Öyle bir toplum düşünün ki, herkes ahlaktan dinden dürüstlükten insan olmaktan, adaletten haktan hukuktan bahsediyor, ancak bir o kadar da bu bahsedilenlerden uzak yaşıyor…
Neden bir toplumda herkes olması gerekeni anlatıp dururken,
olmaması gerekenler hayatın her noktasında bir lağımın patlaması gibi fışkırıp
etrafı pis kokular sarar. İnsanlar kendilerinde olmayan özellikleri varmış gibi
anlattıklarında ya da, iyi olan hasletleri anlattıklarında iyi bir yaşam ortaya
çıkarmadıklarını anlamış olsalar sanıyorum bu kadar olumsuzluk bir ortamda
yaşanmaz. Nereye giderseniz gidiniz herkes olumsuzluklardan bahsediyor ve ondan
dert yandığı gibi, güvenilecek insan kalmadığını, aldatılmadık bir yanının
olmadığını, kulağının arkasına kadar dokunulacak duruma geldiğini anlatır ve
kendisini erişilmez bir dürüstlük abidesi olarak tanımlamaya çalışır. Ancak bu
kadar mağduriyet kurbanı olan bu şahıslarla muhatap olduğunuzda ilk aldatılacak
kişi siz olursunuz. Peki, neden bu kadar pervasızca sütten çıkmış ak kaşık
olarak kendilerini lanse ederler. İnanılması çok güç ama böylesi ortamlarda ahlaksızlık,
ahlaksızlıklardan dert yanarak, ahlakın arkasına sığınarak ahlak dışı yaşam
alanları oluşturmaktadır.
Böylesi ortamlarda hakikaten kimin ahlaklı kimin ahlaksız
olduğunu anlamak için o kadar güçlük çekersiniz ki, çoğu zaman hayatın dışında
insanlardan uzak, yalnızlığa gömülmeyi bir yaşam olarak seçersiniz. Ancak
bununda bir kurtuluş olmadığını bile bile kendinizi cezalandırmayı tercih
edersiniz. Sebebi ise kendi dışınızdaki olumsuz eylemlerin faili sizmişsiniz
gibi kendinize faturayı kesip, toplumsal yaşamdan kendinizi tecrit edersiniz.
Bunun bir kurtuluş olduğunu düşünerek yaparsınız ancak kendinize çok ciddi bir
ceza kestiğinizi anlayamazsınız. Bulunduğunuz yeni ortama uyum sağlamaya çalışırken,
yaşadığınız psikolojik travmalar sizi kendinize getirmeye çalışır. Çünkü önceki
aldığınız uyarım, normal uyarımın çok altına düşerek, rutin olan yaşamınızı
devam ettirecek uyarımlar almadığınızdan ciddi bir sorunla karşı karşıya
kalırsınız. Ha zindanda kalmışsınız, ha böylece kendinizi cezalandırmışsınız
hiç önemli değil, sonuçta aynı yetersiz uyarımla psikolojik dengeniz allak
bullak olur ve kendinizle ilgili sorunları anlamak için çabalamaya başlarsınız.
Toplumsal yaşamda şavktın kayması nice olumlu düşünen ve topluma faydası olacak
insanların yaşamlarına bir kâbus gibi dolanır onları yaşamdan koparır. Bu durum
Yunus (as)’ın hayatında da oldu ve onu balığın karnında zindana koydu. Yunus (as)
yaşadığı toplumdaki ahlaki çöküntüyü görünce, onlarla baş edemeyeceğini anlayınca
ben bunlardan uzaklaşayım hiç olmazsa kendimi muhafaza edeyim ve bunlar kendi
pisliklerinde boğulsunlar der gibi o ortamı terk etti. Sanki öylesi bir yaşamın
mutlak düzenleyeni kendisiymiş gibi davranarak sorumlu olmadığı alana girdi ve
kendisini zorladı, oysa onların bu tavrı, hiç de kendisiyle alakalı olmayan bir
dairede olduğu halde kendisini sorumlu tuttu ve böylece kızarak onları terk
etti. Sonuç herkesin bildiği malum durum. Peki, bu durumlarda nasıl davranalım
ki kendimizi cezalandırmış olmayalım.
