/09.47


TEKNOLOJİK ÇAĞIN MUCİZESİ İNSANLIĞI İMHA MI EDECEK

Teknolojik gelişim ve küresel iletişim kanallarının çok hızlı ilerlemesi, insanlığın hem kültürel hem de ahlaki sonunu da hızlı bir şekilde yaklaştırmaktadır. Teknoloji ve iletişim kanalları kendi marifetiyle bu tahribatı yapamaz ancak kendi ürettiği ürünlerin kullanılma felsefesini oluşturamamış insan, kendi eliyle kendisine en büyük kötülüğü yapar. İnsanın kendisine yaptığı bu kötülük dizginlenemeyen bir arzu, freni patlamış istekler listesi, duyarlılığı imha olmuş bir robot ve kutsalların dip yaptığı bir hayat programını onun eline vermiştir. Bu hal üzere yaşayan bütün bir insanlık kendi kaderini kendisi tayin eder duruma gelmiştir. “İnsana ancak emeğinin karşılığı var ”ayetini dikkate almadan ve anlamadan yaşamını devam ettiren bu küre, hala kendilerini kurtaracak olağanüstü bir müdahaleyi beklemektedir.

Teknolojik iletişim her geçen gün tahribatlarına yenisini ekleyerek varlık ivmesine hız kazandırırken, insanlığı imha ederek kendisi de yok olacak bir süreci kovalamaktadır. Duygularının ne olduğunu anlamayanların, duygularının belirlenmesi için duygu ölçer bir teknolojik aracın üretildiğini ve yaşadığını biliyorsunuz. Bu araçlar her geçen gün insanın yerini alarak insanın kendi özelliklerini bunlardan öğrenme isteğini ortaya çıkararak, insanı yaşamın dışına atmaktadır. Yaşamın dışına atılan insan aslında kendi eliyle kendisini imha etmektedir. “Başınıza gelen tüm musibetler kendi ellerinizle yapıp ettikleriniz yüzündendir.”

İnsan, bu süreci tersine çevirecek bir enerji harcamayı düşünmez ve teknolojiyi yaşamının patronu olarak gördüğü sürece bu hayat onun için zindana döneceğinden kuşkunuz olmasın. Karanlıklar durup dururken gelmiyor, insan istiyor, onun için uygun bir zemin oluşturuyor alçak basınç altında yaşamaya başlayınca, teknolojik yüksek basınçta kaldığı için karanlıklar bir yağmur gibi her tarafı kuşatır oluyor. Bugünlerimiz bütün bir evrenimizi kuşatacak karanlıkların haberinin geldiği çağdır, şu an biz de orada yaşamaktayız. Onun için diyorum ki, bir an evvel uyanalım ve insanlık ailesinin bir ferdi olarak kendi sorumluluk alanlarımızdaki rollerimizi doğru ve iyi kullanalım ki, bu olumsuzlukların oluşmasının önünde bir engel olalım yoksa sonunu düşünmek bile istemiyorum…Çünkü, yaklaşıyor yaklaşmakta olan…!

Geçmiş dönemdeki yaşamlarla kıyaslanamayacak düzeyde bütün bir insanlık maddi ve manevi bunalımlar yaşamaktadır. Geçmişte bunlar yok muydu diyenler olacaktır. Elbette bu düzeyde olmadığını mutlak doğru Allah’ın kitabından öğrenebiliriz. Onlar güç ve kuvvet açısından sizden çok çok ilerde olmasına rağmen onlar yerin dibine girdi. Geçmişte suçlar ve günahlar yerel ferdi ve bölgesel olmakla sınırlı iken bugün günahlar ve suçlar bütün bir evreni kuşatmış durumdadır. Evrenimizin neresinde ne olmuş, anında bunlardan haberdar olabiliyoruz. Teknolojik iletişim araçlarıyla içinde bulunduğumuz dijital çağ, bizi günah batağına doğru sürüklemesine rağmen kimse dijital çağa bu açıdan bakmayı düşünmüyor. Çünkü onun için şu andaki hayatına ne kolaylıklar sağladığı önemlidir. Teknolojiyle imkansızlıkları aşan insan, yere saklanmış olan hazineleri bulmak ve onu yaratılmışların ihtiyaçlarına sunarak onlar için huzurlu bir yaşam alanı oluşturma derdinde olmadığından evrene kötülük pompalamanın ötesinde bir iş yapmıyor. Dolayısıyla çok hızlı yaşayarak isteklerine ulaşmaya çalışırken, isteklerin imha etmeye çalıştığı akıl ve idrakle ilgili de hep gerilere doğru yol almaktadır. Bu paradoksu aynı anda yaşayan insan hem ruhsal hem de fizyolojik açıdan çatırdama yaşamaktadır. İnsanın bu kaosun pençesinde can vermesine razı olmadığını göstermek amaçlı alaylı davranışla, insanlık için hem sağlık hem de yaşamsal imkanları genişletmek isteyenlerin olduğu anlatılır. Oysa sistemli olarak böyle bir amaç güdenlerin palavraları dışında kalan lokal çalışmalar ancak insanlık için çalışır, onlar da hep gölgede kalmış ya da küresel baronlar tarafından süratle engellenmiştir. İşte böyle bir ortamda teknolojinin insanlık için faydalı olacağını umut ederek teknolojiye sarılanların, hakikaten ne kadar da mutlu olduklarını görmek istiyorsanız, teknoloji öncesi ve sonrası sosyal yaşamlar hakkında çok ciddi araştırmalar yaparak bu durumu anlamak mümkündür.

Önceki toplumsal yaşamlara baktığımızda bu kadar kolay iletişim ve ulaşım sağlamak mümkün değildi. Ancak Dijital çağda iletişim ve ulaşım imkanlarının her türlüsünden bütün bir insanlık istifade eder duruma geldi. Bu durum beraberinde çok farklı sorumluluk alanları da oluşturdu. Ben Türkiye’de yaşıyorum gücüm buna yetiyor diğerleri beni ilgilendirmiyor deme lüksünüz kalmadı. Haberdar olduğunuz her şeyden sorumluluk var insana. Bugün dünyanın gözü önünde Türkistan’da insanlık imha edilirken ne yapalım stratejik ortaklığımız var bunları dikkate almak zorundayız deme lüksünüz olamaz. Filistin kan ağlarken sadece bağırarak korkutacağımızı düşünüyorsak bizim durumumuzun, gökyüzünü kara dumanlar kapladığında bu dumanlardan korkanların havaya silah sıkarak dumanları dağıtarak korkularını yendiğini sananlar kadar komik olduğumuzu bilelim. Televizyon ekranlarından acı yaşayanları izleyerek, kalkalım onlara dua edelim ve onları dualarımızla koruyalım diyerek oturduğu yerden Filistin’e veya Türkistan’da bulunan mazlumlara yardım ettiğini sananlar şunu bilmeli ki, kendi basiretlerini kurşunlayarak imha etmektedirler. Çünkü Teknolojinin bizlere onların durumunu taşıması bizleri onların üzerindeki kara bulutları dağıtmak için harekete geçirmiyor bir eylem yaparak her taraftan bu acıyı dindirmek için zalimlere misli ile mukabele edemiyorsak,  kara bulutları dağıtmak için havaya silah sıkanlardan farkımız olmayacaktır.

