Bu Blogda Ara

29 Nisan 2013 Pazartesi

“YAŞAM AYISI”ARANIYOR(!)


Toplumun yavaş yavaş kendi sarhoşluğunu yaşamaya başladığı ve rehavete daldığı bu dönemde,”Yaşam koçları”diye adlandırılan bir meslek oluşmaya başladı. Bu koçların ortaya çıkış serüveni ile hakiki koçlar arasında bir bağ olabilir mi diye düşünürken bayağı meraklandım bir araştırayım dedim bakalım nelerle karşılaşmış olabilirim..
Köy yaşamına yabancı olsanız da, çevrenizdeki insanlardan kırsal kesimin hayatıyla ilgili birçok malumatlara sahip olduğunuzu tahmin edebiliyorum. Bir koyun sürüsünü otlatan çobanın yaşamına baktığınız da ne kadar rahat bir hayat yaşadığını görürsünüz; çünkü çobanlar işlerini çok iyi bilir, kendileri için sürüden belli koyunları miryah (öncü) olarak seçerler. O koyunlar da genellikle koçlardan oluşur, o koçları iyi beslerler, arpasını tuzunu buğdayını, kısaca peşinden gelmesini sağlayacak hiçbir gıdayı eksik etmezler. Boyunlarına öyle bir çan takarlar ki, koç adım attığında o çan tüm koyunların rahatsız olmasını ve yaşam koçu olan miryahın peşine takılmasını sağlar. Çoban eşeğine biner, yazın sıcağında rehavetten koyun sürülerinin kafasını birbirinin altına sokarak ayılmak istemedikleri bir anda, dörtnala eşeği sürer, bizim koçta onun peşinden koşmaya başlar, koç koştukça çan sesi bir zılgıt gibi acı acı inler, bu iniltiyi duyan her koyun üzerlerine yıldırım düşmüşçesine yerinden kalktığı gibi koşmaya başlar. Anlayacağınız bu koçlar çobanların işini rahatlatır, ondan olsa gerek günümüzde de rahatlatmak için yeni oluşan meslek grubunun adı “Yaşam koçluğu”.
Yaşam koçu deyip geçmeyin, bunların öyle hünerleri var ki, sizin yerinize düşünürler, cenazede, düğünde, törende nasıl davranacağını size çok iyi öğretirler, dişlerini açarak gülmenin ve etrafınıza gülücükler dağıtmanın pozitif insan olmanın en önemli belirleyicisi olduğunu yüreğinize kaydederler. Bu koçların giyim kuşamları farklı olsa da, ellerinde taşıdıkları ve sizi uyarmak istedikleri çanlar aynı fabrikada üretildiği için hepsinden aynı ses çıkar, bir anda sizde şaşırırsınız, yahu demek bu koçluk evrensel bir değermiş, herkes aynı çanı kullanıyor diyerek, onların tılsımlı ellerine kendinizi bırakır, bir anda hipnoz olur horul horul uyku çekmeye başlarsınız. Sizin bu horultularınızdan çıkan sesler “yaşam koçlarınızın”nemalanması için arpalıkları oluşturur. Koç olmak kolay, haydi varsa cesaretiniz bir ayı olun da görelim, o yürek ister. Çünkü koçlar, standart yaşam felsefeleriyle insanların doğallığını bozarak yapay bir yaşamla, belli aralıklarla uyutarak rahatlatma derdindeler. Öyle varlıklar gördüm ki, tam dört tane koçu varmış, koçların ayrı ayrı görevleri olduğunu söyledi, biri giyim kuşamına bakıyormuş, biri nerede nasıl konuşması gerektiğini öğretiyormuş, diğeri, sesler arasında bir harmoni oluşturarak nasıl konuşulması gerektiğini ve sesinin ritimlerini nasıl ayarlaması gerektiğine bakıyormuş, dördüncüsü ise üçünün yaptığı işleri ne kadar isabetli yaptığını kontrol ediyormuş.
Etrafınız koçlarla kuşatılmışsa orada biraz düşünmeniz gerekmez mi, acaba ben ne oluyorum diye, ben sizi bilmem ama uzun zamandır düşünüyorum herkesin bir koçu var benim neden ayım olmasın diye. Yaşam ayısı olmak öyle kolay değil, herkesten ve her şeyden biraz anlamanız gerekmektedir. Hatta okuma ve yazmayı da bir o kadar iyi bilmeniz, cesaretinizden de hiç taviz vermemeniz gerekir. Şimdi kalkıp gazetelere bir ilan versem”Yaşam ayısı” arıyorum diye herkes kendi üzerine alınıp beni aforoz bile edebilir. Neden çünkü ayı olmak kimsenin hoşuna gitmiyor da ondan, oysa ayılar düşünerek bir eylemi yapar. Koçlardan en önemli farkı, mektep medrese bilmezler, medeniyet bunların mıntıkasından geçmez, nasıllarsa öyle yaşarlar, gidecekleri yere paldır küldür, herhangi bir yapay davranış göstergesine ihtiyaç duymadan hareket ederler. Bunun için de etrafınız da çok duyarsınız “o ha ayı nasıl davranış bu ya”sözlerini. Hiç kimse o ha koç demez çünkü onlarda bilir ki, koçlar tek ses ve davranış ortaya kor, o da batıdan devşirilmiş kişisel gelişim davranışları olarak lanse edilir. Bu batı patentli eylemler bütün bir insanlık için evrensel genel geçer bir kaide olarak kabul edilir ve koçlar başlar, kurt gibi içinde gizlediği o beynine bir koç pottu geçirmeye, ondan sonrada elinde çan, bir o çobanın peşinde, bir bu çobanın peşinde, çan üreten çancının çanlarını iyi pazarlamak için…
Biz ne koçlar gördük, bu çan üreten çancıların çanlarını onların dile ile pazarlamaya çalışan, ancak sonunda şunu anladık ki, tüm çanlardan aynı sesler geliyor, bu çanlar bizim içinde yaşadığımız toplumu rehabilite etmede yeterli değil. Onun için bu topluma yaşam ayısı lazım diye düşünmeye başladım, bu düşünceye ulaşıncaya kadar hangi kuyuları kazdığımı söylesem diliniz tutulur. Öyle kuyuların başında durdum ki, içindeki suda ne görülüyor diye, baktım baktım hiçbir şey göremedim, sonunda yanımdan geçen bir falcı kadın yardımcı oldu da öylece bir sonuca gidebildim. Sen Burya ne bakıyon, ben şimdi sana, orada ne olcağını bir söyleverim de bir iki spali bara ver olur mu beyim dedi ve başladı kuyunun dibine bakmaya, baktı baktı ayakta bir sıtmaya tutulmuş gibi titredi sonra ben burada ayıdan başka bir şey göremiyom dedi. Ben de oradan anladım, bu toplumda rahatsız edecek ayılara, yani “yaşam ayılarına” ihtiyaç olduğunu yoksa nerden bilecektim.
“Yaşam ayısı”olmak o kadar kolay değil, cesur olacaksın, aldırmayacaksın, olduğun gibi davranacaksın, herkesi aynı kalıba koymayacaksın, insanlara anladıkları ve benimsedikleri dilden konuşacaksın, yarınlarda nelerle karşılaşırım diye hesaplı davranmayacaksın, doğruları doğru olduğu için söyleyeceksin, kimsenin kuklası olmayacaksın, klişeleşmiş batmakta olan batının komplekslerinden arınacaksın, nazik olayım diye nezaketten uzaklaşarak gülünç duruma düşmeyeceksin. Yani kısaca “Ayı”olacaksın, ayı olduğun için kimse sana güç yetiremeyip burnuna halka takacak ama sen yine aldırmayacaksın. Burnunda halka olsa da bildiğin oyunları oynamaktan zevk alacaksın, göreceksin o zaman herkes şunu söyleyecek, ulan benim “Ayım”başkasının beni kandırmaya çalıştığı kurt postundaki koçtan çok iyi, hiç olmazsa bizi rahatsız ederek kim olduğumuzu bize öğretti diyecekler ve senin için yazılan destanlar Tarih sayfalarında baş desten olarak okunacak. Sen sen ol”yaşam Ayısı” olmaktan korkma.
Hiç okunmayan gazetelere ilan verdim yaşam ayısı aranıyor diye, okunan gazetelere vermedim ki, yaşam koçları ilanı yanlış okurlar endişesiyle, karışıklık olmasın diye okunmayacak gazetelerde “Yaşam Ayısı” aramaktayım diye yüksek paralarla ilan verdim.”Yaşam Ayısında” aranan en önemli özellik okuma yazmayı çok iyi bilmesi ve her dilden anlaması, standart yaşam tarzlarını öğrenen yaşam koçları sakın bizi “Yaşam Ayılığını da çok iyi yapabilirim diye aramasınlar. Onlara ayıracak zamanım yoktur.
28.04.2013
Saat:21.40-22.50
Çenegelköy/İST
EROL KEKEÇ