Toplum tamamıyla kötülüğün çukuruna batmış hatta ondan zevk
almaya başlamışsa, onlara hakikati hatırlatacak olanlar gücünün ötesinde bir
sorumluluk içinde kendisini görerek, altından kalkamayacağı ağırlıkların altına
girmesi gerekmiyor. “Allah hiçbir nefse taşıyamayacağı yükü yüklemez…”Durum
böyle olunca bulunduğumuz ortamların acı veren yaşamlarını mutlak değiştirecek
olarak kendimizi görüp, altından kalkamadığımız zaman da alışmış olduğumuz
ortamlardan uzaklaşarak iyileştiremiyorsak burada bulunmamızın bir anlamı yoktur,
en iyisi bunların ortamını terk edelim ve yapayalnız bir yaşam sürelim diyerek
dağ başına çekilmek, sorumluluk sahibi insanların tavrı asla olamaz. Sorumlu
olduğumuza inanıyorsak ahlak yoksunlarının ahlaki değerlerin arkasına sığınarak
bizlere ahlaki değerleri anlatıp, gayri ahlaki davranışlarda bulunmasını gerekçe
gösterip, sorumluluk alanlarımızı terk etme hakkına sahip değiliz. Çünkü Allah yeryüzüne
gönderdiği hiçbir halifesine altından kalkamayacağı bir sorumluluk yüklemez.
Onun bizlerden isteği adam gibi yaşamak ve zalimlere meyil etmemek. Zalimlere
meyil etmemek için zalimlerin yaşam alanlarında bulunmanız lazım… Zalimlerin
ortamını terk edip yeni bir yaşam alanı oluştururken, zalimlikte level atlayanlarla
zaten muhatap olmuyorsunuz.
İnsan yaratanın kulu ve kölesi olarak çoğu zaman kendisini
tanımlar. Oysa Allah köle istemiyor, onun bizi tanımlama şekli bana kul olun ve
yeryüzünde halife olarak dosdoğru davranmamızdır. Yani ahlaki çöküntü yaşayan
ortamlara kızarak kendimize ceza kesmek değildir. Toplumsal yaşamın dışında
insanlardan uzak yaşama arzusu, aslında farkında olarak ya da olmayarak, müstağnileşmektir.
Kendisinin imtihanının bittiğini ve kendisinin insanların imtihanı için bir
uyaran olduğunu anlatmak istemektedir. İnsan yaşadığı sürece imtihanı devam
eden varlıktır. İmtihanı devam eden birinin imtihanın ağır koşullarını geride bırakıp,
daha kolay yaşam süreceği yerlere gitmeyi düşünmesi, kendisinin imtihanının son
bulduğuna inanmasındandır. İmtihanı devam edenlerin imtihan alanı dışına çıkarak,
hariçten olağanüstü çalışmalara ve yaşama öncülük ettiğini söylemesi,
mütekebbirlik göstergesidir. Dolayısıyla Yunus (as)’ın içine düştüğü zindan
gibi bir zindan oluşturmak istemiyorsak, yaşadığımız ortamlarda zalimlere meyil
etmeden dosdoğru yaşamak zorundayız.
Rabbimizin bir ayeti var ki aslında bizim yerimizi ve
konumumuzu detaylı ve doğrudan ortaya koymaktadır. “Deki benim salatım,
orucum hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabbi Allah içindir ve ben ona hiçbir şeyi
şirk koşmadan Müslümanların ilki olmakla emrolundum”
Teslim olanların ilki olmak öyle kolay değil, kimsenin
olmadığı bir yerde ilk ve sondan bahsedilemez. Ancak bir toplum içinde
yaşıyorsanız böyle bir durumla karşı karşıya kalırsınız. Ahlaki değer
sistemleri yerle bir olsa, hiç kimse sizinle aynı değerleri savunmasa,
söylemleriniz karşılık bulmasa da, senin görevin belli, teslim olanların ilki
olmak ve Allah’a hiçbir şeyi şirk koşmamaktır. Sen yaptığın salatın, tutuğun
orucun, yaşadığın hayatın ve hayatın noktalandığında ki ölümün sadece ve sadece
Âlemlerin Rabbi Allah’a olduğuna inanarak yaşamak zorundasın. Bunları yapman
için toplum içinde olma zorunluluğun var. Toplum dışı, dağ başında yaşamanın
faturası kabarık çıkmaz. Çünkü fatura kalemleri azalmıştır. Dolayısıyla senin
toplum dışındaki anlamın da o kadar fazla değer ifade etmez. Bunları neden mi anlatıyorum,
başta ben olmak üzere birçok yerde şahit olduğum, toplumdan uzaklaşıp kendi
başına hiçbir ahlaksızlığa şahit olmadan yaşamak gerek. Artık bu
çirkefliklerden usandık nedir bu, böyle yaşam olmaz olsun diye yakınmaları
sürekli hale getirdiğimiz için buralara kadar gelmiş olduk. “Allah’a kulluk
yapamayanların canlarını almak için Melekler geldiğinde onlara derler ki, neden
sadece Rabbinize kulluk yapmıyordunuz, biz zayıf bırakılmıştık gücümüz
kuvvetimiz yoktu dedikleri zaman, peki Allah’ın arzı geniş değil miydi, o halde
sadece Allah’a kulluk yapacağınız yere hicret etseydiniz…”Bu uyarıyı dikkate
alarak toplumdan uzaklaşmaya gerekçe oluşturacaklar olacağını tahmin
edebiliyorum. Ancak bu durum toplumdan uzaklaşıp kaçmak değil, Habeşistan’a yapılan
ilk hicret konumunda bir süreçtir. Ondan dolayı bizler her hâlükârda bahanelere
sarılma hakkına sahip değiliz.