Ne kadar çok şey bilirsek o kadar sorumluluğumuz artmaktadır. Ulaşım imkânlarımız var, onların yanında olabilecek güçte iken biz sadece bağırmayı ve küfretmeyi düşündüğümüz için günahımız da katlanarak artmaktadır. Yaşamda imkân ve kaynaklarımız arttığı sürece, eğer bizler sorumluluklarımızı elde ettiğimiz bilgi ve imkanlarla ters orantılı yaşıyorsak, bu bizim için bir yıkım haberi olacağından kimsenin kuşkusu olmasın. Yani burada vurgulamak istediğim mesele bizlerin ihtiyaçlarını karşılayacak imkanlar çoğalıyor diye bizlerin yaşamları da aynı oranda daha kolay olacak şeklindeki bir algı insanı yanıltabilir. İnsanlığın buluşlarını, Mucize getiren elçilerden sonra insanlık mucizesi olarak görmek ve değerlendirmek gerekir. Nasıl ki bizim inanmamız ve kabullenmemiz için şartlar müsait değil bunların dışında daha ne var diyen eski toplumlar kendilerine gelen elçilerden olağanüstü isteklerde bulunarak mucize getirmelerini istiyorlarsa, bugün de ondan farklı değil, bizim imkanlarımız yok, ne yapalım diyenlere karşı Allah; bu sahip olduklarınız,uçaklarınız,tanklarınız,gemileriniz,uydu sistemleriniz nedir, bundan sonrasını ve daha başkasını da sizlere armağan ettik hatta bir anda kimsenin sahip olamadığı insan olmadan kullanabileceğiniz silahları da, sizlerin kullanımına sunduk ama siz hala ne yapalım diyerek yerinize oturup kalıp dünyadaki acıları cehennemin ateşine tercih ettiniz değil mi demekte olduğunu bilmek zorundayız. Yani bunlar bizim için bir mucize olarak algılanmalı ve görülmeli mucizeler sonrasında eski hallerine devam edenlerin yıkımı ve yok olması kaçınılmaz olur. Allah böyle yaşayanlara azabı duçar eder.

İnsanlık, kendi yerine teknolojinin her şeyi yapacağını düşünerek kendisini sorumluluk alanlarının dışında bir yere konumlandırmak istiyorsa şunu iyice bilsin ki, konumlandırıldığı yerde çivilenip kalacaktır. “Bir anda donup kaldılar da onlar için gökten bir azap indirmedik sadece esen bir rüzgâr geldi onları olduğu yerde kuruttu”. Teknolojinin geldiği süreç insanlık mucizesidir. Bu mucize sonrası gerekenler yapılmaz, Allah’a hamt edilmez ve yeryüzünde Allah’ın tüm mazlum kullarının imdadına koşulmazsa, Allah’ın gazabının bütün bir insanlığı imha edeceği bilinmelidir.

Bir de teknolojinin şu boyutuna da dikkat etmek gerekir, teknoloji insanı bilgi belge ve görüntü bombardımanına tutarak onun dünyasını hep işgal etmektedir. Bu durum insanın sağlığını ve psikolojisini çoğu zaman olumsuz etkilemektedir. Çünkü insan duyguları olan ve etkilenebilecek özelliklere sahiptir. Sizin dışınızdaki acıları ve olumsuzlukları sürekli izleyerek onlara bir çözüm olup sorunların üstesinden gelemediğiniz zaman, bunlar sizin ruh dünyanızı sarsar sizleri hasta eder. Dolayısıyla Teknolojik gelişimin vardığı noktaya her zaman faydalı gözüyle bakarak kendimizi aldatmayalım. Her hâlükârda bu çağ bizleri daha çok etkilemektedir. Bu da bizleri yıpratır oldu. Ya sorumluluklarımızı yerine getirir düzeyde insanca yaşayacağız, ya da insanlığımız unutarak teknolojinin kölesi olarak kendi insanlığımızı imha ederek pasifize olan insanlığın, küresel şeytanların cehenneminde yanmasını seyrederek, kendi sonumuzun nasıl yok olduğuna şahit olacağız.

Zihin kalıplarını kızağa çekmiş, aklı zihin kalıplarının kaptanlığından alan ve düşünmek istemeyenler, bu hayattan belki memnun olabilirler. Ancak şunu bilmek gerekir ki, düşünme melekeleri canlı doğan her günün, sorumluluklarımızı biraz daha arttırdığını idrak edenler böyle bir hayattan memnun olmazlar. Bu memnuniyetsizliklerini de hayıflanarak dert yanarak aktarmazlar. Onların şiarı ayağa kalkmak ve yapması gerekenleri yaparak bütün bir insanlığa örnek oluşturmaktır. Üstat Sezai Karakoç der ki ”Her hareket bir insanın ayağa kalkışıyla başlar…”Benim derdim ise bunları yazarak rahatlamak değil, yazdıklarımla herkesin benim gibi olmasını istemiyorum, ama sorumluluk duyarak bütün bir evrenimizi ve insanlığı düşünerek yaşayacak insanların ayağa kalkışına birlikte şahit olmak istiyorum…

Bizleri böylesi bir sorumluluğun altında yok olmadan adam gibi yaşayan adam gibi ölen ve Mutlak hükümdarın karşısında mahcup olmadan duranlardan eylesin rabbim…

Selam saygı muhabbet ve dualarımla…

Erol KEKEÇ/22.05.2021/15.51



21 Mayıs 2021 Cuma

TEMELİ İHMAL ÜST KATI YIKAR

 “Coğrafya kaderinizi belirler,” yani toprağınız ,suyunuz, ikliminiz, üretim tarzınız vs. sizin yaşamınızın kültürünüzün yani normatif birikimlerinizin temel kaynağını oluşturur. Düşünür Karl Marks, alt yapı üst yapıyı belirler derken, tüm idealist ve rasyonalist düşünürlerin bu düşünceyi yerden yere vurmak için nasıl atağa geçtiğini biliyoruz. Her ne kadar bende de idealistlerin fikirleri daha sıcak gibi görülse de aklımın derinliklerinde Marks’ın bu düşüncesinin daha baskın rol üstlendiğini biliyordum, çünkü ”Nasıl yaşarsanız öyle inanırsınız felsefesi bende bu düşüncenin daha fazla kök saldığını anlamama sebep oldu.

