Bu Blogda Ara

16 Aralık 2013 Pazartesi

BU BİR UYARIYDI!


NOT:Sayın Ruşen Çakır'ın dershaneler Meydan muharebesi adlı yazısına,16 kasım 2013 de yazdığım bir yorumu paylaşıyorum...

     Bu manşetleri atarak insanların beyinlerini içinden çıkılması imkansız bir labirent haline getiren güçlere bu fırsatları veren Zaman gazetesi, Samanyolu haber ve uzantılarını şiddetle kınıyorum...Şu ana kadar yapılan çalışmaları övgüyle sunan ve her oluşumu destekleyen bir iktidarı,eğitime büyük darbe başlığı ile manşetlere taşımanın arkasında nelerin olduğunu anlatmak istemiyorum.

    Cemaat pragmatik anlayışından vazgeçmeli bir oluşumu destekliyorsa doğru olduğu için desteklemeli,ancak şu ana kadar ki tüm tavırlarında geçmiş iktidarlarda olduğu gibi hep pragmatik ve çıkarcı davranmıştır,bu anlamda kesinlikle ilke gözetilmemiştir.Ancak cemaat müntesibi dostlar daha çok vicdanlarının sesine göre hareket etmişler ve doğrunun desteklenmesini bir görev telakki etmişlerdir.

   Şuna inanıyorum ki,Cemaat mensubu olan bazı güç birliği oluşturmaya çalışan bürokrasi içindeki odaklar istediklerine ulaşamayınca ortalığı velveleye vermeye başladılar bunu da cemaatin tamamının bir görüşüymüş gibi bu anlayışlarını deklare etmekte bir sakınca görmediler.Bu durum polis teşkilatının içinde olduğu gibi eğitim camiasından,adalet mekanizmasına kadar tüm birimlerde kendini hissettirmektedir.Hoca efendiye ait oldu ifade edilen,cemaatin bir yayın organında geçen ifade,"Bunların anlayışı cennete girilecekse de herkesten önce biz girmeliyiz çünkü biz cennete herkesten daha layığız.."şeklinde düşünüyorlar demişti.Hoca Efendiye ait olduğu vurgulanan bu ifade cemaatin içinde bulunan bazı güç odaklarının tam da düşünce ve anlayışlarını yansıtmasına rağmen, bu anlayışı kendi dışında kalanlara ait olduğunu söylemek doğrusu beni şaşırtmadı...

   Çünkü karşılaştığımız her ortam da hizmetten mi geliyoruz şeklinde sorulara muhatap olmaktan çok yorulduk...Başıma gelen canlı örnekleri tüm detayıyla ve belgeleriyle yer zaman saat dakika göstererek anlatacak,bilgilere sahip olmama rağmen biz konuşmuyor susuyorsak bu samimiyetimizdendir...Ancak istediklerini alamayınca hemen kıyameti koparan baskı grubu cemaatin bu anlayışını kırmaması halinde kendisinin kırılacağı muhakkak...

    Konuşulacak çok mesele var ancak onları bu sanal ve sosyal medya ortamında konuşmak istemiyorum...Sayın Başbakanın ve ekibinin yanlış yapma ihtimali yok mu var,ancak bu yanlışların ucu size dokununca gündeme getirmeyin bu hakkın şahidi olmak olmaz,hakkı gizlemek olur...Cemaat kendisini doğru tanımlamalı sosyolojik açıdan bir baskı grubu olduğunu deklare etmelidir.Milletin duygularının kullanılmasına göz yumarak kendisini sudan çıkmış ak kaşık olarak tanımlamaktan vazgeçmelidir...

    Bizim çocuklarımız ve yeğenlerimiz bu cemaatin içinde, okullarında ve yurtlarında kalan ve her konuda maddi ve manevi desteklerimizi ihmal etmeyen insanlarız,ancak bu şekilde bir anlayış gelinen noktanın kırılmasına neden olmak içindir.Bu kırılmayı cemaat eliyle gerçekleştirmek isteyenlere cemaat bu fırsatı verdiği için bizim gözümüzdeki albenisini kaybedecektir bu da böyle bilinsin,büyük bir çoğunluğun dili olarak yazılan bir açıklamadır...
   SOSYOLOG-EROL KEKEÇ

15 Aralık 2013 Pazar

BOMBALAR PATLAMADAN ÖNCE! DİKKAT!!!


Seferberlik var dediler, bizde evimizde ne varsa aldık geldik. Kimimizde kazma, kimimizde havan, mavzer, bıçak, şişe, orak, bağırma, kaçışma ne arasan var bizde. Hepsini aldık yanımıza bir çırpıda koştuk atış alanına, iktidara saldırı var dediler geride kalmayalım dedik, hiç olmazsa bağırarak çağırarak başımızdan kovarık dedik…(!)İşte bu mücadelemiz atış alanında, yarın sen ne yaptın ki demesinler diye tüm marifetlerimizi sergilemekte kimseden geri kalmadık. Yorulduk nefes alalım dedik ardından bir de gönül alalım diye düşündük o sihirli cümleyi söyleyerek kendimizi yeniden, önceki halimizde görelim diye,”Şeytana uyduk loooo”diye suçu şeytanın sırtına vuralım da rahatlayalım dedik…
Şeytan’da artık sorumlu olmadığını ve kendi yaptığınız pisliklerinizi benim sırtıma sararak kendinizi kurtaracağınızı mı sanıyorsunuz demesin mi? İşte o anda kolum kanadım kırıldı, elim ayağım tutmaz oldu, hakikaten bu saatten sonra artık hangi bastonla ayağa kalkarım diye düşünürken, karşıdan gelen Tırın geri vitesi olmadığı için, ben bir geri vites yapayım dedim, ama demez olaydım, hakikaten hep geriye gideceğim gibi görünüyor. Öğrencilik yıllarımda eski otobüslere bindiğimde, otobüs kaptanının önden bağırarak ilerleyelim beyler gerilere doğru, nidası yeniden kulaklarımda çınlamaya başladı…
Kim dinler beni bu saatten sonra, hep ilerliyorum gerilere doğru, nasıl geriye gitmediğimi anlatabilirim ki, dünya giderken son sürat, ben hala direniyorum geriye doğru… Kusura bakmayın ama Temel’e döndü benim hayatım da. Temel yeni bir araba alır, Ha uşağım dursun, git Trabzon da beni Niyazi’nin kahvesinde bekle, İstanbul’dan Trabzon’a 3 saatte geleceğim der. Dursun uçağa atlar ve gider, Temel’i beklemeye koyulur, yarış vardır ya… Temel 2,5 saatte Niyazi’nin kahvesine varır, Dursun der, ha uşağım bu elin cavurları ne araba yapmışlar…(!)Temel Uşağım benim tecrübem yok idi, şimdi tecrübe kazandım sen git İstanbul’da bekle, ben bu sefer 1 saatte geleciğim. Dursun gelir İstanbul’da Temeli 3 gün bekler, nihayet temel bitkin halde gelir. Dursun: Temel ne oldi de gelemedin, Temel hemen yapıştırır, uşağım suç benim değil, Bu elin cavurları arabayı çok güzel yapmışlar ve öne 5 vites koymuşlar ama geriye sadece bir vites koymuşlar, ondan geciktim der…
Evet, geriye doğru ilerleyen sürücülere sesleniyorum, kolumuzu kanadımızı kırarak, ilerleyelim beyler gerilere doğru mesajının bir anlamı olmayacağı gün gelmeden önce, ilerleyelim beyler ilerlere doğru mesajını beklerdik. Ancak bu saatten sonra nasıl değişir arabanın yönü bilemem ama atış alanındaki yarışmada atacak ne buldularsa onu atmak için atış alanına nefes almadan koşup gelenlerin durumu, geriye döndüklerinde, bir vitesle yola devam edeceklerini hesap etmek zorundalar. Çünkü binilen aracın yol güzergâhını değiştirme ve gittiği hızla tekrar yoluna devam etme imkânı olmayacaktır…
Atış alanına tüm top ve tüfekleriyle koşup gelenler, atışlarını yaptıktan sonra geriye döndüklerinde patlamış mermiler ve barut kokularını bırakarak geldiler… O atış alanında bekleyen öyle bir görevli var ki kimse onu görmedi, barut kokusunu çok iyi bilir, hangi merminin hangi silahtan çıktığının balistik sorgulamasını yaptırmaktadır. O inceleme sonrasında öyle bir bomba patlatacak ki, kulakların zarının patlama ihtimali çok yüksek görünüyor… Atış alanındaki sessizlikten hemen sonra bu bombanın ne şiddette patlayacağının haberini vererek şöyle söylemişti:”Bizim bildiğimiz o kadar çok şey var ki, konuşursak yer yerinden oynar…”O patlamalara hazır olun derim… Atış alanında kalan patlamamış mermilerin patlayacağı zaman çok yakındır…
SOSYOLOG-EROL KEKEÇ- 14.12.2013  (23.20-24.00) Çengelköy/İST



                                                                                                                    


                                            

9 Aralık 2013 Pazartesi

LOBİ VAR HİZMETTE SINIR YOKTUR!

