İnsanlık tarihi iyi bir irdelendiğinde, bu tarih, insanlığın utanç duyacağı birçok kara sayfalarla dolu. İşte bu kara sayfalarda yer olan davranışlardan biri de taklittir.
“onlara Allah’ın indirdiğine uyun dendiğinde, hayır biz babalarımızı neyin üzerinde bulduysak, ona uyarız derler. Ya babaları hiçbir şeyi akledemiyor doğru yolu bulamıyorlarsa da mı”? (Bakara:170)
“Yine böyle senden önce hangi memlekete bir uyarıcı gönderdiysek, oranın şımarık zenginleri, şöyle demişlerdir. Bizler ecdadımızı (atalarımızı)bir yol üzerinde bulduk, bizde onların yoluna uyanlarız.”(Zuhruf:23)
Taklit sanki bir karayazıdır, bundandır işte toplumların hayatında her yeni mesaj, barınmakta zorlanmakta, dışlanmakta ve hatta öldürülmeyle yüz yüze bırakılmaktadır. Taklit toplumların hayatındaki canlılığı ortadan kaldıran çok tehlikeli hastalıklardan biridir. Yeni anlayışlara ve üretkenliklere kapalı bir ortamı, ancak taklitle hayatlarını devam ettiren toplumlarda görmek mümkündür. Çünkü bu toplumlarda, hayat grafiklerinin göstergeleri, amirden memura, büyükten küçüğe, ecdattan çocuklara doğru bir alçalış ortaya kor. Durum böyle olunca, taklit bu tür ortamların korumaları gereken en kutsal(!) anlayışları olarak hemen beliriverir.
Toplumların kutsiyet atfettikleri değerlerini hedef alacak herhangi bir davranışınız, böylesi zamanlarda insanların gündemini sarması çok zordur. Onların hayatlarını kuşatmayı bırakın, hatta o insanların çok kötü saldırgan eylemleriyle varlık defterinden dahi silinme ihtimaliniz çok yüksektir. Bunların açık örneklerini de yukardaki ayetlerde görmekteyiz.
Taklit, düşünülerek ortaya konulan bilinçli davranışlar değildir. Taklitte savunulan deliller herhangi bir fonksiyon icra etmez. Mukallitlerin hayatının üzerine oturduğu temel, asılsız sanrıların, oluşturduğu vehimler musluğundan boşalan suların üzerinde yer almaktadır. Zanların vehimlerin ve zihinleri kuşatıcı bireysel güdülerin dışa yansıyan fonksiyonları, kolektif taklidi davranışlar olarak ortaya çıkmaktadır. Kolektif davranışlar, her zaman ve her yerde hemencecik zemin bulma ve yayılma özelliğine sahiptir. Kolektif davranışların böyle bir hıza sahip olması, onların doğruluklarıyla açıklanamaz. Tarihte nice az bireysel davranışlar vardır ki, bunların hak olduğunu K.Kerim bizlere haber vermektedir. Âmâ kolektif davranışlarla ilgili onların doğruluklarını anlatırken, bu davranışları babalarının yaptığını bundan dolayı ona tabi olduklarını anlattıklarını bize haber verir. Biz babalarımızı bu yolda gördük, biz de onların yolundan ayrılmayız derken, herhangi bir delilleri yoktur, babalarının doğruluklarına dair. Âmâ onlar kendi yanlarından, bu tür asılsız iddialarla, yeni mesajlara hep karşı çıkmışlar ve çıkmaya da devam ederek günümüze kadar uzanmışlardır.
Taklidin bir din olduğunu söyleyebiliriz. Din zaten insanların hayatlarını kendisine göre ayarladıkları kurallar mecmuası değil mi? Taklitte toplumlarda korunması gerekli tabulardandır. Taklidi bir tabu olarak ele alırsak, tabular korunması gerekli unsurlardır. Tabuların önemli fonksiyonları olan toplumlarda, tabulara uymayan insanlarla münasebetler koparılır, ilişkiler kesilir, hatta toplum dışına atılırlar. Taklit bir tabudur. Taklit tabusunu hedef alan her davranış, taklit dalgalarıyla, sınırlarının dışına bırakılır. Taklit davranışına bu işlerliği kazandırarak, onu böylesi hızlı bir çalışma ortamına sürükleyici güç, zanların çok fazla olması ve vehimleri kendisine temel dayanak almasından başka bir şer değildir.