25 Nisan 2013 Perşembe

AYDINLANMAYLA GELEN KARANLIKLAR!


Aydınlanma dönemi olarak tanımlanan dönemler, hakikaten karanlıkların eksik olmadığı dönemlerdir bu da böyle bilinsin. Karanlık dönem olarak tanımı yapılan günlere baktığımızda, tarih bize o günlerin bu günlerden daha aydınlık olduğunu göstermektedir. Toplumların kimliksiz yaşadığına ve toptan sömürüldüğüne rastlamıyorsunuz. Ya bireyler bazında gücü yetenler güçsüz olanları ortadan kaldırmış, ya da topraklar parsellenmeden herkes özgürce kâinatın tüm nimetlerinden yararlanmak için sınır tanımadan istediği gibi özgürce yaşamıştır. Özgürlüğümüzü aydınlanma döneminden sonra ve toplumların kendi kaderlerini tanımlama dönemi olarak takdim edilen 1789 Fransız ihtilalının gösterilmesi tam bir yutturmanın kanıtıdır.
Milliyetçilik akımları ile beraber, toplumlar kendileri için çizilen çizgilerin içinde bir mahkûmiyete maruz kaldılar. Bu mahkûmiyeti ulusların özgürlüğüne kavuşması olarak tanımlamak, tüm ulus devletlerin ipini elinde tutan cambazın bir oyunudur. Bu sömürgeci emperyal cambazlar, uluslar için bu farklı sınırları belirleyip onları o sınırlara hapsetmeseydiler, istedikleri emellerine kavuşamayacağını çok iyi biliyorlardı. Sömürge mantıklarını gizlemenin ve o insanları sömürmenin en güzel oyunu, sömürülen toplumlarca benimsenen bir masalla işe başlamaktı o tuttuğunda çok kolay istenilen hedeflere varacaklardı, bunu da başardılar. Başarı, Milliyet temeline dayalı dünyayı parselleyerek her parsele farklı bir ulusun adı ile kurulan zindanlar olursa, ancak o zaman aydınlama olarak adlandırılabilirdi. Aksi takdirde toplumlar, özgürce yaşanılan topraklardan bir kısmına gidememeleri ve özgürlüklerinin ortadan kalkmasından dolayı buna karşı durabilirlerdi. Bunu bilen sömürgeci zihniyet bu hain tuzaklarını gizlemek için Milli devletlerin kurulmasını ve sınırların çizilmesini, büyük bir ilerleme olarak tanımladı. Her parseli sahiplenen uluslar bu parsellerini koruma adına yeryüzündeki kan ve gözyaşının debisini arttırdı, o gündür bu gündür bu debinin artışı çok büyük bulanık göletleri oluşturdu.
Geldiğimiz döneme bakarsanız hep kan üzerine kurulmuş devletler ve insanların gözyaşları ile çizilen haritalar görürsünüz. Bu haritalar, sanal dünyada oyun oynayan kişilerin, ekran kapandıktan sonra oyunlarının sona ereceğini bile bile, o oyunu sahiplenmeleri gibi bir kuruntu komedisinin adıdır. Bu komediye son verilmezse tüm insanlığın yaşamı sanırım farklı yaratıklarca bir komedi oyunu olarak bizden sonra yeniden sahnelenecektir. Bu kâinatın sahibi “sizi farklı kabilelerde yarattık ki, birbirinizle tanış olasınız” derken, sizin için belli sınırlar çizdik her ırk(kabile-ulus)o sınırların dışına çıkmasın yoksa helak olursunuz diye bir tanımlama yapmamıştır. Allah’ın yapmadığı bu paylaşımı, yaratılanların kendisini hangi hakla bu paylaşımı yapma görevinde gördüğünü doğrusu çok merak ediyorum. Allah yerlerin ve göklerin tek hâkimidir. Tasarruf yetkisi sadece ona aittir. Hiç kimse aydınlanma adı altında yeryüzünde yaşayan halklarda yanlış bir algılama oluşturarak, Vatan, Devlet ve toprak gibi yeni putlar yaparak onlara tapmasını sağlayamaz.
Görüyor musunuz adı aydınlanma olan dönemlerin, insanların algı dünyasını nasıl karattığını ve hayatlarda ne kadar çok putlar oluşturduğunu. Sınırları belirlenmiş her ulusun bir defa vatan diye bir putu var, ondan sonra ki putlar bu putun zihinlere yaptığı basınç oranında değişmektedir. Vatan putunun etkisi çok yüksekse, bu büyük putun korunması için küçük ölçekli, satrançtaki piyonlar, at vezir gibi birçok farklı putlara da ihtiyaç duyarsınız. Bu putlarla boğuşurken bir de kalkar insanlıktan dem vurursunuz, sonra modern aydınlanma döneminde yaşıyoruz diye horon tepmeye başlarsınız. Ama göremediğiniz bir gerçek var ki, o da horon teperken, çıkan tozlardan gözünüz görmez olur, bir ışık tutanı kovalarsınız, havayı temizlemek isteyeni keyfinizi bozuyor diye, hain ilan der peşine takılırsınız, engizisyon mahkemelerini yeniden kurarsınız, neden biliyor musunuz, hayatınızdaki keşmekeşlikten kurtulmanız için size bir uyarı yaptığı için…
 Evet, Ulus hapishaneleri o kadar çok zindan oluşturdu ki, bu zindanların tamamı insanlığın yaşamına yönelik tehdit içeren dinamitlerle döşeli, bu dinamitleri kaldıramazsınız, olur ki, F hücresinde ki bir mahkûm bir gün E tibi yarı açık ya da yarı kapalı bir cezaevine geçmek isteyebilir. İşte ulus devletler için çizilen çizgiler ve oluşturulan haritalar tamamıyla böylesi bir manevranın içyüzünü gizlemek için ortaya atılan karanlık tuzaklar olduğunu bilmek gerek. Bu karanlık tuzaklar şu anda Adı İslam âlemi olarak bilinen zavallı topluluğun yaşamının olmazsa olmazlarındandır. Hiçbir Müslüman Allah’ın ayetlerinin tahrip edileceğini savunmaz, peki ne oluyor da yeryüzünde tasarrufu sadece kendisine ait olan kevni ayetleri kendi aramızda parçalamışız sonrasında da herkes kendi yanında olanın en iyi olduğunu savunarak, Allah’ı ilah olmaktan çıkarıp, yerine toprak ilahını koyuyoruz. Bunu anlayan biri varsa anlatsın da anlayalım.
Aydınlanmanın kazandırdığı kazanımlara bakarsak, şayet bunun adı bir kazanımsa, öncelikle insanların hayatındaki korunmaz kalelerden ilahları kazandırdığı(!) muhakkak. Her Müslüman hangi ırkı temelden gelirse gelsin, yaşamlarımızdaki bu ilahların mutlaka hayattan çıkarılması gerektiğini bilmeli, Allah’ın arzında herhangi bir sınır tanımadan, Allah’ın sınırlarını tanıyarak herkesin Allah’a kul olacağı özgür bir dünyanın oluşumu için mücadele etmelidir. Bizim bu yaklaşımımızı çok uç olarak görebilirsiniz, ancak bu anlayış bir uç olsaydı Allah’u Teâlâ”Yeryüzünde gezin dolaşın, sizden önceki yalanlayanların, sonu nasıl oldu bir görün “der miydi. Demek ki, ulusal korunaklı duvarlar yok rahatlıkla gezebiliyorsunuz, yoksa Allah Kuluna zulmeder mi? Yine başka bir ayeti kerime de Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: Melekler onların canlarını almak için sırtlarına vurarak, neden siz Allah’a yönelmediniz dediklerinde, bizler zayıf kullardık, gücümüz kuvvetimiz yoktu, biz sadece bu kadarını yapabiliyorduk,(diyerek gerekçe ileri sürdüklerinde)Melekler onlara derler ki, Allah’ın arzı geniş değil miydi, evet genişti, o halde sadece rabbinize kulluk yapacağınız bir yere gitseydiniz derler ve onları yüzün kuylu cehenneme atın denir.”
Fazla sizleri yormadan sorgulamalarımı burada keserek bir gerçeği dile getirip bu satırlardan ayrılacağım. Allah Kâinatın kimse tarafından parsellenmesini istememektedir. Öyle bir durum olursa, Allah’ın bazı toplulukları yaşattıkları ortamlarda buz dağlarının olduğunu, kimini yaşattığı yerde sıcakların beyni parçaladığını görürsünüz, bu da Allah’ın adalet sıfatına ters olur. O halde Allah mutlak adil olduğuna göre, Yeryüzünü parsel parsel dağıtarak kendisine şirk koşulacak yeni ilahların oluşmasını beklemek, bu dinin özüne en büyük bir ihanet olur.”Yerlerin ve göklerin tümü Allah’ındır, onlar Allah’ı hakkı ile takdir ederken, bizim gibi zavallılar Allah’ı hakkı ile kadir edemediğimiz gibi, onun adına konuşmayı da marifet sayarak, yeni ilahlarımızla avunmayı kendimize bir marifet biliriz…
Bizleri karanlıklara gömen, bu aydınlanma döneminin gayri meşru doğan fikirlerine elveda ederek, tüm bünyeleri saran algı kirliliğinden kurtulmak dileğiyle, sizleri rabbime emanet ederek ayrılıyorum…
24.04.2013-(15.10-16.40)
Sosyolog-EROL KEKEÇ
ESENEVLER/ÜMRANİYE-İST

