Mehmet Akif Ersoy’un iki oğlu ve üç kızı olmuştur. Mehmet Emin Ersoy,
Akif’in büyük oğludur. 1908 yılında İstanbul’da doğmuştur. Mehmet Akif 1920
yılında Ulusal Savaşım’a katılmak üzere gizlice Ankara’ya geçerken henüz on iki
yaşında olan oğlu M.Emin Ersoy’u da yanına almıştır. Baba oğul 24 Nisan 1920’de
Meclis’in açılışından sonra Ankara’ya varmışlardır. Mehmet Akif, Burdur
temsilcisi olarak Meclis’te yaptığı çalışmalar ve gezilerinde oğlu Emin Ersoy’u
yanından ayırmamıştır. Bir ara ailesini Kastamonu’da ev kiralayarak bu kente
yerleştirdikten sonra Emin Ersoy’u da okula yazdırmış, ancak, Emin Ersoy
kaçarak yeniden Ankara’ya babasının yanına gelmiştir. Akif, oğluyla birlikte
tacettin dergâhında kalmış; bir süre sonra tüm ailesini Ankara’ya getirterek dergâhın
yakınında ev kiralayarak birlikte orada oturmaya başlamışlardır. Yunanlıların
Ankara’ya yaklaşması üzerine bu kentteki resmi daireler ve halk Kayseri’ye
nakledilirken Akif’e, ailesini Kayseri’ye göndermiş, kendisi oğluyla birlikte
Ankara’da kalmıştır.
Mehmet Akif, zaferden sonra Ankara Hükümetiyle siyasi görüş ayrılıkları
nedeniyle koruyucusu Abbas Halim Paşa’nın davetlisi olarak 1923 ve 1924 yılı
Kış aylarını geçirmek üzere Mısır/Kahire’ye gitmiş; 1924 ve 1925 yılı bahar
aylarında İstanbul’a dönmüştür. Emin Ersoy, babasının bulunmadığı dönemlerde
serseriliğe başlamıştır. Mehmet Akif, bu konuda 1925 yılının ilk aylarında
mektup yazarak Fuad Şemsi beyden yardım istemiştir. Şair,1925 yılı sonunda
tekrar Kahire’ye dönerken Emin Ersoy’u da ilgilenmek için yanında götürmüştür.
Mısır’da Emin Ersoy’un eğitimiyle ilgilenmiş, ona Arapça öğretmiş ve bir özel
okula yazdırmıştır. Bu gidişinden sonra bir daha Türkiye’ye dönmeyen Mehmet
Akif, eşi ile ikinci oğlu Tahir’i de yanına aldırmıştır. Akif’in evlenmiş olan
üç kızı Türkiye’de kalmışlardır.
Emin Ersoy, 1934 yılında askerliğini yapmak üzere Türkiye’ye dönmüştür.
Kırklareli’nde askerliğini yaparken arkadaşlarına Kur’anı Kerim okuyarak
anlamını açıklaması nedeniyle bu davranışı irtica olarak görülmüş Divan-ı
Harbe(Askeri Mahkeme) verilerek tutuklanmıştır. Mehmet Emin Ersoy daha sonra
birlikte tutuklu bulunduğu çavuşu ile beraber cezaevinden firar ederek
İstanbul’a, oradan da gemiyle Mersin’e gelmişler, Mersin’den yaya olarak
Antakya’ya giderken yolda, pasaportsuz olmaları ve davranışlarından
kuşkulanan jandarmalar tarafından yakalanarak Kırıkhan’a gönderilmişlerdir.
1966
yılında eşi ölünce kimsesiz kalmıştır. Gizli intiharı düşündürür biçimde daha
fazla içki ve esrar içmeye yönelmiştir. 1966 yılı sonlarında birkaç ay akıl
hastanesinde kaldıktan sonra Kasım-1966 ayında oradan çıkmış İstanbul
Tophane’de terk edilmiş bir kamyonetin karoserinde yatmaya başlamıştır. 24 Ocak
1967 günü bu kamyonun karoserinin altında, yerde ölü bulunmuştur.