1993- ELAZIĞ
EROL KEKEÇ
Bu Blogda Ara
27 Haziran 2011 Pazartesi
8 Haziran 2011 Çarşamba
DİPSİZ VARİL Mİ NE?
“………….EY MUTMAİN OLAN NEFİS!......Gir kullarımın arasına cennetime……”
Allah’ın zikri ile tatmin olan nefis, ancak sana mahsustur, Allah’ın özel hazırladığı cennete girmek. Sen tatmin olan her şeyin bağımlılığından kurtulan, hürriyetini sınırlayan setlere başkaldıran, Allah’ın “Ben kulumu Hür yarattım…”buyruğuna uygun yaşayan, ayaklarına takılan zincirleri söküp atan nefissin… Hiçbir dünyalık değerin malın mülkün; paranın, altının, gümüşün, sarayların, köşklerin, arabaların, soyların sopların; kalbini avutarak uyuşturduktan sonra tatmin olduğunu sanan bir nefis değil, ancak ve ancak Allah’ın adının anılması, Allah’ın zikri ile tatmin olan nefsin hakkıdır, Allah’ın özel tahsis ettiği cennete girmek…
Tatmin olmayanlar habire koşmaktalar, atlamaktalar, yakalamaya çalışmaktalar, bir şeyi ele geçirseler, onlar tatmin olmazlar. Bir diğerini ele geçirdiklerinde tatmin olacaklarını sanmaktadırlar. Onu da ele geçirseler bunlar yine doymazlar, hiçbir şey bunları doyurmaz. Ne kadar çok şeye sahip olsalar kadar çok ihtiyaç hissederler. Çünkü bu tip varlıkların kalpleri tatmin bulmamıştır. Allah’ın zikrine Allah’ın belirlediği hayata sırt çevirenlerin bu dünyada tatmin olacaklarını mı sanıyorsunuz? Onların arzularının emellerinin önüne geçmek oldukça zordur. Bunlar hep isterler, ruhlarında ve kalplerinde bir doyum noktası yoktur. Bunların kalplerinin durumu, alt tarafından olduğu gibi delik olan bir varil gibidir varili ne kadar su ya da başka bir sıvı ile doldurduğunuzu sanırsanız sanınız o daima boşalmaktadır. Çünkü içine doldurulan sıvıyı depo edecek bir alt zemine sahip değildir. Bu zemine sahip olmayan varil nasıl hep boş kalıyorsa, Allah’ın zikrinin dışındaki değerlerle, kalplerinin tatmin olacağını sanan varlıklarda hep bir boşlukta olduklarından, hep o boşluğu doldurmak için çırpınacaklar. Âmâ ne yazık ki, o boşluklar Allah’ın zikrinin ve Allah’ın belirlediği hayatı yaşamanın dışında hiçbir şeyle hiçbir şekilde doldurulamayacaktır…
Allah’u Azimuşşanın, kalbi tatmin bulmuş insanı bu şekilde karşılaması tesadüfü olmadığı gibi, kalbin tatmin olması da öyle kolay bir olay olmasa gerek. Çünkü Allah’u Teâlâ’nın bu insanlara özel bir lütfu vardır da kendi cennetine koymak. Salihler Sıddıklar, Allah’a iman eden tüm yiğitler peygamberler, şehitler vs. bunların hepsini dilediği cennetlerden birine koyacaktır. Ancak bundan farklı olarak kalpleri tatmin olmuş, doyma sınırını bulmuş insanlara, Allah’ın bir iltifatı var, bundan daha güzel bir lütuf olur mu, Allah’ın cennetine girmek; bu cennet sadece kalpleri Allah’ın zikri ile tatmin olan yiğitler için tahsis edilmiştir.
