Bu Blogda Ara

11 Mart 2022 Cuma

KORUMA GÜDÜSÜ BİR TUZAK MI?

 Şu ana kadar hiçbir canlıya tuzak kurup onlar için hainlik düşünmedim, ancak sesine hayran kaldığım bülbüllerim hariç… Ben onlar için gecelere kadar uyumazdım sabah şafakta kalkıp onların güzel nağmeleriyle günüme güzellikler katardım. Kış gelince uçup giderler diye, onların arkasında duygusal acılar çekmemek için onları göndermek istemedim…

Yaz mevsiminin sonuna yaklaşmıştık, artık kuzeyden poyraz, güneyden garbi yavaş yavaş esmeye başlamış, pamuk kozalakları patlamış, tarla başlarında pamuk toplamak için gelen işçilerin gaz lambaları karanlıkta uzaktan yere düşmüş bir yıldız gibi görünmeye başladığında, gönlümden gidenler ve onun yerine gelecek olanlar beni yanlış yapmaya itiyor olabilir miydi acaba…

Okulların açılma günleri yaklaşmış, ben gidince bahçeyi terk edecek bülbüllerin nağmeleri bir daha yankılanabilir miydi kim bilir? İşte, o heyecan ve duygu yüklü gözkapaklarım açılmadan, sabah erkenden onları bir tuzakla yakalamak geliyordu içimden… Önce çok güzel bir kafes yaptım, bülbülün yavrularını yuvasından alıp kafesin içine koydum. Kafesi aradan ikiye böldüm ama etrafı tamamıyla açık ve yavruların ötüşü annenin her türlü riski göze almasına neden olacak durumda, kapağı açık bıraktım, sert bir yayla içeri girince hemen kapanacak durumdaydı. Yavruların ötüşü annenin tehlikeyi göze almasına sebep oldu ve sabah bir saat mücadele sonunda kafese girdi, tak diye kapı hemen kapandı ve ben amacıma ulaşmıştım. Sıra babaya geldi onu da yakalarsam bir yaz sonunda okula gitmeden üç yavru ve anne baba toplam beş tane bülbülüm olacaktı. Onların gitmesini hiç istemiyordum ama ben gidecektim, 15 tatilde ancak okulumdan gelecektim tam beş ay onlarla görüşemeyecektim.

Ben onları yok etmek için değil, çok sevdiğim için, güzel seslerini her daim duyabilmek adına onları bir kafese hapsedecek kadar gözlerimi karartmıştım. Rahmetli babamın çok ısrarlarına rağmen bunlara olan aşkımdan vazgeçmedim ve son yirmi günümü hep onlarla geçirdim. Ancak ötüşleri değişti, her gün sabah saatlerce süren ötüşleri üç beş dakikayı geçmez oldu ve çok sönük ve dertli ötüyorlardı. Onların derdi beni de sardı acaba bir şey mi olacak diye onlara daha bir sarıldım. Sabah erkenden kalkıyorum yemlerini sularını hazırlıyorum, onların yiyeceği çekirgeleri yakalıyorum kuşluk vakti ama yine de istediğim nağmeli ötüşleri yakalayamıyorum. Babam oğlum çok yazık bunları bırak tekrar gelirler demesine rağmen, içim el vermiyor bırakmayı, ama okula gideceğim için içimde de bir acı, bunlar ne olacak diye hep sorguluyorum.

Nihayet okulların açılmasına iki gün kalınca babam, oğlum sen buradayken kendi ellerinle bırak, yazın yine gelirler demesine rağmen bırakmak hiç işime gelmiyordu, ama onlara bir şey olmasından da çok korkuyordum ve içimi hüzün kaplamıştı. Babam bir söz aldı benden, oğlum bak bunlar acı çeker ve kötü olacak olursa ben onları bırakırım tamam mı anlaştık mı dedi, ben gönlüm razı olmasa da tamam dedim dillerimle, babam da hem benim gönlümün olmasını üzülmememi, ayrıca onlarında acı çekmemesini istiyordu. O da böylece istediğini elde etmiş oldu. Yani benim bülbüller benden iki üç gün sonra doğanın içine salıverilmiş ve herkes onların güzel ötüşlerini yeniden dinlemeye başlamışlar… Kışın geldiğimde Rahmetli babacığım, evladım o hayvanlar öleceklerdi, çok acı çekiyorlardı ben de onları bıraktım, sen de zaten onların ölmesini istemezdin diyerek durumu bana anlatmaya çalıştı.

