“Yemin olsun, daha önce Yusuf da size açık seçik mesajlar getirmişti de
onun size getirdikleri hakkında hep kuşku duymuştunuz. Daha sonra o ölünce de
şöyle demiştiniz: "Allah ondan sonra bir daha asla resul göndermez."
Allah, sınır tanımaz kuşkucuları işte böyle saptırır.”Mümin:34
Her yeni mesajın karşılanma şekli anlatıldığı
gibi,mesajı getirenin dünya değiştirmesinden sonra,mesaja karşı olan
toplumların nasıl kendi ördükleri ağlara takılıp o ağlardan çıkamadıklarını bu
ayette net olarak görmekteyiz…
Tarihin her döneminde, bu davranış şekillerine
şahit olmaktayız. Yusuf (a.s) zamanında, Yusuf (a.s)’a karşı olanlar, Yusuf
(a.s)’ın bu dünyadan göç etmesiyle hemen farklı bir oyun ve mantık tutarsızlığı
ile sahnedeki yerlerini aldılar. Allah Yusuf tan sonra asla bir daha Resul
göndermez. Nereden biliyorsunuz bir daha asla Resulün gelmeyeceğini, yoksa
gelsin mi, gelmesin mi diye size sorduktan sonra mı, Allah Resul göndermeye
karar veriyor?(!)
Bu saçma sapan davranış biçimleri, her dönemde
yürek ve beyin kirliliği yaşayan ortamlarda çokça görülür… Bu hastalıklar
öylesine söylenen ve sıradan bir eylem olarak algılanmamalıdır. Çünkü zamanla
bu davranışların toplumların yaşamından sökülmesi ve bunların baskısından
kurtularak bir yaşamın ortaya çıkması hayli zorlaşmaktadır. Seni kabul
ettiğimizi düşün, ama gel bir anlaşma yapalım, aynı mesajı senden sonra
birileri gelirde bizi bununla sorumlu tutarsa biz ona kesinlikle inanmayız,
çünkü senden başka birilerinin gelebileceğine ihtimal vermiyoruz, diyerek hem
haddi aşmaktalar, hem de eski dogmatik geleneklerini atmadıklarını onlara ne
kadar sadık olduklarını bir daha kanıtlamaya çalışıyorlar…
Bu ayet bize, hakikatle savaşan insanların,
hakikati getiren insanlarla değil de, hakikatin şahsından dolayı şahısları
düşman ilan ettiklerini bize kanıtlamaktadır. Yusuf(a.s)’u zorla
kabullenmelerinin sebebi, onun şahsından değil, onun bir hakikat meşalesini
elinde taşımış olmasından ileri gelmektedir. Hatta zamanla onun şahsından
dolayı, tamam biz seni ve getirdiklerini kabul ediyoruz, ancak kesinlikle Allah
senden sonra yeni bir Resul göndermez. Bunu iddia edenler aslında Yusuf(a.s)
zamanında da hakikatle ne kadar iç içe olduklarını anlatmaktalar. Çünkü burada
Yusuf (a.s) şahsından dolayı zorla kabul edilmiş bir eylemi ve mesajı, onun
dünya değiştirmesini bahane ederek, Allah ondan sonra kesinlikle bir başkasını
göndermeyecektir derken, Yusuf’un getirdiği değerleri tahrif etmek için
kendilerine bir yol açmaktalar…
Bu örnekte biz, topraktan yaratılan insanın
hamuruna ne kadar yakın davrandığını da görmekteyiz. Toprakla çevrelenmiş
kâinata baktığımız da, bu kâinatın hep aynı kaldığını ve değişimlere uğramadan
sürekli varlığını koruduğunu söyleyebilir miyiz? Elbette böyle bir söylemin
içinde olmak çok zordur. Nasıl ki, bir rüzgârla yağmurla, sellerle toprağın
aşınıp her zaman aynı özellikte kaldığını görmemiz mümkün değilse, özünde ve
hamurunda toprak barındıran insan da, hayatının çoğu zamanında çamurlaşarak,
