Yeni Dünyanın oluşum dinamikleri, biyolojik hazlar üzerine oturmaktadır. Biyolojik hazları duygusal canlılar boyutunda alan ve aklın duyguların gerisinde kaldığı, hatta aklın yaşam üzerinde karar vermede hayatın dışına çıkarılacağı, günlerin arifesinde yaşar oldu insanlık. Bu sürecin başlaması için belli bir zaman dilimine ihtiyaç olmayabilir. Çünkü yaşamda zamanın karşılığının olmadığı günlerin kâbusu çöktü insanlık üzerine…
Bütün bir insanlık, üç buçuk soysuz küresel
cinayet şebekesinin ellerinde kıyma makinesinde kıyılırken, insan kendi yaşamı
üzerinde oynanan bu oyunları ve gelecek yaşamı planlayanların amaçlarının, hala
insanlık için faydalı üretim yapacağını ve gelecek daha güzel olacak diyerek, görmeyen gözlerinin karanlık gölgesinde anlamsız bir varlığa dönüşürken, bu
rahatlığını anlamakta zorlanıyorum…
Felaket tellallığını ve komplo
teorilerini oldum olası hiç sevmem, ancak yaşamın içinden elde ettiğim
verilerle yaşamın karanlık yüzünü görme cesaretini görmek istemeyenleri de
gerçek mermilerle nasıl imha ettiklerini göstermekten ve söylemekten de hep haz
almışımdır. Ondan dolayıdır ki, insanlık üzerinde tasarlanmış ve pratize
edilmeye başlanan bu yeni dünya cehenneminin koordinatlarının nerede başlayıp
nerede bitmeyeceğini ortaya koymak bir insanlık görevi ve onuru olduğuna
inanıyorum. O onurumu korumak için bunları açıkça deklare etmekten asla
çekinmiyorum ve sakınmıyorum.
Küresel kriz dalgaları diye bütün bir
evrenimizi karatmaya çalışanların amacı, doğal atmosferin yaşamı karşılamada
yetersiz kaldığını anlatarak, kendilerinin bir kurtarıcı olduğunu söyleyerek,
insanlığı yok oluşa götüren bir Tağut zümresi dünyayı kuşatmaya gitmektir.
Bunda başarılı olabilirler mi bilmiyorum ama insanlığın bu hale inanmalarını
sağladıkları muhakkak. Bir planı uygulamak için öncelikle, planı
uygulayacağınız evrende o planın gerçek bir oluşum olduğuna insanları ikna
etmeniz gerekir. Bu da fazlasıyla gerçekleşti. Tek kurtuluşun batı dünyasında
devam eden bir yaşamın parçası olmak gerektiği tüm beyinlere kazıldı. Üçüncü
dünya ve Ortadoğu toplumlarına bir göz attığımızda, neredeyse gençlikten
olgunluğa kadar herkes kurtuluşu batıya bir adım atmakta görüyor. Kendi
topraklarında ölüm kan göz yaşı ve bu kaderin değişmesinin imkansızlığına ikna
olup, mücadeleden el etek çekerek, rahat bir ortamı bulmak için, deniz aşırı
çıktıkları göçmen yolculuğunda can veriyorlar. Bu kabullenilmiş çaresizliğin
insanlığı imha etme sürecindeki rollerini herkes rahatlıkla görebiliyor. Acaba
neden genellikle doğu ve Afrika toplumları böyle bir cehennemin yanan odunları
olarak kullanılıyor. Bunu kimse sorgulamayacak mı? İnsan, insan olarak
varlığını sürdürebilmek için, hazlardan kurulmuş yeni dünyanın kendileri için
bir kurtuluş olduğuna nasıl inanır.
Birkaç yıl önce gerçekleştirilen
Dünya ekonomi zirvesinde dünyanın nasıl dizayn edileceği açıkça o toplantıya
katılan yöneticilere deklare edildiğini biliyoruz. Dünyayı ciddi bir kıtlığın
beklediği ve dünya nüfusunun giderek çok arttığı ve eldeki imkanlarla dünyanın bu
kadar nüfusu kaldıramayacağı, onun içinde bu nüfusu çeşitli yollarla meşru
zeminler oluşturarak yok etmenin planları açıklanmıştı. Bu zirveye katılan tüm
yöneticiler, dünyanın yeni oluşumunu bilmelerine rağmen, kendi halklarına bu
planı anlatmadılar ve sürekli toplumlarını korkutarak onları yönetme yoluna
gittiler. Dünyadaki tüm yöneticileri göz önüne aldığımız zaman, bizim ülkemiz
yine diğerlerine göre çok şanslıydı. Çünkü yeni oluşumla doku uyuşmazlığı
yaşayan bir yöneticimiz vardı. Dünya beşten büyüktür vurgusu her ne kadar
pratikte çok anlam ifade etmese de bir algı açısından kendi toplumumuzda ve
bize bakarak etkilenen toplumlarda çok ciddi etkiler bıraktığı bilinmektedir.
Buna rağmen toplum olarak bu korku senaryosu içinde yerimizi alabiliyorsak,
dünya insanlığının ne hale geldiğini düşünmek bile istemiyorum. Bugün gençlik
ciddi bir beyin travması ve akıl tutulmasının karanlık dehlizlerinde
çırpınırken, hala kurtuluşa çıkacağını sanır duruma geldi. Gençlik üzerinde
ciddi bir araştırma yapılsa bu söylediklerimi herkes yakından görecektir. Gençlik
kendi bulundukları ülke yönetimlerinin kritiğini yaparken, temellendirilmiş
bilgilerle bilinçli ve aydınlatıcı kritikler yapmadığını görmekteyiz. Çünkü
Gençlik yeni dünya içinde bir yer alırken beynini ve aklını ipotek vererek, duyguların yönlendirmesiyle uyaranlara tepki gösterir duruma geldi. Belki ülke
gerçekliğini ele alırken kendi yerel dinamikleri ve dünyada var olmanın temel
koşullarını dikkate alarak ciddi bir entelektüel donanımdan sonra kritize
etseler hem ülkemize hem de önceki kuşaklara bir kıvılcım olabilirler. Ancak
durum çok farklı kulvarlara kaydı. Küresel uyaranlar sosyal paylaşım ağları ile
tek tip insanlık oluşturmayı başardığı için, ülkemiz gençliği de tepkilerini
tamamıyla bu uyaranlara göre oluşturmaktadır. Bu uyaranların temel özelliği ise
haz ve duyguların yaşama egemen olmasını isteyen uyaranlar olmasıdır. Batı
zaten bu anlamda yaşamı haz hız ve tüketim denklemine göre oluşturduğu için,
evrensel insani değerlerin imha edilmesinde büyük çaba harcamaktadır. Yeryüzüne
egemen olmaya çalışan Dünya Küresel Tağutları,” Yaratıcıya rağmen Yaratıcıdan
bağımsız bir yaşamı ihya etme derdindeler.” Böylesi bir yaşamın kodları da
düşünebilme melekelerini yaşamın dışına bırakarak, tamamıyla duygularıyla
yaşayan akla ihtiyacı olmayan, kendini yönlendiren uyaranlara göre yaşamayı en
mutlu yaşam olarak gören bir sürü oluşturmaktır. Bu vurgularımın doruluğunu
anlamak için net üzerinden sosyal paylaşım ağlarında insanların ne tür
paylaşımlarla görülmek ve kendini kanıtlamak istediği paylaşımlarına bakmanız sanıyorum
yeterli olur. İnsanlık faydasına olabilecek paylaşımlar birkaç tane olurken,
haz ve duygulara dayanan paylaşımlar neredeyse insanlığın genel bir yaşam tarzı
olarak karşımıza çıkmaktadır.
Kâinattaki doğal kaynaklara, var
olanlar ve henüz kullanılmayanlar olarak baktığımız zaman yaşayan tüm
canlıların yaşamını devam ettirecek kadar bol olmasına rağmen, bu kaynakların
tükendiğini ve yok olmayla yüz yüze olduğu anlatılarak insanlık endişe ve kaygı
tedirginliğine hızla taşınıyor. Amaç ise yönetimi kolay, ne verilirse onu tüketecek,
geviş getirme dışında başka bir şey düşünmeyen ve kendi melekelerini yok etmiş
bir nesneye dönüşmüş yeni bir canlı inşa etmektir. Bakar mısınız şurada yaşam
daha güzel ben oraya gidersem daha mutlu ve rahat yaşayacağım demek,
başkalarının senin yaşamına mutluluk getireceğini söylemekten başka nedir ki!
Oysa düşünen varlık insan, bulunduğu ortamı kendi aklı ve yaratılış gayesine
uygun bir hale getirmesi gerekmez mi? İnsanın bu özelliği insandan alınarak,
bir iskelet haline gelmiş canlı, kendisindeki kaportayla insana benziyor gibi
görülse de insani donanımları imha olunca farklı bir yaratığa dönüyor. Bu yeni
yaşam, hayvani bir yaşam olarak ta adlandırılamaz, çünkü hayvani yaşamda
hayvanlar yaratılış kodlarına ve hedefine uygun yaşamaktadır. İnsanın, insani
hedefi yok edilerek hayvansal bir yaşamın içine taşınması onun hayvanlaşması
değil, işe yaramayan yeni bir varlık oluşturulma çabasıdır. İnsanı böyle bir
karanlığa taşıyarak ona nasıl bir mutluluk ve huzur getirebilirsiniz, bunu kimse
anlamak istemiyor.İnsanın,dünyanın yeni düzeni içinde anlamsız bir
varlık oluşturulmaya doğru hızla yol aldığı dönemde, eski dünyanın insanları olarak,
insan olarak yaşamımızı devam ettirmemiz, yeni dünyanın oluşturacağı ortamdan
çok üstün ve değerli olduğunu anlamak zorundayız. Tüm çırpınışlarımız ne
olduğunu bilmediğimiz bir karanlığa, aydınlığa koşar gibi koşarak gitmemizin
bizi tüketen bir süreç olduğunu gösterebilmektir.