22 Nisan 2013 Pazartesi

İŞTE BUNLAR ADAM!-2


Tüm ampuller patladığında, yaşamı aydınlatmak için, hiçbir beklenti içinde olmadan, bir yıldız gibi insanlığa ışık olmak, adam olmaktır.

Bu güne yetecek maişeti varken, yıllar sonrasının hesabını yapmadan diğer insanların bu gün nasıl yaşadıklarına bakarak onlara bir umut olmanın acılarını taşımaktır, adam olmak.

Her türlü çıkardan düzenbazlıktan, torpilden, muhafazakârlıktan uzak, haktan başka hiçbir şeyin korunmayacağına canı pahasına inanan ve kralların çıplak olduğunu korkmadan haykırmak, adam olmaktır.

Zamanın ve zeminin rengine bürünmeden, kendi renginden rahatsız olanlar olsa da “Allah’ın ben kulumu hür yarattım “fermanına uygun yaşamaktır, adam olmak.

Ekini ve nesli yok etmeden, yeryüzünde Allah’ın yarattıklarının fıtratını değiştirmeden, o fıtratlara uygun yaşama imkânlarını temin etmek, gücü yetmese de o yolda mücadele etmek, adam olmaktır.

Tüm kurşunların hedefi olsa da, gideni az olan yollarda zorlukların ve meşakkatlerin daima olacağını bilerek yürüyen ve dimdik yaşamanın bütün bir insanlığı dirilteceğini bilerek yaşamak, adam olmaktır.

Bir hayatın etki tepki doğrultusunda, Pavlov’un davranışçı kuramından uzak bilerek ve tanıyarak, içinde herhangi bir kompleksi barındırmadan, kendisi olmazsa hayatın bir anlamsızlıklar yığını olduğunu bilerek yaşamak, adam olmaktır.

Kendisinin ebedileşmesini istemeden, doğruların hayata egemen olması için, tüm çabaları korkusuzca veren, hak ve hakkaniyet terazisinin korunması için ilk kalkan olarak kendini seçmek, adam olmaktır.

Hayatın içinde bir seyirci olmayı değil, daima hayatın hem forvetinde, hem defansında, hem de tam ortasında bir oyuncu olmayı hedef edinmek, adam olmaktır.

Bireysel hazları toplumsal hazların yerine koymadan, tüm insanlığın yaşamdan haz alması için, küresel sera tabakasını delerek, temiz oksijen alınmasında ilk nefer olmayı kendine hedef edinmek, adam olmaktır.

Adaleti kendi bünyesinde uygulamadan, kendisiyle barışık yaşamadan, başkalarına adil davranmanın ve onlarla barış içinde yaşamanın imkânsız olduğunu bilerek yaşamak, adam olmaktır.

Tüm hesaplaşmaları unutup, bu günden sonra nasıl mutlu olunabilir diye yepyeni yaşama, mangal gibi açılan yürek olmak, adam olmaktır.

Fikir sahibi olmadan değerlendirme ölçüsünün olmayacağını bilen, fikir sabi olmak için doğru bilgiye sahip olan, sözlerin tümünü dinledikten sonra onların en güzelini tercih edip, ona göre yaşamak, adam olmaktır.

İnandığı yaşam biçimini basitleştirerek, tüm insanların gündeminde bir alay konusu yapmadan, vakarlı, izzetli ve başı dik yaşamak, adam olmaktır.

Dikleşmek ile dik durmayı birbirine karıştırmayacak kadar, selim bir akılla her etkiye ani tepkiler vermeden, bir okyanus gibi tüm akarsular ona aksa da, okyanusta onların varlığının olmayacağını bilerek yaşamak, adam olmaktır.
21.04.2013
18.05-18.55 
Çengelköy/İST
Sosyolog-Erol KEKEÇ

21 Nisan 2013 Pazar

İŞTE BUNLAR ADAM!-1



· Nesnelerin, var olan her şeyin adını ve tanımını yaratanın verdiği şekilde tanımlamak ve kendine göre yorumlamaktan uzak durmak insan olmanın ilk adımıdır. 

· İsyan edebilme, seçebilme, doğru ile yanlışı birbirinden ayıracak donanımların farkında olup onları kullanmak, adam olmaktır. 

· Yaptığı eylemlerin yanlış olduğunu fark edip, onlarla ilgili bahaneler uydurmadan, kendi nefsini sorgulayarak af ve mağfiret dileyerek, helalleşmek, adam olmaktır. 

