Bir toplumda eğer insanlar, bugün değil her dönemde hırsızlık adam kayırma ve yolsuzluklar var diyerek konuşmaya başlıyorsa, orada ahlakın tüm koordinatlarının yeri değiştirilmiştir. Ne yazık ki bizim toplum bu konuda çok yol almış, her anlayış kendi adamlarını korumak ve kollamak adına bu ahlaksız ifadeyi kullanmaktan ve onun arkasına sığınarak bir savunma yapmaktan imtina etmiyor. Ondan sonra da biz ahlaken nereye gidiyoruz, ahlaksızlık aldı başını gidiyor, bunu nasıl durduracağız diye dert yanıyor. Bu patolojik vaka toplumun tüm katmanlarına dalga dalga yayılırken ahlakı fenerle arasanız da bulamazsınız.
Yaşam ciddiyet ister, ciddiyetten
uzak öylesine, konuşmak için konuşulan bir boyut almış ve insanlar duyduklarını
konuşarak vakit tüketmeye başlamışlarsa, hayat tüm olumlu yönleriyle öğütülüyor
demektir. Toplumsal yaşam, bireysel arzu ve isteklerin tatmin edildiği bir haz
alanı değildir. Herkesin huzurlu ve mutlu olarak yaşayıp, herkese karşı emin ve
güvenilir olduğu yerdir. Bu sistem yalpalamaya başladıysa öyle bir ortamda
ahlak olmayacaktır. Çünkü her olumsuzluk geçmiş olumsuzluklarla
nötrleştirilerek meşru bir zemine taşınmak isteniyor. Olumsuzlukların kabuk ve
kimlik değiştirerek, orada yaşayanların savunduğu bir yaşam haline gelmesi,
toplumsal yaşamın omurgasının çatırdadığının göstergesi olur.
Sanıyorum geçmiş ilkel kabul edilen
ortamlarda, ahlaksız eylemler bulundukları ortamlarda bu kadar savunulur
olmamıştır. Çünkü ahlaksız bir eylemde bulunanlar toplumsal yaşam içinde tecrit
edilerek, bireysel ferdi yalnızlığa mahkûm oluyordu. Ancak günümüzde bu
eylemler bir cesaret belirtisi olarak kabul görüyor hatta ahlaksız kişiler
için, acaba yürek mi yemiş bu kadar cesur denebiliyor. İnsan zihninin bu kadar
çamura saplandığı bir dönemde, hangi zeminde huzur ve mutluluk tomurcukları
bekleyebilirsiniz ki! Tohumlar çürümüş ve içi boşalmışsa, siz o tohumlardan
güllük gülistanlık bir bahçeyi umut edemezsiniz. Öncelikle zihinlerin
berraklaşması ve tüm haşerelerden temizlenmesi gerekir ki, temiz bir zemine
uyanalım…
Hangi toplumda olursa olsun, politik
taraftarlık ahlakın kökünü kazımak için duyarsız toplulukların oluşumuna
gebedir. Yaşadığımız ortamdaki düşünsel ve eylemsel yaşam biçimlerine
baktığımızda bunlara yakından şahit olmaktayız. Sormak gerekmez mi, ahlak
yerlerde sürünüyor, insanlık ayaklar altında bunların nasıl önüne geçeceğiz diye
boş konuşanlara, acaba neden böyle diye? İnsan biraz olsun tutarlı olmak
zorundadır. Oysa tutarlılık diye bir gerçekliğe hasret kaldık. Hiçbir olumlu
eylem olumsuz eylemle birleştirilerek toplama ve çarpma yapılamaz. Olumlu ile
olumsuzu topladığınız zaman olumlu eylemler azalır, olumlu ile olumsuzu
çarptığınızda, olumlu ortadan kalkar olumsuzluk onu yutar. Yani negatif ile
pozitifin çarpımı negatif eder. Buna rağmen kendi politik taraflarını korumak
adına, politik taraftarlar neden başkalarının yanlışlarını ortaya dökerek kendi
taraflarının yanlışını korumaya geçerler ve onları temiz sınıf içinde
göstermeye çalışırlar.