Ben bülbülleri çok sevdiğim için, onlara bir zararın gelmesini önlemek ve uzaklara gittiklerinde başlarına bir şey gelmesin diye kafese koyarak onların tabiatını imha etmiştim farkında olmadan… İnsan bazen severek imha edebiliyor farkında değilken… Bülbüllerim özgürlüğüne kavuştuktan sonra ben onların güzel nağmelerini hep dinledim. Ama onları oraya hapsedip sürekli orada koruma altına alsaydım ötmeyi bile unutacaklardı sanıyorum…

Yaşadığımız hayatın içindeki koruma duvarları bazen öyle acı veriyor ki, onları anlayıncaya kadar acılar acıları doğuruyor, sonrasında çözümü olmayan karanlıklarla karşılaşmak hayatımızın kanunu olup çıkıyor… Anne ve babalar benim bülbülleri korumamdan daha katı çocuklarını koruma altına alırlar ve onları bir kafeste büyütürler, kafesin dışına çıktıklarında yok olacaklarını sanırlar, onun için çocuklar 30’lu yaşlara gelinceye kadar hala kendi başlarına bir şey yapamazlar. Hep arkalarında onlara yol gösterecek anne ve babalarını gözlerler. İyi niyet ve sevgiyle başlayan koruma güdüsü, farkında olmadan koruduklarımızın yeteneklerinin yok olmasına ve ölümle yüz yüze gelip imha olmalarına sebep olabiliyor.

Doğal yaşamın kanunu insan yaşamında da aynen gözlenebilecek bir yaşam biçimi olmasına rağmen, bizler doğayla hayatımızı o kadar birbirinden ayırmışız ki, kendimize ait farklı yapay suni doğalar oluşturduk. Bu yapay doğalarımızda oluşturacağımız her tür yaşam biçimi, doğamızla alakası olmayan bir yaşam olup çıkıyor karşımıza, ama bizler hala doğal ortamımızda var olduğumuzu sanıp kendimizi avutma derdindeyiz.

Her canlı kendi doğal ortamın doğasıyla olduğu zaman yetilerini en güzel ortaya çıkarıyor, âmâ kendimiz oluşturduğumuz ortamların doğasında insanları yaşatıp, yeteneklerini ortaya çıkarmasını beklediğimiz müddetçe yetenekleri imha etmeye devam edeceğiz. Nesillerimizi kurban etmemek için, sevgimizin yerini aklımız almak zorundadır. Sevgi duygularımızın bir ürünüdür. Duygular gerçeklikle karşılaştığı zaman kendisinin olmasını isteyebilir, ancak aklımızı akılcı kullanmaktan kaçınmayalım ki, doğal yaşamı zulme çevirmeyelim.

Bizim babalarımız sorumsuz değillerdi, bizleri serbest bırakırlardı ancak bu serbestlik onların denetiminden çıktığımız anlamına gelmezdi. Bizim gönlümüzün olduğu davranışları ortaya koymamızı isterlerdi. Oysa biz çocuklarımızın doğallığını yok ederek onların ortaya koyacağı davranışların rotasını biz belirliyoruz ondan sonra sen özgürsün kendi davranışlarını kendin yapıyorsun diyerek sorumluluğu da onlara yükleyerek, kendi isteklerimizin olmasını arzuluyoruz ya da neden bizim dediklerimizin olmadığını sorguluyoruz. Bu tavırlarımız onların doğal ortamlarını yok ederek bir kafes içinde özgürce davranmalarını bekleyerek onların neden kötü gidiş ortaya koyduklarını anlatarak şikâyet etme hakkımızın olmadığına inanıyorum.

Benim babam benim babalığımdan daha iyi bir babalık yaptığına inanıyorum on tane çocuğu nasıl yetiştireceğini çok iyi biliyordu. Bir gariban köylü olduğu halde 8 tane çocuğunu uzak diyarlarda okutacak kadar da hayata yabancı olmayan onlardan bir şeyler öğrenmeye çalışan bir babaydı. Oysa bizler çocuklarımızın bizlere bir şey öğreteceğini bırakın, onların bizim belirlediğimiz alan dışında öğreneceklerinin doğrulukla yakından uzaktan alakası olmayacağını düşünerek onlara hiç değer vermeyiz. Bunların arkasındaki temel etmen tamamıyla koruma güdüsünün bizleri doğrudan yanlışa yönlendirmesi olduğu muhakkaktır. Bu süreç devam ettiği müddetçe ya onları ölündürüp işe yaramaz hale getireceğiz, ya da elimizden kaçıracağız bir daha bize dönmek istemeyen, bulundukları coğrafyayı terk eden göçmen kuşlara benzeteceğiz.

Koruma güdüsü, yanlışlar ağının içindeki bir yuva gibi görülmelidir. Bu yuvanın doğru olma ihtimali çok az ama yanlış olma olasılığı çok yüksektir. Ondan dolayı kendi yaptığımız kafeslere hapsettiğimiz gençlerimizi o kafeslerden çıkaracak cesareti ortaya koymazsak, öyle bir gün gelecek ki, o kuşların kafesinin yanına yaklaşma cesaretimiz kalmayacaktır.

Kafeslerin kapılarını açalım nesillerimizi kendi doğal ortamlarında yaşayarak kendi ötüşleriyle doğaya renk katan bülbüller gibi hayatın içinde onları dinleyerek kendimizden geçelim ve onların eylemlerine bir değer verelim ki, ötüşleri daha güzel olan bülbüller gibi bunların da mücadele aşklarının devamını sağlayalım…

Çocukluğumda kurduğum o tuzakları bir daha kurmamak için yeminim vardı ama gençlerimizi aynı tuzaklara koyduğumuzu görünce, hep tuzak kuran ve kurduğu tuzak içinde bir yaşamı öğütleyen cani olarak kendimi tanımlamak geliyor içimden…”Bir İnsanı öldüren bütün insanlığı öldürmüş gibidir.” Öldürmek sadece biyolojik olarak düşünülmesin, ruhen ölüm, bedenen ölümden daha etkilidir. Ruhen ölenlerin bedenen canlılığının hiçbir anlamı yoktur uzayda yer kaplaması dışında…

Gençlerimizin kendi vatanlarından uzaklaşmak istemeleri bir kafese konulan bülbülden hiç de farklı olmadığına inanıyorum. Kafesin dışında istediğiniz bir yaşam varken, kafesin içi sınırları ve doğal olamayan ötüşlerle bülbülün öttüğünü iddia ettiğimiz bir yer olduğu belli, buranın o bülbüle çekici olması nasıl ki mümkün değilse, vatanlarının bir kafes gibi ruhlarını daralttığı gençlerimiz için de vatan çekiciliğini kaybetmeye başlamıştır. Bu ruhen daralmaya neden olan anlayış, davranış ve düşünceler değişmediği sürece bu ötüşlere hasret kalacağımız toprakları, vatan olarak bağrımıza basacağımız unutulmamalıdır.

Her yetenek mesleğinde kendi becerisini ortaya koymak ister. Bu becerilerin belli kalıplara sokularak o kalıplardan çıkması istenmemelidir. Şayet yetenekler belli kalıplardan çıkarılması gereken fabrika ürünü gibi görülmek isteniyorsa, orada hayat fabrikasyon olmaya çok yakın demektir. Son günlerde doktorların sürekli başka ülkelere göç etmesi de böyle bir kafes mantığından doğan sonuçlar olduğuna inanıyorum. Mesleki doyum olmadığı zaman sizin vereceğiniz parasal karşılıklar bir anlam ifade etmeyebilir. Onun içindir ki, insanların yeteneklerini en iyi şekilde rahatça insanlık yararına kullandıkları ortamlar oluşturmak gerekir. Bu, doğal tabii ortamları yaygınlaştırmakla alakalıdır.” İşiniz eğlenceniz olsun…”anlayışı içinde bir doğal yaşam alanı oluşturamıyorsak, yaptığımız ve inşa edeceğimiz her yer bir kafes hükmündedir. Kafeslerden nağmeli seven çekici ötüşler bekleyemezsiniz. Orada birbirini yiyecek duruma gelmiş olanlarla karşılaşırsınız.

Hayatımızı bir kafeste geçirmemizi isteyenler bilerek böyle bir kafese koymadıklarını sanabilirler, benim bülbülleri korumak için onları hapsettiğim gibi, ancak onları ölümle yüz yüze bıraktığımı görünce büyük bir ihanet içinde olduğumu fark ettim. Aslında koruma güdüsüyle yola çıkan ben, bir canlıyı imha edecekken bilge rahmetli babamın beni uyandırmasıyla hatamı fark edip kendime geldim… Hata insan içindir, hatayı görmek ve ondan dönüş yapmak insan olmaktır. Rabbim, nesillerimizi imha etmeden kendimize gelmeyi ve hatalarımızı görüp basiretle ondan uzaklaşıp doğruya yönelip hakikati yaşayanlardan eylesin bizleri… Göçmen kuşların transit geçiş güzergâhı olmasın diye onlara dokunmadığımız gibi, nesillerimizin transit geçiş güzergâhı olmasını istemiyorsak, vatanımızı herkesin yeteneklerinin büyük ekranlarda görüntülendiği bir sinema perdesi haline getirip renklendirelim… Yoksa renksizlik hayatımızın belirleyeni olacak…

Koruma güdüsüyle imha ettiklerimizi, doğal yaşam alanlarında, işiniz eğlenceniz olsun düsturuna göre yaşayacakları doğal ortamlara taşımak olmalı görevimiz…

Selam ve dualarımla,

Erol KEKEÇ/11.03.2022/01.20

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!