Sizlere haykırıyorum, ey insanlar! Kalplerinizi nelerle tatmin etmeye çalışıyorsunuz girmişsiniz bir kaosun içine, oradan çıkmak için de hep gece ve gündüzleri hayaller kuruyorsunuz, bir türlü çözemediğiniz bu soruların cevaplarını bulmak için. Sizler ne kadar çırpınırsanız çırpınınız bir türlü doyuma ulaşamayacaksınız”…Kalpler ancak Allah’ın zikri ile tatmin olur ve yumuşar…”
Yıl:08.06.2011
Saat:11.20-12.00
Çengelköy/İST
EROL KEKEÇ
Allah’ın zikri ile tatmin olan nefis, ancak sana mahsustur, Allah’ın özel hazırladığı cennete girmek. Sen tatmin olan her şeyin bağımlılığından kurtulan, hürriyetini sınırlayan setlere başkaldıran, Allah’ın “Ben kulumu Hür yarattım…”buyruğuna uygun yaşayan, ayaklarına takılan zincirleri söküp atan nefissin… Hiçbir dünyalık değerin malın mülkün; paranın, altının, gümüşün, sarayların, köşklerin, arabaların, soyların sopların; kalbini avutarak uyuşturduktan sonra tatmin olduğunu sanan bir nefis değil, ancak ve ancak Allah’ın adının anılması, Allah’ın zikri ile tatmin olan nefsin hakkıdır, Allah’ın özel tahsis ettiği cennete girmek…
Tatmin olmayanlar habire koşmaktalar, atlamaktalar, yakalamaya çalışmaktalar, bir şeyi ele geçirseler, onlar tatmin olmazlar. Bir diğerini ele geçirdiklerinde tatmin olacaklarını sanmaktadırlar. Onu da ele geçirseler bunlar yine doymazlar, hiçbir şey bunları doyurmaz. Ne kadar çok şeye sahip olsalar kadar çok ihtiyaç hissederler. Çünkü bu tip varlıkların kalpleri tatmin bulmamıştır. Allah’ın zikrine Allah’ın belirlediği hayata sırt çevirenlerin bu dünyada tatmin olacaklarını mı sanıyorsunuz? Onların arzularının emellerinin önüne geçmek oldukça zordur. Bunlar hep isterler, ruhlarında ve kalplerinde bir doyum noktası yoktur. Bunların kalplerinin durumu, alt tarafından olduğu gibi delik olan bir varil gibidir varili ne kadar su ya da başka bir sıvı ile doldurduğunuzu sanırsanız sanınız o daima boşalmaktadır. Çünkü içine doldurulan sıvıyı depo edecek bir alt zemine sahip değildir. Bu zemine sahip olmayan varil nasıl hep boş kalıyorsa, Allah’ın zikrinin dışındaki değerlerle, kalplerinin tatmin olacağını sanan varlıklarda hep bir boşlukta olduklarından, hep o boşluğu doldurmak için çırpınacaklar. Âmâ ne yazık ki, o boşluklar Allah’ın zikrinin ve Allah’ın belirlediği hayatı yaşamanın dışında hiçbir şeyle hiçbir şekilde doldurulamayacaktır…
Allah’u Azimuşşanın, kalbi tatmin bulmuş insanı bu şekilde karşılaması tesadüfü olmadığı gibi, kalbin tatmin olması da öyle kolay bir olay olmasa gerek. Çünkü Allah’u Teâlâ’nın bu insanlara özel bir lütfu vardır da kendi cennetine koymak. Salihler Sıddıklar, Allah’a iman eden tüm yiğitler peygamberler, şehitler vs. bunların hepsini dilediği cennetlerden birine koyacaktır. Ancak bundan farklı olarak kalpleri tatmin olmuş, doyma sınırını bulmuş insanlara, Allah’ın bir iltifatı var, bundan daha güzel bir lütuf olur mu, Allah’ın cennetine girmek; bu cennet sadece kalpleri Allah’ın zikri ile tatmin olan yiğitler için tahsis edilmiştir.