· Kibir gurur ve kin duygusundan arınarak, mütekebbirleşmeden kendi haddini bilip, bilmedikleri hakkında yargılardan kaçınmak, adam olmaktır. 



· Tasarrufu kendisine ait olmayan özellikleri ile övünmeden, yaratanın verdiği değer ölçülerini hayatının temel ilkesi edinmek, adam olmaktır. 


· Sayısal üstünlüğe aldanmadan, hak bildiği değerlerden asla taziz vermeden, yaratıcının emrettiği gibi dosdoğru yaşamak, adam olmaktır. 

· Yaşamı, tahterevallinin iki ucundaki ağırlığı dengede tutarak, hayatın görünen ve görünmeyen unsurlarını gözeterek yaşamak, adam olmaktır. 


· Hayatın hedefini belirlemek, o doğrultuda yaratanın adı ile okumak ve yaptıklarıyla övünmeden, yapmadıklarını anlatmadan, yapamayacaklarını vaat etmeden yaşamak, adam olmaktır. 


· Muhataplarının güvenilir olmasını beklemeden, güvenilir olmanın yollarını kendi hayatında yaşayarak ortaya koymak, adam olmaktır. 

· Benim tarafım olsun çamurdan olsun kısır mantıklardan kurtularak,”emaneti ehline teslim ederler” buyruğuna uygun yaşamak, adam olmaktır. 

· Kendi haklarının kutsal olduğuna inandığın kadar, başkalarının da haklarının kutsal olduğunu bilip ona göre yaşamı dengelemek, adam olmaktır. 

· Dünya ve içindekilerin bir gün son bulacağına yakinen teslim olmak, o uğurda yapılması gerekenleri, tahrip ederek kitabına uygun hale getirmeyip, kitaba uygun yaşamak, adam olmaktır. 

· Her şey ben de olsun, tüm varlıklar bana muhtaç olsun anlayışını yıkarak, imkânı olmayanlara yardım edeyim mantığına saplanmadan, imkânsız varlıklar yeryüzünde kalmasın diye mücadele etmek, adam olmaktır. 

· Zalim ve mazlumu birbirinden ayırabilecek kadar vicdanı canlı olmak ve vicdanın direktiflerini devre dışı bırakmadan yaşamak, adam olmaktır. · Kurallarla bir toplumsal yaşamı düzenlemenin, insanlara zulmetmek olduğunu anlayıp, insanın doğasına uygun yaşamı, onların içselleştirmeleri ile ilke haline getirip, onları yaşanılır kılmak, adam olmaktır. 

· Eleştirinin, doğru yaşamın vazgeçilmez yol işareti olduğunu anlamak, hakaret ile eleştiriyi birbirine karıştırmadan yaşamak, adam olmaktır. · Eleştiri yapıldığında onlara katlanmayı ve sabredebilmeyi kavramak, söylenen tüm farklı sözleri ortadan kaldırmayı düşünmeden, hepsine hayat kakı tanımak, adam olmaktır. 

· Ben merkezcil, toplumsal sistem analizi yapmadan, Güneş sistemindeki farklı gezegenler gibi, tüm farlılıkların toplumsal sistem içinde varlıklarına zarar vermeden, onlara yaşama hakkı tanımak, adam olmaktır. 

· Kâinattaki farklılıkları ortaya koyan mutlak yaratıcının bu ayetlerini tahrip etmeden, o farklılıklara katlanmak ve tüm farklı anlayışları ve düşünceleri, ortak insan paydası altında eşitlemek, adam olmaktır. 

· Şeytanın, âdem ve onun nesli ile yaptığı mücadelenin nereden kaynaklandığını bilip, o mücadelenin başlangıç anındaki yanlışları fark edip, o tuzaklara düşmeden yaşamak, adam olmaktır. 

· Yaratılanı yaratandan dolayı sevmek, toprağa Allah ruhundan üfledikten sonra, âdeme secde edin dediği varlığı, tüm meleklerin kabullenerek secde etmesi ve şeytanın kabullenmemesi, anlayışından kaynaklandığını bilerek yaşamak, adam olmaktır. 

· Yaratılanı hoş görmek, yanlış eylemlere göz yumulmayacağını bilerek yaşamak, adam olmaktır. 

· Sansar gibi pusu kurup punduna getirmeyi düşünmeden, herkesin çakallaştığı bir dünyada, kınayıcıların kınamasına aldırmadan dimdik yaşamak, adam olmaktır. 

· Aklı bir monitör gibi düşünüp, yüreği (kalbi) ise bir elektrik akımı gibi bilip, elektrik akımı olmadan o monitörün hiçbir işe yaramayacağını anlayarak, akıl ve yürek arasındaki bağlantıyı iyi kurup, bu hakikate uygun yaşamak, adam olmaktır. 

· Kendi yaşamınızı bir başkasının düzenlemesine bırakmayacak kadar, davranışlarınızı dengeli oluşturmak ve özür beyan edecek eylemlerde bulunmamak, adam olmaktır. 

· Çöp kamyonu gibi gittiği her yere çöp taşımamak ve o çöp kokularının etrafa yayılmasına müsaade etmeden, güzel kokular saçan bir esans gibi insanları rahatlatan biri olmaktır, adam olmak. NOT: Devam edecek-

21.04.2013

11.20-13.4

Çengelköy/İST

Sosyolog-EROL KEKEÇ

18 Nisan 2013 Perşembe

YOL UZUN HAYAT KISA!


            Selam ve saygılarımı ileterek başlamak istiyorum,akime yazmış olduğum yazılara tamamıyla olmasa bile bir kısmına vermiş olduğunuz cevap beni ziyadesiyle memnun eyledi,çünkü insanların küçükte olsa sorunlarının ya da taleplerinin gerekli mercilere iletilmiş olması ve geri dönüşümlerin gerçekleşmesi,partim adına beni hakikaten bahtiyar etti.Bundan dolayı özellikle akim iletişim camiasını gönülden kutluyorum.
       Sevgili dostlar memleketin içinde bulunduğu durum,çok iyi diyerek bir övgü ve naat yazısı yazmayacağım,çök kötü ölüyoruz nedir bu çektiklerimiz diyerek imkansızlık senaryosunun perdelenmesi ve oyun olarak sahnelenmesi için de bir senaryo yazma derdinde değilim.Ancak şunları özellikle altını çizerek belirtmek zorundayım ki,Adaletin şahitliğini gerektiği gibi yapamamanın vermiş olduğu acılar artık yüreklerimi dağlamaya başladı.Halk arasında dönüp dolaşan bir deyim var ve özellikle de meşruiyet kazandırılarak sanki toplumun anatomisini işgal etmeye doğru yol almakta."    Bal tutan parmağını yalarmış...."insanlar yapmış oldukları olumsuzlukları hayattan uzaklaştırma ve doğrunun sembolü olup abideleşmeleri gerekirken bu taraz demoğojik aldatmacalarla hayatlarına devam etmeye çalışıyorlar.Bu durumları yakından gören ve insanlarımızın bu olumsuz tavırlarına şahit oldukça dayanamaz olup patlama durumuna geliyorum.Bu tarz toplumda kökünün kurumasının imkansız olduğunu bildiğim ancak en asgari düzeye inmesi gereken,hangi yönetim gelirse orada yer alıp,iktidar nimetlerini hünharca tepe tepe kullanan bu mütref sınıfın varlığından acaba partimizin haberinin olup olmadığını ya da bu konulardaki tavrının ne olduğunu doğrusunu söylemek gerekirse öğrenme merakı sardı beni...Bu arkadaşlar sağolsunlar işlerini çok iyi bilen ve zeki insanlar olduklarını herkesin bunu yapabilecek beyin dağarcığının olmadığını savunarak yanlışlarına bahane bulma da da gecikmiyorlar...Allah'ın dilemesi hariç yeminle söylüyorum Allah'ı hesaba katmayan hesabı şaşırır diyen montainenin deyimiyle hesabı şaşırmış insanlar piyasayı doldurdu ve bu da övünülecek bir sermaye olarak kullanılmaktadır.
         Bu tarz davranışlarının kökünün kazılması dönemi daha gelmedi mi,kimsenin uyduracak bahanesi kalmadı ben 15 yıldan bu yana bu anlayışın en aktif çalışanı ancak sesi hiç duyulmayanlardanım.Çokta fazla heveslisi değilim,ancak bu uygulamalar artık halk içinde çok kötü kokuları ortaya çıkarmaya başladı,bunların çoğuna şahit oluyorum bu da beni rahatsız ediyor,Onlara bir mevki makam verdiğimiz de namazı dosdoğru kılarlar,zekatı verirler iyiliği emreder ve kötülükten nehyederler...."Ancak onlara güç verdiğimiz de onlar ekini ve nesli yok ederler anlayışına bürünecek diye doğrusu çok kaygılanmaya başladım....Bu kaygılarımın ve hassasiyetimin dikkate alınmasını umuyor bu konuda üst mercideki dostlarımla ülkenin her tarafında dönen bu tarz oyunları ve mütref sınıfın çılgınlıklarını paylaşacak ve gerekli mercileri bilgilendirecek tüm donelere sahip olabileceğimi umuyorum.