Günümüzün tüm yaşam aksiyonları neredeyse görülenler üzerine oluşturulan ve geliştirilen değerlerden oluşmaktadır. Ondan dolayıdır ki, pozitif olanlar daima baskın konumda algılanır oldu.Ör.İletişim kurarken daha çok görülen, bilinen kazanımlarla iletişimi daha güçlü kılmak mümkün. Ancak metafizik ve ideal olanlar üzerine ortaya koyacağınız düşünsel birikimleriniz bir anlam ifade etmemektedir. Parası olan birine gösterilen tevazu saygı ile ilim sahibi birine gösterilen ilgi alaka ve saygının derecesini anlamak istediğinizde, genellikle parası olanın her olumsuzluğa rağmen daha çok saygınlık elde ettiğini görürsünüz. Hoca Nasreddin,boşuna dememiş “ye kürküm ye” diye…Bunlar bize insanlığın düşünsel birikim dağarcıklarının neye göre biçimlendiğini anlamamız için sanıyorum ki belli ipuçları vermeye yetiyor.

Alt yapıdan mı geliyor diye sürekli günlük hayatta iş ortamlarında çokça kullanılan ifade, bir hayatın aslında tüm koordinatlarını açıklar. Alt yapı sağlamsa toplum kokuşmaz, pislik olmaz, yaşam alanlarınız daha nezih ve devamlı olur. Üst katları çıkabilmeniz için alt katların çok sağlam olması gerekir. Bir binanın yapımına en üstten başlanarak alta doğru yapıldığına şahit olan sanıyorum yoktur. Temeliniz sağlam ise yükselecek hayatınız daha dengeli sağlıklı ve sürekliliği olan yaşamlar olur. Bunu dikkate alan toplumların bugün bütün bir kürenin yönetiminde söz sahibi olduklarını görmekteyiz. Ancak geçmişi çok parlak olan ve olağanüstü ilmi fikri ve idealist yaşamların konuşulduğu tartışıldığı toplumlara baktığımızda, onların bu çabalarının bugün kendi toplumlarına bir fayda dokundurduğunu göremiyoruz. Ancak alt yapıya önem veren ekonomik olarak gelişimini tamamlamış olanların bu değerleri sahiplendiğini rahatlıkla söyleyebilirim. Demek ki, alt yapı tüm birikimlerin ve çabaların kendisiyle karşılık bulduğu bir hayat düzeneğiymiş. Bu düzeneğin doğru çalıştırıldığı ve hassasiyetle korunduğu ortamlardaki halklar daha mutlu gelir düzeyleri yüksek, normatif değerler en üst seviyeden yaşanıyor, ancak üst yapıdan başlamak için günlerini gün edenlerin bu çabalarının, kendi mirasına sahip çıkanlar arasında neredeyse hiç görülmeyecek düzeyde yok olduğuna şahit olmaktayız. Bugün, İbn-i Haldun’un,Farabi’nin,İbni Sina’nın ve daha birçok düşünürün kendi toplumlarından çok batı dünyasında karşılığının olmasına nasıl bakacağız. Batı toplumları bizlerle kıyaslanmayacak düzeyde biyolojik yaşamın devam etmesinin gerekliliğini sağladıkları için, bize ait olanları da bizden daha ciddi sahiplendiklerini görürüz. Ancak batı bunları daha çok kendi değer sistemi içinde eriterek içselleştirmiştir. Oysa biz onların tüm değerlerini onların felsefi bakışıyla alıp sadece tüketen kobayları olmanın ötesine gidemedik.

Batının bu kadar rahat olmasının arkasındaki temel dinamiğin yaşamın görüntülendiği ekranın doğru konumlandırılmasıyla ilişkili olduğunu düşünmekteyim. Siz nasıl bir düzenek kurarsanız ortaya çıkacak yaşam o düzeneğin iç yapısıyla bütünleşerek varlık gösterecektir. Bugün geldiğimiz noktada neredeyse bütün bir insanlık, yaşamın devam etmesi için doğrudan gerekli olan ihtiyaç maddelerine yönelmektedir. Çünkü yaşamı devam ettiren zorunlu ihtiyaç malzemelerini sağlayamazsanız üst basamaklara çıkamazsınız. İhtiyaçlar hiyerarşisine göre yeni bir dünya kuruluyor. Bu kurulum bayağı sancılı geçecek gibi. Çünkü yeni bir konumlandırmaya doğru hızlı bir geçiş yaşanıyor. Çok değerli olduğuna inandığınız ve yıllardır uğruna mücadele ettiğiniz entelektüel birikimlerin yaşamda karşılığı olmadığını görmek ve o süreci sil baştan yaşamın ikinci üçüncü basamağına alarak yeni bir yaşam hiyerarşisi oluşturmaya kalkmak, sizin hem zihin hem de biyolojik metabolizmanızın sarsılmasına neden olabilir. Ancak bu süreçte o birikimlerinizi de koruyarak yaşamak istiyorsanız böyle bir değişimi yapmak zorundasınız. Yoksa gelecek sizlerin bu yeryüzünde hiç yaşamadan gelip gitmiş varlığı ile yokluğu bilinmeden tarih sayfalarına girmeniz anlamına gelir.

