Son günlerde ülkemiz siyasetinde alınan kararlar ve yaşanan gelişmeler, hem toplumun farklı kesimlerinde hem de uluslararası arenada yankı uyandırmıştır. Bu gelişmeler, bölgedeki stratejik dengeleri etkileyecek ve ülkenin iç siyasetinde derin etkiler bırakabilecek potansiyele sahip olması nedeniyle geniş bir tartışma ortamı oluşturmuştur. Abdullah Öcalan’ın serbest bırakılması, mecliste konuşturulması ve siyaset yolunun açılması gibi çağrıların yapılması, özellikle Devlet Bahçeli’nin bu konuda bayraktarlık yapması ve Cumhurbaşkanının bu yaklaşımları desteklemesi, siyasi atmosferde beklenmedik bir dinamizme yol açtı. Bunlarla birlikte DEP milletvekillerinin Abdullah Öcalan ile görüşmek üzere harekete geçmesi, buna karşılık terörle mücadele politikasının devam ettirilmesi gibi bir dizi çelişkili gibi görünen gelişme yaşanmaktadır.
Öte yandan, Suriye’de belli bölgelerin bir "Kürdistan haritası" olarak gösterilmesi ve ABD'nin bu duruma özel bir planla yaklaştığı yönümdeki analizler, büyük güçlerin bölgemizdeki stratejik hesapları çerçevesinde olaylara çok boyutlu bir anlam kazandırmaktadır. Bu yazıda, bu karmaşık tabloyu çok yönlü bir biçimde analiz etmeye, olumlu ve olumsuz potansiyel sonuçları sorgulamaya ve neden-sonuç bağlantıları kurarak mantıkî bir değerlendirme yapmaya çalışacağız.
1. Abdullah Öcalan'ın İçerden Çıkarılması Tartışmaları
Abdullah Öcalan’ın tahliye edilmesi veya siyaset yapması yönündeki tartışmalar, toplumda ve siyasette farklı bakış açılarına neden olmaktadır. Bu durum, ülkemizde uzlaşma zeminlerini genişletmek veya süreçler arındırılmadan bir şekilde zorlamak olarak yorumlanabilir.
Pozitif bir perspektiften bakıldığında, bu adımların temel amacının bölgede terörü tamamen sona erdirme, uzun vadede daha çözüm odaklı bir yaklaşım geliştirme ihtiyacı olduğu iddia edilebilir. Ancak bu tartışma toplumdaki derin hassasiyetlere dokunduğu için büyük bir toplumsal gerilim de yaratmış durumda. Bu adımlarla terörün gerçekte son bulacağı ve/veya ulusal birliğe katkı sağlanacağı şüphelidir.
Eleştirel bir bakış açısıyla bu süreç, toplumda belirli çevrelerde devletin âdeta teröre teslim olduğu gibi bir algı yaratma potansiyeline sahiptir. Toplum, barışın bir bedeli olarak bu çağrıları sindirebilir mi yoksa devletin otoritesine duyulan güven sarsılabilir mi? Bu noktalar titizlikle ele alınmalıdır.
2. Devlet Bahçeli ve Cumhurbaşkanının Pozisyonu
Devlet Bahçeli, uzun yıllardır MHP lideri olarak milli birlik ve vatanın bölünmezliği konularında net bir duruş sergilemiştir. Ancak, bu şekilde çağrılar yapması beklenmedik bir siyasi taktik olarak değerlendirilmekte ve küçük değil şaşkınlık yaratmaktadır. Bu tutumun perde arkasında nasıl bir strateji olduğu, siyasi arenada çeşitli tahmin ve senaryolara yol açıyor. Kimi görüşler, Bahçeli’nin bir süreç yönetimi rolü üstlendirdiğini, Cumhurbaşkanı ile uyumlu bir çizgide şekillenen “çok boyutlu bir satranç” oynandığını ileri sürmektedir.