    Bu konuları paylaşmasam Allah katındaki hesabımı vermekte zorlanacağım için bunları paylaşıyorum....Şuna inanın ki, Sayın başbakanım Recep Tayyip Erdoğanın duruşu ve asilliği bizi bu davada motor olmada asla yolumuzdan alıkoymayacaktır,ancak bu durum bunları paylaşmamıza engel olmayacağınını düşünüyor,söylediğim konulara acilen ve ivedilikle gidilmesini gönülden arzuluyorum....Ahlak,siyasetin limanıdır diyen başbakanımı gönülden kutluyor bu konuların üstesinden gelineceğini umuyorum sizleri Allah'a emanet ediyor,başarılarınızın devamını diliyor,hayırlı çalışmalarınızda rabbimin yar ve yardımcınız olmasını gönülden temenni ediyorum...slm

 SOSYOLOG-EROL KEKEÇ

YALAKA MERDİVEN BASAMAKLARI!


                  Düşünce hamalı ve bilgi dilencisi olduğumu hissetmeye başladım. Bunu anlamak öyle kolay olmadı, bilirsiniz “tecrübe hayatta yenilen kazıkların bileşkesi “olduğu için; hayatımız yediğimiz kazıkları saymakla, zamanımızda bu kazıkları çıkarmakla geçtiği için, bunları azda olsa anlayabildiğimizi sanıyorum.
                Zaman materyali ele geçirme zamanı, kurtlar vadisi pusu dizisindeki Zaza’ya şimdi daha çok hak vermeye başladım”ben parayı çok sevim ha… Cevher bunlar bizden ne istiler, Sikender Beyle ortalığı karıştırmamızı istiler dayı, peki bunun karşılığında ne verilermiş, dayı Sikender beg tüm piyasanın kontrolünü bizim yapmamızı istimiş. Demek piyasayı biz kontrol edik ha, anlaşılan bu da para demek, ben de parayı çok sevim o halde hemen hazırlanın sikender Begi ziyarete gidik”.Zazanın bu yaklaşımlarını geçmişte izlerken bir anlam verememiştim, ama şimdi çok daha iyi anlam verebildiği söyleyebilirim.
                Evet, zaman öyle bir zaman ki, materyale sahip olan, çakalların reisi olsa, hemen dağların kralı aslan olup çıkıyor piyasaya, her gün bir başkasının hayallerini süsleyen dişiler bir cinsel motif olmasına rağmen parayı ele geçirdiğinden, onlara yeni isim bulmakta zorlanmıyorsunuz ve ayrıca onlara herkesin saygı duyması için, yerel idarecilerce birçok yerde seminerler ve konferanslar verdiğine de şahit olabilirsiniz. Yani anlaşılan bu toplumda meşru olmak istiyorsanız sınır tanımadan materyali her yolla ele geçireceksin ondan sonra adın zaten bir beyefendi, ya da hanımefendi olarak billboardlara çoktan asılır. Zaman bu zaman dediğimizde aforoz olma ihtimalimin yüksek olduğunu biliyorum, ancak topluma ve insanlığa faydalı olsun insan, neden yaşamakta hayatının bir anlamı olup olmadığını en güzel şekilde anlamak için neler yapılmalı diye, hem bir yürek işçiliği yaptığımızı ve aynı zamanda da onları kanlarımızla sulama pahasına göze almışken, materyal sahiplerinin rüyalarını süsleyen bir cinsel nesne kadar değerimizin olmadığını gördüğüm zaman, kaleme yeltenmemek elde mi dayanamıyorum yazıyorum işte.
                Biz yürek topraklarında gönül pınarından sulanmadan hiçbir düşüncenin gelişim sürecini tamamlamadığına inanan insanlar olarak, gözyaşlarımızla her satırını yazdığımız bu değerlerin değerlendirilmesi için idari yönetimlerin kapısında bir dilenci pozisyonundan da öte, sakınılması gereken kuduz mikrobu taşıyan bir… t gibi kendimizi görmek ne kadar acı değil mi? O zaman ben de sormadan edemiyorum işte, meşru olmanın zemini önce her türlü haltı yemek sonra da büyük materyal sahibi olmak için idari mekanizmaların özel davetleriyle halkın gözünde meşru olmak için onların onayını almaksa bunun yolunu çok iyi biliriz, ancak hesabın görüleceği vakit çok kısa olduğundan öyle bir yaşamı, helal olmayan materyalleri meşrulaştırmaya çalışanlara armağan etmeyi tercih ederiz.
                Şu an toplumsal patoloji olarak her gün yaygınlaşmakta olan ve toplumun geleneği haline gelecek eylemleri daha farklı yorumlamaya başladım. Demek ki, Bisiklet kazanacak imkânınız yoksa ya da bir bisiklet almanızı istemeyenler daima size engel oluyorsa, siz de bisikleti çalıp ardından tövbe etme yolunu tercih ediyorsunuz. Şu an toplumda yaygınlaşan hastalıkların bu virüsleri taşıdığına şahit olmaya başladım. Bu şahitliğimiz umarım başkaları da şahit olmadan, iyi bir doktor gelir de bunların bir tedavi yolunu bize gösterir diye hep bekledik, ancak gelen doktor da kendine gelen röntgenlere bakarak sonuca gittiği için sanırım bizim bu hastalıklardan kurtulan topluma kolay kolay kavuşma imkânımız yok gibi görünüyor.
                Sen kimsin ya, sen sus, ne yapacağımızı bize kimse hatırlatamaz, biz bu işlerin en iyisini biliriz diye, yanlışlara ve hastalıklı bünyeleri koruma adına direnen nice cambazlar gördük, hepsi tarihin karanlık sayfalarında yazılı olduğundan şimdi hiç okunmuyorlar. Umarım bizim yaşadığımız dünya bu yanlışlıları hayatında barındıracak kadar aciz ve zavallı değildir. Yanlışları kazanabilmenin yolu yanlış adımlardan geçmez. Hayatta yanlışlar çok fazla, bu yanlışları ortadan kaldırmak gerek, her şeyi ve herkesi dışlamanın anlamı yok bağrımıza basalım derken sanırım o bağırlara, nice daha nice zehirli voyvoda kazıkları saplanacak gibi geliyor bana. Şu yanlış toplumsal algıyı ortadan kaldırmadan yürek işçileri dilenmeye, materyal bedenler ve kirli yürekler de meşrulaşmada koca bir halkın onayını almaya devam ederler.
                Gezdiğim gördüğüm her yerde bu tarz davranış şekillerini ve yalaka merdiven basamaklarını gördükçe, o merdivenleri temizleyen paspasları aramaya başladı gözlerim. Biz yanlış olsa da insanları kucaklamayın demiyorum, ancak yanlış davranışları ve bu davranışları meşrulaştırmak için bir yığın ödüller vererek eylemleri onaylamanın toplumsal dokunun geleceği açısından çok büyük tehlikeler yarattığını görmekteyim. Yanlış eylemlerin ödüllendirildiği bir davranışı gösterecek literatür var mı insanlık tarihinde. Evet, biraz fazla irdelediğimin farkındayım ancak yürek ve beyin emekçilerinin düştüğü acınası durumu gördüğüm zaman gittiğiz her yerde bir dilenci gibi karşılanmaktan utanç duyduğum için bazı hatırlatmaları yapayım belki herkes kendi payına düşeni alır diye…
                Düşünce hamallığına ve bilgi dilenciliğine son vermeden umarım birleri, bu insanları dilencilikten kurtarır da toplumda ödüllendirilen eylemlerin başarıya bağlı olduğunu ve topluma değer katan düşünceler olduğuna şahit oluruz. Bu yaşama geçtiğimizde benim de gözlerim açık gitmez, o zaman gelecek yaşamı doğrulara armağan ederek bu satır aralıklarından çıkıp bir anda buradan uzaklaşıyorum, haydi hayırlısı…
17.04.2013-(16.45-1730)
ÇENGELKÖY/İST
SOSYOLOG-EROL KEKEÇ