Sizlere haykırıyorum, ey insanlar! Kalplerinizi nelerle tatmin etmeye çalışıyorsunuz girmişsiniz bir kaosun içine, oradan çıkmak için de hep gece ve gündüzleri hayaller kuruyorsunuz, bir türlü çözemediğiniz bu soruların cevaplarını bulmak için. Sizler ne kadar çırpınırsanız çırpınınız bir türlü doyuma ulaşamayacaksınız”…Kalpler ancak Allah’ın zikri ile tatmin olur ve yumuşar…”
Yıl:08.06.2011
Saat:11.20-12.00
Çengelköy/İST
EROL KEKEÇ
5 Haziran 2011 Pazar
SOLGUN YAPRAKLAR: AYDINLATMAYAN AYDINLAR
SOLGUN YAPRAKLAR: AYDINLATMAYAN AYDINLAR: "Aydın, aydınlıkla yakından ilişkili olduğu gibi aynı köklere sahiptir. Aydın, sorumluluk sahibi, yarınları düşünen, bulunduğu dönemde acılar..."
AYDINLATMAYAN AYDINLAR
Aydın, aydınlıkla yakından ilişkili olduğu gibi aynı köklere sahiptir. Aydın, sorumluluk sahibi, yarınları düşünen, bulunduğu dönemde acıları yüreğinin derinliklerinde hisseden, toplumsal yaşamı zedeleyecek ani refleksleri bilen ve onlardan gelecek zararlara karşı toplumu uyaran aydınlatan herkesten önce yanlışların kökünü kazmada bir nefer olan, Peygamberlerin varisleridir.
Hangi düşünceye sahip olursa olsun, aydın, bir Güneş gibi hem aydınlatan hem yakan bir kıvılcımı kendi içinde taşır. Mütref sofralarda karnını doyurduğu için, onların düdüklerini öttüren zavallı amipsel canlılardan farkı var onların. Aydın olmak o kadar kolay değil, ancak kolayca verilen bir isim haline geldi. Bu tarz kendilerine aydın isimlerini almış ancak aydınlanmadan bir nebze olsun yararlanmamış bu sahte göstermelik yalancı isimlerle damgalanmış varlıkların sözlerini ve kalemlerinin aktardıklarını okudukça böylesi bir açıklama yapmak zorunda kaldığım için mazur görün.
Aydınlara takıldım, ancak aydın olduğunu sananlarla yatıp kalkmayacağım; son dönemlerin gündemlerini hiç değerlendirme fırsatım olmadı. Uzun zamandır sağlık sorunlarıyla boğuşuyorum, Rabbim bizleri herhalde bu tarz yaşamlara takılmayalım diye biraz meşgul etti. Ama ona sonsuz şükürler olsun diyorum sonsuz hamdımı yaparak bazı toplumsal dokuların patolojik yanlarıyla ilgili ipuçları vererek, aydınların buradaki rollerinin ne olması gerektiğini merak eden biri olarak bazı sorgulamalar yapacağım.
Siyasi sistemin son dönemlerde kabuk değiştirdiğini bilmeyeniniz yoktur umarım. Bunu anlamak için herhangi bir hatırlatıcıya gerek yoktur. Yaz ayları ve ortalarında yılanların deri değiştirmesi gibi bizim de içinde yaşadığımız sistem tamamıyla olmasa da, kısmi bir kabuk değiştirmeye gidiyor. Bu değişim rüzgârlarının yönünü öğretilen öğretiler doğrultusunda dizayn etmeye çalışan toplum piskoposları, bu çalışmalarını çaktırmadan su altından saman yürüterek(!) devam ettiriyorlar. Bizim ülkemizdeki aydın sanılan sınıfa baktığımızda, onlarda bu demagojik hikâyeleri çaktırmadan topluma sindirtme peşindeler. Evet, aydınla başlamıştık yine aydınla devam edeceğiz. Aydınlamadan yoksun doğru ile yanlışı birbirinden ayıracak ayıraçlarını (furkanı)bir yana atmış zavallıların bizleri ne kadar aydınlatacağını merak edeniniz var mı?