Sosyologlar, kültür ve yaşam tarzları hakkında bilgi edinirken yaptıkları araştırmalarda toplumların kültürlerinin onların bulunduğu iklim bölge ve yeryüzünden bağımsız olmadığını o ortama göre bir kültür ortaya çıkardıklarını görürler. Bu bulgulara sahip olmak aslında yaşam hakkında yapılacak bilimsel öngörülerin yapılmasını da kolaylaştırmış olmasına rağmen, bu öngörüleri yapacak cesaret ortaya çıkmadığından sadece kümülatif bir bilgi olarak hayatta karşılık bulmaktadır. Bu bilgiler yaşam alanında yapılacak olan planlamalara pek katkı sunmaz, onun içindir ki, özellikle sosyologlar araştırma yaparken araştırma bulgularını algılanır duruma getirirp,öngörüden yoksun bir rapor ortaya koyarlarsa sorunların bertaraf edilmesine katkı sunamazlar.Sosyologlar,bir radyolog gibi çalışmak zorundadır. Böyle bir çalışma sonraki uzmanların doğru planlamalar yapmalarına ve onların önünü aydınlatmada ışık olur. Böyle olması, fotoğrafı çekip o fotoğrafın hangi şartlarda hangi ışık ortamında kaç dereceyle ne tarafa kaydırılması halinde böyle bir görüntüye sahip olacağını açıklaması kolaylaşır. Tüm bunlar bilimsel verilerden yararlanarak yapılan öngörüler olmalıdır. Doğruluktan uzak yaşamda karşılığı olmayan iddia ötesine geçmemiş hipotezlerden yola çıkarak kuru kuruya yapılan iddiaları bilimsel öngörü gibi sunmaktan kurtulmak gerekir. Bunlar dikkate alındığında, toplumsal yaşama katılacak her bir değer, o toplumun doğal yaşam kodlarına uygun frekanslardan yayın yapmasına sebep olur. Bu durum toplumu güçlü kılar ve tarihe not düşülecek bir yaşamı sonrakilere miras bırakmasını sağlar.

Gördüğüm lüzum üzerine böyle bir makaleyi yazmam gerektiğine inandım. Ekonomik yaşamı, aslandan korkup kaçan yaban eşekleri gibi gören anlayışlar toplumlarını tamamıyla sırtlanların parçalamasına uygun hale getirmelerinden dolayı bu anlayışın yeniden gözden geçirilmesinin gerekliliğini anlamak zorundayız. Dünyadan uzak kalırsak ahireti kazanırız diyen anlayışlar hem dünyayı hem ahiretlerini kaybeder duruma geldiler. Dünyası olmayanın ahireti asla olamaz. Dünyadan kastım, yaşamın huzurlu bir şekilde amacına gitmesi için o hayatı var kılan ihtiyaçların tamamı alt yapıdır. Bu alt yapıdan yoksun olanlar altyapıyı doğru kuranların esiri olurlar. Emperyalizm neden var ve neden hep sömürür, kendi yaşam kodlarını hep güç ekseninde şekillendirdiği için bunları gerçekleştirir. Bizim gibi toplumlar ise bunların belirlediği yönde bir duruş oluşturmaya çalışır. Bu durum aslında duruşta değildir, çünkü duruşun dinamikleri sizin kendinize ait olması gerekir, oysa bizim durum bizim dışımızdan gönderilen uyarıcılara tepki koymak gibidir. Bu bir duruş değil olsa olsa zorunlu uyaranlar arasından seçenek belirlemedir. İşte Ekonomik güç olmamış olanlar hep seçenekler arasından birini seçmek zorunda kalırken, alt yapısı sağlam olan ve üst yapıyı da buna göre şekillendirmiş olanlar, sizlere seçenek sunarlar ve hangisini seçmeniz gerektiğine dair de sizlerin tercihlerini belirlemeye çalışırlar. Çünkü binanın temelinin nasıl olduğunu çok iyi bilirler, bizler ise hep üst katları gözümüze kestirdik ve yukarılarda yaşama hayalleri kurarken altımızdaki toprakta nelerin olduğunu ve bulunduğumuz binanın ayakta kalması için temelinde nelerin olmadığını bilmeyiz. Ondan dolayıdır ki hep tedirgin ve ürkek yaşayarak acaba ne zaman hangi şartlarda piyasa allak bullak olacak gibi endişe ve kaygıları yaşarız. Tüm bunları bertaraf ederek daralan nefeslerimizi doğanın temiz bol oksijenli havasına açmak istiyorsak, ayakları olmayan birine nasıl hızlı koşması ve rakiplerini yenmesi için koşunun gerekliliğini ve önemini anlatmaktan vazgeçelim ve önce onun koşabilecek duruma gelmesini sağlayacak koşulları oluşturalım. Bizim gibi toplumlarda ekonomi olmazsa olmaz ancak hayatın devamı için olmazsa olmaz değil, kendisi olamamış kendisini tanımlamak için yanına ek sıradan bir özellik alarak onunla varlığını ortaya koymak zorunda olanların varlığını tanımlamaya yarayan çok kirli pis ve necis bir kimliktir. Ancak bu değerler kendisi olmuş toplumlarda hayatı korumak için bir kalkan yolda kalmışların imdadına yetişen bir havari, mazlumları korumak ve kollamak için bir sığınak ve yeryüzünde Allah’ın kullarının seçeneklerini sadece Allah’a yönelten, onların önüne kurulan barikatları devirmek için bir buldozer olmaya yaracak ve gözyaşıyla toprakları sulatmayacak düzeyde erdemli olursa anlamlı yaşamın kollarında can vermeye her fert bir aday olur. Aksi taktirde, altyapı olmanın ötesinde dünyanın başımıza bütün gücüyle çökmesi gibi bir ağırlığın altında kendimizi yeriz.

Hakikaten, alt yapıyı alt yapı olmanın ötesinde algılamayan ve bütün bir binanın temelinde olması gereken en önemli unsur olduğunu bilerek yola çıkan kullardan eylesin Rabbim bizleri…

Kendisi olamamışlar alt yapıyı giyinerek sahneye çıktığında bir anlam kazandığını sanır,Kendsi olanlar ise, alt yapı üzerine herkesin gönlünde taht kuran bir cazibe merkezi olan yaşam armağan ederler. Alt yapı onları tanımlamaz, onlar alt yapının nasıl ve nerelerde kullanımının gerekliliğini çok iyi tanımlarlar dolayısıyla alt yapı onların elinde bir değer bulur ve anlam kazanır.Sanıyorum,Marks’ın anlatmaya çalıştığı alt yapıda bu olsa gerek…Marks’ın Proleter sınıfın kurtuluşunu anlatırken iş olsun diye bunu söylemiş olduğunu düşünmüyorum…Alt yapıya önem vermeyen ve onu doğru kullanmayanların toplumsal yaşam sürekliliğinden söz etmekte çok zordur. Yani ekonomisi olmayanlar hep yem olmuştur. Ekonomik güç sahipleri kendi dışında kalanları her zaman ve her ortamda kullanmayı başarmışlardır. Gelin yeni bir dünyanın oluşumunda söz sahibi olalım bunun için itibarlarını kazanmak için alt yapıyı tarumar edenleri değil, alt yapıyı doğru adil kullanan ve elin kiri gibi gören ama mutlaka olmazsa olmaz gören ve onun için toplumsal mekanizmayı bunun üzerine oturtmaya çalışan yeni bakış açılarına sahip aydınlar yetiştirelim…Yoksa dünyamızın kararmasına çok zaman kalmadı bunu anlayalım…

Son olarak,fizlojik güdüler doğru ve sağlıklı doyurulmadan hiçbir sosyal güdünün yaşaması mümkün değildir. Alt yapı fizyolojik güdülere karşılık gelir, üst yapı da sosyal güdülere karşılık gelir. Bunu böyle bilip doğru ve anlamlı yaşayanlara ne mutlu…

Selam saygı muhabbet ve dualarımla…

Erol KEKEÇ/21.05.2021/09.04



GÜÇ VE BİLİM İLİŞKİSİ

Bilimle güç arasında kurulacak ilişkiler doğrudan insanlık yaşamını imhaya dönük çabaların alenen ortaya çıkmasıdır. Çağdaş yaşam, kendisini öyle bir kamufle etmeyi beceriyor ki, yaptığı her eylemi insanlığın itirazının olmayacağı düzeyde meşru zeminlere oturtuluyormuş gibi davranarak, etkileme ve kabullenilme boyutunda ciddi bir başarı sağlamaktadır. Bu başarı kendi çıkarlarını üst düzeye çıkarırken, insanlığın sonunun yaklaşarak gelmesine çok ciddi katkı sunmaktadır.

Böyle bir sonuca nasıl ulaştığımı merak ediyor olabilirsiniz. Dünyaca ünlü bir yazılım firması sahibi bilimsel çalışmalarda her konuda adı anılıyor ve nerede bir değişim dönüşüm farklı yapılaşmaya gidiliyorsa, küresel gücü elinde tutan yöneticilerle adı anılır ve hep onlarla hareket edip bir sözcüymüş gibi ortaya çıkıyorsa, bilimle güç arasındaki örtülü ilişkilerin olmadığını söyleyebilir miyiz? Bill Gates ile bilimin, gücü nasıl meşrulaştırdığına şahit olduğumuz çağda yaşadığımızı kendi gözlerimizle gördük. Geçmişte de bunlara şahit olunduğu bilinse de özgür bilim adamları, gücün tüm olumsuzluklarıyla meşruiyet zemini oluşturmasına fırsat vermemiştir. Hatta Orta çağda Bilimsel açıklamalar doğrudan kilisenin tekelinde veya kontrolünde yapılan açıklamalar olarak görülse de kilisenin tutarsızlığı, kiliseyle özetlenen bilimsel olduğu söylenen açıklamaların da itibarını sıfırlamış ve bilimsel çalışmalar özgür bir hüviyet kazanmıştır. Bilimin özgürlüğü için nice bilim adamı ve düşünürler skolastik batının dar ağaçlarında can vermiştir. Bu adanmışlık olmasaydı, insanlığın kitleler halinde dünya genelindeki sömürüsü daha erken başlamış olacaktı. Ancak gözünü kırpmadan, insanlık ve özgür düşünce için ölüme gülümseyerek, inanarak giden o bilim adamları, bugün ki insanlığın toplu ecelinin gecikmesine çok ciddi katkıda bulunmuşlardır.

Bilim adamları, o günlerden itibaren bastırılarak tamamıyla Güç ve iktidarların emrine girmiş olsaydı, bilim belki de bugün ki geldiği aşamayı yakalayamazdı. Çünkü başlangıç noktasına baktığımız zaman bilimsel, felsefi düşünüş ve buluşların temelinde, insanın merak güdüsü ve onun aşkınlığa dayanan baskın yaşam ve zihin hayretinin olduğunu görmekteyiz. Bu hayret ve hayranlık, hayret edilen değerleri yaşamda insanlığın hayatını nasıl kolaylaştırır ve insanları bulundukları bu zihin kalıplarının dışında nasıl farklı bir atmosfere taşır güdülenmesinin harekete geçirmesiyle yolculuğa çıktığını söylemek abartılı olmaz. İnsan, bu uğraşlarının karşılığı olarak, son elli yıl içinde, on katı zamanda alınmayacak mesafelerin alınmasına imza attı. İşte, gelinen nokta bilim adamlarının yaşadığı ülkelerin devlet yönetimlerinde güç zehirlenmesine neden oldu. Bu çalışmaların nasıl daha uzun süreli ve herkesi tekeline alıp güdeceği bir yaşamı, devam ettirmeye katkı sunacak şekilde kullanılabilir duygularına ulaşmaya itti. Bu duygularla hareket eden dünya müstekbiri baron küresel canavar, gözünü kırpmadan tüm dünyayı ateşe vermekten zerre tereddüt etmedi ve insanlığın yanması için kurulan cehenneme bilimi kullanarak her gün ateş taşıdı. Yani bilimsel bir yanma şekli oluştu. (!) Ancak bu cehennemin yanmasında önemli bir role sahip bilimden, bu defa cehennemden çıkmak için yardım istendi. Yani anlayacağımız hem davacının hem de davalının avukatı aynı, çünkü aynı kişiye vekalet verilmiş gibiydi. Peki böyle bir davanın kazananı kim olur dersiniz? Güç ve imkanlar ne taraftaysa, vekalet almış ve üzerine yemin de etmiş olsanız, o davanın kazananı bellidir. Ancak Bir anda hesapta olmayan karşılaşmalar olabilir mi elbette olur. Siz bulunduğunuz yerden, çok güzel bir iklimden, kara yoluyla belli bir hedefe yolculuk yaparken gittiğiniz noktaya yani sona tam bir kala, aşırı yağış ve toprak kaymalarından dolayı yolun kapandığını görüyorsunuz, tekrar döneyim diye düşünürken bir anda gök gürültüsü şimşek derken yıldırım aracınıza düşüyor ve orada nakavt olup yolun dışında kalabilirsiniz. İşte hayatta böyledir. Siz bir hesap yaparsınız ancak mutlak hesap yapanın çok iyi bir hesap kitap uzmanı ve tüm alemin tasarrufu elinde olduğunu hesaba katmadığınızdan onun hesabı bizim hesaptan önce gerçekleşir. Geri dönüş kararı olsa da insan kendi kendisini kurtaracak bir güçte olmadığını anlayacak, son iki yıldır oynanan oyun, mutlak hesap sahibinin eliyle böyle bir filmin gerçeğiyle karşılaşmaya doğru gidiyoruz. O filmde herkes hem oyuncu hem seyirci olacak…