Yukarıdaki kısa bir ömrün hüzün dolu ve acılarla yoğrulan hamurunu
yoğururken inanın ne kadar zorlandığımı anlatamam, ancak yazmak zorunda kaldım.
Tüm gerçekler böyle acılarla yoğrulduğunu herkesin bilmesini isterim. Vah be
bir vatan şairinin oğluna bunlar yapılır mı diye, köşelerine oturarak, ağız
dolusu bol keseden birilerinin mırıltılarını duymak için bunları
paylaşmayacağım.
Hakikatlerin, kurulu sistemle ne kadar savaş halinde yaşadığının kanıtını
bu örnekle izah etmek için acı dolu bir hayatı bu satırlara aktardım. Bir Emin
Ersoy’un hayatını böyle bir zindana çevirmiş, militarist sistemin her dönemdeki
bekçilerinin tüm Emin Ersoylara aynı davrandığını gözler önüne sermek için
bunları pervasızca bu gün anlatmaya karar verdim.
Her yıl istiklal marşının kabulünün yıl dönümünde, Mehmet Akif’i anma haftası
olarak düzenlenen etkinliklerin ne kadar da hakikatten uzak, duyguları sömürmek
maksatlı yapıldığını tüm yüreklerin anlaması için bu satırları yazıyorum… Bu
ülkede canlı canlı ölüme terk edilen Mehmet Akifleri görmeyecek kadar
basiretlerini dünya ve içindekilerin kuşattığı varlıklar, bize Büyük Şairin
hayatını anmak için methiyeler dizerek bizleri asla kandıramazlar. Mehmet
Akif’in anılması demek onun mirasının korunması demektir. Buradan haykırıyorum,
bu acımasızlıkları görmeyecek kadar yüreklerini kabuk bağlamış zavallılılara,
daha kaç tane Emin Ersoyları bekliyorsunuz, kamyon karüsörlerinin içinde
yatarak ölümlerinden haberdar olmak için…
Bu memleketin kaderi, Emin Ersoyların hayatından haberdar olmak ve onlara
değer vermekten geçer. Bu kahramanların, yürek ve beyin emeğini dikkate
almayanlar dikkate alınmayacak günleri beklemek zorunda kalacaklardır. Akif’i
anmak demek her yıl methiyelerle gönül eğlemek değil, Akif’in mirasına sahip
olan günümüzün Akiflerine değer verip, onları ölüme mahkûm etmemekten geçer.
Militarist devletin, ben bu günkü yönetim erkine sesleniyorum, ne kadar da
Akif’i sevdiğinizi ve ona değer verdiğinizi, Akif’in nesline verdiğiniz
değerden anlıyoruz…
Şunu özellikle belirtmeliyim ki, bizden öncekileri kimse görmüyor
şeklinde ileri sürülecek bahanelerin hiçbirini, dikkate almıyorum. Bizden
öncekiler diye başlanılan cümlelerin içi hep koftur, eğer bizim hakikati
beklediğimiz şahıslar kendilerini önceden devam eden yanlışlarla kıyaslayarak
tanımlamaya çalışıyorlarsa, o zaman bizim de kendilerini diğerleri gibi
eleştirilerimize katlanmak zorundalar. Bizim bu söylemlerimizin referansı Haktır
Bu hakkı ifade etmek zorundayız, bunları gündeme getirmezsek, yerlerin ve
göklerin sahibi Allah'ın gazabına uğramak çok daha kötü bunu bildiğimiz için,
bedeli ne olursa olsun katlanmaya hazırız.
Fırat'ın kenarında bir kuzuyu kurt kaparsa hesabı Ömer’den sorulur diyen
bir anlayışı temsilen yaşadığını söyleyen insanlara, Fırat'ın kenarındakileri
sadece Allah görüyor, ancak büyük kentlerdekini bizler de görmeye başladık,
acaba bir haberiniz var mı diye hatırlatayım dedim…
Hakkın Şahitliğini yapmak için, Militarist sistemden rahatsızlık duyarak
bu yanlışları ortadan kaldırmak için bizi temsilen vekaletimizi verdiklerimiz,
bakıyorum da sistemi güçlendirmek sizin de felsefenizin temelini oluşturdu ve
Akif’in nesli kıyıda kenarda açlığa mahkum oldu, acaba haberiniz var mı?