Son günlerdeki dalgalanmaları ve kara bulutların ülke üzerinde kümelenmesini yeniden gündeme taşıma niyetinde değilim, ancak bazı hatırlatmaları da yapmak gerektiğine inanıyorum. Bu hatırlatmalarım, sivil toplum olarak yerini belirlemekte zorlandığımız cemaati, ben bir baskı grubu olarak görmekteydim. Lakin son dönemdeki çıkışlarına baktığımda, bir baskı grubunun ötesinde, siyasal iktidara doğrudan katılım gösteren, siyasi iktidar içindeki bir lobi olarak tanımlamam gerektiğini gördüm…
Neden lobiler arasına kattığımı lobilerle ilgili kısa bir açıklamayı yaptığımda umarım meselenin izahatı yapılmış olur. Çünkü lobiler saman altında dolaşan ama ayaklarına asla çamur bulaştırmadan manevra alanı oluşturan, sinsi oluşumların organizeli yaşamları olarak ortaya çıkar. Bu lobiler, siyasi oluşumların her noktasında bulunmalarına rağmen, alt katmanlardaki takipçi ve para kaynaklarının devamını sağlamak için, manevi otoritesine inanılan gücün fetvalarının arkasında filmlerini çevirmekten zevk alırlar. Aslında bu manevi otoritenin varlığı onlar açısından pek anlam ifade etmemesine rağmen, otoritenin insanlar üzerinde ciddi bir etki gücünün olduğunu, çemberin dışında kalan insanlara anlatmak için, tüm sinsi faaliyetlerini, bu manevi otoritenin gölgesinde gerçekleştirirler. Bunu yaparken bazı amaçlara da ulaşmış olurlar.
Siyasal iktidarı tamamıyla kendi kanatları altına almak isteyen bu lobi, amaçları uğruna her türlü mücadele yolunun meşru olduğuna inandığından, topluluğunun gözünde bir albenisi olan kutsal değerlerinin, yok olmayla yüz yüze geldiğini anlatarak, onların beyinlerini kuşatırlar…
Bu lobi, kendilerinin bu hizmet (uhuvvet) hareketiyle herhangi bir bağlantılarının olmadığının açığa çıkmasından ciddi rahatsızlık duymaktalar. Bu rahatsızlıklarını örtbas etmek için, yıllardır herkesin Hümanist olarak tanıdığı, hatta Yahudi çocuklarına acıyacak kadar merhametli olduğunu söz ve söylemlerinde dile getiren bir insanın, manevi postunun nimetlerinden yararlanmak için yaygarayı basarlar. Bu aldatmaca taktiğinin arkasında ne cemaatin gelecek yaşam seyrinin grafiği ne de cemaatin tabanındaki insanlar, bunların ilgisini hiç çekmemektedir. Bunlar için önemli olan varmak istedikleri hedefe her şeyi yakarak ulaşabilmektir.
Gazeteciler Hoca Efendi ile sohbet ederken sorulan bir soru üzerine Hoca efendinin gazetecilerin bulunduğu ortamı terk etmesi, bu olayların ne kadar sinsice gerçekleştiğinin de bir göstergesi olduğunu düşünüyorum. Çünkü hoca efendinin sorulan sorular karşısında cevap vermeyi değil, gitmeyi tercih etmesi, olayların ne kadar onun kontrolünün dışında gerçekleştiğinin bir kanıtı olduğuna inanıyorum. Bu durumun dışarıya, Hoca efendinin cemaatin üzerinde bir etkisi yoktur, diyebileceklere karşı da hemen oradakiler tarafından bir savunma sendromuna geçilmesi bana göre üzerinde düşünülmesi gereken en önemli konudur. Hoca Efendinin açıklanması gereken noktaları, herkesin kabul edeceği ortak argümanlarla dile getirmesi, bir geçiştirme eylemi olduğunu düşünüyorum.
Siyasal iktidara kast eden, Cemaat adına konuştuğunu söyleyen bu lobinin asıl hedefi, cemaat adına ekonomik bir güç olmuş kuruluşların yönetim mekanizmalarının yönetimini kaybetmeme savaşıdır. Bu savaşın kaybedilmemesi ve kendilerinin cemaat içinde bir lobi olduklarının anlaşılmaması için, alt katmanların duygularına hitap edecek Hoca efendinin fetvalarına sığınmak bunların en önemli silahıdır. Bu silahı da silah geriye tepinceye kadar kullanmaya kararlılar. Bu kampanyaların arkasında Ali Cengiz oyunlarının olmadığını söylemek için, yaşananları hiç görmemiş olmamız gerekir. İnanıyorum ki, bu süreçte silah geriye tepecektir…
Sosyolog-Erol Kekeç
04.12.2013 (20.30-2140)
Çengelköy/İST





                                                                                                                                                                                 

3 Aralık 2013 Salı

ORTAYA YAZIYORUM!

Yezidin dini ile Muhammed’in(a.s) dinin birbirine karıştığı dönemlerde, ne anlaşılırsınız ne de sizi anlayacak selim bir akılla düşünecek insanlarla karşılaşırsınız. Bunun birçok sebebi olmasına rağmen, öncelikli üzerinde duracağım ciddi bir akıl tutulması yaşayan toplumda bulunmuş olmanız en kötü şansızlığınız olur.
16 Kasımdan bu güne çok ciddi bir problemle karşı karşıyayız. Aslına bakılacak olursa bu problemler hep vardı, ancak uygun zemini 16 Kasımdan sonra bulduğu için ortaya çıktığına inanıyorum. Tarihi problemleri değerlendirirken hep pragmatik olarak bakıldığı için Yezidin caniliklerine hiç bakılmamış, onun kazandırdığı kazanımlar var mı yok mu, anlayışıyla değerlendirilmiştir. Bu anlayışlar hakkın şahitliğini yapacak bir toplumun gelenek olarak günümüze kadar gelmesini hep gölgede bırakmıştır. Yani Yezit ile Hz. Muhammed Mustafa (a.s)’in dinini birbirinden ayıracak beyinler çıkar bulutlarının etkisi altında kaldığı için, çok kötü bir akıl tutulması yaşanmıştır… İşte bu günlerde tekrardan bu akıl tutulmasının etki alanına giren toplumumuzda bu bulutları dağıtacak, çok ciddi bir yürek bombardımanına ihtiyaç olduğunu görüyorum.
Bu ülkenin başına gelen başbakanı hakikaten Allah için,yapılan yanlışlar olsa da,kutluyorum ve attığı her hayırlı adımda rabbim onun yar ve yardımcısı olması için dualarımız onunla olacaktır. Müslüman toplumun siyasal ideolojiye bu dönemde yamandırıldığı kabul edilse de, şahsen ben şunu görüyorum, hakikaten sistemin nimetlerini yemekle doymayan bir kesim daima siyasal iktidara yakın olmaya çalışsa da, Sayın Başbakanımızın tüm yönelimleriyle Hakka şahitlik yapmak için yolda yürüdüğüne inanıyorum. Başbakanımızın 16 Kasımda Diyarbakır’da verdiği mesaj tüm şer odakları tarafından eleştiri ve kinle karşılandı. Tüm uçlar bu mesajı boğmak için ellerinden geleni arkalarına koymadılar. Bu mesajın oluşturmak istediği gelecek unutturuldu, yeni problemlerle, dağılmak üzere olan bulutlar yine üzerimizde kümelendi ve yeni bir akıl tutulması akımıyla karşı karşıya kaldık. Bu akıl tutulmasını üzerimizden atabilmenin yolu, şu anda yaşanan ve devam etmesi de, kuvvetle muhtemel olan, dershane paranoyasını pragmatik bir anlayışla değerlendirmekten kurtulmaktır. Şayet bu ayrımı yapamazsak, Muhammed’in(a.s) dini ile Yezit’in dinini birbirinden ayırma melekelerimizi kaybettiğimiz gibi, yarınları hüsranla sonuçlanacak bir virane miras bırakacağımızdan şüpheniz olmasın.
Naçizane uyarım, taraf olmaktan vazgeçmeyenler, merkezi sistemle akıllarını efendilerine ipotek verirler, merkezi sitemle dayatılan basınç sonunda, tazyikli atış yaparlar ve efendilerinin bevillerini şifa niyetiyle içmekten asla kurtulamazlar…
Efendilerini ilahlaştırarak, Allah’ı ilah olarak gördüklerini sanabilirler, ancak kayıtsız şartsız taraf olup akıl tutulması yaşayan ortamlarda, doğru ile yanlışın belirleyici çizgisi asla ortaya çıkmayacaktır…
Bir hizmet var buna karışmayalım nede olsa kol kırılır yen içinde kalır, anlayışıyla kendisini avutanlar, hakikaten şeytanın düşük tonda çaldığı bir ıslığın arkasında transa geçen, düşünmekten aciz bir sürüye dönüşürler…
Rabbimiz biz efendilerimize uymuştuk, ya o efendileriniz doğru yolda olmasa yine mi onlara uyacaksınız buyruğunun muhatabı olmamak için, taraf olmaktan kurtulmak gerekir…
Müslümanlar adına mücadele ettiğini söyleyen Yezidin çılgınlıklarını göremeyen, Yezidin etrafında kümelenen kalabalıklar, Yezidin yaptıklarından ve hilelerinden sorumlu olduklarını bilmek zorundadırlar.
Yezidin nasıl, kim nerede ve ne zaman olabileceğini tarif etmek bize düşmez, ancak Yezit gibi Allah’ın dinini, Hüseyin’le savaşmak için kendisine kalkan yapan her anlayışın, yezidin dini üzerine olduğundan şüpheniz olmasın…
Yezidin ordusunda olup ve birçok imkânlarla donatılacağını bildiği halde, hakkı görünce, hakkın yanında yer alarak şahadete koşan Hür’ün yerine geçme cesaretini gösteremeyenler, Üzerlerindeki kara bulutları dağıtamayacakları gibi, akıl tutulmasından da kurtulamazlar…
Hiçbir dünyalık, uğruna savaşılmayacağı gibi, Müslümanlar arasındaki bağları koparacak öneme de sahip değildir. Şayet dünyalık hedefler uğruna Müslüman’ım diyenler arasında bir anlaşmazlık çıkıyorsa, aslını araştırmak, her Müslüman’ın üzerinde asli bir görevdir. Bu asli görevleri yapmayanlar ve ne olursa olsun bizi ilgilendirmez diye düşünenler, Allah’ın rahmet alanın dışında dolaşmaya mahkûm olurlar…
Şunu unutmamak gerekir ki, Allah’ın yeryüzündeki bir kevni ayetinin ve aynı zamanda kitabi ayetinin inkar edilemeyeceğinin gündeme gelmesinin hemen ardından kaos yaratılacak ortamların oluşturulmasına çanak tutan her bir anlayış, bütün bir insanlığı öldürmüş gibi sorumludurlar…
16 Kasım, her şeyi inkâr temelinde kurulmuş bir sistemin yapıtaşlarının yerinden oynadığını gördüğümüz an, inanılamayacak entrikaların ve dirençlerin oluşmasını bir tesadüfler yumağı olarak görme becerisine sahip olamadığım için kusuruma bakmayın…”Allah tek ilah olarak anılmak istendiği zaman Allah’a ve Ahiret gününe inanmayanların kalplerindeki bu korku ve ürpertinin, Müslüman’ım diyenler arasında da oluşmasını doğrusu anlamakta çok zorlanmaktayım, ancak tüm ilahlarla birlikte Allah’ın adı anıldığında hiçbir çıtırtı ve tıkırtının olmaması hakikaten sorgulanması gereken bir konu olduğunu düşünüyorum…
Dinler arası ittifak projelerinde gülerek, eğlenerek, çok büyük işler yaptığına inanlar, Müslümanlar, Müslümanlara karşı alçak gönüllü ve mütevazı olurlar, kâfirlere karşı da onurlu ve başları diktirler, buyruğunu iğdiş etmemiş olsalardı, sanırım az da olsa sükûnet ve merhamet çağrısı yaparlardı…
İnsanların hesabının görüleceği zaman çok yakındır, ancak onlar daldıkları gafletle hala yüz çevirmektedirler, Kuran’ı kerim’in bu buyruğunu bir an evvel hatırlayıp hizaya geçmesek, sanırım hizaya gelmemiz zebanilere kalacaktır…
Allah, yere gireni yerden çıkanı, göğe yükseleni gökten ineni, sinelerin hain bakışlarını, rahimlerin nelere gebe kaldığını ve hainlerin neler yapmak istediklerini çok iyi bilmektedir… Buna rağmen dünyalık menfaatler için, insanları aldatanlar Allah’ı aldatacaklarını sanmasınlar, herkesin yaptığına karşılık rehin alınacağı gün gelecektir…
Allah’ı bırakıp da kullarımı dost edinenler yoksa kurtulacaklarını mı sandılar? Kim Müminleri dost edinmezse, onlar rahmanın ayetlerini çiğner geçerler ve Allah’ın zikrinden yüz çevirirler…”Kim Rahman’ın zikrinden yüz çevirirse, Allah onun yanından hiç ayrılmayacak bir şeytanı ona musallat eder, şeytan da ona kabuk gibi birleşir, gelmişini ve geçmişini ona güzel gösterir… Bize geldiği zaman ve ateşi gördüğünde arkadaşına şöyle seslenir, sen ne kötü bir dostmuşsun, keşke seninle benim aramda doğu ile batı arası kadar mesafe olsaydı, beni hüsrana götürdün… Evet, Şeytanın bizi götüreceği akıbetin bu olduğunu yerlerin ve göklerin rabbi beyan etmektedir. Bu beyana uymayarak kendi şartlanmışlıklarını ve hedefledikleri yanlışları mutlak hakikatlermiş gibi insanlara pazarlayanları Rabbim görmektedir…
“Size Allah’ın gazabına uğrayanları haber vereyim mi de, onlar tüm amelleri boşa gittiği halde hala kendilerini Salih bir yolda sananlardır…”Kanaat sahiplerinin bu davranışlar içine girmesi çok daha büyük tehlikedir, rabbim bizleri bu halden uzak eylesin…
Konunun başında söylediğim meseleye tekrar dönüyorum, Yezidin yolunu hala bize hak olarak göstermeye çalışanlar, gazabın en şedidine duçar olurlar herkesin haberi olsun… Hendeklerin kazılma zamanı hendekleri kazıp, tevhit ile şirki ayırt edemeyenler, hendeklerde can verirler…
SOSYOLOG-EROL KEKEÇ
02.12.2013 (12.50-14.05)
ÇENGELKÖY/İSTANBUL
                                                                                     