8 Nisan 2013 Pazartesi

BENİM BABAM ADAM GİBİ ADAMDI!

BİZ BABADAN BÖYLE GÖRDÜK,"ADAMLARIN TÜKENDİĞİ GÜNDE ADAM OLMANIN ALFABESİNİ YAZDI YÜREĞİMİZE..."

MİLLETEN MİLLİYETE GEÇİŞ!

MİLLETE İBRAHİM’E HANİFE!
(Onlar birleştirilmesi gerekeni birleştirirler.)
Bir toplumu değiştirmek ve parçalamak istiyorsanız önce aralarında anlaştıkları kelime ve kavramlarını değiştirin, zaten o toplum kendiliğinden değişir.”Konfüçyüs
Son günlerde herkesin konuştuğu hatta yatakta sızılardan dayanamaz halde olan bir hastaya hastalığını unutturacak meseleler hakikaten bayağı bir sorun olmaya başladı gibi geliyor bana. Ondan dolayı bu sorunların bir tarafından konuşayım diye elime aldım kalemi, umarım biz de bir sorun olarak anlaşılmayız.1924 yılında gerçekleştirilen harf inkılâbı ile yapılan değişimlerin bu toplumun bağrında derin yaralar açtığını muhafazakâr ve dinci kimliğe sahip olan, bu ülkede etnik kökenini gözetmeden herkesin eleştiri yaptığını hepimiz çok iyi biliriz.
Emperyalist ülkelere baktığınızda onların ülkelerinde bir resmi dilin olduğunda hemen hemen herkesin ortak kanıda olduğunu görürsünüz. Neden kendi ülkelerinde ortak bir resmi dilin kullanılmasını istiyorlar da, başka ülkelerde çok sesli resmi dillerin olmasını arzuluyorlar bunları düşüneniz oldu mu; bunları düşünen biri olarak, bu düşüncelerimi biraz sesli düşünerek sizinle paylaşmak istedim hepsi o kadar. Bu açılım süreci sanırım öyle bir açılacağa benziyor ki, sanırım açı kollarının birbirinden uzaklaştıkça bir daha birleştirilmelerinin imkânsız olacağı açılıma benziyor. Günlük medyaya baktığınızda herkesin her şeyi konuşabildiği ancak konuşmalarının içeriğinin nereye vardığını hesap etmeyen birçok konuşmalara şahit olmaya başladık. Şahsen benim buradaki endişelerim ırksal ve etnik bir endişe olmadığını herkesin bilmesini isterim, açık yüreklilikle söylüyorum ki,şu ana kadar bu insanların anlaştığı ortak dil Kürtçe olsaydı onun kalmasını ve asla değiştirilmemesini isterdim.Ancak bu Türkçe olarak gelmiş bunun böyle kalmasının toplumsal gelecek açısından çok önemli olduğunu düşünüyorum.Ancak bu söylemim hiçbir zaman insanların fıtratlarının gereği olan,anadillerini konuşmalarının ve okumalarının sakıncalı olduğunu anlatacak bir zihin özürlülüğüne sahip  olmadığımı anlatayım.
Harf inkılâbı ile yaşadığımız kopuklukları anlatırken tarihsel destanlar anlatan kahramanlar, şu an neredeler, onları ortalıkta görmekte güçlük çekiyoruz. Bu gün onların o yakınmalarına yine ihtiyaç var. Yüz yıl içinde bir toplumun anlaştıkları dillerini yeniden anlaşılmaz hale getirmek, bu toplumda bir kör dövüşünü başlatmanın ilk adımı olarak değerlendiriyorum. Döne döne tekrar ediyorum, Allah’a yemin ediyorum ki, bu endişelerim kesinlikle bir ırki endişe değildir. Ancak toplumları ayrıştırmanın en cazip oyunlarından sadece biridir. Ne olur yani şu ana kadar Türkçe resmi dil oldu da ne oldu, bunun yanına bir de Kürtçe eklenirse kıyamet mi kopar bunu anlamıyoruz, diye bombardımana tutulacağımı bilerek, bir şeyleri hatırlatmamın kaçınılmaz olduğunu görüyorum. Şayet 1924 deki ideoloji Kürtçeyi resmi dil yapsaydı şu ana kadar bu toplumda herkes Kürtçe konuşuyor olacaktı ve anlaşamama gibi bir problem olmayacaktı. Ancak o dönemin ideolojisi bunu Türkçe olarak benimsemiş ve surecin üzerinden birkaç nesil geçmiş, bu durum tamamıyla içselleştirilmiş, ancak bu durumu kaşıyarak yeniden o günkü ideolojinin yaptığı yanlışları değişik yanlışlarla tedavi etmenin imkânsız olduğunu anlatıyorum. Bu gün aydın görünen ve Kürt kökenli dostlardan bazılarının hep uç noktalarda gezinerek, toplumsal omurgayı zedelediklerini görüyorum. Bu omurga yara alırsa hepimiz sürünmeye mahkûm oluruz bunu bilelim, o zaman omurgasız bir yaşam hayatımıza egemen olur.