etrafa sıçrayarak hem kendini yok ettiği gibi, çevresine de zarar
verebilmektedir…
İnsanın yapısında olan bu özelliklerin, sadece
o dönemle sınırlandırılmaması gerektiğini anlamak zorundayız. Bu itirazların
mesajın içeriğinin iyi ya da kötü olduğuna bakılmaksızın, gelenekleri hedef
aldığından bastırıldığını ya da dışlandığını görmekteyiz. Osmanlı sonrası
Cumhuriyetin kurulmasıyla, devrim yasaları ile getirilmek istenen farklılıklara
itiraz eden insanların çoğu canlarından olmamış mıdır? Erzurum ve Palandöken’de
on binlerce insan şapka giymeyiz bu bizim yaşamımıza uygun değil, farklı bir
hayatı sembolize etmektedir diyerek itiraz ettiklerinden dolayı kafalarından
olmuşlardır…
O kadar canı, bir yaşamı savunmak için kurban
veren insanlara baktığımız da, şapkayı benimsedikten sonra da, kesinlikle artık
bundan başkası olamaz diyerek onu içselleştirip, daha sonra karşılaşacakları
değişik mesajların yolunu peşinen tıkamaya çalışmışlardır… Hatta şapka kültürüyle
ilgili yörelere göre farklı tarzların oluştuğunu ve bunlar arasında, Elazığ,
Muş ve Erzurum tarzı dikilen değişik şapka modelleri oluşmuş bunlara itiraz
edenlerde hainlik damgasıyla yaftalanmıştır…
Bu örneği vermekte ki temel esprimiz,
toplumların yaşamıyla bütünleşen ve içselleşen kültürel motifli alışkanlıkların
yıkılması ve sonrasında olacakları kolay kolay benimsedikleri görülmemiştir… Bu
tarz davranışlar olsa da önemsenmeyecek düzeyde kalmıştır… Bu meseleyi günümüze
taşıyarak yaşadığımız ortamla alakalandırarak yorumlamaya kalkarsak birçok
olumsuzlukları ortaya dökmek zorunda kalabiliriz, ancak biz kısa ve öz olarak
konunun izahatı açısından birkaç örnekle konunun anlaşılmasını siz
okurlarımızın düşünmesine bırakacağız…
Bu gün meydanlarda zaman zaman ellerine bir
bayrak alarak, kurulu sistemin devamını sağlayan iktidarın, yanlış ve farklı
bir düşünceyle var olanı değiştireceği endişesini taşıyanların yaptıkları
gösteriler, tamamıyla Yusuf (a.s)’a yapılan itiraz ve başkaldırılarının
formatından farklı değildir. Bu eylemlerin aynısını 1923’ler de yapanlara
itiraz edenler hayatlarını kurban vererek karşılığını aldılar. Ancak onlardan
geriye kalanlar aynı eylem ve reformları içselleştirerek, kesinlikle biz
Mustafa Kemal’in askerleriyiz, ondan başkasının bu ülkeye kurtarıcı olarak
gelmesi imkânsızdır, diyerek yeni bir boyuta kaydılar. Görebiliyor muyuz
toplumların yaşamında ki tutarsız ve ne idüğü belirsiz eylemlerin kaynak
noktasını…
Bu gün yaşanılan keşmekeşlik, ne Yusuf(a.s)
döneminden, ne de 1923 sonrası cumhuriyet döneminde yapılan reformlara
başkaldırılardan farklıdır… Farklılık sadece, getirilen mesajların
kendisindedir. Ancak toplumları dinamitleyen ve aşırılıklara sürükleyen
etkenler aynıdır… O halde toplumsal yaşamların hangi olaylar karşısında nasıl
tepkilerde bulunduğunu anlamak için, her ne kadar pozitif bilimlerde olduğu
gibi açıklayamazsak ta, belli öngörüler yapmak zorundayız. Bu öngörüleri yapmak
için tarihsel bağları ve neden sonuçları yerlerine iyi oturmak gerekir.