Yaşadığımız hayata uygun olan ve içimizdeki patlamaya hazır volkanları tutuşturacak hangi yazar yada kalem sahibi varsa alkışlamaya değer bulup onu göklere çıkarmıyor muyuz. Biz küfretmeye alışmış ve küfredenleri bağrımıza basıp onların peşinden koşmayı kendisine şiar edinmiş, anlama ve kavrama melekelerini süresiz tatile çıkarmış bir toplumun zavallı tek hücreli canlıları değil miyiz? Kendinizi fazla zorlamanıza gerek yoktur, biz böyle değiliz diyebilmek için gerekli savunmalar yapmaya dair… Son dönemdeki toplumsal atmosferi dikkate alırsanız söylediklerimi umarım biraz anlamlı bulacaksınız. Ancak boş ver gelen ağam giden paşam bu dünya böyle gelmiş böyle gider, kim daha çok avazı çıktığı kadar bağırıp anlaşılmayan dilde ıslık çalıyorsa sizin en favori adamınız o olabilir. Lakin benim düşlediğim hayatta herkes yaşadığı hayatın, atmosferini çevreleyen danışma kurulu üyelerinden mutlaka biri olması gerektiği için, aydın aydınlatan olmalı; vatandaş dediğinde vatanda bir taş değil, aynı toprak parçasını paylaşan akıl sahibi kişilerden oluşmaktadır. Bu yaşamı arzulayan ve bunun önünü engelleyen parazit ve amipleri görünce hasta yatağımda duramadım, bu karmaşa ortamında biraz olsun selim akılla insanlarımıza düşünmenin ve doğruyu kavramanın kapısını aralamak için kalemimi elime aldım, kime dokunuyorum ya da kimler rahatsız olacak diye taraf gözetmeksizin hakkın şahitliğini yapmak için yola çıktım.
Bu günün aydını (istisnalar varsa onlar hariç)karanlık sayfalara, karanlık bir hayatı, aydınlık harflerle yazmaktan utanç duymayacak kadar kendini aydınlık göstermeye çalışan zavallılardan oluşmaktadır. Bu zavallı yaşam atmosferinde tabiî ki, seçim yapmakta ve nelerin doğru olup olmadığını anlamakta zorlanacaksınız. Bu zorluk hali sizleri daha fazla doğruya yaklaştırması gerekirken, ne yazık ki, seçim yapabilme imkanı elinden alınmış zavallı popülasyon gruplarının sayısını sadece arttırmaktadır. Böylesi bir zavallılık kimliğini sahiplenmek istemeyenler, akıllarını her türlü dayatmacı kaldıraçların basınç alanından kurtarmalı, evrensel mahkemenin adil hâkimlerinin huzurunda kendisini yargılamalı ve kendisi hakkında verilecek kararlarda, aklını savcı, vicdanını da hâkim yapmalıdır. Böyle bir yaşamı kendinize reva görmezseniz, adını şimdi açıklamak istemediğim, aydın görünen ancak karanlıklardan bir türlü kurtulamamış, adları ne olursa olsun, mütref sofraların nimetlerinden beslenen ve oradan aldıkları enerji ile halkları karanlıklara taşıyarak aydınlık mesajlar verdiğini sanan bu aydınlanmaya muhtaç zavallıların kapsam alanlarından kurtulamayacaksınız. Onlar sizleri istediği gibi yönlendirecek ve yönetecek… Ben diyorum ki, zulmün genişlemesinin ve daha geniş alanları etkisi altına almasının iki temel aktörü var; bunlar mazlumlar ve zalimlerdir. Zalimlerin zulmünü arzulamayanlar akıl ve vicdan mahkemesinde yargılanıp kendisini aklasınlar, yoksa varislikten bi haber bu zavallıların emirleri doğrultusunda, karanlıkta tanınmayan nesneleri sizden tanımlamanızı isteyerek bölük yerinde say diyerek biraz olsun dinlenme moduna girerek sizin enerjinizi boşa harcayıp kendilerine gelecekte yeni bir hayat alanı oluşturmayı düşünebilirler. Sakın ola ki benim dediklerime değil, dediklerimin vicdanınızla ne kadar ölçüşüp ölçüşmediğine bakarak geleceğinizi tasavvur edin.
04.06.2011
Saat:17.30–19.00
Çengelköy/İst
EROL KEKEÇ
Hangi düşünceye sahip olursa olsun, aydın, bir Güneş gibi hem aydınlatan hem yakan bir kıvılcımı kendi içinde taşır. Mütref sofralarda karnını doyurduğu için, onların düdüklerini öttüren zavallı amipsel canlılardan farkı var onların. Aydın olmak o kadar kolay değil, ancak kolayca verilen bir isim haline geldi. Bu tarz kendilerine aydın isimlerini almış ancak aydınlanmadan bir nebze olsun yararlanmamış bu sahte göstermelik yalancı isimlerle damgalanmış varlıkların sözlerini ve kalemlerinin aktardıklarını okudukça böylesi bir açıklama yapmak zorunda kaldığım için mazur görün.