25 yıl öncesinde 18-20 li yaşlarda İngilizcenin, Almancanın, Fransızcanın vs. bu ülkenin okullarında okutulan bir dil olmasında sakınca yokta, Kürtçenin okutulmasının ne sakıncası olacağını savunan insanlardanım. Düşüncelerimde bir değişim yok, var olan statükonun devamının kaçınılmazlığını da anlatmıyorum, ancak batılı emperyal güçlerin bu bölgelerde oynamak istediği oyunların figüranları olmayalım diyorum. Batı batmakta olan Güneşin Doğudan kıvılcımlarının belirdiğinin farkında, ancak bunun farkına varmayan biz zavallılarız. Bu ülkede yaşayan herkesin Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı, vatandaşlık belgesiyle anlatılmasının ne sakıncası olduğunu anlamadığım gibi, burada ırka dayalı bir devlet özelliği nasıl anlaşılmakta bunu anlamakta da biraz zorlanıyorum. Millet kavramının kullanılmasının da gerekliliğini anlatıyorum. Milletle ulus kavramları birbirinin karşılığı değildir bunu anlayalım, zaman zaman bu millet bunu hak etmiyor derken, burada sadece Türk ulusu anlatılmıyor, öyle anlayanlar olabilir, Millet bu topraklarda hep “Din Birliği”olarak anlatılmıştır. Ancak 1789 yılındaki ırksal ayrışmalarla başlayan milliyetçilik akımları her ne kadar batı anlayışı çerçevesinde millet kavramının yerine konulmak istense de, bu gün bizler bu konuları sorguluyorsak bunun tutmadığının apaçık göstergesidir. Millet kavramı “Millete İbrahim’e Hanife”ayetinde tam karşılığını bulmaktadır. Ondan dolayı biz bu konuları sorgularken, bir ulusun çiğnenmiş olan haklarının iadesi konuşulduğu bir dönemde bunları gündeme taşıyarak, dini motiflerle insanların dini duygularını sömürme anlayışımızın yattığı anlaşılmasın. Bu düşüncelerin oluşacağını tahmin ederek bunu ifade etmek zorundayım, böyle bir anlayışla yazacağımız ve söyleyeceğiz bir söz varsa Rabbim onları bize söyletmesin. Benim tüm endişelerim oynanmakta olan oyunun sarhoş ettiği dimağların bu tuzakları doğru algılamalarının kaçınılmazlığı çırpınışlarıdır.
İleri sürülecek bazı yapay anlayışların alışkanlıkları olabilir. Herkesin bir devleti ve ulusal dili var, Kürtlerin böyle bir devletinin olması ve dillerini kendi devletlerinde konuşmalarının ne sakıncası var diyenler olacaktır. Bana sorarsanız ben böyle bir sakıncanın değil, bu uygulamaların sakıncaları olduğunu ve ortadan kaldırılması görüşündeyim. Ancak yeryüzünde bu kadar insan haklarını çiğneyen ve yeryüzünde fesat çıkaran. “Ekini ve nesli yok eden” devletler varken, Kürtlerinde bunlardan bir tane olması benim açımdan hiçbir anlam ifade etmemektedir. Yani anlayacağımız meselenin Kürtlerin bir devletinin olup olmaması açısından değil benim sorgulamalarımın özü. Hakka yakınlık ve yeryüzünde adaletin şahitliğini gereği gibi yapacak, zulmün her türlüsüne başkaldıracak, ister ırki, ister dinci despotizmden gelen tüm yanlışları telin edip, doğruyu kimden gelirse gelsin baş tacı yapıp onun uğruna canı vermekten endişe etmeyecek CHAVEZ’ler oluşturmaktır.
Konumuzu içeriğinden uzaklaştırmadan bazı farklı konuları ve anlayışları vurgulamaya çalıştık, ancak asıl vurgulamak istediğim kofüçyüsün da dediği gibi aramızda anlaştığımız ve birbirimizi anlamakta zorlanmadığımız bir işaret sistemimiz varken, bundan çok zarar gördük, onu bir başkasıyla çenç edelim diye bağırmaların çok da tutarlı olmadığını düşünüyorum. Bir toplumda yaşarken insani ve fıtri özelliklerimiz ne kadar korunmaktadır, insan olarak ne kadar değer görmekteyim, canım, malım, neslim ve geleceğim emniyet içinde mi diye bakmak gerekmez mi? Eğer bu yeni çıkarılacak anayasa ile bunlar bizi insan yerine koyuyor, vatandaşlık kimliği ile herkesi birinci sınıf vatandaş görüp azınlık statüsü vermiyorsa, bunun arkasında daha ne yapabiliriz gibi, bulanık suda balık yakalamayı hedefleyenler şunu iyi bilsinler ki, ne avlar ne de avcı olsa olsa avcıyı ava götürmeye çalışan bir bocunun görevini yaparlar. Bu toplumda ırki ne olursa olsun boculuk yapacak kadar asaletini yok sayan insanların olacağını düşünemiyorum.
Nazım’ın deyimiyle bu toplumda kardeş olarak yaşamanın tam zamanı ancak kardeşlik baskın rol üstlenmeden gerçekleşir, yaşamak:”Bir ağaç gibi tek ve hür, ve bir orman gibi kardeşçe yaşamak bu sevda bizim.”Bu sevdayı yaşamak isteyen tüm insanları etnik kökenlerine bakılmaksızın bu süreçte adam olmanın kitabını yazma da bir, ya bir kalem, ya bir söz, ya bir mürekkep kutusu ya da bir türkü olmaya davet ederken, savaş kahramanlıklarını ve kan hesaplarını yaparak mutluluğa ulaşamayacaklarını da özellikle bilmelerini istiyorum.
07.04.2013-15.20-17.00-
SOSYOLOG-EROL KEKEÇ

 

5 Nisan 2013 Cuma

AKİL-AKBİL(BENİM ÜLKEMİN KOYUNU FARKLI MELER)(!)