Olumlu ve olumsuzluk, insanın
bakışıyla olumlu ve olumsuz olmuyor. Eylemler ve düşünceler yaratıcının
belirlediği sınırlar içinde anlam kazanır veya anlamını kaybeder. Eğer bir
eylem yaratıcının belirlediği sınırlar içinde yapılıyor ve insanlarının genel
çoğunluğunun menfaatini gözetiyorsa olumlu, belli bir topluluğun çıkarlarını
gözetiyor ve yaratıcının belirlediği sınırları aşarak, günün koşulları denen
tahrifat boyutuyla yaşama aktarılmak isteniyorsa olumsuzdur. İyi ve kötü
anlayışı böyle kök salarsa yaşam dengeye oturur. Aksi durumda herkes kendi
pisliğini ve olumsuzluğunu korumak için rakibinin olumsuzluklarını ortaya
dökerek kendisini masumlaştırmaya çalışır. Günahların masumlaştırılmak
istendiği, ahlaksızlığın yıpratma payının, amortisman hakkı gibi olumlu bir
hisse olarak görüldüğü ortamlarda, ahlak çukura düşer ve bir daha yukarı
çıkamaz. Ne yazık ki bizim toplum, böyle bir talihsizliğin ve ahlaki çöküşün
pençesinde can çekişir olmuştur. Bunu değiştirmenin ve ayağa kalkmanın yegâne
ve biricik yolu, çifte standartçı olmaktan uzaklaşmak adil ve adam olmaktır.
“Vay o çifte standartçıların haline…”
Doğruya doğru yanlışa yanlış
diyebilmek neden bu kadar zorlaştı. Merak edenler var mı bilmiyorum. Doğrunun
ve yanlışın birbiriyle iç içe girdiği ortamlar hep gazabın gelmesini
yaklaştırmıştır. Gazaba uğramamak için, el ve avuç açıp istekte bulunmak
kimseyi gazaptan kurtarmayacaktır, doğru ile yanlışı birbirinden ayırarak
doğrunun temsilcisi bir yaşam ortaya konulmadığı müddetçe…
Çıkarlarını kaybedeceğini düşünenler
her dönemde doğruya doğru ve yanlışa da yanlış deme cesaretini gösteremediği
için, bugün karmaşık ve keşmekeş bir yaşam ortaya çıktı…Bu yaşamın devam
etmesini istemiyorsak, politik taraftarlıktan çıkarak hakkın ve adaletin
gözetenleri olmak gerekir. Hakkı, hak olarak çıkarsız kabullenemeyenler,
taraftarı oldukları anlayışların yanlışına yanlış diyecek cesaret ve basireti
ortaya koyamazlar. Hak kimsenin hoşuna gidip gitmemesine göre hak olma
hüviyetini kazanmadı, hak sadece yaratıcının belirlediği bir çerçeve olduğu
için öyle görülmesi gerekir. Geçmiş dönemde üniversite yıllarında sol düşünceli ateist bir hocamız ile aynı düşünce de olan sınıf arkadaşımız arasında olumsuz nahoş
bir çatışma yaşanmıştı, o çatışmada bizlerin de görgü tanığı olarak şahitlik
yaparak hocanın dilekçesine imza atmamız istenmişti. Bölümde iki tane hocamız
ve olayın sorumlusu hocamız herkesin imzasını alıyor ve sıra bana geldiğinde,
ben dilekçeyi okuyarak imzamı atmak istediğimde, olaya sebep olan hoca kâğıdı
elimden çekti ve affedersiniz, at ulan imzanı dedi, ben senin isteğine imza
atmak zorunda mıyım dedim ve o kâğıdı parçalayıp çöpe attım. Bu davranışımı
gören muhafazakâr diğer hocamız, geldi beni kendi odasına götürdü; oğlum sen
neden böyle yaptın, boş vereydin it iti ısırmış sen bunlar için niye kendini
heder ettin, şimdi seni okuldan atacaklar iyi mi yaptın dedi ve beni koruduğunu
gösteriyordu. Oysa benim doğru şahitlik yapmamın önündeki en büyük engel olduğunun
farkında bile değildi. Ben oradan çıkıp gittim imza atanların çoğu da gitmişti.
Disipline çağardılar, her iki şahsı ve bizi de dinlemek için, herkesin çok
sevdiği bir hocamızı görevlendirmişlerdi. Hocamız tek tek çağırdı öğrencileri
olayın görgü tanığı olarak dinliyordu, sıra bana geldiği zaman hocam doğrudan
dedi ki, Erol’um buradaki mahkeme sürecini senin söylediklerin belirleyecek,
onun için bir şey söylemiyorum, neden böyle oldu dedi. Ben, arkadaşın farklı
bir anlayışa kaymasından rahatsız olan hocanın, öğrenciyi bu şekilde korkutarak
onu sindirmek istediğini, öğrencinin de buna karşı koyduğunu, önceden devam
eden bir sürtüşmenin sınıf ortamında öğrenciyi aşağılamak için kullanıldığını,
dolayısıyla hocanın haksız olduğunu, öğrencinin de gençlik tepkisiyle hocaya
karşı sert tavır gösterdiğini anlattım. Hoca üniversiteden uzaklaştı, öğrenciye
bir dönem uzaklaştırma verildi. Hocamız o arkadaşa benim ifademin onu okuldan
attırmaktan uzaklaştırdığını söylemiş, bir vesileyle…Bunu duyan o arkadaşla
düşünce ve ideolojik bakışlarımız çok farklı olmasına rağmen, bir gün geldi ve
dedi ki, senin inancın mı sana böyle davranmayı söylüyor, neden beni koruma
gereği duydun oysa birbirimizden pek hoşlanmıyoruz dedi. Ben ona ben Müslümanım
Müslüman dosdoğru olmak zorunda ve hakkın şahitliği için bu alemde yaşar
dediğim zaman, ben bundan sonra İslam’ı araştıracağım ve Müslüman olmak
istiyorum demişti ve arkadaşlığımız daha fazla pekişti…
Evet buradaki ayrıntı kendi hayatımı
anlatmak değil, olmak zorunda olduğumuz gibi olduğumuzda hastalıkların nasıl
şifaya dönüştüğünü ortaya koymaktır.
Toplumsal hastalıklarımızı tedavi
etmek için üstü açık en geniş ve kapsamlı klinik ve tedavi merkezi adam gibi
adam olmak, yanlışa yanlış doğruya doğru bakabilmektir. Kimin tarafı olursa
olsun her ortamda şahitliği şahitliğimize uygun yapmaktır. Ancak böyle bir
yaşam ortaya çıktığı zaman ahlak kalkışa geçer. Yoksa sürekli düzgün doğrusal
aşağı saplanan bir uçak madunda çukura saplanır.
Tüm bu açıklamalardan sonra diyorum
ki, ahlaklı birey ve toplum oluşturmak istiyorsak önce samimiyetimizi ortaya
koyalım. Kendimize geldiği zaman yağlı ballı ekmek, başkasına geldiği zaman
kuru kılçıklı buğdayı çok görmek, böylesi bir düşünce ve yaşam ne insanlığa
şahit olur ne de ölmeye yüz tutan ahlakı yaşama döndürebilir. İnsan olmak için
insan olalım, sonra başka alanlara yolculuk yaparak yol alalım, aksi taktirde
battıkça batacağız, çıkarın adı doğru değil, hakkın kendisidir doğru,
çıkarımıza uymasa da…
Bu konular üzerinde biraz kafa
yormaya ne dersiniz, selam saygı muhabbet ve iyilik dileklerimle kalın
sağlıcakla…
Erol KEKEÇ/23.01.2023/18.26/Namazgah/ÜSKÜDAR/İST