                                                                 


                                                                     

28 Kasım 2013 Perşembe

DERSHANE BAHANE KARANLIKLAR ŞAHANE!

Osmanlı imparatorluğunu parçalayan güçler, Osmanlının külleri üzerinde mirası devam ettiren devletin, Osmanlı gibi çok dinli, dilli, özgürlükçü, tüm ulusları ve etnik kökeni farklı toplulukları bir arada tutan bir sitemin yeniden inşa edilmesinden, çok korktukları için tüm karanlık oyunları tezgâhlamak için gece gündüz çalışmaktalar…
Herkes çok iyi bilir, barış süreci ile ilgili çalışmalar ilk başladığı günlerde, İsrail, Mavi Marmara’da yaşananlarla ilgili özür dilediğini bildirdi. Akabinde hemen Suriye’nin Golan Tepelerini bombaladı. Bu olayların peşi sıra birbirini takip etmesine bakarsak, tesadüf olmadığını göreceğiz. Başbakanın Diyarbakır çıkarması ve Barzani, Şıvan gibi uluslararası kamuoyuna mal olmuş, isimlerle Güneydoğuda boy göstermesi, bu bölgelerde sükûneti istemeyen güçleri çok rahatsız ettiği muhakkak. İşte bu olayların sonrasında zaman gazetesinin, Milli Eğitim Bakanlığında dershanelerle ilgili bir çalışma taslağı olduğunu ve bunu sızdırarak kamuoyu ile paylaşmasını bir tesadüf olarak göremiyorum.
Bu ülkeye mal olmuş, kısa sürede esen rüzgârların hormonel yatay büyüttüğü her toplumsal oluşumun mutlaka uluslararası güç odaklarıyla göbek bağıyla bağlı olduğuna inanmaya başladım. Neden böyle bir kanıya vardığımı düşünenleriniz olabilir, ancak siyasal analizler yaptığınız da birçok oluşumun birbirinden bağımsızmış gibi görülmesine rağmen bağlantılı olduğunu anlayacaksınız. Siyasal mekanizma ve ülke genelini aşarak, küresel ölçekte bir genişleme yaşayan hareketlerin, dünyaya yön vermeye çalışan güçlerin kontrolünün dışında gerçekleştiğini düşünmek, kendimle alay etmek gibi geliyor bana…
Osmanlıdan sonra dünyaya hükmeden güçler, dünyanın neresinde olursa olsun o ülke halkı ile bütünleşme yaşayan sivil ve siyasal hareketlerle doğrudan ya da dolaylı temaslar kurarak, bu oluşumların yönetim mekanizmalarına müdahale ettiğini görmekteyiz. Bizim ülkemiz için de durum bundan farklı değildir. Küresel, ekonomik, siyasal ve teknolojik gücü elinde tutan emperyalist güçler, kontrol edemeyecekleri bir gücün bu kadar yaygınlaşmasına ve dünyaya meydan okuyacak duruma gelmesine müsaade etmiyorlar. O halde bizim ülkemizdeki toplumsal ve siyasal örgütlenmeye dönüşen sivil uhuvvet hareketlerini bu oluşumların neresine monte etmek doğru olur.                                         Şahsen ben monte etme taraftarı değilim, çünkü oluşum ve yaygınlaşma şekline baktığım zaman, tam da odağına müdahale edildiği kanısındayım. Bir hareketin üst segmentine müdahale varsa, orta ve alt segmentlerin bunu bilmesi ve farkına varması ancak, beklentileri ile farklı bir yaşamı gördüklerinde ortaya çıkar. Böyle bir durumun gerçekleşmesi için hayati değişimler söz konusu olmadığı sürece bunların ortaya çıkması da mümkün değildir.
Cemaatin Dershaneler sürecindeki direncinin arkasında, sadece masumane dershane çıkışının olmadığının anlaşıldığını sanıyorum. İktidarın cemaate karşı kendini kanıtlamak için böyle bir yola başvurduğunu düşünmüyorum. Çünkü iktidar 2003 seçimlerinden sonraki programlarında böyle bir durumun olduğunu hep vurgulamıştır, ancak bu işi göğüsleyecek ve arkasında duracak cesareti gösterecek bakanlar olmadığından bu güne kadar uzamıştır. Bu dönemde bu kadar gündem oluşturmasının arkasında cemaate ait basın yayın organlarının olduğunu biliyoruz. Tüm dershanecileri de bu eksende bir araya toplayarak sivil bir başkaldırı olduğunu kanıtlamak için, önceden hesaplı düşüncelerini ortaya koyduğunu düşünüyorum. Bu kanıya vardığım noktaların başında, Cemaatin iktidarı öteleme davranışlarının arkasında, AB ile uzaklaşması, i,İsrail’le gerilimli bir politika izlemesi, İran, Rusya ve Çin gibi ülkelere yakın olduğunu söyleyerek, düşünce alt yapısını oluşturması gelmektedir. Bu anlayışta olan cemaatin İktidarı rehabilite etmek için kullandığı çeşitli yöntemlerden sonuç alamamasından sonra, Sayın Başbakanın 16 Kasımdaki Diyarbakır çıkartmasının hemen sonrasında, dershanelerle ilgili taslağı gündeme getirerek, iktidara yüklenmesi, tamamıyla halka karşı kendisini masum göstermek amaçlı bir çığırtkanlık hareketi olduğunu düşünüyorum.                                                                                                    
Böyle karmaşık gibi görülen denklemde, bilinenleri yerine koyduğumuz zaman bu problemin çözümü de bir o kadar kolaylaşıyor. Benim bu kitaptan okuduklarımı anlatmamı isterseniz, kısaca şunları ifade edebilirim.
2003 yılından bu güne kadar Hükümete destek veren cemaat, milli görüşü hiç desteklememiş olmasına rağmen, neden acaba milli görüşün içinden gelen bu ekibi destekleme kararı aldı ve herkesten çok sahiplendiler.2000 yılı öncesinde ABD’ye yerleşen hoca efendinin yakın arkadaşlarının, isimlerini vermek istemediğim lobilerce, toplumun ibresinin Recep Tayyip Erdoğan’a kaydığını dolayısıyla bu hareketin mutlaka kuşatılması gerektiğini, ondan dolayı da sahiplenmelerinin zorunlu olduğuna inandırılmış olmalarıdır.
Hükümeti kuşatmayan, sadece çıkarlar ölçüsünde anlaşma yapmanın, iktidara söz geçirme de etkili olamayacağı düşüncesinin, ortak bir kanı olarak belirmesi…
Dünyanın çok çeşitli yerlerinde daha hızlı yayılma ve çoğalma da etkili olacak, iktidar nimetlerinden en iyi şekilde yararlanma ve iktidarın gücünü desteğini arkada hissettirme…
Milliyetçi çevrelerin gözünde daha etkili görünmek için Türkçe olimpiyatlarla gündem oluşturarak, bu kurumları devletin sahiplenmesini sağlamak…
Türkçe olimpiyatlarla Tüm Türkleri kuşatmak, Hükümete destekle Milli görüşle köprüleri yeniden kuruyor görünmek, Geziye destek tavırlarıyla, iktidar karşıtlarının gözünde meşrulaşmak, Yurtlar ve öğrenci evlerinde kızlı erkekli kalmanın sakıncalı olduğu anlayışındaki tartışmalara karışarak, Kemalistler ve değer dejenerasyonun öncülerine ışık yakmak gibi birçok eylemleri gerçekleştirdiğini görmekteyiz…
Dinler arası diyalog gibi yeni bir din anlayışı ile iğdiş edilmiş bir dinin oluşumuna katkıda bulunma, Mavi Marmara da, otoriteden izin alınmadan böyle bir işe girişmek doğru değil anlayışları ile İsrail’in yaptıklarının meşruluğunu, mavi marmaradaki şehitlerinde otoriteye karşı gelmek ve izin almamakla bir isyancı sınıfına sokulması tesadüf değildir.
Irak ABD savaşında İsrail’e atılmış olan birkaç tane füzeden sonra, İsrail deki çocuklara acıyarak ne kadar hümanist bir hareket olduğunu anlatanların, Mısır’da Zalim Sisi’nin yaptıklarını eleştiremeyen ve oradaki masum halkın katledilmesini lanetleyemeyen ve Müslümanların yanında olduğunu açıklayamayan ya da kıytırıktan ifadelerle geçiştirenlerin, yaptıkları sanırım tesadüf değildir…
Başbakanın Diyarbakır gezisi ve orada verdiği mesajların hemen akabinde Cemaat, dershane gibi bir sorunun hemen gündeme gelmesi tesadüf olmasa gerek. Ben buradan şunu çıkarabilirim, bu ülkenin sorunsuz yaşamasının bir mucize olduğunu artık görmek zorundayız. Çünkü Orta doğuda Kürt realitesini anlayan ve sorunlarını çözen ülke Orta doğunun cazibe merkezi haline geleceğini anlayan küresel güçler, bu sorunun gündem dışı kalmasını sağlamak ve başka meselelerle milleti uğraştırmak için böyle bir sorun yaratmış olmaları muhtemeldir… Merhum Fehmi Şinnavi’nin deyimiyle”İslam Ümmetinin yetimi Kürtler’”in sorunsuz bir toplum olmasını istemeyenlerin, bir yön değiştirme politikalarının uzantılarının başlangıcı olduğunu okuyorum… İnşallah Milletin gözünde bir değer ifade eden hizmet anlayışı, girdiği bu karanlık dehlizin karanlıklarını bir an evvel anlar diyorum…
Yukarıdaki tüm açıklamalarım kimseyi suçlamak ya da töhmet altında bırakmak için yazdığım bir yazı değildir bunun bilinmesini isterim. Son günlerde farklı dillerde yazılan bu toplumsal eylem kitabını okuduğumda geçmişteki uyaranlarla bağlantılandırdığım zaman benim lügatimde bu kitabın tercümesini böyle okuyorum…
Rabbimin bir ayeti ile konuyu sonlandırarak, nefislerimizin zebunu olmaktan rabbim bizleri kurtarsın ve şeytana uşaklık yapmaktan korusun…”Rabbim bizi ve içimizdeki aşırılıklarımızı bize bağışla bizden önce yaşamış Müslüman kardeşlerimiz için kalbimizde bir kin bırakma…”Haşr:10
SOSYOLOG-EROL KEKEÇ
27.11.2013 (20.15-21.30)
Çengelköy/İST
                                                                  

                                                                                                                     

25 Kasım 2013 Pazartesi

İZ BIRAKANLAR!

Yol bir dağa benzer, ne kadar tırmanırsanız, o kadar yükselir. Tırmanmadan aşılmaz ki dağlar. Çıkılırsa yola edilmiştir mutlaka her şeye elveda. Elveda denirse bir kere, yürümek kolay olur virajlı yollarda. Virajları bir bir geçerken dikkatte olursa kayma, yuvarlanır insan uçurumlara. O halde tırmanma şeridine girince, her şeyi söküp atmak gerekir yürümeyi engelleyen ne varsa…
Yollar bazen çok uzun, bazen karanlık, bazen kaygan ve bazen de uçurumlardan geçebilir. Bunları dikkate alarak karar vermek gerekir. Verilen bir karardan geriye dönmek zillettir. Zilleti günlük hayatta barındıran köledir. Köleler karar veremezken nasıl olur da yüksek dağlara tırmanmayı göze alabilir. Hayatta birçoklarının köle olduğunu rahatlıkla söylemek mümkündür. Kölelik denince hemen fiziksel yaşamların karantinaya alınması anlaşılmamalıdır. Kölelik, kararlar üzerinde, irade dışında etkili olan ne varsa, onun egemenliği altında yaşandığı sürece vardır.
Birçok insanın köle olduğunu söylerken büyük abartı gibi görünse de, söylediklerimin arkasında duracak kadar cesur olduğuna inanan biriyim. Arabanız çok sevimli değil mi olmazsa olmazlarınızdan, işinizi büyütebilmek, emrinizde çalışanların sayısını arttırmak, piramidin tepesine oturmak ve adınızı silinmeyecek harflerle hiçbir ekrana sığmayacak kadar büyük puntolarla yazdırmak çok sevimli değil mi? Fazla uzatmaya gerek yok, dışınızda sizi yönlendiren bazı tükenmez güdülerin bulunduğu muhakkak, o halde köle olmadığınızı nasıl söylersiniz…
Dağları aşacak zirvelere çıkacak beyinler ve yürekler, bazı sistemlerce bilinçli ya da bilinç dışı, kalıpsal olarak hayatları ipotek altına alınmamış olanlardır. Neden onlar, çünkü aşkın insanlardır da ondan… Aşkın olmadan aşamazsınız, aşmak için aşındırmanız gerekir, ayakları, yeri, yolları ve teni, yoksa dona kalır her şey…
Yükseklere çıkacaksınız sesiniz çok az duyulacak,kimse sizi görmeyecek,ama mesajınız net ve özgün olarak anlaşılacak,bir turna ötüşü gibi;çünkü yollar hep yüksektir.Aşağıdan yukarıya düzgün doğrusal bir grafik eğrisi çizerek koşanlar,nefes nefese kalmaz,sonunda rölantide gider.Bu yol eğrisi, doğrusu,çamuru,virajı ve kayganlığıyla işaretlere dikkat edilerek yürümeyi gerektirir.İşaretlerin birincisi kölelik zincirlerini kırıp atmaktır.Bu durum uçmayı düşünen kuşların kanatlarındaki yüklerden kurtulması gibidir.
Aşkın insanlardan söz ettim, bunların bazıları kilise baskısına rağmen, siz ne kadar söyleseniz de”yine de dünya dönüyor”diyen Galileo. Bir diğeri, Ben bu gençleri uyandırdığım için beni cezalandırıyorsanız, bunu severek çekmeye hazırım. Çünkü sizler beni öldürerek, hiç rahatsız olmadan uyumak istiyorsunuz değil mi? Diyen Sokrates… Evet, bunlar uçtu ve gittiler göçmen kuşlar gibi geldikleri yere. Kölelere emanet bir yaşamın tuzaklarına aldırmadan aşındırdılar dağları ve yolları… Tırmanmak gerekir yükseklere çıkmak için, yükseklere çıkıldığında güllük gülistanlık bir bahçe var zirvesinde dağların… Yarım kalan yollar aşınıp gitmiştir, iz bırakanlar başkalarının izine takılmadan, kölelik bağlarını kırdılar ve yürüdüler, yürüdüler, yürüdükçe kabuklarına sığmaz olup dışarıya fırladılar. Çünkü onlar biliyorlardı, tepesinde dağların kocaman bir soluk var, Güneşin doğumunu orada karşıladılar…
Yıl:11.03.2004
Saat:12.40-13.15
Yer: Kadıköy/İST
Erol Kekeç

23 Kasım 2013 Cumartesi

DERSHANE KAPATILMASI MI,KUDRET SAVAŞI MI?