Bu gün sokaklarda kendilerinin bile adını
bilmedikleri eylemleri yaparak, ortalığı yıkıp döküp biz Mustafa Kemal’in
askerleriyiz diye nara atanların, bu eylemlerinin gerisinde ve önünde ki, etken
sadece taşkınlık ve haddi aşmaktır… Belli bir zaman sonra aynı insanların bu
yaşama alıştıklarını ve bu yaşamın birer savunucusu olduğunu göreceksiniz, ama
bu gün kesinlikle yaptıkları, tamamıyla metabolizmalarıyla bütünleşmiş ve kabuk
bağlamış bir anlayışın terkinin zor olmasından kaynaklanmaktadır. Yeni yaşama
alıştıklarında da bu defa kesinlikle biz başımızdaki bu yöneticiden başkasını
istemiyoruz, çünkü bundan başkasının gelmesi imkânsızdır, diyerek tepkilerini
ortaya koyacaklardır…
Tarihsel yanlışlar, farklı algısal yanlışları
beraberinde getirmektedir. Bu algı kirliliğinin ve yanlış algıların
temizlenmesi için, öncelikle insanların özgür bir değer sahibi olması gerekir…
Özgür değerden kasıt, tarihi bağların yanlış algılarının görüntülendiği bir
beyin olmaktan çıkıp, ileriye dönük yaşamın mücadelesini üstlenmiş, bağımsız ve
kararlı düşünme mekanizmalarını geliştirmektir… Bu anlayış, ne kesinlikle
bundan başkası gelmez, ne de bunun dışındaki olmaz diye, karanlık dehlizlerin
yaya yürüyücüsü olmak istemezler… Onlar bulunduğu şartlarda insanca yaşamak
için ne gerekiyorsa şartsız onu destekler ve onun yılmaz savunucusu olurlar,
ondan daha güzeli oluştuğunda da onun peşini bırakmazlar…
Adı, düşüncesi, inancı, ideolojisi ve gelecek
beklentisi ne olursa olsun fark etmez, bundan başkası kesinlikle olmaz
diyenler, ya da senden başka karşımıza gelecek adam yok mu diye geleni zorla
benimseyip, sonrasında da ona taparcasına onunla bütünleşerek, bundan sonra
kesinlikle bir başkasının gelmesi imkânsızdır diyen anlayışların tamamı,
saçmalıklar üzerine kurulmuş haddi aşan zavallılardır…
Bu anlayışlar tarihin her döneminde farklı
anlayış ve ideolojinin karşısında ya da yanında yer alarak, taraflarını belli
ederek kurtulacaklarını sanabilirler. Ancak şunu unutmamak gerekir ki,
kurtuluşun tek yolu hakkı kabul ederek, aşırılıklardan uzak durmaktır… Kimin
askeri olursanız olunuz, taptıklarınız Allah’ın dışında kalanlarsa, akıbetinizi
tayin etmek için Azraillin gelmesini beklemenize gerek yoktur.”Daha sonra o ölünce de şöyle demiştiniz: "Allah
ondan sonra bir daha asla resul göndermez." Allah, sınır tanımaz
kuşkucuları işte böyle saptırır.”Mümin:34
Yaşam alanımızın hudutlarını Allah’ın buyruğu
apaçık bir şekilde belirlemektedir… Bu hudutlara uymayanlar asla bir sınır
tanımadan ilahlarının kim olduğunu bile bilmeyenlerdir…”Allah’ta bu sınır tanımaz kuşkucuları böyle saptırır…”Sapıkların
buradaki hükmü belli ancak Allah’ın rahmeti geniştir orada ne olacak o bizim
kapsam alanımızın dışındadır, onunla ilgili ne konuşma ne de hüküm verme
hakkına sahibiz... Ancak bildiğimiz hakikat yine mutlak rahmet ve merhamet
sahibin buyruğunu sizlerle paylaşmaktır.”Sakın
aldatıcılar sizi Allah’ın affına sığındırarak aldatmasın…”
“Zandan
sakının çünkü zannın çoğu yalandır, sizin yanınızda bir kitabınız var da oradan
mı okuyorsunuz, Allah bundan başkasını göndermez diye, hayır siz sadece
zannediyorsunuz ve saçmalıyorsunuz…”Allah haddi aşan hiçbir zorbaya yardım
etmez…
SOSYOLOG-EROL KEKEÇ
05.08.2013 (09.10-11.20)
ÇENGELKÖY/İST
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder