Kutsalların hayata müdahale ettiği görülmez, ancak kutsallara ihtiyaç hâsıl olunca kutsalların arkasına sığınarak insanlar korkularını dağıtmak isterler. Ay tutulduğu zaman gecenin karanlığında çok silah sıkılırdı, ayın önüne geçmiş olan karanlıkları dağıtmak için… Aslında bu, karanlıkları dağıtma eylemi değil, insanlar eskiden korkularının tutsağı olduğu için, silah sesleriyle kendi korkularını yenmeye çalışırlardı. Ne yazık ki, günümüzde de insanlar korkunun esiri olup yok olacaklarını düşündükleri zaman, hemen kutsalların arkasına gizlenerek korktuklarının başlarına gelmesini istemezler.
Manevi kutsallar, insanların en
korkulu yaşamlarının tek kurtarıcısı ve koruyucusu olarak bilinir. Çünkü
göremedikleri ve üstesinden gelemeyecekleri korkuların bu tarz manevi güçlerin
yardımıyla giderildiğine inanılır. Ondan dolayı da kutsallar hayatın içinde bir
anlam ifade etmezken; hayatın, rutinin dışına çıktığı an, akıl değil, kutsallar
devreye girer ve hemen görünmez güçlerden yardım beklenir. Kuraklık
dönemlerinde yağmur dualarına çıkılır, kıtlık dönemlerinde farklı yakarışlar
olur, yangın fırtına ve depremlerde de yine kutsallara yönelir insanlar.
Teşbihte hata olmaz derdi büyüklerimiz, ben de buradan yola çıkarak bu durumu,
atasını hiç saymayan çocukların sıkıştıkları ve zor duruma düştüklerinde anne
ve babasının yanına gelmesi ama normal zamanlarda onların adını bile anmak
istememesi nasıl ki büyük bir ahlaksızlık ise, bu durumda ondan farklı
değildir.
Kutsallar hayatın içindeki itibar ve
saygınlığına göre anlam ifade der. Hayatın hiçbir noktasına dâhil olmayan
itibarı yerlerde sürünen kutsallar, zor anlarda kurtarıcı olarak hatırlanması
insanın ne kadar alçaklaştığının göstergesidir. İnsanlar arası ilişkilerde
rutin yaşam içinde hatırlanmayan ve hatırlansa da onun içeriğinin hayatlarda
bir karşılık bulmadığı kutsallar, en zor anlardaki korkuları dağıtmak için
medet umulan bir kurtarıcı olarak hatırlanıyorsa, bu durum insanın
soysuzlaşmasıyla alakalıdır.
Her toplumun kendi yaşam dinamikleri
doğrultusunda kutsallar oluşturduğu ya da ilahi olarak kutsalların hayata
müdahale ettiği inanışlarının olduğunu herkes görebilir. Bu kutsalların işlevi
ve önemi de kutsala yüklenilen anlam kadardır. Eğer kutsalları siz
oluşturmuşsanız onları normal hayatın akışı içinde de çok önemli bir yerde
tutuyorsunuz ancak kutsallar ilahi bir değer olarak geldiğine inanılarak kabul
edilmiş ise, o zaman hayatınıza müdahil olması önemli değil, olsa da olur
olmasa da olur şeklinde görülmektedir. Yani
insanın kendi yarattığı kutsallar, her zaman insan için önemli bir yere sahip
olmuştur. Ancak bunların koruyuculuğuna inanılmasa da onları korumakla insan
kendisini sorumlu görür. Yani kendi yarattığı kutsalı hayatında her zaman ilk
sırada yer alır. Bayrak, vatan, Devlet gibi kutsallar insanların kendilerinin
yarattığı kutsallardır. Bunlar her ortamda korunması gerektiğine inanılır ama
bu kutsallar insanı gelen korkulardan uzaklaştırma gibi bir özelliğe sahip
değildir. Oysa insanın yaşamına yön verdiğine inanılan manevi kutsallar ise,
daima hayatı takviye eden bir güç ve insan için koruyucu bir kalkan olarak görülür.
Ondan dolayıdır ki, o güçlerin önünde eğilerek yardım destek ve koruma
isteklerinde bulunulur.