Dershane kavgası ya da paranoyası aldı başını gidiyor. Ülkenin neredeyse tüm kurumlarında konuşulan ana gündem maddesi dershanecilik ve yapılmak istenen oldu. Dershane üzerinden kudret savaşını alevlendirmek isteyen bir anlayışın, neden böyle bir kışkırtma ile gündemi işgal ettiğini soran birine rastlamadım. Ondan olsa gerek bu gün o konuları okuduğum ve anladığım kadarıyla anlatmaya çalışacağım.
Cemaatin içindeki şahin kanadı, yeter artık on bir yıl size birçok alanda hizmet verdiğimiz felsefesiyle harekete geçti. Ak partinin parti tüzüğünden de istifade ederek, Sayın Başbakan 3. Dönemini doldurarak Köşke çıkacağına göre, tamamıyla parti içi kudret biz de olmalı anlayışının bir savaşı olduğunu anlamak gerekir.Bu anlayış birçok kurumdaki yerini korumasına rağmen doğrudan iktidarı hedef aldığında daha net ortaya çıktı.Bu durum Başbakan ve ekibini doğrudan yok etmeye yönelik olduğundan bir kıvılcımla ayrılma noktasına gelmesi gerekiyordu.Cemaatin önde gelen ağabeyleri Hoca efendiyi de kendi kudret savaşlarının ortasına çekerek doğrudan,dershane üzerinden iktidarı yıpratmaya başladılar.Hiçbir gerekçe cemaatin bu gizli anlayışını örtmeye yeterli olamadı.İktidar Dershane konusundaki düşüncesini yeni oluşturmadı,2004 yılında gündeme gelen bir düşünce ve üzerinde çalışılan bir taslak var,cemaat bundan haberdardı ve hatta birçok noktasında kendileri bunları düzenlerken ne oldu da,bunlar tamamıyla Mit müsteşarı,gezi olayları ve gündemdeki olaylarla patlak vererek gün yüzüne çıktı.
Önümüzdeki yerel seçimleri dikkate alarak, bu seçimler üzerinden cemaatin ağababaları, bir çıkar grubu olarak iktidarın elini bağlamaya çalıştılar ve o kadar aşırı gittiler ki, ülkenin her köşesine bu anlayışlarını dershane üzerinden satmaya çalışıyorlar. Hatta o kadar dozu arttırdılar ki, Anayasa Mahkemesi Başkanını da bu işin içine çekmeyi becerdiler kutluyorum.(!)Çıkarları söz konusu olduğunda hiçbir ilke gözetmeyen bu anlayışın sosyolojik olarak yerini belirleyecek bir sosyolog olursa ben de sevinirim. Şahsen ne tarafa koysam hiçbir tarafa uymuyor da ondan soruyorum. Sayın Başbakanın herkes tarafından pervasızca eleştirilmesini, şiddetle kınıyorum. Dershaneler eğitimin neresinde bunu soran yok, bilgi öğreten yapılar ne zamandan beri eğitimin temel dinamikleri haline geldi. Zamanın manşetini unutmadım, Eğitime büyük darbe, başlığıyla verilen bir haberin içini okumadan nereleri hedef aldığını ve kastının ne anlama geldiğini anlamayacak kadar aptal değilim. Şahsen bu manşet kıvılcımlanmanın fitilini alevlendirmiştir diyorum.
Herkes iktidarı hedef alan bir eylem karşısında birleşebiliyorsa ben orada düşünürüm. Cemaat ağababaları kendince seçim öncesi ölümü göstererek, acaba iktidarı sıtmaya razı edebilirmiyiz diye bir yanlışın içine girdiler. Sayın Başbakan olayların hepsinin bilgisine sahip, ancak bilmedikleri bir şey vardı, o da kefenimi giyerek ben bu yola çıktım diyen Başbakanın kararlılığından habersizlerdi. Geçmiş dönemdeki iktidarlardan belli menfaatler karşılığında hedeflerine ulaştıkları gibi, burada da bunu rahatlıkla yapacaklarını sandılar. Ancak öyle bir insan var ki karşımızda, kararlı olduğu ve inandığı konularda, hak için ona yanaşıp hatırlatmalarda bulunanlar hariç, diğerlerinin hiçbirini dikkate almayacak kadar dik duruşuyla her geçen gün insanların gözündeki yerini daha bir kökleştirmektedir…
Bu yerel seçimler öncesinde farklı niyetlerle ortaya çıkan hangi anlayış olursa olsun, hedefine ulaşamayacaktır. Cemaat, bir an önce yerini ve duruşunu belirlemeli, baskı grubu olarak ortaya çıkıp siyasal güç olma yolundaki amacını açıkça deklare etmelidir. Bu güne kadar yazdığım yazılarda hep mutedil olmaya çalıştım ancak geldiğimiz noktada bu açıklamaları yapmamın kaçınılmazlığını görüm…
Eğitim sisteminin neden bu kadar başarısız olduğunu anlatmayacağım. Eğitimin birçok alanında şu ana kadar, cemaat mensubu insanlar olmasına ve tüm talim terbiyedeki düzenlemelerde bunların imzası olmasına rağmen, bu gün kalkıp yersiz eleştirileri yapmanın mantığını anlamış değilim. Ben buradan şunu çıkarırım, bir ortamın sorumlusu kimse orayı iyice karıştırdıktan sonra, tam bir kaos yaratırım, hedefime varmak için de kendimi tam bir havari olarak gösterip, o taraftan sorumluluk sahiplerine yumuşak karnından tekmeyi basarım. İşte Cemaatin ağababalarının şu an yapmaya çalıştıkları tam da budur. El insaf ve vicdan lazım inasa! Milli Eğitim Bakanlığı Tamamıyla sizin kışlanız gibi hareket edeceksiniz, istediğinize kavuşabilmek için kalkıp kıyameti koparıp, biz sadece hizmet ediyoruz diyerek, amacınızı gizleyerek saldıracaksınız… Ben bu anlayışı Allah’a havale ediyorum. Şunu biliniz ki, Hep bağıranlar ve ortalığı toz dumana katmak isteyenler, doğruluklarını anlatmazlar, aslında içlerinde sakladıkları gizli hesaplarını uygulamaya sokmaya çalışırlar… İnşallah cemaatin ağababaları bu anlayıştan vazgeçer, bu hizmete gönül rahatlığı ile götürüp çocuklarını teslim eden ve her türlü desteklerini esirgemeyen cemaat müntesibi kardeşlerimizin keplerindeki burukluğu dağıtırlar, yoksa bu dağılış toplanması imkânsız olan bir dağılışa dönebilir…”Bu bir hatırlatmadır, sen hatırlat, ancak iman edenlere öğüt fayda verir…
İktidarın da yapması gereken biz yaptık oldu anlayışını yeniden gözden geçirmesini istiyorum, dershanecilik sorunun bitirilmesi şu anda eğitim sisteminin düzelmesi anlamını taşımıyor. Şahsen ben eğitim sektöründe dershanelerin okula dönüştürülmesini isterim, ancak okula gelmeden her gün müdür ve müdür yardımcılarının sürekli öğrenci yoklama fişlerini doldurarak, okula gelmeyen öğrencileri, gelmiş gibi gösteren ve sınav sorularını vererek sınıf geçiren 10 binlere öğrenci alan kaç tane okulu gösterebilirim. Bu anlayışla okula dönüştürülecek, dershanelerin okullardan daha iyi olduğunu düşünüyorum… Tüm bunların üstüne, bu işe gönül veren vefakâr ve fedakâr öğretmenlerimizin öğretmenler gününü en içten kutluyorum, umuyorum ki, bu çatışmaların kurbanı bu güzide beden, beyin ve yürek emekçilerimiz olmazlar…
Bu konular şu andaki sorunların gerçek sebebi olmadığını bildiğim için, özellikle cemaatin ağababalarının tutarlı ve pazarlıksız samimi olmalarını temenni ediyorum…
SOSYOLOG-EREOL KEKEÇ
23.11.2013/İST                                                                                                                    

                                                                                                                                  

12 Ağustos 2013 Pazartesi

İNANDIRICILIĞINI KAYBETMİŞ METHİYELERDEN KURTULMAK HEDEFİMİZ!


Mehmet Akif Ersoy’un iki oğlu ve üç kızı olmuştur. Mehmet Emin Ersoy, Akif’in büyük oğludur. 1908 yılında İstanbul’da doğmuştur. Mehmet Akif 1920 yılında Ulusal Savaşım’a katılmak üzere gizlice Ankara’ya geçerken henüz on iki yaşında olan oğlu M.Emin Ersoy’u da yanına almıştır. Baba oğul 24 Nisan 1920’de Meclis’in açılışından sonra Ankara’ya varmışlardır. Mehmet Akif, Burdur temsilcisi olarak Meclis’te yaptığı çalışmalar ve gezilerinde oğlu Emin Ersoy’u yanından ayırmamıştır. Bir ara ailesini Kastamonu’da ev kiralayarak bu kente yerleştirdikten sonra Emin Ersoy’u da okula yazdırmış, ancak, Emin Ersoy kaçarak yeniden Ankara’ya babasının yanına gelmiştir. Akif, oğluyla birlikte tacettin dergâhında kalmış; bir süre sonra tüm ailesini Ankara’ya getirterek dergâhın yakınında ev kiralayarak birlikte orada oturmaya başlamışlardır. Yunanlıların Ankara’ya yaklaşması üzerine bu kentteki resmi daireler ve halk Kayseri’ye nakledilirken Akif’e, ailesini Kayseri’ye göndermiş, kendisi oğluyla birlikte Ankara’da kalmıştır.