Son dönemde bir hâkim tanıdım, o hâkimin insafına sığınmış, sömürüldüğü halde hala sömürüldüğünü anlamadan, ondan medet umma derdinde olan birini alenen kandırmaktaydı. İş yapmak için Türkiye’ye gelmiş olan Yemenli bir iş adamına yardımcı olmak için, bulunduğu makamın gücünü de kullanarak o iş adamını bir arazi mafyasının kucağına bilerek atar. Yani Mafyanın elindeki yarım kalmış villaları değerinin çok çok üstünde o iş adamına aldırır. Ancak tamamlanması için ciddi bir finansman daha gerekiyor, bu finansman için de yardımcı olacağını söyler. İş adamı yabancı olduğu için bankalardan kendisi kredi kullanamaz ancak bir çıkış yolu var derler. Bunun için hâkimin korumasında olan iş adamı ikna edilir, villaları satan mafya üzerine kredi çekilir, bu paralar mafyanın hesabına girer ancak para yabancı iş adamına aktarılmaz. Mafya ve Hâkimin ortak kurtarma operasyonunda yeni bir yol denenir, İş adamına sevgili olması için yabancı bir bayan eliyle ayartılarak sevgili hayatı yaşamları istenir ancak bunun karşılığında ciddi bir yatırım gerekir bayana. Bayan adamla yaşar ancak içeriden kuşatılmıştır. Hâkim her iki tarafı da kontrol etmektedir. İş adamının en güvenilir dostu olarak ona getirir mafyayı başına musallat eder, kazancı mafyayla birlikte paylaşırlar. Bayana âşık olur iş adamı, ancak bu bir aşk hikayesi değil doğrudan bir çetenin kurduğu tezgâh olduğunu hiç anlamaz. Bayanın istediği her şeyi ona verir. Bayan arada bir ülkeme gideceğim diye oradan ayrılır ancak zavallı mağdur sahiden ülkesine gittiğini sanır, oysa bayan çete ve hakimle günlerini gün ederler. Yani anlayacağınız hala şu ana kadar bu adam sağıldığını anlamaz ve hâkim de hala onun kurtarıcısıdır. Bu hâkim şu an aktif olarak İstanbul Anadolu adliyesi Bölge istinaf mahkemesinde aktif olarak bir birimin başkanlığını sürdürmektedir. Bunu neden mi anlattım. Sizin kurtarıcınız ile sizin düşmanınız birlikte oyun kurmuşlarsa sizler bu oyunda hep kaybeden olduğunuz halde hala kurtarılmayı beklersiniz onun için daha çok bekleyeceğiniz muhakkak…İnsanlığın bu durumunu en güzel özetleyen büyük Ustanın şu mısralarını paylaşmak isterim, ona da Rabbimden rahmet diliyorum… “Oyuncular kapkaççı, Hakemler gayrı adil, yaşamak mı köleliğe muadil…”

Ey bilimin insafına sığınarak kurtarılmayı bekleyen insanlık, Bilim ile küresel mafya ortak çalışmaktadır. Siz o bilimle kurtarılmayı beklerseniz, o bilim sizin sırtınızdan o mafyaya daha neler kazandıracak, son ana kadar sizi kullanacak ve süt kalmadığında damarlarınızdaki kanı da sağdığında posanızı size verecek tüm umutları tükenmiş olan insanlık, bu sömürü çarkının bonolarını, kayıtsız şartsız teslim olarak imzalamak zorunda kalacaktır. İşte o zaman asıl dram başlayacak…

Sonraki yaşamdan bir beklentisi olmayanlar hepten korku paranoyasının esiri olacak, geleceğe umut taşıyanlar da bir an evvel gidelim de şu zilletten kurtulalım diye dua seanslarına başlayacak. İster inanın ister inanmayın fark etmeyecek, tüm insanlık için yerin altı üstünden daha hayırlıdır diye herkes avazı çıktığı kadar bağıracak…Böylesi acınası bir tablonun inandırılan, neme lazım küresel köyünün vurdum duymaz denekleri olmak istemiyorsak, gücün kuşattığı bilimden medet ummaktan vazgeçip ayılalım yoksa tüm insanlığı ayılmamak üzere uyutacaklar…

Bizi yok edeceğinizi bilsekte, bu film gişe rakorları kırsa da bu filmin ne izleyeni ne de oynayanı olmayacağız diyerek Galileo gibi, siz beni assanız da dünya dönüyor onu durdurmanız mümkün değildir diyemeyeceksek, yarınlarda Güneş doğmayacak…

Güneşin batmadığı bir gezegende, tüm insanlık barış ve huzur içinde yaşayacaksa, insanlık için meraklarını ve hayranlıklarını hayret edilecek çabaya dönüştürecek bilim adamlarını yetiştirelim ve onları engizisyon mahkemelerinde yargılayacaklara bu fırsatı asla vermeyelim. Ancak o zaman bilim bizi düşünür, yoksa bize hep kaybedeceğimiz bir hâkimi kurtarıcı olarak gösterirler.

Selam saygı muhabbet ve dualarımla…

Erol KEKEÇ/20.05.2021/13.55

Not:Bayan,Neme lazım köyü ve vurdum duymaz kobay kavramları özel olarak kullanıldı…

 


19 Mayıs 2021 Çarşamba

MİLENYUM DİNİ VE BİLİM

Bir zamanlar A.comte’un “İnsanlık düşüncesinin gelişim evresi” olarak savunduğu iddiasını yerden yere vuranlardandım ve hala da öyleyimdir. Ancak içinde bulunduğumuz dönemleri gördüğümde ve yaşananlara şahit olduğumda böyle bir düşüncenin, benim açımdan saçma sapan olsa da bütün bir insanlığı pençesine alıp sömüreceğini bilemezdim.90 yıllarda okuduğum Bilim Kutsal Bir İnektir, Bilim Kilisesi, Bilim Dedikleri, Bilimsel Bilginin Sosyolojisi ve bu yaklaşımların daha farklı versiyonları aslında bazı ipuçlarını veriyordu ancak bu kadar yakın zamanda bunların yaşanacağını ve yaşadığımız çağdaki insanlığın da küresel Bilim laboratuvarlarının denekleri olacağını doğrusu pek düşünmedim. Onları çok uzaklarda gördüm ya bizden önce ya bizden çok sonra olacağını hep değerlendirdim(!)

