Bir toplumda güç ve imkanların belli ellere verilmesinin amacı, onların kendi yaşam düzeylerini erişilmez kılmak için değil, aksine toplumsal yaşamda oluşacak karakaşa kaos ve aşırılıkları kontrol altına alarak toplumsal kardeşlik, birlik ve beraberlik duygularının devamına ve gelişmesine katkı sunarak yaşamın huzurlu olmasını sağlamaktır.
İlkçağ site(şehir) devletlerinin ortaya çıkmasından bir nebze
haberi olanlar, devletin varlık sebebini ve gücün neden belli ellerde olmasının
önemini ve gereğini anlar. İnsanlar ilkel toplayıcılık ve avcılık yaşamından
yerleşik yaşama geçişleriyle birlikte, elde ettikleri ürün fazlalıklarını
başkalarıyla paylaşmak istedi ve bunların karşılığı olarak da farklı
ihtiyaçlarını giderme ihtiyacı doğdu. Dolayısıyla bu istek ve çabalar
beraberinde ekonomik piyasayı ve toplumsal etkileşimi ortaya çıkardı. Bu
ortamlarda zaman zaman insanlar arası haksızlıklar ve aşırı rekabetler yaşamı
zorlaştırmaya başladı. Bu durumdan rahatsız olan piyasadaki insanlar, bu
olumsuzlukların önüne geçmek için ferdi olarak altından kalkamayacakları
sorunların üstesinden gelmek için, organizeli bir yapı oluşturarak insanlar
üzerinde yaptırım yapacak tek güç olarak bu yapıyı güçlendirmek istediler. Bu
yapının varlığı o beldenin tüm insanlarının kendi yapmak istediklerini bu güç
aracılığıyla yaparak, adil ve paylaşımcı bir yaşamın oluşmasını sağlamaktı.
Yani devlet birilerinin menfaatinin koruyanı değil, toplumsal yaşamın kargaşaya
neden olmadan düzenli bir şekilde sürekliliğini sağlamak için oluşmuştur. Bu
durum daha sonralarda daha aktif ve güç kullanabilecek tek kurum haline gelmiş
hatta belli dönemlerden sonra kutsallaştırılarak dokunulmazlık zırhına bürünmüştür.
Devletin dokunulmazlığı adalet hakkaniyet koruyuculuk, merhamet ve yönetiminde
olan insanların her an sorunlarını çözmesinden doğmuştur. Durup dururken oraya
görev için gelenlerin, toplumdan topladıkları vergileri kendi aralarında
paylaşarak hesapsızca istedikleri yere harcamasından doğan bir kutsallık değildir.
Devlet görevlilerinin aşırı zenginleşmesine göz yuman bir devlet anlayışı zaten
toplumsal kaotik ortamların doğmasının yegâne sebebidir. Devleti yönetenler,
toplumda ayrıcalıklı bir sınıf haline geliyor ve otoriteyi ele geçirdikten sonra,
istediklerini zenginleştiriyor, istediklerinin mal varlıklarına çökerek onların
sahibi oluyor ve istediği yere aktarıyorsa, devlet doğuştaki fonksiyonelliğine
bağlı olarak kendisine atfedilen kutsallığını kaybeder, insanlara zulmeden
despotik bir araca dönüşür. Ne yazık ki, günümüzdeki çağdaş devlet
tanımlamaların neredeyse istisnasız büyük çoğunluğu böylesi bir despotlukta
level atlamış görünmekteler. Bazı anarşist kuramcıların devlet hakkında söyledikleri,
devlet soğuk kanlı canavarların en soğuk kanlısıdır derken bir tecrübeye göre
böyle açıklamalar yaptıklarını da anlamış oluyoruz.