Aydınlara takıldım, ancak aydın olduğunu sananlarla yatıp kalkmayacağım; son dönemlerin gündemlerini hiç değerlendirme fırsatım olmadı. Uzun zamandır sağlık sorunlarıyla boğuşuyorum, Rabbim bizleri herhalde bu tarz yaşamlara takılmayalım diye biraz meşgul etti. Ama ona sonsuz şükürler olsun diyorum sonsuz hamdımı yaparak bazı toplumsal dokuların patolojik yanlarıyla ilgili ipuçları vererek, aydınların buradaki rollerinin ne olması gerektiğini merak eden biri olarak bazı sorgulamalar yapacağım.
Siyasi sistemin son dönemlerde kabuk değiştirdiğini bilmeyeniniz yoktur umarım. Bunu anlamak için herhangi bir hatırlatıcıya gerek yoktur. Yaz ayları ve ortalarında yılanların deri değiştirmesi gibi bizim de içinde yaşadığımız sistem tamamıyla olmasa da, kısmi bir kabuk değiştirmeye gidiyor. Bu değişim rüzgârlarının yönünü öğretilen öğretiler doğrultusunda dizayn etmeye çalışan toplum piskoposları, bu çalışmalarını çaktırmadan su altından saman yürüterek(!) devam ettiriyorlar. Bizim ülkemizdeki aydın sanılan sınıfa baktığımızda, onlarda bu demagojik hikâyeleri çaktırmadan topluma sindirtme peşindeler. Evet, aydınla başlamıştık yine aydınla devam edeceğiz. Aydınlamadan yoksun doğru ile yanlışı birbirinden ayıracak ayıraçlarını (furkanı)bir yana atmış zavallıların bizleri ne kadar aydınlatacağını merak edeniniz var mı?
Yaşadığımız hayata uygun olan ve içimizdeki patlamaya hazır volkanları tutuşturacak hangi yazar yada kalem sahibi varsa alkışlamaya değer bulup onu göklere çıkarmıyor muyuz. Biz küfretmeye alışmış ve küfredenleri bağrımıza basıp onların peşinden koşmayı kendisine şiar edinmiş, anlama ve kavrama melekelerini süresiz tatile çıkarmış bir toplumun zavallı tek hücreli canlıları değil miyiz? Kendinizi fazla zorlamanıza gerek yoktur, biz böyle değiliz diyebilmek için gerekli savunmalar yapmaya dair… Son dönemdeki toplumsal atmosferi dikkate alırsanız söylediklerimi umarım biraz anlamlı bulacaksınız. Ancak boş ver gelen ağam giden paşam bu dünya böyle gelmiş böyle gider, kim daha çok avazı çıktığı kadar bağırıp anlaşılmayan dilde ıslık çalıyorsa sizin en favori adamınız o olabilir. Lakin benim düşlediğim hayatta herkes yaşadığı hayatın, atmosferini çevreleyen danışma kurulu üyelerinden mutlaka biri olması gerektiği için, aydın aydınlatan olmalı; vatandaş dediğinde vatanda bir taş değil, aynı toprak parçasını paylaşan akıl sahibi kişilerden oluşmaktadır. Bu yaşamı arzulayan ve bunun önünü engelleyen parazit ve amipleri görünce hasta yatağımda duramadım, bu karmaşa ortamında biraz olsun selim akılla insanlarımıza düşünmenin ve doğruyu kavramanın kapısını aralamak için kalemimi elime aldım, kime dokunuyorum ya da kimler rahatsız olacak diye taraf gözetmeksizin hakkın şahitliğini yapmak için yola çıktım.