2000 sonrası Milenyum çağı olarak kaydedilen bu çağ içinde öyle evreler barındırıyor ki, aynı ayın evrelerine benziyor.(!)Hakikaten bu çağın insanlığı pençesine alarak bir ahtapot gibi önce şiddetli bir saldırıyla korku yaydığına, sonrasında zihin, beyin ve yürekleri uyuşturduktan sonra, canlı canlı üzerinde operasyon yaptığına şahit olduk. İşte bunları görünce A.Comte’dan bahsetmemek mümkün mü? Comte’un düşünce dünyası herkesin malumudur. Ona göre, İnsanlık düşünce ve pratiğinin gelişim evresi,Teolojik,Metafizik ve Pozitif süreçten geçerek olgunlaşacaktır. Ayrıntılara inmeyeceğim, ancak insanlık için en önemli ve olmazsa olmaz olan dönem pozitif evredir. Çünkü bu dönem tamamıyla Bilimin egemen olduğu ve yaşam hakkındaki tüm değerlendirmelerin doğa yasalarıyla açıklandığı Bilim evresidir. Bu döneme geldiğimiz de din inanma boyutundan çok örenme ve pozitif yönüyle öne çıkacak ve Bilim insanlığın yeni dini olacaktır. Felsefe de metafizik konuları sorgulama alanı olmaktan çıkaracak ve doğrudan bilimin felsefesini yaparak Bilimsel felsefe haline gelecektir derken bu günleri nasıl da öngörmüş olabilir dersiniz(!).

Comte kendisini bir din kurucusu olarak görür ve bu dini de Sosyoloji olarak izah eder. Sosyolojiyi tüm bilimlerin üstünde bir yere oturturken, toplumu ele almasından dolayı böyle görür. Çünkü yaşamda karşılığı olacak her oluşum ve eylemin toplumsal yaşamın oluşumuyla ancak sonrakilere aktarılacağını düşünür bundan dolayı karşılığı olmayan bir değerin de bilimin kapsamında olmayacağını dolayısıyla toplumsal yaşamı en önemli faktör olarak gördüğü için sosyolojiyi toplumu ele almasından dolayı bilimlerin en üst noktasında kabul eder. Bundan dolayı da kendisini yeni dinin kurucusu olarak ifade eder.

İnsanlık düşüncesinin geldiği süreci dikkate aldığımızda bilimsel açıklamaların ve bilimsel kanunların yaşamla ilgili tüm sorulara cevap veriyor olması, çağımızın dininin Pozitif bir din olmasının gerekliliğini vurgularken, bu dinin de bilimle anlatılacağını söylemektedir. Dolayısıyla bu dinin peygamberleri de Bilim adamlarıdır.

Bu kısa özetlemeden sonra asıl meselemize gelelim. Günümüzün en baskın dininin günümüzde bilim olmadığını söylemek cesaret ister. Bilime(Kilisenin bilimine) karşı geldiğinizde hemen karşınıza bilim kilisesinin engizisyon mahkemelerinde verilen kararın uygulanması için Sezar’ın kılıcıyla karşılaşırsınız, onun için konuşurken seçeceğiniz her kelimeye dikkat etmek zorundasınız. Bu kiliselerin aldığı kararları küresel bir baskı unsuru haline getirmek için kitle iletişim araçları son derece görevlerini iyi yapıyorlar. İnsanları önce korkutarak başlıyorlar, sonrasında tedirginlik ve endişe başladığında yeni dinin peygamberleri devreye giriyor, ancak insanlığı geldiği noktadan geri döndürecek olanın yeni din olduğu anlatılıyor, sonrasında imanda tam sadakat gösterildiği görüldüğü anda herkesten günah çıkarma seansları başlıyor. Bu günah çıkarma seanslarında telef olanlar olduğunda o da bilimin yeni beklentilerini gerçekleştirmek için deney kaybı olarak tutanaklara geçiyor. Denebilir ki böyle bir durum var mı sahiden? Son iki yıldır yaşadığımız süreç böylesi bir dinin cin olup çarpma evresi olarak tarihe not düşülecektir.

Bilim kiliselerinden alınan akademik kariyer ölçer uzmanı olmaya hak kazandıran diplomalarınızla toplumun karşısına çıkarsınız her akşam yeni dinin geldiği aşamayı ve insanlığı ne kadar doğru bir yola götürdüğünü anlatırsınız herkeste ağzı açık sizi dinler çünkü kendinden geçmiş korkuyla yaşamaktansa ne olacaksa bir an evvel olsun olacak olan ne olur bizi kurtarın diye sanki bu kariyer ölçerlere yalvarır gibi televizyon ekranlarına bakarak dalıp giderler bir anda Nirvana’ya yükselirler. Bütün bir insanlığı Nirvana’ya çıkaran din pozitivizm yani bilim dinidir. Bilim dininin egemen olduğu peygamberlerinin aktif çalıştığı ve dini çalışmaları bir görev bilinciyle yapmanın vermiş olduğu hazzı alarak çalışıldığında herkesi büyüleyerek hipnotize alanınıza almanız zor olmuyor. İlahi din ile Bu dinin en belirgin farkı aldatma   üzerine kurulmasıdır. Bu din baştan aşağı yeryüzü ilahlarının isteklerinden oluşan bir manifestoya sahiptir. Peygamberleri nasıl bir görevde olduğunu pek bilmez ancak insanlık için çalışıyorum algısından dolayı hizmette kusur etmez. Ondan dolayı biraz darda kaldıklarında Küresel İbadethaneden gelen bir ibadet kültürü hemen aktarılır ve bağlayıcılık yanı ballandırılarak anlatılır ve sizin gönlünüz fethedilir. Yani anlayacağımız bu yeni din önce insanlığa cehennemi inşa eder sonra da bu cehennemden insanları çıkarmak için kendisinin tek kurtarıcı olduğunu anlatır durur. Oysa Cehennemi yaratanın da kurtarmak isteyenin de kendisi olduğu kimse tarafından idrak edilmez. İşte bu din bu kadar cambazlıkları kendi bünyesinde toplarken, İlahi din tamamıyla güven ve doğruluk üzerine oturur. İlk çağrısı korkulardan kurtarmaktır. Güven duyacakları bir yaşama bütün bir insanlığı taşımaktır. Peygamberleri ne için görevlendirildiğini çok iyi bilir ve kendi görevinin insanlığı mutlak kurtuluşa taşıyacağına mutlak güven içindedir. İnsanların kendi elleriyle oluşturdukları cehennem ateşini söndürmek için su taşır ve burada yaşanılmış acıların dindirilmesi ve insanların rahatlaması için onlara cenneti vadeder. İşte, Günümüzün Pozitif bilimsel dini, yaratıcının gönderdiği dinin karşısına geçerek, senin görünmeyen cennetini ben burada göstereceğim diye çılgınlaşarak, önce cehenneme sokuyor bütün bir insanlığı sonra onun beyin ve yürek sinir uçlarını orda iyice törpüleyip duyarsız kıldıktan sonra cennet diye cehennemin ateşine dayanacak bir yaşamı insanlığa armağan ediyor.

