24 Ocak 2023 Salı

CİDDİYET İSTER YAŞAMAK

Bir toplumda eğer insanlar, bugün değil her dönemde hırsızlık adam kayırma ve yolsuzluklar var diyerek konuşmaya başlıyorsa, orada ahlakın tüm koordinatlarının yeri değiştirilmiştir. Ne yazık ki bizim toplum bu konuda çok yol almış, her anlayış kendi adamlarını korumak ve kollamak adına bu ahlaksız ifadeyi kullanmaktan ve onun arkasına sığınarak bir savunma yapmaktan imtina etmiyor. Ondan sonra da biz ahlaken nereye gidiyoruz, ahlaksızlık aldı başını gidiyor, bunu nasıl durduracağız diye dert yanıyor. Bu patolojik vaka toplumun tüm katmanlarına dalga dalga yayılırken ahlakı fenerle arasanız da bulamazsınız.

Yaşam ciddiyet ister, ciddiyetten uzak öylesine, konuşmak için konuşulan bir boyut almış ve insanlar duyduklarını konuşarak vakit tüketmeye başlamışlarsa, hayat tüm olumlu yönleriyle öğütülüyor demektir. Toplumsal yaşam, bireysel arzu ve isteklerin tatmin edildiği bir haz alanı değildir. Herkesin huzurlu ve mutlu olarak yaşayıp, herkese karşı emin ve güvenilir olduğu yerdir. Bu sistem yalpalamaya başladıysa öyle bir ortamda ahlak olmayacaktır. Çünkü her olumsuzluk geçmiş olumsuzluklarla nötrleştirilerek meşru bir zemine taşınmak isteniyor. Olumsuzlukların kabuk ve kimlik değiştirerek, orada yaşayanların savunduğu bir yaşam haline gelmesi, toplumsal yaşamın omurgasının çatırdadığının göstergesi olur.

Sanıyorum geçmiş ilkel kabul edilen ortamlarda, ahlaksız eylemler bulundukları ortamlarda bu kadar savunulur olmamıştır. Çünkü ahlaksız bir eylemde bulunanlar toplumsal yaşam içinde tecrit edilerek, bireysel ferdi yalnızlığa mahkûm oluyordu. Ancak günümüzde bu eylemler bir cesaret belirtisi olarak kabul görüyor hatta ahlaksız kişiler için, acaba yürek mi yemiş bu kadar cesur denebiliyor. İnsan zihninin bu kadar çamura saplandığı bir dönemde, hangi zeminde huzur ve mutluluk tomurcukları bekleyebilirsiniz ki! Tohumlar çürümüş ve içi boşalmışsa, siz o tohumlardan güllük gülistanlık bir bahçeyi umut edemezsiniz. Öncelikle zihinlerin berraklaşması ve tüm haşerelerden temizlenmesi gerekir ki, temiz bir zemine uyanalım…

Hangi toplumda olursa olsun, politik taraftarlık ahlakın kökünü kazımak için duyarsız toplulukların oluşumuna gebedir. Yaşadığımız ortamdaki düşünsel ve eylemsel yaşam biçimlerine baktığımızda bunlara yakından şahit olmaktayız. Sormak gerekmez mi, ahlak yerlerde sürünüyor, insanlık ayaklar altında bunların nasıl önüne geçeceğiz diye boş konuşanlara, acaba neden böyle diye? İnsan biraz olsun tutarlı olmak zorundadır. Oysa tutarlılık diye bir gerçekliğe hasret kaldık. Hiçbir olumlu eylem olumsuz eylemle birleştirilerek toplama ve çarpma yapılamaz. Olumlu ile olumsuzu topladığınız zaman olumlu eylemler azalır, olumlu ile olumsuzu çarptığınızda, olumlu ortadan kalkar olumsuzluk onu yutar. Yani negatif ile pozitifin çarpımı negatif eder. Buna rağmen kendi politik taraflarını korumak adına, politik taraftarlar neden başkalarının yanlışlarını ortaya dökerek kendi taraflarının yanlışını korumaya geçerler ve onları temiz sınıf içinde göstermeye çalışırlar.