Bu günün aydını (istisnalar varsa onlar hariç)karanlık sayfalara, karanlık bir hayatı, aydınlık harflerle yazmaktan utanç duymayacak kadar kendini aydınlık göstermeye çalışan zavallılardan oluşmaktadır. Bu zavallı yaşam atmosferinde tabiî ki, seçim yapmakta ve nelerin doğru olup olmadığını anlamakta zorlanacaksınız. Bu zorluk hali sizleri daha fazla doğruya yaklaştırması gerekirken, ne yazık ki, seçim yapabilme imkanı elinden alınmış zavallı popülasyon gruplarının sayısını sadece arttırmaktadır. Böylesi bir zavallılık kimliğini sahiplenmek istemeyenler, akıllarını her türlü dayatmacı kaldıraçların basınç alanından kurtarmalı, evrensel mahkemenin adil hâkimlerinin huzurunda kendisini yargılamalı ve kendisi hakkında verilecek kararlarda, aklını savcı, vicdanını da hâkim yapmalıdır. Böyle bir yaşamı kendinize reva görmezseniz, adını şimdi açıklamak istemediğim, aydın görünen ancak karanlıklardan bir türlü kurtulamamış, adları ne olursa olsun, mütref sofraların nimetlerinden beslenen ve oradan aldıkları enerji ile halkları karanlıklara taşıyarak aydınlık mesajlar verdiğini sanan bu aydınlanmaya muhtaç zavallıların kapsam alanlarından kurtulamayacaksınız. Onlar sizleri istediği gibi yönlendirecek ve yönetecek… Ben diyorum ki, zulmün genişlemesinin ve daha geniş alanları etkisi altına almasının iki temel aktörü var; bunlar mazlumlar ve zalimlerdir. Zalimlerin zulmünü arzulamayanlar akıl ve vicdan mahkemesinde yargılanıp kendisini aklasınlar, yoksa varislikten bi haber bu zavallıların emirleri doğrultusunda, karanlıkta tanınmayan nesneleri sizden tanımlamanızı isteyerek bölük yerinde say diyerek biraz olsun dinlenme moduna girerek sizin enerjinizi boşa harcayıp kendilerine gelecekte yeni bir hayat alanı oluşturmayı düşünebilirler. Sakın ola ki benim dediklerime değil, dediklerimin vicdanınızla ne kadar ölçüşüp ölçüşmediğine bakarak geleceğinizi tasavvur edin.
04.06.2011
Saat:17.30–19.00
Çengelköy/İst
EROL KEKEÇ
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Popüler Yayınlar
-
Sosyal devletin anlamını, devlet ile millet arasındaki ilişkiyi ve bir toplumu güçlü ve sürdürülebilir kılan dinamikleri detaylandırırken, b...
-
Günümüzde teknolojinin ulaştığı seviyeyi anlamak için sınırsız bir yaratıcılıkla şekillenen dijital bir çağda yaşadığımızı kabul etmek gerek...
-
Suriye iç savaşı, yalnızca bölgesel güç dengelerini değiştiren bir çatışma olmakla kalmamış, aynı zamanda insanlık tarihine kara bir leke ...
-
Öyle bir dünyada yaşıyoruz ki, kimin neye inandığını ve ne adına yaşadığını anlamak her geçen gün daha da zor hale geliyor. İnsanlar, çoğu z...
-
Mekânların Hafızası ve İnsanın Aldanışı Emevi Camii, tarih boyunca dinî, siyasi ve toplumsal anlamları bir arada barındıran, sadece mümin...
-
Ah be oğul, Dünya dediğin, bir misafirhanedir aslında. Tahta beşikle başlar yolun, Tahta bastonla biter usulca. Arada ne var dersen, Gözya...
-
Bismillahirrahmanirrahim, Ey insanlar! Gelin bir düşünün, çevrenize bakın ve kendinize şu soruyu sorun: Bugün içinde yaşadığınız toplum, All...
-
Bugün Suriye'de HTŞ (Heyet Tahrir el-Şam) tarafından gerçekleşen yeni çatışma patlamaları ve burada bizim medyanın ilişkileri üzerinde...
-
Suriye'nin içinden geçtiği karanlık dönem, sadece bölge ülkeleri için değil, tüm dünya için ciddi bir kriz senaryosudur. Ancak bu kriz...
-
Her çağ, insanı dönüştüren yeni düzenler yaratır. Zamanın ve zeminin rengine bürünmek zorunda kalmanın dayatıldığı dönemlerde, bireyin kim...