Bu açıklamalardan sonra şu soruyu
sormak hakkım olmalı diye düşünüyorum. Bu manevi kutsalların hayatta bu kadar
değişim ve dönüşümler yapacağına inanılıyorsa, neden hayat debdebesiyle devam
ederken bu kutsallar hayatın dışında nadasa bırakılır, âmâ başımıza bir musibet
geldiği ya da korkuların tüm hayatımızı kuşatacağı endişesine maruz
kalındığında hatırlanır? Bunu en iyi ifade edecek olan bir geçmişteki bir sözü
hatırlıyorum. “Onların doları varsa bizim de Allah’ımız var” Sözü tam da
böylesi bir psikolojin dille ifadesi olduğunu düşünüyorum. Kutsalların kullanım
kılavuzu yoktur, hayata uygulama rehberi vardır. Oysa bizler bir aleti
kullanmadan önce onun kullanım kılavuzunu okuyarak kendimize göre bir şeyler
yapmaya çalışırız. Ama uygulama rehberinde durum farklıdır. Kutsallar sizin
için bir hayat programı belirler bu programa göre yaşadığınız zaman ilerde
karşılaşacağınız korku endişe ve kaygıların olmayacağını ya da oluşmasına
fırsat oluşmayacağını söyler. Ancak insan bunu kendisinin bir hiç olduğunu fark
ettiği an anlar ki, iş işten geçmiş olur. Kutsalların hayatınıza katacağı bir
değer, o zaman kalmamış olur.
Kutsalları kaybettiklerini alenen
görenler, ya da gelecek tehlikeye karşı kendisinin bu tehlikeleri atlatacağını
düşünmeyenler genellikle kutsalların manevi desteğiyle buradan çıkacaklarına
inanırlar. Onun için de her gün kutsallar dillendirilir. Ve kutsallara
inananların, bu kutsallar karşısında dilleri tutulur. Söyleyecekleri varsa onu
da tehir ederler. Uygun adım yerinde say komutuyla sömürülmenin yeni başlangıcı
için sözleşmeyi imzalamış olurlar.
Çılgınca bir yaşam sürenler
ellerindekini kaybettiklerinde sabrın şükrün ve gariplerin hakkını gözetmenin
ne kadar iyi olduğunu anlatmasının nasıl ki bir anlamı yoksa kutsalların
hayatta bir karşılığın olmadığı ama korkular bacayı sardığı zaman her gün
onunla konuşmak ve onun güzelliklerini anlatmakta hayata bir katkı
yapmayacaktır. Vakit varken ve tren kalkmadan insan elindeki kıymetleri iyi tanımalıdır
ki, hayatta yerini iyi kavrayabilsin…
Toplumsal algı olarak kutsal
yaratmaya elverişli toplumlar, bu kutsalların daha çok ruhlarla ilişkide
olduklarına inanarak onların ruhuna tapmalarına rağmen, yaratanın gönderdiğini de bir kutsal
kabul edebilirler ancak o kutsal, insanların kendi elleri ile yarattığı
kutsallar kadar hayatta karşılığı olmaz. Kahramanlar çıkarırlar ve bu
kahramanların hala yaşadıklarını düşünerek, günlük yaşamdaki hesaplarını o
kahramanlarına verebilirler. Çünkü o kutsal, insanın yarattığı kutsal olduğu
için çok önemlidir. Ama yaratan, kutsal olarak hayata bu kadar müdahil olmaz,
üstelik onun yerine insan kendi hayatının programını kendisi yapar. Tüm buna
rağmen kutsalla karşılaşmayacakmış gibi bir yaşam sürer. Ama korkular bacayı
sardığı zaman sabah akşam ondan medet umulur her yerde ismi zikredilir, ondan
gelene eyvallah denir ama tüm bunlar içi boş sözlerden öteye gitmez.
Bu hayatı bağışlayan, semayı donatan,
gece yolculuğu için yıldızlarla önümüzü aydınlatan, güneşi her gün hiç şaşmadan
doğuran, yağmuru yağdıran rüzgârı var den bu güç, rutin hayatta bir yere sahip
olmazken, rutini kaybetme endişesi oluştuğu zaman mı hatırlanmaya başlanır. Böylesi
ortamlarda insanlar başlarına gelecek gazabın önemini ve şiddetini
kavrayamadıkları için uyanıp kendilerine gelmeyi düşünmezler. “Biz de Musa ve Harun’un
Rabbine iman ettik, şimdi mi? Dalgalar arasında kalıp su sizi yutmaya başladığı
zaman mı aklınıza geldi, biz sizi hakikati görecek ve kavrayacak kadar
yaşatmadık mı? Buna rağmen bu korkular karşısında sizlerin bu çırpınışlarının
anlamlı olacağını sanıyorsanız sadece kendinizi alçaltırsınız.
İnsanlar kendi elleriyle yarattıkları
kutsalların yerine, yaratanı kutsal olarak koymadıkları sürece, elleriyle
yarattıkları kutsallarının sayısını arttıracaklardır. Yaratılan kutsallar
artığı sürece, insanlar korku bataklığından ve endişe dolu karanlıklardan
aydınlığa çıkamayacaklardır. Allah eğer kutsal bir varlık olarak yegâne güç ve
kuvvet sahibi aziz ve intikam olduğuna inanılsa, insanı zorda kaldığı zaman ona
yöneltmez. Her an onun gölgesinde yaşadığını ve şah damarından kendisine yakın
olduğunu bilir. Yanlışlar hayatına kement atamaz. Yanlışların hayatın her
noktasına bir mayın koyduğu yerde Yaratan hayatınızın hiçbir noktasında size
hükmetmez iken, neden zorda kalındığında müracaat edilen yer o olur?
Yaratıcının hayatımıza müdahale
etmesini istiyorsanız, hesabı ona verecek olarak yaşayacaksınız. Hesabı başka
birine verecek gibi yaşayıp, darda kalındığı zaman ne olur, olsun o kadar yemek
yedik ama çok savurduk 100 ödeyecekken hesap 1000 geldi diyenlerden hiç farklı
olamazsınız, bir anda insanın basitleşerek küçülmesine mi, kendisini söz sahibi
sanan bu varlığın hiçbir sözünün anlam ifade etmediğini görmesine mi, her şeyin
kendisine ait olduğunu düşünürken neyi var neyi yok hepsinin elinden çıkmasına
karşı koyamamasına mı, nereden bakarsanız bakınız anlamsızlıklardan bir rapor
karşınıza çıkar.
Yaratan Allah’ın insanlara yardımı,
yaratıcının yeryüzündeki hakkını verdiğiniz zaman olur. Yaratıcının hakkını
gasp edenlerin Allah’tan yardım isteyecek ne yüzleri, ne avuç açacak elleri, ne
de konuşacak dilleri olacaktır. Yaratanın hakkı, onun yarattığı, kendi
ihtiyaçlarını karşılayamayan ya da karşılamakta çaresiz kalanları gözetmek ve
onları en güzel şekilde ağırlamak ve uğurlamaktır. Bunları yapamayanların hayatlarına
hükmedecek bir kutsal aramalarına gerek yoktur. Onlar kendi yarattıkları
kutsallarının önünde hamuta dursunlar…
Siz, siz olun büyüklenme kulesinden
megafonla büyüklük taslayıp, sonrasında hayatın içinde kum tanecikleri gibi
rüzgârda savrulan, âmâ yok olmayla karşı karşıya kalınca el avuç açarak
kendinizi çukura atmayın…
Karanlıkları reva görenler,
karanlıklarda kalmayı arzulayanlardır. Karanlık yanı yoksa hayatınızın
karanlıklardan tedirginlik duymazsınız. Herkesi yaşarken değerli görenler,
yaratanın yeryüzünde hakkını koruyanlardır. Bunlar her dönemde yaratanın
kutsallığını idrak ederek yaşayanlardır. İdrak yoksunu olanlardan beri olmak
ümidiyle, kutsal yaratanların değil, kutsalın buruğunu yaşayanlardan olmak
ümidiyle, karanlıklara kutsalı kalkan yapmadan, kutsalın gölgesinde yaşamayı
murat ettiğin ortamlara bizleri eriştir Allah’ım…
Selam muhabbet
Ve dualarımla…
Bahadır Hataylı/29.03.2022/00.54
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder