Günümüzün tüm yaşam aksiyonları neredeyse
görülenler üzerine oluşturulan ve geliştirilen değerlerden oluşmaktadır. Ondan
dolayıdır ki, pozitif olanlar daima baskın konumda algılanır oldu.Ör.İletişim
kurarken daha çok görülen, bilinen kazanımlarla iletişimi daha güçlü kılmak
mümkün. Ancak metafizik ve ideal olanlar üzerine ortaya koyacağınız düşünsel
birikimleriniz bir anlam ifade etmemektedir. Parası olan birine gösterilen
tevazu saygı ile ilim sahibi birine gösterilen ilgi alaka ve saygının
derecesini anlamak istediğinizde, genellikle parası olanın her olumsuzluğa rağmen
daha çok saygınlık elde ettiğini görürsünüz. Hoca Nasreddin,boşuna dememiş “ye
kürküm ye” diye…Bunlar bize insanlığın düşünsel birikim dağarcıklarının neye
göre biçimlendiğini anlamamız için sanıyorum ki belli ipuçları vermeye yetiyor.
Alt yapıdan mı geliyor diye sürekli
günlük hayatta iş ortamlarında çokça kullanılan ifade, bir hayatın aslında tüm
koordinatlarını açıklar. Alt yapı sağlamsa toplum kokuşmaz, pislik olmaz, yaşam
alanlarınız daha nezih ve devamlı olur. Üst katları çıkabilmeniz için alt
katların çok sağlam olması gerekir. Bir binanın yapımına en üstten başlanarak
alta doğru yapıldığına şahit olan sanıyorum yoktur. Temeliniz sağlam ise
yükselecek hayatınız daha dengeli sağlıklı ve sürekliliği olan yaşamlar olur.
Bunu dikkate alan toplumların bugün bütün bir kürenin yönetiminde söz sahibi
olduklarını görmekteyiz. Ancak geçmişi çok parlak olan ve olağanüstü ilmi fikri
ve idealist yaşamların konuşulduğu tartışıldığı toplumlara baktığımızda,
onların bu çabalarının bugün kendi toplumlarına bir fayda dokundurduğunu
göremiyoruz. Ancak alt yapıya önem veren ekonomik olarak gelişimini tamamlamış
olanların bu değerleri sahiplendiğini rahatlıkla söyleyebilirim. Demek ki, alt
yapı tüm birikimlerin ve çabaların kendisiyle karşılık bulduğu bir hayat
düzeneğiymiş. Bu düzeneğin doğru çalıştırıldığı ve hassasiyetle korunduğu
ortamlardaki halklar daha mutlu gelir düzeyleri yüksek, normatif değerler en
üst seviyeden yaşanıyor, ancak üst yapıdan başlamak için günlerini gün
edenlerin bu çabalarının, kendi mirasına sahip çıkanlar arasında neredeyse hiç
görülmeyecek düzeyde yok olduğuna şahit olmaktayız. Bugün, İbn-i
Haldun’un,Farabi’nin,İbni Sina’nın ve daha birçok düşünürün kendi
toplumlarından çok batı dünyasında karşılığının olmasına nasıl bakacağız. Batı toplumları
bizlerle kıyaslanmayacak düzeyde biyolojik yaşamın devam etmesinin
gerekliliğini sağladıkları için, bize ait olanları da bizden daha ciddi
sahiplendiklerini görürüz. Ancak batı bunları daha çok kendi değer sistemi
içinde eriterek içselleştirmiştir. Oysa biz onların tüm değerlerini onların
felsefi bakışıyla alıp sadece tüketen kobayları olmanın ötesine gidemedik.
Batının bu kadar rahat olmasının
arkasındaki temel dinamiğin yaşamın görüntülendiği ekranın doğru
konumlandırılmasıyla ilişkili olduğunu düşünmekteyim. Siz nasıl bir düzenek
kurarsanız ortaya çıkacak yaşam o düzeneğin iç yapısıyla bütünleşerek varlık
gösterecektir. Bugün geldiğimiz noktada neredeyse bütün bir insanlık, yaşamın
devam etmesi için doğrudan gerekli olan ihtiyaç maddelerine yönelmektedir.
Çünkü yaşamı devam ettiren zorunlu ihtiyaç malzemelerini sağlayamazsanız üst
basamaklara çıkamazsınız. İhtiyaçlar hiyerarşisine göre yeni bir dünya
kuruluyor. Bu kurulum bayağı sancılı geçecek gibi. Çünkü yeni bir
konumlandırmaya doğru hızlı bir geçiş yaşanıyor. Çok değerli olduğuna
inandığınız ve yıllardır uğruna mücadele ettiğiniz entelektüel birikimlerin
yaşamda karşılığı olmadığını görmek ve o süreci sil baştan yaşamın ikinci
üçüncü basamağına alarak yeni bir yaşam hiyerarşisi oluşturmaya kalkmak, sizin
hem zihin hem de biyolojik metabolizmanızın sarsılmasına neden olabilir. Ancak
bu süreçte o birikimlerinizi de koruyarak yaşamak istiyorsanız böyle bir
değişimi yapmak zorundasınız. Yoksa gelecek sizlerin bu yeryüzünde hiç
yaşamadan gelip gitmiş varlığı ile yokluğu bilinmeden tarih sayfalarına
girmeniz anlamına gelir.
Sosyologlar, kültür ve yaşam tarzları
hakkında bilgi edinirken yaptıkları araştırmalarda toplumların kültürlerinin
onların bulunduğu iklim bölge ve yeryüzünden bağımsız olmadığını o ortama göre
bir kültür ortaya çıkardıklarını görürler. Bu bulgulara sahip olmak aslında
yaşam hakkında yapılacak bilimsel öngörülerin yapılmasını da kolaylaştırmış
olmasına rağmen, bu öngörüleri yapacak cesaret ortaya çıkmadığından sadece kümülatif
bir bilgi olarak hayatta karşılık bulmaktadır. Bu bilgiler yaşam alanında
yapılacak olan planlamalara pek katkı sunmaz, onun içindir ki, özellikle
sosyologlar araştırma yaparken araştırma bulgularını algılanır duruma
getirirp,öngörüden yoksun bir rapor ortaya koyarlarsa sorunların bertaraf
edilmesine katkı sunamazlar.Sosyologlar,bir radyolog gibi çalışmak zorundadır.
Böyle bir çalışma sonraki uzmanların doğru planlamalar yapmalarına ve onların
önünü aydınlatmada ışık olur. Böyle olması, fotoğrafı çekip o fotoğrafın hangi
şartlarda hangi ışık ortamında kaç dereceyle ne tarafa kaydırılması halinde
böyle bir görüntüye sahip olacağını açıklaması kolaylaşır. Tüm bunlar bilimsel
verilerden yararlanarak yapılan öngörüler olmalıdır. Doğruluktan uzak yaşamda karşılığı
olmayan iddia ötesine geçmemiş hipotezlerden yola çıkarak kuru kuruya yapılan
iddiaları bilimsel öngörü gibi sunmaktan kurtulmak gerekir. Bunlar dikkate
alındığında, toplumsal yaşama katılacak her bir değer, o toplumun doğal yaşam
kodlarına uygun frekanslardan yayın yapmasına sebep olur. Bu durum toplumu
güçlü kılar ve tarihe not düşülecek bir yaşamı sonrakilere miras bırakmasını
sağlar.
Gördüğüm lüzum üzerine böyle bir
makaleyi yazmam gerektiğine inandım. Ekonomik yaşamı, aslandan korkup kaçan yaban
eşekleri gibi gören anlayışlar toplumlarını tamamıyla sırtlanların
parçalamasına uygun hale getirmelerinden dolayı bu anlayışın yeniden gözden
geçirilmesinin gerekliliğini anlamak zorundayız. Dünyadan uzak kalırsak ahireti
kazanırız diyen anlayışlar hem dünyayı hem ahiretlerini kaybeder duruma
geldiler. Dünyası olmayanın ahireti asla olamaz. Dünyadan kastım, yaşamın
huzurlu bir şekilde amacına gitmesi için o hayatı var kılan ihtiyaçların tamamı
alt yapıdır. Bu alt yapıdan yoksun olanlar altyapıyı doğru kuranların esiri
olurlar. Emperyalizm neden var ve neden hep sömürür, kendi yaşam kodlarını hep
güç ekseninde şekillendirdiği için bunları gerçekleştirir. Bizim gibi toplumlar
ise bunların belirlediği yönde bir duruş oluşturmaya çalışır. Bu durum aslında
duruşta değildir, çünkü duruşun dinamikleri sizin kendinize ait olması gerekir,
oysa bizim durum bizim dışımızdan gönderilen uyarıcılara tepki koymak gibidir.
Bu bir duruş değil olsa olsa zorunlu uyaranlar arasından seçenek belirlemedir.
İşte Ekonomik güç olmamış olanlar hep seçenekler arasından birini seçmek
zorunda kalırken, alt yapısı sağlam olan ve üst yapıyı da buna göre
şekillendirmiş olanlar, sizlere seçenek sunarlar ve hangisini seçmeniz
gerektiğine dair de sizlerin tercihlerini belirlemeye çalışırlar. Çünkü binanın
temelinin nasıl olduğunu çok iyi bilirler, bizler ise hep üst katları gözümüze
kestirdik ve yukarılarda yaşama hayalleri kurarken altımızdaki toprakta nelerin
olduğunu ve bulunduğumuz binanın ayakta kalması için temelinde nelerin olmadığını
bilmeyiz. Ondan dolayıdır ki hep tedirgin ve ürkek yaşayarak acaba ne zaman
hangi şartlarda piyasa allak bullak olacak gibi endişe ve kaygıları yaşarız. Tüm
bunları bertaraf ederek daralan nefeslerimizi doğanın temiz bol oksijenli
havasına açmak istiyorsak, ayakları olmayan birine nasıl hızlı koşması ve
rakiplerini yenmesi için koşunun gerekliliğini ve önemini anlatmaktan
vazgeçelim ve önce onun koşabilecek duruma gelmesini sağlayacak koşulları
oluşturalım. Bizim gibi toplumlarda ekonomi olmazsa olmaz ancak hayatın devamı
için olmazsa olmaz değil, kendisi olamamış kendisini tanımlamak için yanına ek
sıradan bir özellik alarak onunla varlığını ortaya koymak zorunda olanların
varlığını tanımlamaya yarayan çok kirli pis ve necis bir kimliktir. Ancak bu
değerler kendisi olmuş toplumlarda hayatı korumak için bir kalkan yolda
kalmışların imdadına yetişen bir havari, mazlumları korumak ve kollamak için
bir sığınak ve yeryüzünde Allah’ın kullarının seçeneklerini sadece Allah’a
yönelten, onların önüne kurulan barikatları devirmek için bir buldozer olmaya
yaracak ve gözyaşıyla toprakları sulatmayacak düzeyde erdemli olursa anlamlı
yaşamın kollarında can vermeye her fert bir aday olur. Aksi taktirde, altyapı
olmanın ötesinde dünyanın başımıza bütün gücüyle çökmesi gibi bir ağırlığın
altında kendimizi yeriz.
Hakikaten, alt yapıyı alt yapı
olmanın ötesinde algılamayan ve bütün bir binanın temelinde olması gereken en
önemli unsur olduğunu bilerek yola çıkan kullardan eylesin Rabbim bizleri…
Kendisi olamamışlar alt yapıyı
giyinerek sahneye çıktığında bir anlam kazandığını sanır,Kendsi olanlar ise,
alt yapı üzerine herkesin gönlünde taht kuran bir cazibe merkezi olan yaşam
armağan ederler. Alt yapı onları tanımlamaz, onlar alt yapının nasıl ve
nerelerde kullanımının gerekliliğini çok iyi tanımlarlar dolayısıyla alt yapı
onların elinde bir değer bulur ve anlam kazanır.Sanıyorum,Marks’ın anlatmaya
çalıştığı alt yapıda bu olsa gerek…Marks’ın Proleter sınıfın kurtuluşunu
anlatırken iş olsun diye bunu söylemiş olduğunu düşünmüyorum…Alt yapıya önem
vermeyen ve onu doğru kullanmayanların toplumsal yaşam sürekliliğinden söz
etmekte çok zordur. Yani ekonomisi olmayanlar hep yem olmuştur. Ekonomik güç sahipleri
kendi dışında kalanları her zaman ve her ortamda kullanmayı başarmışlardır.
Gelin yeni bir dünyanın oluşumunda söz sahibi olalım bunun için itibarlarını
kazanmak için alt yapıyı tarumar edenleri değil, alt yapıyı doğru adil kullanan
ve elin kiri gibi gören ama mutlaka olmazsa olmaz gören ve onun için toplumsal
mekanizmayı bunun üzerine oturtmaya çalışan yeni bakış açılarına sahip aydınlar
yetiştirelim…Yoksa dünyamızın kararmasına çok zaman kalmadı bunu anlayalım…
Son olarak,fizlojik güdüler doğru ve
sağlıklı doyurulmadan hiçbir sosyal güdünün yaşaması mümkün değildir. Alt yapı
fizyolojik güdülere karşılık gelir, üst yapı da sosyal güdülere karşılık gelir.
Bunu böyle bilip doğru ve anlamlı yaşayanlara ne mutlu…
Selam saygı muhabbet ve dualarımla…
Erol KEKEÇ/21.05.2021/09.04