Olumlu ve olumsuzluk, insanın bakışıyla olumlu ve olumsuz olmuyor. Eylemler ve düşünceler yaratıcının belirlediği sınırlar içinde anlam kazanır veya anlamını kaybeder. Eğer bir eylem yaratıcının belirlediği sınırlar içinde yapılıyor ve insanlarının genel çoğunluğunun menfaatini gözetiyorsa olumlu, belli bir topluluğun çıkarlarını gözetiyor ve yaratıcının belirlediği sınırları aşarak, günün koşulları denen tahrifat boyutuyla yaşama aktarılmak isteniyorsa olumsuzdur. İyi ve kötü anlayışı böyle kök salarsa yaşam dengeye oturur. Aksi durumda herkes kendi pisliğini ve olumsuzluğunu korumak için rakibinin olumsuzluklarını ortaya dökerek kendisini masumlaştırmaya çalışır. Günahların masumlaştırılmak istendiği, ahlaksızlığın yıpratma payının, amortisman hakkı gibi olumlu bir hisse olarak görüldüğü ortamlarda, ahlak çukura düşer ve bir daha yukarı çıkamaz. Ne yazık ki bizim toplum, böyle bir talihsizliğin ve ahlaki çöküşün pençesinde can çekişir olmuştur. Bunu değiştirmenin ve ayağa kalkmanın yegâne ve biricik yolu, çifte standartçı olmaktan uzaklaşmak adil ve adam olmaktır. “Vay o çifte standartçıların haline…”

Doğruya doğru yanlışa yanlış diyebilmek neden bu kadar zorlaştı. Merak edenler var mı bilmiyorum. Doğrunun ve yanlışın birbiriyle iç içe girdiği ortamlar hep gazabın gelmesini yaklaştırmıştır. Gazaba uğramamak için, el ve avuç açıp istekte bulunmak kimseyi gazaptan kurtarmayacaktır, doğru ile yanlışı birbirinden ayırarak doğrunun temsilcisi bir yaşam ortaya konulmadığı müddetçe…