Son günlerde bayağı kafam karışmaya başladı, akil insanlar diye bir grup oluştu, hangi akla hizmet edeceklerini anlamış bile değilim. Anlamış olsaydım bunları satırlara aktarmayı düşünür müydüm? Ahmet Hakan şimdi yerinde duramıyor, acaba kiminle nasıl geyik yapabilirim diye, belki de geceleri uyuyamıyor. Nihat Doğan, benim ülkemin koyunları bile farklı meler derken, hakikaten doğru söylemiş, insanları bu kadar farklı ise, kim bilir koyunları ne kadar farklı değil mi?
Levent Kırca ortalıkta hiç görünmüyor, sanırım kahrından sabahlara kadar, kafayı çekiyordur. İlyas Salman Bağlamasını almış eline, yanık türküleri dinlendiriyor, öğrencilerinin karşısında edebiyat dersinde,”siz benim neler çektiğimi nerden bileceksiniz” arabeski, öyle bir halk diliyle söylüyor ki, anlatamam. Öyle sakin sakin ardından bir de şiir patlatıyor, siz anne ve babanızdan utanıyorsunuz değil mi, çocuklar bunlar benim anam ve babam, beni dünyaya getirdiler, akil insan olmam için, ama öyle bir günde yaşıyorum ki, bağlamam konuşuyor yerime, ben kafayı Çekiyorum onun yerine…
Reytingler alamadım, hep dürüstlük rollerini aldım, lakin dürüst yaşayamadığımdan kimsenin gözü beni görmedi, akil insanlar arasında kendimizi buluruz derken, bir de baktım Hülya abla benim yerim de, ben de aynanın karşısında soruyorum ona, ayna ayna söyle bana bu dünya da benden daha güzeli var mı diye… Ayna da dile gelmesin mi, ulan adam bu çirkinlikle ne soruyorsun, çirkin olduğunu tarih yazdı sen hiç mi tarih okumuyorsun.
İlyas salman şöyle dursun, Şener Şen oradan bağırmasın mı,”Ulen namuslu namussuzlar”hiç mi sizde benim bir dirhem hatırım yok, o kadar eğlendirm ki, davarolardan gelirem, hıyarolarla savaşırem, memleketin her yanından malumat alirem, ulan ben ağayim ha, ağanın lafının üstüne laf mı olur, akil arirseniz, önce bana soreceksiniz.Ulan…..diye Şener şen bir şaha kalkarsa görürüsünüz gününüzü.Acaba Recep İvedik bu ara nerelerde, Karaanbar kamyoncular derneğinde bir kuru fasulye yemek için mutlaka ringe çıkmıştır,yoksa etraftan böhhhhh diye böğürtülerini duyardık.Baaga bak oğlum,diye bir ses var sanki,kafamı attırmayıng ulan yoksa sizi süründürüm lang…
İmparator İbrahim Tatlıses,”Yalnızım dostlarım yalnızım, tutun ellerimden yoksa düşerim şimdi”diye iç âlemini kendi kendine mırıldanırken bir düşünün sene, ben bu ülkemin birliği ve dirliği için elimden geleni yaptım, hatta vekil olmaktan bile vazgeçtim, Şivan Perver’le Kuzey Irakta daha yakın zamanda birlikte kardeşlik mesajları verdik, ama demek akil baliğ çağına gelmemişiz ki,kimse bize danışma gereği duymadı.Ardından derdini anlatmak için mikrofonu eline almaz mı, bakın neler söyledi,”Tabip sen elleme benim yaramı,beni bu dertlere salanı bul getir.”Ne yapsın imparator,of çekerek türküsünü söylemeye devam…
Rahmetli merhum Cem karaca’ya sorsaydık şimdi sanırım bize şu şarkısıyla karşılık verirdi,”Bindik bir alamete gidiyok kıyamete”Merhum Ali Rıza Septioğlu sağ olsaydı şimdi, söyleyeceği ilk söz sanırım şu olurdu.”Sayın Başbakan! Senin yeminin bojuldu, tekrar yemin et, çünkü işten o kadar çok anlayan adamı akil diye atamışsın ki, ben bile şaştım kaldım.”Hülya kıjımızın hangi aklından yararlanmayı düşündünüz, buraşı Kocaman Türkiye cumhuriyeti Devleti, şiz sanırım bu işi, Acunun yetenek şizsiniz programı ile karıştırdınız demez miydi?
Sayın Demirel şimdi yerinde duramıyor, binan aleyh, bu adam ne yapmaya çalışıyor, ben 40 sene bu ülkede siyasette bulundum, böyle bir formül bulamadım da, bunlara Cebrail mi geliyor acaba, herkes bizden bir şey bekliyor, Rahmetli Necmettin olsaydı konuşurdum, şimdi beni kim anlar ki, vah benim bu kafam, şimdi kimse beni anlamıyor, o zamanda ben onu anlamadım. Bizim dönemde sorun morun yoktu, olsaydı elbet çözerdik, kalkmış konuşuyorlar” sanki bizim dönemde çözüm vardı da biz mi yapmadık…”Ombudsman olarak bana danışanlar, şimdi danışılmayacağına mı karar verdiler, neyse biz nice çözümler gördük, hepsini biliriz, dün dündür, bu gün bu gündür.
MERHUM ERBAKAN HOCA şu an da aramızda olsaydı acaba ne derdi, sizi gidi sizi, memleket sorunlarını çözmek için aradınız aradınız da bu zatı muhteremlerden başka kimseye ulaşamadınız mı? Bu muhteremlerden bazıları memleket işinden anlar da, bazılarının buradaki yerini ben anlamadım, Sayın Başbakan galiba devlet işini televizyonda program yapmaya benzetti demez miydi? Kardeşlik meselesi mühim bir meseledir, bu da ancak milli görüşle huzura ulaşır. Bunların çözüm diye yapmak istedikleri, öyle ki bizi çözümsüzlüğe götürüyor gibi geliyor bana… Herkesin çözümsüz dediği bir konuda, böyle bir trene bu kadar farklı vagonların takılmasının sebebi, çok mühimdir.”Çözümü güç olan bir konuda size danışılıyorsa, bazıları kendilerinin adam yerine konulduğunu sanabilirler, be hey ahmak adam şişme öyle, sorunun sırtına vurulacağı suçlu aranmaktadır…”Uyanık adamların felsefesi budur der. Yine televizyon ekranlarından o meşhur konuşmalarını herhalde yapmaya devam ederdi.
Rahmetli Sabancı sağ olsaydı, Ben Sayın Başbakanı yürekten kutluyorum, cesur adamlar karar verebilir, Başbakanımız cesur bir adamdır, bu meseleleri çözmek için çok çok çalışmıştır, göreceksiniz ki, huzur çalışanların istrahgahı olmuştur. İşte ben bu gün baktığımda böyle bir haritayı görüyorum, sabancı holding bundan sonraki çalışmalarını ülkenin her karış toprağına yayacaktır. Memleketimiz çok güzeldir, gençler çalışacaksınız çalışacaksınız her biriniz bir başbakan olacaksınız…
Merhum Alpaslan Türkeş sağ olsaydı,”ne sorunu ne çözümü, kim bunlar, ülke sorununu çözeceklermiş, bunlar önce ülkeyi sevsinler, milliyetin ne olduğunu anlasınlar da sonra ülkeyi tanısınlar. Biz siyasetle uğraşırken bu gençler siyasetin ne olduğunu bilmezlerdi, şimdi kalkmışlar, sorun tespit etmişler, onu da çözeceklermiş, hey çocuklar sorun sizsiniz, bu ülkede sorun yoktur, ben ne kadar Türksem bu ülkenin her tarafında bulunan her fert o kadar Türk olmak zorundadır. Türklükle alakalı bir sorunu varsa onu çözeceğiz onun yolu da”gölde bazı köpek balıkları var da bunları yakalayıp yok etmekte zorlanıyorsak, o balıkların yaşadığı gölü kurutursunuz sorun kalmaz. Başka türlü sorun morun diye bir şey yoktur. Herkes ayağını denk atsın, bizim kafamızı attırmayın, yoksa Egeden başlar Çin’den çıkarız, ortalığı kana boğarız o zaman sorunu da çözümü de görürsünüz demez miydi acaba….
Neyse fazla insanları konuşturmayalım isterseniz, çünkü herkes konuşmak istiyor da zaman sınırlı olduğundan ben söz hakkını ünlü filozof ve düşünür, Platon’a bırakıyorum:”Filozoflar yönetime gelmedikçe ya da yöneticiler filozof olmadıkça bir topluma asla mutluluk gelmeyecektir.”Ortak yaşamanın kurallarını belirleyecek insanlar, elit entellektuel insanlar olmalılar ki, sorunların kaynağını bulacak ve öneri sunacak kadar akıllarını kullanamayacak düzeyde, sadece maddi menfaatler hanesine bir kazanım katmak için çalışanlara bir toplumun geleceği ile ilgili ortak yaşam felsefesi bırakılmayacak kadar önemlidir”der.
Farabi’ye göre, toplum sorunları ve siyasetle ilgilenen insanlar adil bir yönetim ortaya koyacaklarsa, Peygamberlerin, filozofların ve bilim adamlarının erdemine sahip olmalıdır. Bu erdemlerden yoksun şarlatanlara bırakılacak bir toplumdaki yönetim,”Medine tül-Cühela”(cahiller yönetimi),halkta cahil insanlardan oluşur. Farabi’nin Medine tül Fazla’sında buluşmak umuduyla dikkat yol ayrımındayız diyorum. Bu bir yüzleşme belgesidir.
SOSYOLOG YAZAR-EROL KEKEÇ
 03.04.2013-20.00-21.55-Çengelköy/İST

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!