Yaşamak için yaşatmak gerekir. “Bir insanı öldüren bütün insanlığı öldürmüş gibidir, bir insanı dirilten de bütün bir insanlığı diriltmiş gibidir. Yaratıcının bu uyarısını dikkate almayan bir Müslüman tasavvur edemeyiz. Müslüman ismi, dinsel bir kimlik olarak sizi tanımlayan sıradan bir isim değil, doğrudan bir yaşam biçiminin dosdoğru ifadesidir. Bu yaşam biçiminin içini, insan kafasına göre doldurma hakkına sahip değildir. Ecdadımızın verdiği bir isme uygun yaşamadığımız zaman, ismimize layık değiliz diyebiliyoruz, ancak bu kimliğe sahip çıkarak istediğimiz gibi yaşama hakkına sahip olduğumuzu da hal hareket ve davranışlarımızla ortaya dökmekten zerre endişe duymayız.
Müslüman ismi, teslim olmaktır. Kime neden ve niçin teslim olmamız
gerektiğini idrak edemeyen, birey ve toplumlar bu kimliğe sahip çıkma hakkına
sahip değildir. Allah, yeryüzünde İslam olarak kendimizi tanımlamaktan başka
bir isim vermedi. Bu isim, yaratıcının tüm kapsamını belirlediği ve onun
tarafından renginin belirlendiği bir kimlik ve isimdir. “Allah’ın boyası ile
boyanın Allah’tan daha güzel boyası olan kim vardır.” Ey İman edenler,
Allah’tan nasıl ittika edilmesi sakınılması ve ona karşı nasıl sorumluluk
duyulması gerekiyorsa öyle olun ve sakın Müslüman İsminin yanında başka bir
isimle can vermeyin…” Bu ayetin açıklamalarını neden yazmış olduğumu merak
edenler olabilir. Şunu anlamak ve bilmek zorundayız, Müslüman yaşayan bir
varlıktır. Allah’a teslim olmamış ve beşer olarak yaratılmış olan tüm varlıklar
sağır dilsiz ve kördürler. Onların mezarlarda olanlardan farkı yoktur. Dünyalık
imkanları ele geçirmek için hareket etmeleri, buradaki yaşamlarını
kolaylaştırmak için imkanlar üretmeleri, onların yaşıyor oldukları anlamına
gelmez. Beşer olarak vardırlar ancak İnsan olarak var olabilmenin en önemli
koşulu, Allah’ın boyası ile boyanmak ve onun bize gönderdiği isimle isimlenerek,
ona uygun yaşamaktan geçer. Bu isme sahip çıkanların yaşamı kabirdekilerden
farksız olduğu halde, nasıl olurda bu değere sahip çıkmaktan utanç duymazlar.
Yaratanın vermiş olduğu bir isme layık olmak için, önce
yaşamak sonra yaşatmak gerek. Yaşatmayı becerebiliyor uğurda gerekli tüm çabayı
harcayabiliyorsak ancak o zaman bu isme layık olabiliriz. Ne yazık ki, İslam
coğrafyası diye tabir edilen coğrafya hem yaşamayı bilmiyor hem de yaşatmak
istemeyen bir yaşama bürünmüşken, nasıl olur da bu ismin arkasına sığınabiliyorlar.
Bu ismin arkasına sığınmak ve o isme sahip çıkarak her türlü olumsuzluğun
zirvesinde tepinen toplumlar bu ismi ancak ve ancak lekelerler kendi
basitlikleriyle bu ismin anılmasına neden olarak, diğer beşer için bir fitne
kaynağı oluştururlar. İslam seçilmiş bir isimdir. Ama kim için diye
baktığımızda, İslam toplumu diye isimlendirilenler için seçilmemiştir.
Yeryüzünde Allah’ın kainattaki yasasına uygun yaşayan ve o yasaları, tüm
mahlukatın yaşamını kolaylaştırmak için mücadele edenler için seçilmiştir.
Yaratıcının kâinattaki bu yasalarını idrak ederek yaşayan ve kâinatın sahibine
yolculuk yapan her insan iman üzeredir. Kitap bu yasaları pekiştirmek için
gelmiş ve bu yasalardan uzaklaşanların yaşamlarına bir ışık olması için
gönderilmiştir. Çünkü Allah’ın yarattığı kâinat yasaları ile Kitabi
buyruklarının birbiriyle çatışma halinde olması düşünülemez. Allah her türlü
eksikliklerden ve hatalardan münezzehtir. Dolayısıyla iki ayetinin birbiriyle
uyum içinde olmaması düşünülemez. İşte, İslam alemi kâinat kitabını hayatın dışına
attıklarından, kitabi ayetleri anlamak ve algılamaktan da uzaklaştıkları için
her ne kadar bu isimle kendilerini ifade ediyor olsalar da, bu isme layık bir
yaşamları olmadığı için, nasıl bir tanımlamayla adlandırılacağı da
zorlaşmaktadır.