Mehmet Akif, zaferden sonra Ankara Hükümetiyle siyasi görüş ayrılıkları nedeniyle koruyucusu Abbas Halim Paşa’nın davetlisi olarak 1923 ve 1924 yılı Kış aylarını geçirmek üzere Mısır/Kahire’ye gitmiş; 1924 ve 1925 yılı bahar aylarında İstanbul’a dönmüştür. Emin Ersoy, babasının bulunmadığı dönemlerde serseriliğe başlamıştır. Mehmet Akif, bu konuda 1925 yılının ilk aylarında mektup yazarak Fuad Şemsi beyden yardım istemiştir. Şair,1925 yılı sonunda tekrar Kahire’ye dönerken Emin Ersoy’u da ilgilenmek için yanında götürmüştür. Mısır’da Emin Ersoy’un eğitimiyle ilgilenmiş, ona Arapça öğretmiş ve bir özel okula yazdırmıştır. Bu gidişinden sonra bir daha Türkiye’ye dönmeyen Mehmet Akif, eşi ile ikinci oğlu Tahir’i de yanına aldırmıştır. Akif’in evlenmiş olan üç kızı Türkiye’de kalmışlardır.
Emin Ersoy, 1934 yılında askerliğini yapmak üzere Türkiye’ye dönmüştür. Kırklareli’nde askerliğini yaparken arkadaşlarına Kur’anı Kerim okuyarak anlamını açıklaması nedeniyle bu davranışı irtica olarak görülmüş Divan-ı Harbe(Askeri Mahkeme) verilerek tutuklanmıştır. Mehmet Emin Ersoy daha sonra birlikte tutuklu bulunduğu çavuşu ile beraber cezaevinden firar ederek İstanbul’a, oradan da gemiyle Mersin’e gelmişler, Mersin’den yaya olarak Antakya’ya giderken yolda, pasaportsuz olmaları ve  davranışlarından kuşkulanan jandarmalar tarafından yakalanarak Kırıkhan’a gönderilmişlerdir. 
1966 yılında eşi ölünce kimsesiz kalmıştır. Gizli intiharı düşündürür biçimde daha fazla içki ve esrar içmeye yönelmiştir. 1966 yılı sonlarında birkaç ay akıl hastanesinde kaldıktan sonra Kasım-1966 ayında oradan çıkmış İstanbul Tophane’de terk edilmiş bir kamyonetin karoserinde yatmaya başlamıştır. 24 Ocak 1967 günü bu kamyonun karoserinin altında, yerde ölü bulunmuştur.
Yukarıdaki kısa bir ömrün hüzün dolu ve acılarla yoğrulan hamurunu yoğururken inanın ne kadar zorlandığımı anlatamam, ancak yazmak zorunda kaldım. Tüm gerçekler böyle acılarla yoğrulduğunu herkesin bilmesini isterim. Vah be bir vatan şairinin oğluna bunlar yapılır mı diye, köşelerine oturarak, ağız dolusu bol keseden birilerinin mırıltılarını duymak için bunları paylaşmayacağım.
Hakikatlerin, kurulu sistemle ne kadar savaş halinde yaşadığının kanıtını bu örnekle izah etmek için acı dolu bir hayatı bu satırlara aktardım. Bir Emin Ersoy’un hayatını böyle bir zindana çevirmiş, militarist sistemin her dönemdeki bekçilerinin tüm Emin Ersoylara aynı davrandığını gözler önüne sermek için bunları pervasızca bu gün anlatmaya karar verdim.
Her yıl istiklal marşının kabulünün yıl dönümünde, Mehmet Akif’i anma haftası olarak düzenlenen etkinliklerin ne kadar da hakikatten uzak, duyguları sömürmek maksatlı yapıldığını tüm yüreklerin anlaması için bu satırları yazıyorum… Bu ülkede canlı canlı ölüme terk edilen Mehmet Akifleri görmeyecek kadar basiretlerini dünya ve içindekilerin kuşattığı varlıklar, bize Büyük Şairin hayatını anmak için methiyeler dizerek bizleri asla kandıramazlar. Mehmet Akif’in anılması demek onun mirasının korunması demektir. Buradan haykırıyorum, bu acımasızlıkları görmeyecek kadar yüreklerini kabuk bağlamış zavallılılara, daha kaç tane Emin Ersoyları bekliyorsunuz, kamyon karüsörlerinin içinde yatarak ölümlerinden haberdar olmak için…
Bu memleketin kaderi, Emin Ersoyların hayatından haberdar olmak ve onlara değer vermekten geçer. Bu kahramanların, yürek ve beyin emeğini dikkate almayanlar dikkate alınmayacak günleri beklemek zorunda kalacaklardır. Akif’i anmak demek her yıl methiyelerle gönül eğlemek değil, Akif’in mirasına sahip olan günümüzün Akiflerine değer verip, onları ölüme mahkûm etmemekten geçer. Militarist devletin, ben bu günkü yönetim erkine sesleniyorum, ne kadar da Akif’i sevdiğinizi ve ona değer verdiğinizi, Akif’in nesline verdiğiniz değerden anlıyoruz…
Şunu özellikle belirtmeliyim ki, bizden öncekileri kimse görmüyor şeklinde ileri sürülecek bahanelerin hiçbirini, dikkate almıyorum. Bizden öncekiler diye başlanılan cümlelerin içi hep koftur, eğer bizim hakikati beklediğimiz şahıslar kendilerini önceden devam eden yanlışlarla kıyaslayarak tanımlamaya çalışıyorlarsa, o zaman bizim de kendilerini diğerleri gibi eleştirilerimize katlanmak zorundalar. Bizim bu söylemlerimizin referansı Haktır  Bu hakkı ifade etmek zorundayız, bunları gündeme getirmezsek, yerlerin ve göklerin sahibi Allah'ın gazabına uğramak çok daha kötü bunu bildiğimiz için, bedeli ne olursa olsun katlanmaya hazırız.
Fırat'ın kenarında bir kuzuyu kurt kaparsa hesabı Ömer’den sorulur diyen bir anlayışı temsilen yaşadığını söyleyen insanlara, Fırat'ın kenarındakileri sadece Allah görüyor, ancak büyük kentlerdekini bizler de görmeye başladık, acaba bir haberiniz var mı diye hatırlatayım dedim…
Hakkın Şahitliğini yapmak için, Militarist sistemden rahatsızlık duyarak bu yanlışları ortadan kaldırmak için bizi temsilen vekaletimizi verdiklerimiz, bakıyorum da sistemi güçlendirmek sizin de felsefenizin temelini oluşturdu ve Akif’in nesli kıyıda kenarda açlığa mahkum oldu, acaba haberiniz var mı?
“Cehennem olsa gelen göğsümüzde söndürürüz, bu yol ki hak yoludur, dönme bilmeyiz yürürüz.”Diyen Akif’in nesliyiz, gelen tüm karanlıkları aydınlatacak kıvılcımları yüreğimizde taşırız. Yüreğimizde bu kıvılcımlar sönmeden ve bir kamyon karüsörüne mahkûm olmadan sizleri haberdar etmek değil mi görevimiz…
Akif’in nesli can çekiyor, kadri kıymet bilmeyen bir dünyanın asalak varlıkları gibi algılanmakta, ondan olsa gerek her gören, aslandan korkup kaçan yaban eşekleri gibi terk ediyor… Ama şunu bilmek gerekir ki, Akif’in neslinin mesajlarına kulak vermeyenler, Merhum Cemil Meriç Üstadımın dediği gibi,”düşüncenin kuduz it gibi kovalandığı bir ortamda ne düşünce adamından ne de düşünceden söz edilebilir…”İşte bu hakikatleri tüm hücrelerimize kadar yaşayan bir Asım nesli olarak şikâyetlerimi yerlerin ve göklerin rabbine yapıyorum. Rabbim yeryüzünde senin tefekkürün yasaklandı, anlamıyor musunuz diye sorduğun soruları cevaplayacak yürekler kalmadı; fıkh etmek başımıza dert açmaya başladı, görmek yüreklerimizi dağladı, bunları görmeyelim diye, at nalından bir gözlükle gezmeye mahkûm olduk.”Kuduz bir it gibi”tefekkür öldürülmeye çalışıldığı halde, hala senin ayetlerini değiştirmediğini iddia eden bir yaşam egemen oldu, sen bize söyle, Ey rabbimiz nasıl yaşayalım da huzuruna alnı ak ve mahcup olmadan gelen kullardan olalım…
Rabbim Asımın neslini yazan Akif’in nesli yetim kaldı, bunları yetim bırakanları ve bir çöplükte ölüme mahkûm edenleri sana şikâyet ediyorum, biliyorum, sen hesapları seri olarak görensin… Allah’ım bizim şikâyetimiz yine duadan başkası olamaz, Rabbim bu halleri bilipte duyarsızlaşmış olanları duyarlı hale getir, körelmiş olan yürekleri dirilt, anlamayan beyinleri anlar hale getir, Fırat’ın kenarındaki koyunun melemesini duymak için, öncelikle Akif’in bu neslini anlamayı nasip et…
Bastığın yerleri toprak diyerek geçme tanı,
Düşün altında binlerce kefensiz yatanı
Sen şehit oğlusun incitme yazıktır atanı
Verme dünyaları alsan da bu cennet vatanı;
Allah’ım bu mısraların sahibi yaralı, kendi öz evladını görmeyen bir sistemin, başına gelen Akif’in neslinin yaptıkları, Akif’i yüreğinin derinliklerinden vurduğu gibi kemiklerini sızlatmaya başladı.”Sen şehit oğlusun incitme yazıktır atanı”Şehitler inciniyor rabbim, Emin çöplükte gitti, ondan sonra gelenler hangi çöplükte bir lokma eğmeğe muhtaçlar, kimsenin bundan haberi yok. O zaman bize kalan tüm bunları seninle paylaşmak, belki Akif’in neslinden haberi olmayanların yüreklerine merhamet salarsın…”Yarap bu uğursuz geceleri sabaha çevir, mahşere bırakma asımın neslini dünya da sevindir, nurlar yağdır senin hazinen geniştir, Allah’ım Asım’ın neslini görmeyenlere akıl ve basiret indir, belki bu topraklar da düşünce kuduz bir it gibi kovalanmaktan kurtulur da herkesin yüreğine bir serinlik gelir… Duy bizi Allah’ım, senden başka bizi kim bilir…
SOSYOLOG-EROL KEKEÇ
11.08.2013 (17.45-19.20)
ÇENGELKÖY/İST




