Yaşamak ile yaşamamak arasında bir çizgide seyrediyorsa yaşamınız yaşamıyorsunuz demektir. Duyguların, hayallerin umutların koparıldığı bir gece karanlığını solumak zorunda hissediyorsanız kendinizi, kendi ölüm fermanınızı onaylamışsınız demektir.
Ölüm fermanı çıkmış ancak katlanmak
zorunda kaldığınız hayatların yıkılan enkazı altında can çekişirken bu halinizi
bir yaşam olarak tanımlıyorsanız, hiç yaşamamışsınız demek ki! Yaşamak bir
nehrin akışı gibi her gün farklı yerlerde farklı zamanlarda doğaya ve canlıya
hayat katarak yol almaktır. Aktığınız yerdeki denizler göller ve okyanuslar
sizden bir damla aldıkları için kendi içinde dalgalanarak şaha kalkar. Ancak
sizin yaşamınız saha kalkan dalgaları oluşturmuyorsa, ne zaman yaşadığınızı ve
bu yaşamınızın fotoğrafını çekeceğiniz zamanınız olmamış o zaman…
Toplumsal değer yargıları arasında
son nefesi verirken ah çekerek geride bıraktığınız günlere veda ederken
hayıflanmanın bir anlamı olmayacağı için, özgür yaşamların taşıyacağı
tuğlalardan kurulan evlerin içinde geçireceğiniz anlar olsun yaşamınız…Bu yaşamlar,
insana kimsenin armağan edemeyeceği kadar değerli ve kutsal dokunuşlardan
oluşan bir nefes gibidir. Bu nefesi hissetmiyorsanız yaşamınızda, var mısınız
yok musunuz onu da sorgulamanıza gerek yoktur. Var olmadan, yokluk kapısından
içeriye girdiğinizden, hep yokluk içinde varlığı yaşadığınızı sanırsınız.
Sevginiz yok, hayalleriniz yok,
umutlarınız kayıp, saygı demir atmış uzaklara; çılgınlıklar, arzular, ihtiraslar,
kendini kanıtlama çırpınışları, yaşamın ortasına kurulan surlar ve karşılıklı aktaracağınız
sevgi pıtırcıkları zakkum ağacının kuruyan yaprakları gibi boğazınıza tıkanıyorsa,
hala yaşadığınızı mı sanırsınız?
Yaşamak bir oluştur. Bir andan başka
bir ana geçiş ve geçerken de yeni bir iklime yelken açmaktır. Yelkenleriniz
kapanmış nefesiniz daralmış ve akan bir suyun aktığı ve gittiği her yer yere
varmadan azala azala yol aldığını, arkta suyun kaybolduğunu ve torağın onu yuttuğunu
görürseniz, suyun varlığının kaybolduğuna kendi gözlerinizle şahit olursunuz…Su
akan hareketli bir özelliğe sahipken gittiği her yerden aşınarak yol almak
istediği için kayboluyorsa, insan aşınmayı bırak karanlık bir gecenin içinde
her şeyini kaybedip imha sürecinde, yaşadığını sanıyorsa bu, onun yaşamdan
hiçbir şey anlamadığının göstergesidir. Yaşam, yaratılmışlar evreninde kimseyi
kırmadan yaşayalım cümlesinden çok mu çok daha önemli ve anlamlı bir tavır
gerektirir. Başkalarının mutluluğunu bozmayalım diye, çırpınan her varlık kendi
mutsuzluğunu devamlı kılarak, yaşamdan yaşamamaya geçiş yolunu mesken tutar. Ne
o tarafa ne bu tarafa ait olur. Mutsuzluk tam böylesi yaşamlara kement atar.
Mutsuzluğun kement attığı yaşamın kollarında şu kısacık ömrü noktalamak
istemeyenlere naçizane küçük bir uyarım olur…Her gün bir başka atmosferi solumuyorsanız,
aktığınız geceler gündüze kavuşmuyorsa, tekrarlanan bir alışkanlığa dönüşmüşse
yaşamınız, sahiden yaşıyor muyum diye kendinize bunu sormanızın zamanı çoktan
geçmiştir…
Evrende değişmeyen tek şey değişmenin
kendisidir. Yaratıcı her an yaratma halindedir. Yaratıcının kainattaki bu
dinamizminin göstergesi yaşamların anlamlı ve sürekliliği olan bir akışın
içinde yer almasıdır. Standart ve her gün tekrarı olan eylemler, sürekli
yaratma halinde olan bir varlığın yarattığı evrenin yapısıyla varlık
uyumsuzluğu yaşar. Mutlak varlık ile mümkünü varlıkların varlık uyuşmazlığına
dayan bir yaşam atmosferinin aktif özgür ve sevgi dolu varlıkları olduğunu
sanmamız tam bir düzmecedir.
İnsanlık evrenindeki yaratıkların nerdeyse
tamamı bu evrenin karanlıklara gömülmesini sağlayan, ışıkları alınmış tüm
enerji kaynakları patlamış bir görüntü olduğunu fark edemedikleri bir
karanlığın girdabında can çekişir olmuştur. Bu karanlık ve canlılığı kaybolmaya
yakın, hayat sanılan bu alışkanlıklar, kutsanarak herkesin onun önünde secdeye
kapandığı mutlak varlığa dönüştüğü bir zamanda insan denen varlık kendi
varlığını kendisi imha etmeyi bir görev edinmiştir.
Denizlere karışarak şaha kalkan dalgalarla
yeni ve daha güçlü etkiler oluşturmak değilse yaşamanın hedefi, yok olmuşsun
demektir. Yok olan bir varlığın tekrarlara dayanan alışkanlıklarını tekrarlıyor
olmasının ona mutluluk getirmesini anlayan var mı bilmiyorum…Şahsen ben
tekrarlanan alışkanlıklarının kurbanı olmuş yaşamımdan hiç tat almadığım gibi,
bundan kaynaklı mutlulukta hiç kapımı çalmadı.
Zihniniz, duygularınız, hayalleriniz,
eylemleriniz, geceniz, gündüzünüz, uykunuz uyanıklığınız hatta rüyalarınız bile
sürekli yenilenip, farklı bir oluş içinde yer almıyorsa, mutlak varlığın kendi
ruhundan üfleyerek mümkünü varlık kıldığı bu insanın tüm anlam dinamikleri
anlam kaymasına dönüşerek ciddi bir yaşam erozyonuna uğramış demektir.
Bu yaşamın, yaşam olarak beyin tahtamıza
kaydedilmesi için, oraya kaydedilecek bir değerde olması lazım. Mutlak varlığın
yarattığı bir değerin değersiz ve anlamsız uğraşlarla tekrarlara dayanan alışkanlıklarla
doldurulması, yaratılış gerçekliğinin gayesi dışında harcanması olur. Yaratılış
gerçekliğinin kendi yaratılış atmosferindeki koşullar içinde esen bir rüzgâra
dönüşerek, insanı uygun zemine taşıyarak çimlenmesi için kendi atmosferimizi
kendimiz yeniden ve ivedilikle konumlandırmak zorundayız. Alışkanlıklarımızın
kurbanı olan karanlıklarımızı yaşam diye tekrarlamaktan kurtularak, yeni
umutlara ve geleceklere yelken açmamız için bugün bir kalkış hamlesinin
adımlarını doğru atma dönemindeyiz. Bu hamleler bizi yaşamla tanıştıracağı için
mutlu olmanın kodlarını doğru koordinatlarda aramamız ciddiyet ister.
İnsan, sen kendini ne sanırsın, sen
olsan da olur olmasan da âmâ mutlak varlık olmazsa olmaz…O halde mutlak
varlığın her an yaratma halinde olduğunun idrakinde olarak kendi yerimizi ve
duruşumuzu kendimiz belirleyelim ki yaşadığımız hayat bir yaşam olsun…
Selam ve muhabbetle, yaşayanlara
selam olsun yaşadığını sananları rabbim yaşamın idrakine erdirsin…Kalın
sağlıcakla…
Bahadır Hataylı/05.02.2023/13.35/Sancaktepe/İST