Allah katında sadece İslam dini vardır derken, biz öyle bir
şekle bürünüyoruz ki, sanki bizim sahip olduğumuz bu isimmiş gibi kendimizi
erişilmezler arasında görüp, bizim dışımızda kalanları hüsranda olanlar
biliyoruz. Bu anlayışın kendisi hastalıklı olduğu için, kendi hastalığımızın da
farkına varmıyoruz. Allah katından size teslim olmanız gereken dışında bir din,
inanç göndermedi, Onun için sizler, Ben Müslümanım dedikten sonra bu kimliğe
uygun yaşayarak o kimliğin herkesin kimliği olması için çaba harcadığınızda,
sizden daha güzel kim iş yapmış olabilir. Bu kimlik, asaletin onurun vakarın insan
olmanın merhametin hakkaniyetin edebin dürüstlüğün, adaletin şefkatin, ehliyetin,
saygının sevginin barışın huzurun mutluluğun vs. içine sığdırıldığı ve
yeryüzünde kimsenin bunu dağıtmaya gücünün yetmediği bir kimliktir. Bu kimliğin
vasıflarına göre yaşayanlar Müslümandır. Bu vasıfları hayatlarında
barındırmayanlar ben buyum diyerek, o kimliğe hakaret etme ve onu deforme etme
hakkına sahip değildir. Şayet sizler bu kimliğe sahip çıkmaz onun ihyası ve
inşası için dünyalıklarınızı öncelik olmaktan çıkarmazsanız, Allah sizi yok
eder yerinize başkalarını getirir onlar o kimliğe hakkıyla sahip çıkarlar,
mütevazidirler gerektiği yerde de İzzetlidirler. Mücadele ederler ve mücadelelerinden
de asla taviz vermezler, onlar kınayanlara aldırış etmezler, çünkü bu özgürlüktür,
bu özgürlük herkese verilmez bu ancak Allah’ın bir lütfudur. O isme layık
olanların elde edeceği bir ödüldür.
Bu ödüle hakkıyla layık olanlar yaşatırlar ki, kendileri de
yaşadıklarını bilsin…Başkalarını yaşatmak için zaman ve efor harcamayanlar
yaşayıp yaşamadıklarını da anlayamazlar. Biyolojik olarak robotlaşmış ve
hareket halinde olmak yaşıyor olmanın göstergesi değildir. Yaşamak, var olmak
ve taktim edilmiş kimliği, vakarlı olarak korumak ve o kimlikle mücadele edebilmektir.
Bugün İslam dünyası denilen coğrafya kan revan içinde iken, onları yönetenlerin
her türlü imkanlara sahip olduğu, güç ve kuralları da kendi sahip olduklarını
korumak ve kendi menfaatlerini daim kılmak adına bir paravan olarak kullandığı yerde,
bu kimliğe sahip olmanın alameti ve göstergesi nedir, böyle bir gösterge
olabilir mi? İslam varsa hayat var, canlılık var, farklılık var, farklılıkların
bir araya gelerek tevhidin oluşumu var. Ancak bunlar yoksa orada İslam da yok demektir.
Bu uyarılarım bazı kafalarda karşılık bulmayabilir. Zaten böylesi keşmekeşliğin
ve Dinsel şovenizm olarak varlık sahnesinde bir yer işgal eden bu kavram gerçek
kodlarından uzaklaştıktan sonra böylesi yıkımlar kaçınılmaz oldu. Bu yıkım
ortamlarında tanımlanmış olan kimlikle benim söylemlerime olumlu bakan
insanların ortaya çıkması büyük bir adım olur. Çünkü İslam, insana bir duhul
ederse bir daha gitmez, ne yaparsan yap yeter ki sözlü olarak Tevhidi söyle
cennete gidersin diye oluşturulan bir anlayış, Allah’ın katında ancak din,
inanış olarak İslam vardır, ayetinin içindeki İslam değildir. Allah’ın katında
din olarak bulunan İslam, teslimiyetin barışın felahın olduğu dindir. Bu felah
ortamını yaşamayan, cinayetlerin kol gezdiği insanların açlıktan öldüğü,
kâinatın dengesinin bozulduğu, insanların umutsuzluğa yolculuk yaptığı,
yarınları düşünemeyen ve gelecek endişesi taşıyan toplumlarda İslam olamaz.
İslam huzur getirir. Huzurun her geçen gün duman olduğu, ölümlerin, fuhşun, ahlaksızlığın,
tefeciliğin, karaborsacılığın, dolandırıcılığın sahtekarlığın, liyakatsizliğin,
emin olmayışın, güvenin kayboluşunun arttığı yer İslam olamaz. Çünkü İslam’ın
olduğu yerde bunlar olmaz, bunlar yaygınlık kazanıyorsa İslam oraları terk
etmiş demektir. “Hak geldi Batıl zail oldu” ayeti de tam bu dramatik
sahneyi anlatmaktadır. Şayet hak geldi diyorsak, batıl hayatımıza egemen oluyorsa, orası
İslam diyarı ve alemi olarak adlandırılamaz.
Müslümanım diyen öyle yöneticilere şahit oluyoruz ki,
insanların umutlarını hayallerini yok etmişler, insanların açlık ve sefalet
içinde yaşamalarına neden olmuşlar, kendi saraylarını ve şürekâsını korumak ve
kollamak dışında bir yaşamları olmamasına rağmen bunlar hala Müslüman
olduklarını söylüyorlarsa, böylesi bir anlayışın ne kadar İslam olduğunu sorgulamamak,
İslam’dan bir şey anlamamaktır. İslam’ın olduğu yerde hayat var, İslam’ın
olmadığı yerde karanlık ve zulmet vardır. “Komşusu açken kendisi tok yatan
bizden değildir. Diyen bir elçinin sözüne uyduğunu söyleyenler bu yaşamlarıyla
çok büyük yalancıdırlar. Yalanın olduğu bir yer, toplum ve birey, İslam kimliğiyle
anlatılamaz.” Allah çokça taşkınlık yapanları ve yalan söyleyenleri hidayete erdirmez.
“Mümin suresindeki bu ayetin muhatabı olmuyor muyuz yoksa…Yalan söylemeyi belli
gerekçelere sıkıştırarak kendince meşruiyet oluşturmaya çalışanların tamamı,
hakkı batılla karıştırmaya çalışanlardır. Hak hiç batıl gibi olur mu,” Hakkı
batılın üzerine salarız da o, onun beynini parçalar…” O günlerin çok yakın
olduğuna şahit olunacaktır. Bizler kendimizi düzelterek o kimliğin bir yaşayanı
olmazsak, o kimlik bizden alınır ve ona sahip çıkacak başka toplumlara verilir.
Ey Müslümanım diyen ve mütekebbirlikte sınır tanımayan,
müstağnilikte çağ atlayan bir damla su olduğunu unutup rızkın sahibiymiş gibi davrananlar,
şunu biliniz ki, Allah yok etme gücüne sahiptir. Çıkarlarını kutsallaştırarak,
zavallı biçarelere onu bir ilahi buyrukmuş gibi sunan ve cinliklerini de
gizleyerek kendilerini erişilmez varlıklar gören, Karun’un CEO’ları, hesapların
görüleceği günler çok yakındır. Ya iddia ettiğimiz kimliğe uygun yaşayalım, ya
da insanların bu kimlikten uzaklaşmaları için bir fitne olmaktan çıkıp köşemize
çekilelim…Allah hesap görenlerin en hayırlısı ve hesabında çok seri olandır.
Rabbimin bir uyarısıyla makalemi sonlandırmak istiyorum
inşallah teslim olmayı gerektiren bir inancın tercümanları oluruz…”Ey
nefislerine karşı günah işlemekte aşırı giden kullarım, Allah’ın rahmetinden
umudunuzu kesmeyin, muhakkak ki Allah günahların hepsini bağışlar, ölüm size
gelip çatmadan önce rabbinize dönün…”Önceden kazanıp gönderdiklerimizden
başkası bizi huzuru mahşerde karşılamayacak, ne şeyhler ne dervişler ne pirler,
ne gavslar,ne papazlar ne hahamlar, ne pastörler bizim adımıza bir söz söyleme
hakkına sahip olmayacaktır. “Her nefis kendi yaptıklarına karşı rehin
alınacaktır…”
Ey rabbimiz biz seni hakkı ile taktir edemedik, seni unuttuk
sen de bize bizi unutturdun, daldık dünyanın çamuruna kana kana içmekten
kendimizi alamadık…Rabbimiz bizi ve içimizdeki aşırılıklarımızı bağışla ve sarp
yokuşu çıkan kullarından eyle…”Sarp yokuşun ne olduğunu bilir misiniz bir
garibe destek olmak, bir acı yoksulu yolda kalmışı doyurmak ya da bir insanı
özgürlüğüne kavuşturmaktır…”Allah’ım, Müslümanız diye kimlik taşıyan senin
gönderdiğin kimlikten haberi olmayan bizler, insanları biyolojik yaşama mahkum
ederek onların düşünme melekelerini ellerinden aldık, onları köleleştirdik ki
bizim yaptığımız yanlışları görebilecek kadar zamanları olmasın ama her şeyi onlar
için yaptık…(!)
Derinlerimizde neler gizli, Allah’ım bizleri affet bizleri
bağışla bir daha gerisin geriye topukları üzerinde dönmeyecek dirayet ve erdemi
bizlere bağışla ve bizi katındaki değerlerinle meşgul et, isteklerimizi onlarla
mutmain kıl ki, dünya ve içindekilerin bizi zulme meyil ettirmesine fırsat
verme…Sen her şeyi evirip çevirensin Allah’ım bizlerin kalbini beynini ve tüm
uzuvlarımızı sana yönelt…Kalplere dokunması umuduyla her canlıya selam ve
esenlik diliyorum kainatın sahibine hamd ederek satırlarımı noktalıyorum kalın
sağlıcakla…
Erol KEKEÇ/19.01.2023/15.03/Namazgah-Çamlıca/İST