Yeni din mensupları çok çabuk hazmetme becerisine sahiptir. Ondan dolayı yeni din adına verilen tüm gıdalar rahatlıkla sindiriliyor. Önce cehenneme çevrilen bir dünyada acaba ateş bize ne zaman gelir diye korkuyla yaşayanlara hemen tüm ortamlarda peygamberler devreye giriyor ve yeni dinin nimetlerinin onları çabucak koruma kalkanı oluşturacağını anlatıyorlar. Bakıyorsunuz arkasından herkes bu kalkanlara sahip olmak için günler öncesinden randevu alarak dine girmek için sıra bekliyorlar. Hangi din kendisini kabul edecek mensuplarıyla randevulu sistemle çalıştı. Ancak Bilim dini böyle bir beceriye ulaşabildi. Yani dinlerin evrimleşme sürecinde nelerle karşılaşılacağını da böylece öğrenmiş olmaktayız.(!)

Geçenlerde bir haber izlemiştim, büyükbaş hayvanların çıkardığı gazların atmosfer tabakasını delerek küresel ısınmaya büyük etkilerinin olacağı anlatılıyordu. Bilim adamları böyle bir çalışmaya imza attığı ve bir buluş gerçekleştirdikleri döne döne deklare ediliyordu. Bu ısınmanın önüne geçmek için de laboratuvarlarda gece gündüz çalışmaların hız kesmeden devam ettiği açıklanıyordu. Kırmızı et alma isteği geninin tespitinin yapıldığı bu genin isteklerine daha kısa yoldan yapay etler üreterek bu isteklerin doyurulacağı hatta normal büyük baş bir dana etinden daha sağlıklı olduğu hem de çok ucuz olacağı vurgulanıyordu. Bu çalışma hayata geçince, en fazla bir yıl içinde de uygulanacağını bu etlerin piyasaya çıkacağı söyleniyordu, büyük baş hayvan beslemenin çok anlamlı olmadığı atmosferdeki hava kirliliğine neden olmasından dolayı bunun da önüne geçileceği ballandırılarak anlatılıyordu, ben ise bu olay karşısında küçük dilimi yutmuştum. İnsanların bu konudaki görüşü sorulduğunda onlar bunu dünden bekliyorlarmış, en azından daha ucuz bir parayla kırmızı et ihtiyaçlarını karşılayacak duruma gelebilirlermiş…Sahiden soruyorum hangi din bu kadar kısa zamanda insanların hem isteklerini hem de ihtiyaçlarını belirleyecek kadar geniş kapsamlı bir yaşam ağı kurabilir.(!)

Bu salgın döneminde yeni din zirve yaptı hiç jübile yaparak sahadan ayrılmayı düşünmüyor, hep zirvede kalmak için yeni arayışlarıyla çalışmalarına da hız vermektedir.Blim kurulundan yapılan açıklama demiyorlar mı sanki tüm cinler çevremi kuşatıp beni dansa kaldıracakları hissini bende uyandırıyor. Bilim kurulu başkanı ne diyor hemen dinleyelim sesi kesin diye evdeki yaşlılar çıkış yaptıklarında ne kadar da etkili olduğunu hemen anlıyorum. Allah doğrudan seslense bu kadar etkili olacağını sanmıyorum. Çünkü sizi rahatlığa ve sükunete çağıran bir mesaj kolay kolay anlaşılmaz ve karşılık bulmaz. Ancak sizin beyin yürek ve fiziki metabolizmanızı allak bullak edip sizi oradan kurtaracağını söyleyen mesajlar daha çabuk algılanır ve hemen oraya yönelir insan. Cehennemi gösterip sonrasında umut vadedenlerin hepsi yalan sahtekâr ve insanlığı sömürme dinleridir. Bu dinlerin neden var olduğu ve kimlerin bu dinin ilahları olduğu bilinmezse insanlığı sömürme evresi sürekli gelişerek devam edecektir. Günümüzde bilim olarak,ethik bir anlayış kazandırılmak istenen çabaların büyük bir kısmı kendisi etik olmayan bir dinin ne kadar da kendisiyle tutarlı ve çelişkisiz olduğunu da göstermez mi?(!)

Onun için diyorum ki, dünyayı cehennem yaptıktan sonra yeniden cennet dağıtan anlayışların tamamı sömürü yanıltma ve ikiyüzlü bir yaşamın ortaya koyduğu cibilliyetsiz bir yaşamdır. Bilim bu küresel insanlık imhacısı dinin elinde bir manivela olmaktan çıkarılmadığı sürece, bizi her zaman kapana sokan bir araç olacaktır. Bu aracın miadının dolduğunu düşünüyorum, dolayısıyla miadı dolmuş her ilaç sizi iyileştirmeyi bırakın daha bir imha edecektir. İşte günümüzde manivela olarak kullanılan bilim ve bilim kurullarının küresel muktedirlere hizmet etmenin ötesine çıkacaklarına ihtimal vermiyorum. Çıkabilir mi, birey olarak çıkabilirler ama anlayış ve sistem olarak çıkabileceklerini kesinlikle düşünemiyorum.  

Comte, şimdi uyansa kendi mirasının kendisinin tahmin edemediği düzeyde bu kadar farklı olduğunu görse acaba nasıl bakardı. Tarih boyunca dinlerde tahrifatlar olduğu gibi Comte’un dininde bunları beklemek ve görmek elbette mümkün(!)…

Tüm bu açıklamalardan sonra son nokta olarak şunu söyleyebilirim, yaratılış felsefesi daha çok kazanmak ve daha çok egemen olmak ve muktedirliği herkese hissettirmek olan bir anlayışın, insanlık yararına ve onları mutlu edecek bir bilim anlayışını oluşturacağına ve bilime öyle bakacağına inancım kalmadığı için, yaşadığımız tüm olumsuzlukları bu çerçevede değerlendiriyorum.

İnsanlık için amasız sadece yeryüzünü huzurlu ve mutlu bir yaşam alanı haline getirmek ve insanlığı yaratılış yörüngesinde tefekkür ederek yaşayacak kapıları aralayacak anlayışların bir an evvel ortaya çıkması dileğimle…Selam saygı ve dualarımla!

Erol KEKEÇ/19.05.2021/06.53


"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!