“Cehennem olsa gelen göğsümüzde söndürürüz, bu yol ki hak yoludur, dönme
bilmeyiz yürürüz.”Diyen Akif’in nesliyiz, gelen tüm karanlıkları aydınlatacak
kıvılcımları yüreğimizde taşırız. Yüreğimizde bu kıvılcımlar sönmeden ve bir
kamyon karüsörüne mahkûm olmadan sizleri haberdar etmek değil mi görevimiz…
Akif’in nesli can çekiyor, kadri kıymet bilmeyen bir dünyanın asalak
varlıkları gibi algılanmakta, ondan olsa gerek her gören, aslandan korkup kaçan
yaban eşekleri gibi terk ediyor… Ama şunu bilmek gerekir ki, Akif’in neslinin
mesajlarına kulak vermeyenler, Merhum Cemil Meriç Üstadımın dediği gibi,”düşüncenin
kuduz it gibi kovalandığı bir ortamda ne düşünce adamından ne de düşünceden söz
edilebilir…”İşte bu hakikatleri tüm hücrelerimize kadar yaşayan bir Asım nesli
olarak şikâyetlerimi yerlerin ve göklerin rabbine yapıyorum. Rabbim yeryüzünde
senin tefekkürün yasaklandı, anlamıyor musunuz diye sorduğun soruları
cevaplayacak yürekler kalmadı; fıkh etmek başımıza dert açmaya başladı, görmek
yüreklerimizi dağladı, bunları görmeyelim diye, at nalından bir gözlükle
gezmeye mahkûm olduk.”Kuduz bir it gibi”tefekkür öldürülmeye çalışıldığı halde,
hala senin ayetlerini değiştirmediğini iddia eden bir yaşam egemen oldu, sen
bize söyle, Ey rabbimiz nasıl yaşayalım da huzuruna alnı ak ve mahcup olmadan
gelen kullardan olalım…
Rabbim Asımın neslini yazan Akif’in nesli yetim kaldı, bunları yetim
bırakanları ve bir çöplükte ölüme mahkûm edenleri sana şikâyet ediyorum, biliyorum,
sen hesapları seri olarak görensin… Allah’ım bizim şikâyetimiz yine duadan
başkası olamaz, Rabbim bu halleri bilipte duyarsızlaşmış olanları duyarlı hale
getir, körelmiş olan yürekleri dirilt, anlamayan beyinleri anlar hale getir,
Fırat’ın kenarındaki koyunun melemesini duymak için, öncelikle Akif’in bu
neslini anlamayı nasip et…
Bastığın yerleri toprak diyerek geçme tanı,
Düşün altında binlerce kefensiz yatanı
Sen şehit oğlusun incitme yazıktır atanı
Verme dünyaları alsan da bu cennet vatanı;
Allah’ım bu mısraların sahibi yaralı, kendi öz evladını görmeyen bir sistemin,
başına gelen Akif’in neslinin yaptıkları, Akif’i yüreğinin derinliklerinden
vurduğu gibi kemiklerini sızlatmaya başladı.”Sen şehit oğlusun incitme yazıktır atanı”Şehitler inciniyor rabbim, Emin çöplükte gitti, ondan sonra gelenler
hangi çöplükte bir lokma eğmeğe muhtaçlar, kimsenin bundan haberi yok. O zaman
bize kalan tüm bunları seninle paylaşmak, belki Akif’in neslinden haberi
olmayanların yüreklerine merhamet salarsın…”Yarap bu uğursuz geceleri sabaha çevir,
mahşere bırakma asımın neslini dünya da sevindir, nurlar yağdır senin hazinen geniştir,
Allah’ım Asım’ın neslini görmeyenlere akıl ve basiret indir, belki bu topraklar
da düşünce kuduz bir it gibi kovalanmaktan kurtulur da herkesin yüreğine bir
serinlik gelir… Duy bizi Allah’ım, senden başka bizi kim bilir…
SOSYOLOG-EROL KEKEÇ
11.08.2013 (17.45-19.20)
ÇENGELKÖY/İST
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder