“Şüphesiz ki yetimlerin mallarını zulümle yiyen kimseler, ancak karınlarına ateş dolduruyorlar. Ve onlar alevleri dehşet saçan ateşe gireceklerdir.” 4/Nisâ 10
“Melekler, nefislerine zulmedenlerin canını aldığında:
“Nerede idiniz/hangi saftaydınız?” derler. Derler ki: “Biz yeryüzünde
(müşriklerin safında yer almak zorunda olan, çaresiz) mustazaflardık.”
(Melekler:) “Allah’ın arzı geniş değil miydi? Hicret etseydiniz ya!” derler.
Bunların barınağı cehennemdir. Ne kötü bir yataktır o!”4/Nisâ 97
Zulüm dendiği zaman herkesin aklına, geçmiş kavimlerin Firavunları
Nemrutları Karunları HAMANLARI, Belamları, Ebu Cehilleri, Ebu Süfyanları,
Haccacları gelir. İlahlaştırılmamış sevgi ve hayranlık duyulmayan bu zalimleri
konuşmak onlarla kendimizi avutmak çok kolay, çünkü bize bir bedel ödetmiyor
hem konuşarak rahatlıyorsunuz hem de kendinizce çok büyük işler yaptığınıza
inanıyorsunuz. Ancak zulüm ve zalimin bir dönemin şahsiyetleriyle alakalı bir durum
olmadığı her dönemde var olan ve olabilecek hastalıklar olduğu ve bu hastalıkların
döllenme barınma ve büyüme koşulları bilinse insanlar zulüm altında bu kadar
inlemez ve yaşamları zehir olmaz. Zalime zalim demenin en zor olduğu yer ve zaman,
aynı dönemde ve aynı yeri paylaştığınız zalimler olur. Onların korku yayması ve
sizi sindirmesi onların hastalıklarını söyleyecek insanlık tabiplerini de
korkutur. Aslında bu tabipler, yaratanın dışında onlara kimsenin bir şey
yapamayacağını bilseler en rahat o salgın hastalık virüsü taşıyan zalimlerden
başlarlar tedaviye…Ama onların tedavisine kimse cesaret edemediği için zulüm
hastalığı her gün yayılarak kökleşmeye başlar. Bu virüslerin çoğalmasıyla
birlikte bu virüsü taşıyan bünyeler birbirlerini korur ve kollarlar. Çünkü her
biri geleceğin en üst noktadaki zalimi olmayı hedeflediğinden sıranın kendisine
gelmesini gözlemeye başlar. Zulmü savunan bir canavara dönüşür. Her geçen gün
yaptıklarını fark eder dönebilir duygularıyla yaklaşsanız da bunlar sürekli
zulme yaklaşarak zulmün merkezinde olmayı hedeflerler.
Tarihte zalimler daha çok insanların bedensel yapılarına acı
çektirmekle bilinirdi, ancak günümüzde zulmün boyutları çok çeşitlilik kazandı.
İnsanların ruhi yaşamlarından fiziksel ortamlarına biyolojik yapıları
nesillerinin geleceği, toplumdan tecrit edilerek yalnızlaştırılması, imkânların
kısıtlanması, sosyal duyarsızlık, yanlış anlama ve algılama çabaları yani her yönüyle
insan kuşatıldı. Hatta doğal yaşam alanı da bu zulümlerden payına düşeni
alıyor. İnsan dışındaki diğer canlıların yaşamları da güvenliğini kaybetti. Bu
zulümlerin yaygınlık kazanmasıyla, zulümler kendini meşrulaştıracak yol ve yöntemeler
de edindi. Hatta zalimler zulmettikleri insanların yönlendirilmesiyle,
zalimlerin trenleri duraksız bir yolculuğa dönüştü. Bu zulümleri zulüm olarak
görmeyen ancak zalimlerin zulmü altında inim inim inleyenler, zalimlere mutlu
son ve sağlıklı yaşam temennilerinde bulunur kıvama getirildi. Böylesi ortamlarda,
zalimler zalimliklerini çok iyi kamufle etmeyi bilirler ve kurtarıcı kimliği
kazanırlar.
Son üç yıl içinde küresel ölçekte yaygınlık kazanan zulüm
bunun en açık örneğidir. Zalimler zalim olduklarını söyleyerek insanlığı dize getirmedi,
kurtarıcı olduklarını, insanlığın rahat yaşayacağı bir evren oluşturmaya
çalıştıklarını söyleyerek dünyanın farklı coğrafyalarında yaşayanların onayını
aldılar. Bu onay insanların kendi ölüm fermanlarını imzalamasıyla sürekli hale geldi.
Zalimlerin zulmünün yadırganmadan herkes tarafından içselleştirilmesi
insanlığın sonunun yaklaştığının da habercisidir. İnsan kendi ölümünü
isteyenleri koruyor onlara yaşama alanı oluşturmada bir araç gibi fonksiyon oluşturuyorsa,
Kâinatın mutlak sahibi Allah’ın gazabına sebep olur. Allah iyiliklerin
yaygınlaşmasını ve insanların zulümden uzak adaletle yaşamalarını ister. Ancak
bunu doğrudan kendisi yapmaz, insanlara verdiği iradeyle bu ortamın oluşmasını
arzular. İnsanlar bu iradeyi doğru yerde kullanmaz ve yeryüzünü yaşanmaz bir
cehenneme dönüştürdüğü zaman yaratıcının gazabını arzular hale gelir. Böylesi
ortamlar çağımızın gün geçtikçe kararan evrenimize, zulmün olumsuz katkıları
olduğunu bilelim.
Küresel zalimlerin haydutlukları dünyanın tüm kaynaklarını
har vurup harman savurmaya götürdü onları. Bugün Bill Gates yaptığı hinliklerle,
insanlığı düşünüyor gibi dünyanın koordinatlarının yerini değiştirerek,
insanlığı büyük bir bunalıma götürme hevesinde. Tabi ki tek başına bu işi yapan
kişi değil, onunla birlikte o işin asıl organizatörleri var, Bill Gates oradaki
sunum ekibinin başı. Doğmamış ve henüz evrende varlık nutfesi olmayan canlıların,
yeryüzündeki haklarını horca kullanarak insanlığın geleceğini karanlığa gömmeye
çalışıyorlar. Küresel ölçekten bölgesel, Ulusal ve Yerel düzeye indirgediğimiz
zaman zulüm almış başını gidiyor. Bu da gösteriyor ki,2020 yılı itibariyle
başlayan çağ zulüm ve zalimlerin yarıştığı çağ olarak adlandırılması gerekir.
Ne uzay Çağı ne Dijital çağ, tamamıyla adaletsizliklerin yeryüzünü kuşattığı karanlık
bir süreci yaşamaktayız. Ülkemiz için bu karanlık her geçen gün koyu karanlığa
dönüşerek bizi nefes alamaz duruma getirmektedir.
Bir ülkenin gelir kalemleri insanlardan alınan vergilerden oluşuyorsa,
o ülkenin yöneticileri istediği gibi bu vergileri harcıyor ve harcamada sınır
tanımıyor itibarını israfıyla ölçüyorsa öyle bir ülkenin ayakta kalması mümkün değildir,
toplumların yaşama ve iktidarların varlığını devam ettirdiği yasalara göre…Ancak
ayakta duruyorsa bunun için halk eziliyor demektir. Halk ezildiğini anladığı an
ezen gaddar iktidarların varlığını koruması mümkün değildir. Ancak ideolojik
körlük ve inanç bağnazlıkları ile yöneticilerini özdeşleştirenler sömürülmeye mahkûm
olurlar. Hiçbir yönetici adaletinin dışında başka bir özelliği ile toplumsal
itibar, albeni ve cazibe oluşturamaz. Ancak ilkel ruhlu henüz beyin duvarları
tecavüz virüslerinden arınmamış olanlar, sömürülme miadını doldurmazlar.
Yaşam alanımızda öyle bir fırtına var ki, bu fırtınanın
hayata nasıl dokunduğunu ve insanları ne kadar imha ettiğini, Beyinleri
tecavüzcülerine âşık olmuşların çıkardığı gürültülerden, görmek neredeyse imkânsız
gibi… Çünkü yöneticilere inanca dayanan bir elbise giydirilmiş, oysa kralın
üzerinde elbise olmadığı apaçık ortada olmasına rağmen ülküleştirilmiş ve
ayrıca bu ülküleştirilen yöneticilere olağan üstü görevler atfedilerek
kurtarıcılık kimliği taktim edilmişse, böylesi toplumların yok olması kaçınılmaz
bir son olur. Yetimlerin doğmamış günahsız çocukların haklarını kullanarak,
kendi çıkar ve menfaatlerini korumak ve şakşakçılarının alkışlama seanslarını
devamlı kılmak isteyenler, şunu bilsin ki gidenler alkışlanarak uğurlanmayacaktır.
Alkışlar ve duyduklarıyla doğru ve yanlış arasındaki farkı ayır ettiğini
sananlar kimsenin gelecek bekasının garantisi olmayacaktır. Fani olanların
kendi bekalarını düşünerek yaşarken, insanlara cehennemi yaşatacak ortamlar sunması,
adaletsizliğin en açık tanımıdır. Adaletsizlik sözlerle tanımlanmadığı gibi adalette,
cafcaflı ifadelerle anlatılamaz. Adalet sizin insanlara sunduğunuz yaşamın
koordinatlarında ortaya çıkar. Bu koordinatların yeri değiştirilmişse, ortaya
çıkacak yaşamın adı zulüm olur. Zulmün her yönüyle apaçık kılcal damarlarımıza
kadar yerleştirilmek istendiği bir ortamda bu acıların verdiği hazımsızlıkları
gündem yaparak acının normal olmadığını ifade edip insanların aydınlık bir
ortama çağrılması en doğal hakkımız olur. İnsanların bu doğal haykırışlarına
tahammülleri olmayanların kendi gölgelerinden sakındıkları bir yerde, adaletin
gölgesinde yaşamasını bekleyemezsiniz. Adalet herkesin içine nüfuz eder, eğer
içinizde sizi yakan bir damar yoksa, yaşanılan bu karanlıklar vicdanınıza dokunmuyor,
hala Hindistan’daki Hindular gibi, inek yerine insanları kurban ediyorsanız,
sizin ortaya koydunuz leş yaşamlara vahşi hayvanlar bile dönüp bakmayacak
demektir.
Vergiler, çarptıkça çarpanlardan alınmayacak onların daha
rahat yaşaması için sürekli vergi muafiyeti çıkaracaksınız, kiraladıkları kamu
mallarının kira bedellerini ödemedikleri halde onları koruma duvarları içine
alacaksınız ama gariban halkı yırtıcı çarkların arasına yem olarak atacaksanız;
bu ancak zulmün ayak sesleridir. Kim zalimse ve bu zalimliklerini devamlı
kılmaktan zevk alıyor, insanların acısına alaylı bakarak onlara yüksekten
bağırarak azarlıyorsa, rabbim böylesi anlayışları ayette anlattığı gibi taktim
ettiği mekânda ağırlasın…
Evine ekmek götürmekten aciz düşen insanlardan alınan vergilerle,
kendilerine rahat yaşayacakları saraylar inşa edip oradan Ömer’in adaletini ve
koyun hikayesini anlatarak rahatlayacaklarını düşünüyorlarsa, size bir
hatırlatmam olsun rahatlamayacaksınız yetimlerin elleri hep üstünüzde olur. Yaşamda
porsiyon bulamayanlara porsiyon küçültme tavsiyeleri yapacak kadar insanların
yaşamından habersiz olanlar, milleti ile aralarına haşin duvarlar örmüş olanlardır.
Allah’a inandığını söyleyenler Zulme sesiz kalıp, zulmü dillendirenlere ise tepkiniz,
inancınız sizi kurtarmayacaktır…” Size ne oluyor ki, rabbimiz katından bir
yardımcı gönder diyen, zalim bir ortamda yaşayan ezilen kadınlar
çocuklar ve yaşlılar uğruna kalkıp haykırmıyor ve mücadele etmiyorsunuz, İman
edenler Allah için çabalar ve mücadele eder, iman etmeyenler ise Tağut için
mücadele eder…”Bu ayetler şunlar için indi onlara geldi gibi kıytırıktan
savunma yapacak olanlar şunu biliniz ki, Allah’ın ayetleri evrensel ve herkes
içindir.
Ey iman ettiğini sanan, beyin duvarları tecavüzcülerinin spermleri
ile kuşatılmış, zulmün döllenme nöbetinde sesleri kısılmış yavrulama döneminde
hakikati umutla bekleyen, karanlıkları aydınlık diye bizlere dikta eden zavallı
taşıyıcılar, şunu biliniz ki Allah’ın tayin ettiği vakit hızlanarak
gelmektedir. Hiçbir güç Allah’ın taktir ettiği günün önüne geçemeyecektir. Ve son
durak ateş istasyonudur, herkesin haberi olsun en başta kendi nefsime
sesleniyorum…
Fazla uzatmak istemiyorum idrak edenlere hitap eden bu makale,
duyarlı yürekleri hayata katması umuduyla selam muhabbet ve iyilik dileklerimle
kalın sağlıcakla…
Rabbimin beyanı ile noktalıyorum, en güzel söz onun sözüdür,
onun üzerine başka bir söz yoktur…
“Şüphesiz ki yetimlerin mallarını zulümle yiyen kimseler,
ancak karınlarına ateş dolduruyorlar. Ve onlar alevleri dehşet saçan ateşe
gireceklerdir.” 4/Nisâ 10
“Melekler, nefislerine zulmedenlerin canını aldığında:
“Nerede idiniz/hangi saftaydınız?” derler. Derler ki: “Biz yeryüzünde
(müşriklerin safında yer almak zorunda olan, çaresiz) mustazaflardık.”
(Melekler:) “Allah’ın arzı geniş değil miydi? Hicret etseydiniz ya!” derler.
Bunların barınağı cehennemdir. Ne kötü bir yataktır o!”4/Nisâ 97
Erol KEKEÇ/20.07.2023/Namazgah/İST