Şunu açık yüreklilikle söylemek
gerekiyor. Dünyanın bu gidişatı içinde bizim yaptığımız yanlış, bu güçler arasında
bulunarak, dünyanın gidişatına çomak sokmak. Oysa bu gidişatın içinden ona
çomak sokmak onun gidişatını pek etkilemeyecektir. RTE, çeşitli ortamlarda
dünyanın emperyalist güçlerine karşı tepkilerini açıkça ortaya koymasına
rağmen, sistemin işleyişini çok etkilediği söylenemez. Bunun en önemli
sebepleri arasında da ülkemiz sivil toplum kuruluşlarının olduğu muhakkak. Biz
maddi göstergeler açısından ülke olarak çok ileri gitmiş olmamıza rağmen manevi
değerler, ahlak ve eğitim yönünle aynı başarıyı elde edemedik diyordu RTE. Bu
sözler iç hesaplaşma açısından bakıldığında doğru ifadeler, ancak bu değişimin
doğru yapılabilmesi için imkanların sunulduğu ve her türlü koşullarının
karşılandığı sivil toplum kuruluşları açısından baktığımızda koca bir fiyasko
olduğunu görmekteyiz. Özellikle muhafazakâr dindar olduğu söylenen sivil toplum
kuruluşları, genç nesillerin küresel şebekelerin ağlarında basit sıradan yeni
bir varlık olarak anılacak nesneye dönüştürülmesinde çok büyük katkı ve çabaları
olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü STK’lar sadece kendileri zenginleşti maddi
kazanımlarıyla anılır oldu, bunların bu hastalıklı yapılarını gören gençler
mutluluğu başka alanlarda arayarak bu kurumların söylemlerine itibar etmez
oldular. Ey sorumluluk sahibi insan olduğunu dillendiren varlıklar, bu hal bizi
tükenişin içine taşıdı. Bu yoldan dönülmeden, bu akıntının içinde yeni dünyanın
kuşatmasıyla başa çıkamayız. Akıntının aktığı yöne doğru akmak ve o yönde bir
kayıkta yolculuk yaptığımızı sanmak bizi kurtarmayacaktır. Ayakta kalmanın tek
şartı akıntının tersi yönde kürek çekmektir.
Biz toplum olarak, dünyanın bulunduğu
yerden dönmesine katkı sunacak potansiyele sahip bir toplumuz. Bu donanımlar
bilgi bilinç ve sorumluluk olarak bizlerde fazlasıyla var. Ancak dünyalık haz
duygularımız bize bu sorumlulukları unutturmuş olabilir.600 yıl dünyaya
hükmeden bir ecdadın torunlarıyız övünmeleriyle kendimizi bu akıntıdan dışarı
çıkaramayız. Ancak bu kadar zaman dünyaya hükmeden bir ecdadın bilinçli duyarlı
ve sorumlu torunları olarak hareket edersek, ülkemizden başlayarak dünyanın
götürülmek istenen yönüne fren olabiliriz. Yönetimin başında olan kişi
sorumluluğun kendisinde olmasından dolayı bizim eleştiri evrenimizde fazlasıyla
yer alıyor. Ancak RTE’nin dünyanın en ücra köşelerine kadar destek ve ikmal
çalışmalarını gördüğümüzde bir kişinin bizi kurtaracağını sanarak, tüm
günahlarımızı o insanın sırtına vurarak cennet hayali kurarsak, cehennem
kapılarını bize açmış bekliyor olacak. Toplumsal uyaran ve kıvılcımları
oluşturmak liderin işi, ama bu kıvılcımları geniş kitlelere taşıyarak yaşanılır
bir gelenek oluşturmak sivil kuruluşların ve bu işe gönül koymuş olanların
işidir. Ey destekçiler, köstek olmaktan çıkıp hakikaten, hakikate şahitlik
ettiğimiz gün, dünyanın üzerindeki bu kâbusun dağılmasında bir kıvılcım
olacağız. Ben ülkemizin tüm insanlarını bu sürecin içinde yer almaya
çağırıyorum…
Dünya Tağutlarını telin edip onları
imha etmenin karargâhı olmak için, her bireyimizi hazın pençesinden kurtulup sorumluluğun
zirvesinde olması için, aklın dümenine ve kalbin hissettiği bir yaşama
çağırıyorum…İşte o gün bizim diriliş günümüz ve dünyanın karanlıklarına çomak
sokacağımız gün olacaktır. O gün omuz omza yürüyen cefakâr yiğitler ile
birlikte buluşmak ümidiyle selam ve muhabbetlerimle kalın sağlıcakla…
Erol KEKEÇ/14.01.2023/15.27/Namazgah
-Üsküdar/İST