Devlet, belli bir zümrenin çıkarlarının korunmasını öncelikli
ilke olarak göremez. Çünkü devlet, yönetimi altında bulunan tüm insanlar adına
o görevi üstlenmiştir ve toplum onu organizasyonun tek sorumlusu olarak
görürken, kendisinin uğraşamayacağı alanların da devlet tarafından yerine
getirildiği güvencesiyle yaşamına devam eder. Ancak devlet tarafından korunduğu
ve güvence altına alındığına inandığı noktalarda çürümüşlükleri ve
kontrolsüzlükleri gördüğü zaman devlete ve devletin gücüne olan inancını
kaybeder. Dolayısıyla insanların devlete olan güvenlerini kaybetmesinin temel
nedeni yönetici olarak getirdiği insanların devleti işlevsiz ve denetim
yapamayan hantal bir yapıya taşımalarıdır. Devlet denetim yapamıyor demek bu
çürümüşlüğün en açık örneğidir. Devlet, tebaasından gözünü kırpmadan tüm
vergileri alıyor, yetmiyor bir daha alıyor hatta tükettiği oksijene kadar vergi
alacak duruma gelmesine rağmen, vatandaşın normal bir yaşam sürmesini sağlayamıyor
ve toplumdaki kaotik çıbanları bulup tedavi edemiyorsa, devlet nerede ya da
devlet yok mu gibi haykırışları duymak devletin en tabi hakkı olur. Devlet,
kendisinin oluşturduğu ya da kendisi görevini yerine getirmediğinden dolayı
denetimsizlikten kaynaklanan problemlerin verdiği acılardan rahatsız olan ve bu
acıların altında inim inim inleyen insanların acısına çare olmak ve onları
dindirmek yerine, onların devlete karşı potansiyel tehlike oluşturduğunu söyleyerek,
toplumsal ayrışmaya ve toplumsal çatışmaya sebebiyet vermekle, meşruiyetini
kaybettiğini görmesi gerekir. Bir devletin temel meşruiyet gerekçesi kanunlar değil,
toplumun büyük bir çoğunluğu tarafından kabul görmek ve benimsenmektir.
Kanunlarla kendisini meşru kılmaya çalışan ve bu kanunlar yaşama aykırı
olduğundan dolayı benimsemeyenleri de bastırmaya çalışırsa, devlet tam bir deve
dönüşür. O zaman da varlık gerekçesini kendisi tehlikeye sokar.
Ne yazık ki, bizim toplumda devlet bu saydığımız olumsuzlukların
neredeyse tamamını iliklerine kadar yaşamasına rağmen, hala en güçlü devlet
bizim devlet gibi kıytırıktan sloganlar atarak geçmişteki savaşları diziler
haline getirip onlarla övünerek bir çıkar yol bulmaya çalışmak, yolların sonuna
gelindiğinin kanıtı olur. Hangi devletler geçmişteki tarihi başarıları
destanlaştırarak ayakta kalmıştır. Yaptıklarınız çok güzel ise tarihinizdeki
güzelliklerin bu başarılarınıza ışık tuttuğunu anlatmanız sizin geçmişe saygınızdan
ve kökünüze sahip çıktığınızdandır. Ancak toplumsal yaşam olarak çamura
saplanıp kaldığınız bir dönemde onlara sığınıp onlardan medet umanların
hiçbirisi aydınlık yarınlara çıkamamıştır ve de çıkamayacaktır.
Ülkemiz gerçeğini dikkate alırsak, corona salgını döneminde
herkesi evlere tıkayan devlet istediğini yapıyor, istediği malın fiyatını
belirliyordu ancak geldiğimiz noktada piyasaya gücü yetmiyor demek devlete en
büyük hakarettir. Piyasa aldı başını gitti, kimin eli kimin cebinde belli değil,
insanlar sinir katsayıları yükselmiş yüksek gerilim hattında bulunduğundan her
an patlamaya hazır bir bomba gibi, bir etki beklerken siz bunları hiç
görmeyeceksiniz ama devlet güçlü dünyanın her tarafına uzanıyoruz diyerek
masallar anlatacaksınız. Kendi içindeki sorunları çözememiş devletler hiçbir
zaman güçlü olamazlar. Güçlülüğün en açık göstergesi kendi sorunlarını en aza
indirgemektir. Kendi sorunları olan bir insanın nasıl ki başkalarına yardım
etme ve onların sorunlarını çözüme kavuşturması mümkün değilse, devletler için
de böyledir.
Devlet yetkilileri, halkın devlete neden bu yetkileri
verdiğini ve nasıl bir yaşamı devletten bekledikleri için bu kadar vergiyi karşılıksız
gözlerini kırpmadan hibe ettiklerini anlamadıkları müddetçe, toplumsal
sorunların üstesinden gelinemeyecektir. Bugün ülkenin her tarafındaki açık
alanlar sıfır araç ahırlarına dönmüş, evler kiralık verilmeyerek bekletiliyor,
sebzeler meyveler çöpe atılıyor, esnaflar kafalarına göre istediği gibi fiyat arttırıyor,
bir ayakkabı alacak gücünüz kalmamışsa, devlet ben güçlüyüm diyorsa yalan
söyler. Çünkü devlet hiyerarşisi içinde görev yapanlar geçimlerini sağlasınlar
diye onlara özel bir yaşam alanı tahsis edilmedi, insanların huzur ve mutluluğu
için devletin tüm birimlerinde bir aksama olmadan devlet en uç noktalara kadar
yetersiz kalmasın, öyle insanlar çalıştırsın ki, halk içinde karmaşa kaos
oluşturup haksız kazanım sağlayacak olanlara fırsat vermesin diye bunları orada
görmek istiyor. Bundan dolayı da bir beklenti içinde, halkın devletten
beklentisi gayet doğal ve devletin bu beklentileri yerine getirmesi de onun
rollerini oynamasıdır. Ancak ne hikmetse devlet kendi görevlerini yerine
getirmediği halde neden bunları yapmıyorsun diyenlere de sen devleti eleştiremezsin
sen kimsin diyerek, yırtıcı dişlerini göstererek hemen canavar kesiliyor.