6 Ağustos 2013 Salı

BEYİN FORMATLARI AYNI, ZAMANLARI FARKLI YAŞAMLARI BİR KALINTI!



“Yemin olsun, daha önce Yusuf da size açık seçik mesajlar getirmişti de onun size getirdikleri hakkında hep kuşku duymuştunuz. Daha sonra o ölünce de şöyle demiştiniz: "Allah ondan sonra bir daha asla resul göndermez." Allah, sınır tanımaz kuşkucuları işte böyle saptırır.”Mümin:34
Her yeni mesajın karşılanma şekli anlatıldığı gibi,mesajı getirenin dünya değiştirmesinden sonra,mesaja karşı olan toplumların nasıl kendi ördükleri ağlara takılıp o ağlardan çıkamadıklarını bu ayette net olarak görmekteyiz…
Tarihin her döneminde, bu davranış şekillerine şahit olmaktayız. Yusuf (a.s) zamanında, Yusuf (a.s)’a karşı olanlar, Yusuf (a.s)’ın bu dünyadan göç etmesiyle hemen farklı bir oyun ve mantık tutarsızlığı ile sahnedeki yerlerini aldılar. Allah Yusuf tan sonra asla bir daha Resul göndermez. Nereden biliyorsunuz bir daha asla Resulün gelmeyeceğini, yoksa gelsin mi, gelmesin mi diye size sorduktan sonra mı, Allah Resul göndermeye karar veriyor?(!)
Bu saçma sapan davranış biçimleri, her dönemde yürek ve beyin kirliliği yaşayan ortamlarda çokça görülür… Bu hastalıklar öylesine söylenen ve sıradan bir eylem olarak algılanmamalıdır. Çünkü zamanla bu davranışların toplumların yaşamından sökülmesi ve bunların baskısından kurtularak bir yaşamın ortaya çıkması hayli zorlaşmaktadır. Seni kabul ettiğimizi düşün, ama gel bir anlaşma yapalım, aynı mesajı senden sonra birileri gelirde bizi bununla sorumlu tutarsa biz ona kesinlikle inanmayız, çünkü senden başka birilerinin gelebileceğine ihtimal vermiyoruz, diyerek hem haddi aşmaktalar, hem de eski dogmatik geleneklerini atmadıklarını onlara ne kadar sadık olduklarını bir daha kanıtlamaya çalışıyorlar…
Bu ayet bize, hakikatle savaşan insanların, hakikati getiren insanlarla değil de, hakikatin şahsından dolayı şahısları düşman ilan ettiklerini bize kanıtlamaktadır. Yusuf(a.s)’u zorla kabullenmelerinin sebebi, onun şahsından değil, onun bir hakikat meşalesini elinde taşımış olmasından ileri gelmektedir. Hatta zamanla onun şahsından dolayı, tamam biz seni ve getirdiklerini kabul ediyoruz, ancak kesinlikle Allah senden sonra yeni bir Resul göndermez. Bunu iddia edenler aslında Yusuf(a.s) zamanında da hakikatle ne kadar iç içe olduklarını anlatmaktalar. Çünkü burada Yusuf (a.s) şahsından dolayı zorla kabul edilmiş bir eylemi ve mesajı, onun dünya değiştirmesini bahane ederek, Allah ondan sonra kesinlikle bir başkasını göndermeyecektir derken, Yusuf’un getirdiği değerleri tahrif etmek için kendilerine bir yol açmaktalar…
Bu örnekte biz, topraktan yaratılan insanın hamuruna ne kadar yakın davrandığını da görmekteyiz. Toprakla çevrelenmiş kâinata baktığımız da, bu kâinatın hep aynı kaldığını ve değişimlere uğramadan sürekli varlığını koruduğunu söyleyebilir miyiz? Elbette böyle bir söylemin içinde olmak çok zordur. Nasıl ki, bir rüzgârla yağmurla, sellerle toprağın aşınıp her zaman aynı özellikte kaldığını görmemiz mümkün değilse, özünde ve hamurunda toprak barındıran insan da, hayatının çoğu zamanında çamurlaşarak, etrafa sıçrayarak hem kendini yok ettiği gibi, çevresine de zarar verebilmektedir…
İnsanın yapısında olan bu özelliklerin, sadece o dönemle sınırlandırılmaması gerektiğini anlamak zorundayız. Bu itirazların mesajın içeriğinin iyi ya da kötü olduğuna bakılmaksızın, gelenekleri hedef aldığından bastırıldığını ya da dışlandığını görmekteyiz. Osmanlı sonrası Cumhuriyetin kurulmasıyla, devrim yasaları ile getirilmek istenen farklılıklara itiraz eden insanların çoğu canlarından olmamış mıdır? Erzurum ve Palandöken’de on binlerce insan şapka giymeyiz bu bizim yaşamımıza uygun değil, farklı bir hayatı sembolize etmektedir diyerek itiraz ettiklerinden dolayı kafalarından olmuşlardır…
O kadar canı, bir yaşamı savunmak için kurban veren insanlara baktığımız da, şapkayı benimsedikten sonra da, kesinlikle artık bundan başkası olamaz diyerek onu içselleştirip, daha sonra karşılaşacakları değişik mesajların yolunu peşinen tıkamaya çalışmışlardır… Hatta şapka kültürüyle ilgili yörelere göre farklı tarzların oluştuğunu ve bunlar arasında, Elazığ, Muş ve Erzurum tarzı dikilen değişik şapka modelleri oluşmuş bunlara itiraz edenlerde hainlik damgasıyla yaftalanmıştır…
Bu örneği vermekte ki temel esprimiz, toplumların yaşamıyla bütünleşen ve içselleşen kültürel motifli alışkanlıkların yıkılması ve sonrasında olacakları kolay kolay benimsedikleri görülmemiştir… Bu tarz davranışlar olsa da önemsenmeyecek düzeyde kalmıştır… Bu meseleyi günümüze taşıyarak yaşadığımız ortamla alakalandırarak yorumlamaya kalkarsak birçok olumsuzlukları ortaya dökmek zorunda kalabiliriz, ancak biz kısa ve öz olarak konunun izahatı açısından birkaç örnekle konunun anlaşılmasını siz okurlarımızın düşünmesine bırakacağız…
Bu gün meydanlarda zaman zaman ellerine bir bayrak alarak, kurulu sistemin devamını sağlayan iktidarın, yanlış ve farklı bir düşünceyle var olanı değiştireceği endişesini taşıyanların yaptıkları gösteriler, tamamıyla Yusuf (a.s)’a yapılan itiraz ve başkaldırılarının formatından farklı değildir. Bu eylemlerin aynısını 1923’ler de yapanlara itiraz edenler hayatlarını kurban vererek karşılığını aldılar. Ancak onlardan geriye kalanlar aynı eylem ve reformları içselleştirerek, kesinlikle biz Mustafa Kemal’in askerleriyiz, ondan başkasının bu ülkeye kurtarıcı olarak gelmesi imkânsızdır, diyerek yeni bir boyuta kaydılar. Görebiliyor muyuz toplumların yaşamında ki tutarsız ve ne idüğü belirsiz eylemlerin kaynak noktasını…
Bu gün yaşanılan keşmekeşlik, ne Yusuf(a.s) döneminden, ne de 1923 sonrası cumhuriyet döneminde yapılan reformlara başkaldırılardan farklıdır… Farklılık sadece, getirilen mesajların kendisindedir. Ancak toplumları dinamitleyen ve aşırılıklara sürükleyen etkenler aynıdır… O halde toplumsal yaşamların hangi olaylar karşısında nasıl tepkilerde bulunduğunu anlamak için, her ne kadar pozitif bilimlerde olduğu gibi açıklayamazsak ta, belli öngörüler yapmak zorundayız. Bu öngörüleri yapmak için tarihsel bağları ve neden sonuçları yerlerine iyi oturmak gerekir.
Bu gün sokaklarda kendilerinin bile adını bilmedikleri eylemleri yaparak, ortalığı yıkıp döküp biz Mustafa Kemal’in askerleriyiz diye nara atanların, bu eylemlerinin gerisinde ve önünde ki, etken sadece taşkınlık ve haddi aşmaktır… Belli bir zaman sonra aynı insanların bu yaşama alıştıklarını ve bu yaşamın birer savunucusu olduğunu göreceksiniz, ama bu gün kesinlikle yaptıkları, tamamıyla metabolizmalarıyla bütünleşmiş ve kabuk bağlamış bir anlayışın terkinin zor olmasından kaynaklanmaktadır. Yeni yaşama alıştıklarında da bu defa kesinlikle biz başımızdaki bu yöneticiden başkasını istemiyoruz, çünkü bundan başkasının gelmesi imkânsızdır, diyerek tepkilerini ortaya koyacaklardır…
Tarihsel yanlışlar, farklı algısal yanlışları beraberinde getirmektedir. Bu algı kirliliğinin ve yanlış algıların temizlenmesi için, öncelikle insanların özgür bir değer sahibi olması gerekir… Özgür değerden kasıt, tarihi bağların yanlış algılarının görüntülendiği bir beyin olmaktan çıkıp, ileriye dönük yaşamın mücadelesini üstlenmiş, bağımsız ve kararlı düşünme mekanizmalarını geliştirmektir… Bu anlayış, ne kesinlikle bundan başkası gelmez, ne de bunun dışındaki olmaz diye, karanlık dehlizlerin yaya yürüyücüsü olmak istemezler… Onlar bulunduğu şartlarda insanca yaşamak için ne gerekiyorsa şartsız onu destekler ve onun yılmaz savunucusu olurlar, ondan daha güzeli oluştuğunda da onun peşini bırakmazlar…
Adı, düşüncesi, inancı, ideolojisi ve gelecek beklentisi ne olursa olsun fark etmez, bundan başkası kesinlikle olmaz diyenler, ya da senden başka karşımıza gelecek adam yok mu diye geleni zorla benimseyip, sonrasında da ona taparcasına onunla bütünleşerek, bundan sonra kesinlikle bir başkasının gelmesi imkânsızdır diyen anlayışların tamamı, saçmalıklar üzerine kurulmuş haddi aşan zavallılardır…
Bu anlayışlar tarihin her döneminde farklı anlayış ve ideolojinin karşısında ya da yanında yer alarak, taraflarını belli ederek kurtulacaklarını sanabilirler. Ancak şunu unutmamak gerekir ki, kurtuluşun tek yolu hakkı kabul ederek, aşırılıklardan uzak durmaktır… Kimin askeri olursanız olunuz, taptıklarınız Allah’ın dışında kalanlarsa, akıbetinizi tayin etmek için Azraillin gelmesini beklemenize gerek yoktur.”Daha sonra o ölünce de şöyle demiştiniz: "Allah ondan sonra bir daha asla resul göndermez." Allah, sınır tanımaz kuşkucuları işte böyle saptırır.”Mümin:34
Yaşam alanımızın hudutlarını Allah’ın buyruğu apaçık bir şekilde belirlemektedir… Bu hudutlara uymayanlar asla bir sınır tanımadan ilahlarının kim olduğunu bile bilmeyenlerdir…”Allah’ta bu sınır tanımaz kuşkucuları böyle saptırır…”Sapıkların buradaki hükmü belli ancak Allah’ın rahmeti geniştir orada ne olacak o bizim kapsam alanımızın dışındadır, onunla ilgili ne konuşma ne de hüküm verme hakkına sahibiz... Ancak bildiğimiz hakikat yine mutlak rahmet ve merhamet sahibin buyruğunu sizlerle paylaşmaktır.”Sakın aldatıcılar sizi Allah’ın affına sığındırarak aldatmasın…”
“Zandan sakının çünkü zannın çoğu yalandır, sizin yanınızda bir kitabınız var da oradan mı okuyorsunuz, Allah bundan başkasını göndermez diye, hayır siz sadece zannediyorsunuz ve saçmalıyorsunuz…”Allah haddi aşan hiçbir zorbaya yardım etmez…
SOSYOLOG-EROL KEKEÇ
05.08.2013  (09.10-11.20)
ÇENGELKÖY/İST


                                                                                    

3 Ağustos 2013 Cumartesi

EY RAMAZAN! SEN BİZE ŞAHİT OL

“(O sayılı günler), insanlar için bir hidayet rehberi, doğru yolun ve hak ile batılı birbirinden ayırmanın apaçık delilleri olarak Kuran’ın kendisinde indirildiği Ramazan ayıdır…”Bakara:185

Ey ramazan! Senin bir hidayet rehberi olduğunu beyan ediyor Rahman ve Rahim olan Allah’u Teâlâ, ancak öyle bir haldesin ki, tüm ruhun çalındığı için olsa gerek, ışık yaymadığından yollarımızı şaşırdık, sayende biriktirdiklerimizi koyacak yer bulamaz hale geldik… Bizim gibi sahtekârların arasına giren seni de asıl görevinden uzaklaştırdık ya, aşk olsun bize, böylece şeytanın mücadelesini de herhalde biz devir aldık…
Bir yandan düşünüyorum da, Âdemin cennetten kovulmasına neden olan şeytan gibi bizde sanki senin başına bir çorap örüyoruz. Ey ramazan sen sen ol, bu bedenle aramızda bulunursan biz daha çok haltlar yeriz, iyisi mi sen ruhunu çalan bizlere şu vakarlı yanını bir göster de, ruhundan ayrı olan kadavranı yeniden ruhuna taşı ki, belki bizlere de yolumuzu bulmada yardımcı olursun…

Ey ramazan! Bir kaç paragraf öncesinde seninle muhabbeti bayağı genişletmek istemiştim, ancak senin az kelimelerden çok şey anladığını bildiğim için, fazla ayrıntılara dalarak başını ağrıtmak istemedim. Günlerdir aramızdasın, seni alabildiğine ihmal ettik sen de bu durumdan rahatsızsın her halinden belli, ama şunu bil ki, bizim kurtuluşumuz da sana bağlı, yoksa sen kendine yazık eder boşa uğraşırsın, bizim gibi zavallılarda kaybettikleri yolda bocalayıp dururlar…
Ey ramazan! Ne olur içinde biriktirdiğin ama söylemekten kaçındığın hayâ ettiğin o hakikatleri bir haykır da kendimize gelelim, yoksa yok olacağız ne olur bizlere acı… Sen sana verilen görevi ve sana biçilen rolleri neden bize söylemekten çekiniyorsun, belki anlarız diye bekliyorsun, ama şunu bil ki, dünya ve içindekilerin süsü bizi o kadar büyüledi ki, gelinlik bir dilber gibi gönlümüzü fethetti, seni görecek basiretimiz kalmadı… Bu zavallı yaşadıkları hayatı doğru sanan ve basiretleri körelmiş, anlamaktan yoksun zevklerin zirvesinde yüzen bizlere acı ki, belki sayende hakkın şahidi oluruz, ne olur çok acele ediyorsun gitmekten yana… Ey ramazan bizi Bayramın kucağına bırakıp hemen uzaklaşma, Bayramı bilirsin sen, onun işi zaten hep tefekkürden uzaklaştırmak ve bizi bize unutturarak dertlerin arasından alıp göklerde uçurmak, eğer bu şekilde bizi ona teslim edersen, tekrar dönene kadar, inan bana emanetin yerinde kalmayabilir… Bayrama bıraktığın emanetin durumu, temmuzun sıcağında eriyen bir buz kalıbı gibi kaybolmakta, peki soruyorum, nasıl dayanır bu sıcağa bu emanet, geldiğinde bir eser kalmazda yalnız kalmayasın diye bir hatırlatayım dedim…
Ey ramazan! Şu asil görevine bir dön de, içimde yanan ama bir şey yapamadığım acılarım bir son bulsun“(O sayılı günler), insanlar için bir hidayet rehberi, doğru yolun ve hak ile batılı birbirinden ayırmanın apaçık delilleri olarak Kuran’ın kendisinde indirildiği Ramazan ayıdır…”Bakara:185
Ey ramazan! Bin aydan hayırlı günleri içinde taşırsın, onun yüceliğini ve büyüklüğünü anlayacak yürekler bizde kalmadı, her yanımızdan iniltiler gelmeye başladı, rehavetten, işkembelerimiz hop hop hoplamakta, yapmacık gülüşlerden, dişlerimiz kapanmak bilmez, her an bir ayıyı parçalayıp götürecekmiş gibi gerçek çehremizi gizlesekte sen bilirsin bizi… Çok fazla anlatmaya gerek yok… Gündüzleri sansar gibi pusu kurar avımızı bekleriz, akşamları günah çıkarmak için karnavalın başında elimizde mendil sallayarak insanları halaya çağırmayı ihmal etmeyiz… Çünkü biz işimizi iyi biliriz, ondan olsa gerek, o karnaval sonrasında rahat ve huzurlu bir halde evlere dağılır ya da gecelere akar kaybolup gideriz, ama horul horul uykuların verdiği içsel huzurun, üzerimize yıkılan enkazından kalkıp bir secdeye varmayı beceremeyiz… İşte senden aldığımız bu güzellikler artık bizi bizden alıp gidiyor gibi geliyor bana, ondan seninle daha farklı konuşayım diye bu gün karşına çıktım, umarım beni sabırla dinlemeye katlanırsın…