Çıkarlarını kaybedeceğini düşünenler her dönemde doğruya doğru ve yanlışa da yanlış deme cesaretini gösteremediği için, bugün karmaşık ve keşmekeş bir yaşam ortaya çıktı…Bu yaşamın devam etmesini istemiyorsak, politik taraftarlıktan çıkarak hakkın ve adaletin gözetenleri olmak gerekir. Hakkı, hak olarak çıkarsız kabullenemeyenler, taraftarı oldukları anlayışların yanlışına yanlış diyecek cesaret ve basireti ortaya koyamazlar. Hak kimsenin hoşuna gidip gitmemesine göre hak olma hüviyetini kazanmadı, hak sadece yaratıcının belirlediği bir çerçeve olduğu için öyle görülmesi gerekir. Geçmiş dönemde üniversite yıllarında sol düşünceli ateist bir hocamız ile aynı düşünce de olan sınıf arkadaşımız arasında olumsuz nahoş bir çatışma yaşanmıştı, o çatışmada bizlerin de görgü tanığı olarak şahitlik yaparak hocanın dilekçesine imza atmamız istenmişti. Bölümde iki tane hocamız ve olayın sorumlusu hocamız herkesin imzasını alıyor ve sıra bana geldiğinde, ben dilekçeyi okuyarak imzamı atmak istediğimde, olaya sebep olan hoca kâğıdı elimden çekti ve affedersiniz, at ulan imzanı dedi, ben senin isteğine imza atmak zorunda mıyım dedim ve o kâğıdı parçalayıp çöpe attım. Bu davranışımı gören muhafazakâr diğer hocamız, geldi beni kendi odasına götürdü; oğlum sen neden böyle yaptın, boş vereydin it iti ısırmış sen bunlar için niye kendini heder ettin, şimdi seni okuldan atacaklar iyi mi yaptın dedi ve beni koruduğunu gösteriyordu. Oysa benim doğru şahitlik yapmamın önündeki en büyük engel olduğunun farkında bile değildi. Ben oradan çıkıp gittim imza atanların çoğu da gitmişti. Disipline çağardılar, her iki şahsı ve bizi de dinlemek için, herkesin çok sevdiği bir hocamızı görevlendirmişlerdi. Hocamız tek tek çağırdı öğrencileri olayın görgü tanığı olarak dinliyordu, sıra bana geldiği zaman hocam doğrudan dedi ki, Erol’um buradaki mahkeme sürecini senin söylediklerin belirleyecek, onun için bir şey söylemiyorum, neden böyle oldu dedi. Ben, arkadaşın farklı bir anlayışa kaymasından rahatsız olan hocanın, öğrenciyi bu şekilde korkutarak onu sindirmek istediğini, öğrencinin de buna karşı koyduğunu, önceden devam eden bir sürtüşmenin sınıf ortamında öğrenciyi aşağılamak için kullanıldığını, dolayısıyla hocanın haksız olduğunu, öğrencinin de gençlik tepkisiyle hocaya karşı sert tavır gösterdiğini anlattım. Hoca üniversiteden uzaklaştı, öğrenciye bir dönem uzaklaştırma verildi. Hocamız o arkadaşa benim ifademin onu okuldan attırmaktan uzaklaştırdığını söylemiş, bir vesileyle…Bunu duyan o arkadaşla düşünce ve ideolojik bakışlarımız çok farklı olmasına rağmen, bir gün geldi ve dedi ki, senin inancın mı sana böyle davranmayı söylüyor, neden beni koruma gereği duydun oysa birbirimizden pek hoşlanmıyoruz dedi. Ben ona ben Müslümanım Müslüman dosdoğru olmak zorunda ve hakkın şahitliği için bu alemde yaşar dediğim zaman, ben bundan sonra İslam’ı araştıracağım ve Müslüman olmak istiyorum demişti ve arkadaşlığımız daha fazla pekişti…

Evet buradaki ayrıntı kendi hayatımı anlatmak değil, olmak zorunda olduğumuz gibi olduğumuzda hastalıkların nasıl şifaya dönüştüğünü ortaya koymaktır.

Toplumsal hastalıklarımızı tedavi etmek için üstü açık en geniş ve kapsamlı klinik ve tedavi merkezi adam gibi adam olmak, yanlışa yanlış doğruya doğru bakabilmektir. Kimin tarafı olursa olsun her ortamda şahitliği şahitliğimize uygun yapmaktır. Ancak böyle bir yaşam ortaya çıktığı zaman ahlak kalkışa geçer. Yoksa sürekli düzgün doğrusal aşağı saplanan bir uçak madunda çukura saplanır.

Tüm bu açıklamalardan sonra diyorum ki, ahlaklı birey ve toplum oluşturmak istiyorsak önce samimiyetimizi ortaya koyalım. Kendimize geldiği zaman yağlı ballı ekmek, başkasına geldiği zaman kuru kılçıklı buğdayı çok görmek, böylesi bir düşünce ve yaşam ne insanlığa şahit olur ne de ölmeye yüz tutan ahlakı yaşama döndürebilir. İnsan olmak için insan olalım, sonra başka alanlara yolculuk yaparak yol alalım, aksi taktirde battıkça batacağız, çıkarın adı doğru değil, hakkın kendisidir doğru, çıkarımıza uymasa da…

Bu konular üzerinde biraz kafa yormaya ne dersiniz, selam saygı muhabbet ve iyilik dileklerimle kalın sağlıcakla…

Erol KEKEÇ/23.01.2023/18.26/Namazgah/ÜSKÜDAR/İST