Ahlaksızlıkların her geçen gün ivme kazanarak hızlandığı ortamlarda,
bunlara güç yetirememekten kaynaklanan kaçış ve uzaklaşma düşünceleri, Allah’ın
kulu ve yeryüzünün halifesi olanlara asla yakışmaz. “Müminler felaha erdi…”Buradaki
ayet erecek erer demiyor fiili mazi ile başlıyor ve erdi diyor. O halde Mümin
olarak bulunduğumuz ortamdaki sorumluluğumuzu idrak ederek yaşadıktan sonra
zaten felaha erenlerden oluyoruz. O halde bu kaçış da neyin nesi demek geliyor
insanın içinden…
Ahlaksızlık yaşadığımız ortamda bir ahlak kalıbı gibi gelenek
haline gelip süreklilik kazanmışsa ve bizler de bunlara her gün şahit oluyorsak,
bize düşen sorumluluk bunlara meyil etmeden, adam gibi yaşamaktır. “Gaflete
dalıp hesap gününü düşünmeyen kimse sakın seni onu düşünmekten alıkoymasın,
yoksa helak olanlardan olursun…”Yasadığımız ortamda kötülükler ve iyilikler
bir arada olmasa böyle bir uyarıya muhatap olur muyuz? O halde yapılması gereken,
toplumsal yaşamın, insanın pişmesi gereken imtihan alanı olduğunu idrak ederek
ona göre yaşamak ve kendimize toplum dışı gettolar oluşturmaktan uzaklaşmaktır.
Sorumlu ve özgür kul olmak, ahlak dışı çoğalan eylemleri
sınıflandırarak yaşamak değildir. Ahlaki kalıplara ahlaksız eylemleri yerleştirerek,
ambalajlayıp, duygusal yönleri ağır basan kararlı ilkeli sorumluluk sahibi
insanların aldatılmasına yönelik uyarıcılardan etkilenmeden yaşamak çok zor
olsa da toplumda onları dikkate alarak yaşamak zorundayız. Bu Allah’a kul
olmanın ve yeryüzünde halife olmanın yüklediği bir sorumluluktur. Bu sorumluluğu
yabana atarak toplumdan uzaklaşmak, imtihanın kapandığına inanmak olur ki bu
doğrudan mütekebbirleşmek olur. Bir hayatın ortaya çıkması acılarla olgunlaşmaktan
geçer. Nur topu gibi bir bebeği öpmek sevmek ve koklamak isteyen anne, dokuz ay
karnında taşıyacak acılarla onu doğuracak ve sonrasında ancak kucağına alacak.
Bunlar var diye, acıları görmemek için kaçsa da gittiği yerde acısız bir
çocuğun dünyaya gelmesini sağlayamayacak, o halde bizler istemediğimiz
ortamları terk ederek, istediğimiz ortamları imtihansız elde edemeyeceğimizi
bilerek hayata yeniden ve sağlıklı başlamak zorundayız.
Kimse kendisini dev aynasında görmesin, kendisinin imtihan
olduğuna inanarak, imtihanı bitmiş gibi yaşama gayreti içinde olmasın…
Çekildiğimiz inziva bizi var etmez imha etmek için kazılan hendekler gibidir
bunu bilelim sorumluluktan kaçınmayalım. Yaşamak için direnmek, var olmak için inanmak
gerek… İnanan bir gönülle dağlar aşılır inanmayan gönüllerle de düz yolda şaşılır…
Rabbim bizleri şaşıranlardan eylemesin ve dosdoğru yaşamak için hakikati idrak ederek,
sorumluluk bilinci kulluk aşkı ve halife yiğitliğinde var olanlardan eylesin…
Selam muhabbet dua ve tüm sevinçleri kucaklayarak rahmete
ihtiyacı olanlara yağmur gibi serpmek ümidiyle… Kalın sağlıcakla…
Erol KEKEÇ/12.06.2022/02.28