Ey ramazan! İnsanlar için bir hidayet rehberi, doğru yolun ve hak ile batılı birbirinden ayırmanın apaçık delilleri olan Kuran’ı kerim sen de indirilmedi mi? Peki bu kadar ağırlıkları ve sorumlulukları içinde taşıyan sen, bu azizliğine rağmen bizlerin seni ne zelil hale getirdiğimizi ve seni asıl özelliğinden ne kadar uzaklaştırdığımızı biliyor musun?
Ey ramazan! Dağların taşımaktan korkup kaçtığı titrediği o ağır yükü sırtına sararak bize getirdiğin o kitap, artık bizim için bir hidayet kaynağı ve hak ile batılı ayıran özelliğini kaybetti…O kitap aramızda olsaydı ve o ağırlıklar hala senin sırtında taşınıyor olsaydı,en azından birazcık da olsa bizi etkilerdi sanıyorum…Oysa o hidayet kaynağından bize bir ışık yansımamakta,nereden biliyorsun diye soracak olursan,”Bu kitap iman edenlerin imanını,küfredenlerin de küfürlerini artırır…”Buyruğu doğrultusunda baktığımız zaman imanımızı yenileyen bir hal üzere olmadığımız apaçık ortada,o zaman ben de soruyorum,o kitabı getirmedin mi, yoksa seni o kadar oyaladık ta o kitabın ışığını bizden ayana açmayı mı unuttun…?
Ey ramazan! Hakikaten senin sırtındaki emaneti, sana unutturmayı sağlayacak kadar seni ruhsuz bir kadavraya çevirdiğimiz için sana karşı ne kadar mahcubuz demeyeceğim, bakacak yüzümüz kalmadı… Ne olur acı bize, içinde getirdiğin o rahmeti bırak gitmeden önce, hem de bu gece yağdır üzerimize, hayırda yaptığımız dualar, seni gönderen Rahmanın çıksın katına ve zalimlerin soyunu kurutsun şu yeryüzünde…
Ey ramazan! Ne olur Allah aşkına, sırtında taşıdığın o Ağır yükü taşıdığını ve içinde ki sorumluluklarımızı bize haykırman için, tutsak ettiğimiz ruhunu geri almak için elimden ne geliyorsa emrindeyim, söyle bana nasıl yardımcı olabilirim sana… Sen o ruhunu tutsaklıktan kurtarırsan umuyorum ki, tarih boyunca Tevhidi dine karşı mücadele edip üstünlük sağlamaya çalışan şirk dinin tüm foyası ortaya çıkacaktır. Ne olur ey ramazan! Hak ile batılı ayıran o rehberi bize ne zorluklarla getirdiğini haykırmadan ve onu taşıyabilecek Allah’ın özgür kullarına emanet etmeden aramızdan gitme, yetim olan bizler hepten yetim kalırız…
Ey ramazan! Senden hemen sonra misafir olarak hanelerimizde üç günlüğüne ağırlayacağımız Bayrama çok selam ederiz, biz onu da çok severiz, ancak senin getirdiğin mesajın ağırlığını ve sorumluluklarını çarpıtarak yaşadığımız günün hemen ardından gelmesi bizi hepten bitirir… Cebrail(a.s)ile Azrail (a.s)’in taşıdığı mesajlara benzer sizin taşıdığınız değerlerin ortak yönü… Cebraillin getirdiği mesajı anlamadan hemen arkadan Azrail bir mesajla çıkarsa karşımıza ne anlaşılır bundan tabi ki, buyurun cehenneme bu gün hesap günüdür, diyerek bizim canımızı okur. İşte senden hemen sonra gelen bayramın mesajı da böyle bir mesajdır…
Ey ramazan!hoş geldin ancak biz senin gibi bir dostun hoşnutluğundan bir şey anlamadık,ancak sahip olduklarımızla hoşnut olduk,onları ortalıkta anlatarak baygınlıktan kendimizden geçtik…Peki sana soruyorum,bu halde sarhoş olan bizlere hemen, rehavet dağıtan ve gülücükler müjdeleyen bayram gelirse,bizi gaflet ve sarhoşlukla hepten bitirmez mi…? İşte şu ana kadar dost olamazsak ta seninle, ne olur bu halde bizi Azrail’e teslim eder gibi bayrama teslim etme, yoksa bir sonra ki yıla korkarım iğdiş edilmiş bir dinle karşına çıkacak yüzümüz kalmaz…
Ey ramazan! Yangın yerine döndük, bu halde terk etme bizi, dünyanın her yanında mazlum ve mahrumlar, kıvrım kıvrım kıvranırken, bizler kırıla kırıla topladıklarımız ve avlarımızla övünürken, bayramı nasıl ağırlarız bu halde, söyle ona biz bu acılar içinde onun adını unutmak istiyoruz, merhamet etsin gelmesin bizim yaşadığımız yere, tüm mazlumlar özgürlüğüne kavuşup, yeryüzünde bir aç kalmadığı zaman gelsin istediği kadar ağırlar başımıza taç yaparız onu…
Ey ramazan! Sakın kızma bizim gibi serserilere, seni nasıl ağırladık diye, bizim kendimizle sorunumuz, biz Allah’ı unuttuk, o da bize bizi unutturdu, kendimizi unutunca ne olduğumuzu şaşırdık hepten… Böylece kim gelmiş kim gitmiş anlamaz olduk bir elimizde davul birinde zurna çal çal oyna, işte böylece nasıl karşılanacağını ve getirdiğin mesajını unuttuk, bir karnaval da akıntıya verdik kendimizi kalabalık neredeyse oraya koştuk… En kötüsü de yaptığımız bu işi de sevmeye başladık ondan sonra da kendimize biçtiğimiz köyneğin kimseye olmayacağını anlatmada da mahirleştik… İşte bu halde o sırtındaki hidayet kaynağından bir onsalı tokatı suratımıza yapıştı ki, verdiği acıyı sorma hiç…”Size Allah’ın gazabına uğrayanları haber vereyim mi? Onlar tüm amelleri boşa gittiği halde hala kendilerini Salih bir yolda sananlardır..”İşte getirdiğin bu mesaj bizi mahvetti,onun için bir mühlet isteyelim de bayram biraz bizi rahatsız etmesin ne olur…Belki bu gece bin aydan hayırlı olan gecenin içinde saklı rahmetler üzerimize yağarda,kalplerimizin yumuşayacağı vakit gelir,böylece hakikate önder olan bizlere,”sevinin rabbinizin size vaat ettiği cennetle “diye bu mesajı vermek için gelirde,onu bağrımıza basarız bu halde gelirse,o bizi yakar inan bana bunları seninle paylaşırken yüreğim kan ağlayarak anlatıyorum ne yüreğim dayanacak durumda ne de ellerim tutabilecek güce sahip,bu halde yanız bırakma biz…Ey ramazan!
Ey ramazan! Ne olursun “İman edenlerin, Allah’tan inen gerçeğe gönülden bağlanacakları zaman ve kalplerinizin yumuşayacağı vakit henüz gelmedi mi”buyruğuna bizim adımıza Yerlerin ve göklerin rabbi Allah’a sen cevap ver… Ne olursun Bize şahit ol, Kalplerimiz bu gece o kadar yumuşasın ki, güneşin yaklaşmasıyla buzulların eriyerek yeryüzünü suların kaplaması gibi, kalplerimizin yumuşamasından oluşan kaynakların yeryüzündeki tüm zalimleri boğması ve mazlumlara da bir yudum içecek su olması için biz dua edeceğiz, sen de şahit ol…
Ey ramazan bu halimize şahit ol,”Ey rabbimiz, bizi ve içimizdeki aşırılıklarımızı bize bağışla, bizden önce yaşamış mümin kardeşlerimiz için kalbimizde bir kin bırakma,” Ey Rabbimiz! Biz imana çağıran bir davetçi işittik ve hemen iman ettik, Ey rabbimiz mazlum mahrum ve müminler aleyhine zalimlere asla fırsat verme… Ey rabbimiz, resulü bize bizi de insanlara şahit olacak bir hayatı yaşamayı nasip et… Ey rabbimiz, bizi muttakiler için önderler kıl…
Ey ramazan! Bize şahit ol, Rahman bu gecelerin içindeki tüm hayırları üzerimize yağdırması için dua edeceğiz, bu günler zalimlerin sonu olsun, Müslümanlara da akıl, izan ve ince kavrayışlar versin…
Ey ramazan! Hoş geldin, hayırlara bizi taşıyarak menziline kavuşuncaya kadar bize şahit olarak git ki, haydi sana uğurlar olsun diyebilecek yürek bize nasip olsun…
“(O sayılı günler), insanlar için bir hidayet rehberi, doğru yolun ve hak ile batılı birbirinden ayırmanın apaçık delilleri olarak Kuran’ın kendisinde indirildiği Ramazan ayıdır…”Bakara:185

SOSYOLOG-EROL KEKEÇ
03.08.2013  (09.10-11.25)
ÇENGELKÖY/İST

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!