Devletin Ali kıran baş kesen olarak görüldüğü bir yerde hiçbir zaman devlet
sorunları çözmek ve insanları mutlu etmek gibi bir derdin içinde olmaz. Devlet,
kurumları işgal eden kişilerin arzu istek ve gelecek kaygılarını korumak adına çırpınırsa,
bu da halkın sömürülme süresinin henüz sona gelmediğini gösterir.
Şunu artık birileri anlamalı, devletin işleyişini en güzel
şekilde devam ettirerek, insanların yaşamlarını kolaylaştırsınlar diye göreve
getirdiklerimiz bizim kendilerini göreve getirme gerekçemize kulak versinler.
Devlet vatandaşa verdiği imkanları babasının hayrına vermiyor, kendisi
toplumdan ayrı bir kuruluş ve oluşum değildir. Devlet belli kişi grup ve
kurumlara barajın kapılarını sonuna kadar açarken, belli kişi ve kuruluşlara da
barajların kapaklarını kapadıktan sonra alttan sızanlara ağzınızı dayayın yoksa
canınızı okurum diyerek başına güvenlik görevlisi koyan olamaz. Ama ne yazık ki
bizim ülkemiz de bu acı trajik yaklaşım ve uygulamadan nasibini alıyor, hatta o
kadar fazla alıyor ki baraj kapaklarından damlayan suların bile, yatak boyunca
tüm arazileri sulayacak bir su taşıdığını iddia edenlerin yalakalıklarını koro
halinde devlet orkestrası eşliğinde milli marş olarak söyleyecek duruma getiriyor.
Şahsen kendi adıma ifade ediyorum, ben böylesi uygulamaların her geçen gün
ruhuma ve vicdanıma dokunduğu bir çağda, bu uygulamaları yapanlar ve onlara
alkış tutanlarla aynı havayı teneffüs etmekten utanmaya başladım. Ondan dolayı
hala hatırlatma ve uyarılarımı yapmaya devam ediyorum…
Devleti, devlet olarak piyasada görmek istiyoruz, bunların
hepsi devletin yapacağı bir şey değil deniyorsa, o zaman devlet bize yaşamı
cehennem edenlerin cehennemine odun taşıyor ve bu odunların yanması için ateşi
temin ediyor anlamına gelir. Biz, bizi yakanların cehenneminin ortağı devlet istemiyoruz,
devleti, cehennemi söndüren ve cehennem oluşturanları kendi cehenneminde yakan
güçlü kuvvetli, vatandaşını koruyan merhametli elleriyle her ocağa ulaşan bir
devlet istiyoruz. Bunu yapamayacaksa bunu da açıkça deklare etsin ki başımızın
çaresine biz bakalım, bu hayatın acısını kaldıramaz olduğumuzu beyan ediyorum…
Basınç çok yüksek bu basıncı bu bedenler kaldıramaz, üsten bu
basınç artıkça alttan ne kadar tazyikli akacağını ve patlayacağını düşünmek
bile istemiyorum. Bazı durumlar var ki bunlar zamana bırakılmadan ivedilikle
çözülmesi ve zamanla da bağlayıcı boyuta getirilmesi gerekir. Benim, devletin
yapmasını istediğim ve görüp üzerine yoğunlaşmasının şart olduğunu anlattığım
mesele tam da budur. Fazla uzatmaya gerek yok uyanmak isteyene bir buse yeter
uyanmak istemeyene de ne söylersen söyle hatta domuz çanına vur heba…Heba
olmayacak hatırlatmalar olması dileğimle selam saygı muhabbet ve iyilik
dileklerimle…
Kalın sağlıcakla…
Bahadır Hataylı/21.06.2023/ 13.56/Namazgah/ST