Cumhurbaşkanı’nın bu gelişmeleri destekleyen bir konumda olması ise dış politikadaki bir dizi hedefle ilişkilendirilebilir. Uzlaşı politikalarıyla NATO, ABD ve Avrupa Birliği’ndeki aktörlerle daha yumuşak ilişkiler kurulması planlanıyor olabilir.
Bu adımların getireceği en ciddi olumsuzluk, yerli seçmen kitlesi arasında bir öfke ve ihanet hissiyatı oluşmasıdır. Ancak bu durum yalnızca bir kesimin bakış açısı değildir. Özellikle terörden doğrudan etkilenmiş bireyler, süreçlerin hızlıca normalleşmesine şüpheyle yaklaşırken, barışın maliyetini kabullenmeye daha açık olan kesimlerde farklı bir umut penceresi de oluşabilmektedir. Bunun yanında siyasetten izole hisseden bazı gruplar, bu girişimlerin kendilerine daha fazla siyasal temsil alanı yaratacağı düşüncesiyle destekleyici tavır sergileyebilmektedir. Bu çok yönlü tablo, Türkiye'deki sosyokültürel ayrışmaların nasıl şekillendiği açısından dikkatle incelenmelidir. Uzlaşma süreçlerinin nasıl yönetildiği toplum tarafından dikkatle izlenmektedir.
3. ABD'nin Rolü ve Suriye Haritası
Son yıllarda ABD, Suriye'nin kuzeyindeki yapılanmalara büyük bir destek vermektedir. Bu desteğin gerekçeleri arasında bölgede istikrar sağlama iddiası ve IŞİD'e karşı yerel unsurları güçlendirme stratejisi öne çıkmaktadır. Ancak bu politikalar, Türkiye açısından tehdit unsuru olarak görülen bir yapının oluşmasına da zemin hazırlamaktadır. ABD, Kürt unsurları hem askeri hem lojistik destekle güçlendirmiş, bu durum ise Türkiye'nin toprak bütünlüğüne yönelik endişelerini artırmıştır. Ayrıca bu bölgedeki güç dengelerinin kontrolü, ABD'nin İran ve Rusya üzerindeki baskıyı artırma hedefiyle de ilişkilendirilebilir. Böylelikle ABD, hem doğrudan güvenlik kaygılarını yönetmekte hem de dolaylı yollardan bölgedeki çıkarlarını maksimize etmeye çalışmaktadır. Bu durum, o coğrafyada Kürt devleti benzeri yapıların inşa edileceği şeklindeki şüpheleri kuvvetlendirmektedir. Bu olası senaryo, hem bölge jeopolitiğini kökten değiştirme hem de Türkiye'nin iç ve dış politikası üzerinde dramatik etkiler yaratma potansiyeline sahiptir. Suriye’nin kuzeyinde bir alanı “Kürdistan” haritası olarak gösterme girişimleri, uluslararası arenada Türkiye'yi zor duruma sokan bir baskı aracıdır.
ABD’nin bu duruma özel planlarla yaklaşması, bölgesel güvenlik dinamiklerini de karmaşıklaştırmaktadır. Türkiye’nin bu plana ne şekilde karşı koyacağı ise, büyük oranda mevcut iktidarın stratejik akıl ve diplomasi kapasitesine bağlıdır. Aksi takdirde, bölge dışı güçlerin etkisi altında Türkiye için çözüm üretilemez bir noktaya doğru gidiş olabilir.
Sonuç olarak bahsi geçen olayların, Türkiye’nin geleceği üzerinde hem toplumsal hem de uluslararası boyutta çok derin etkiler bırakacağı kesin gibi görülmektedir. Abdullah Öcalan'la ilgili gelişmelerden, ABD'nin Suriye politikalarına kadar her adım dikkatle ve birbiriyle ilişikli şekilde analiz edilmelidir. Olumlu etkiler barış, siyasi normalleşme ve ekonomik istikrar gibi görülse de, risklerin büyük olasılıkla daha fazla olduğu unutulmamalıdır. Devletin, bu girişimlerin topluma nasıl yansıyacağını, uluslararası arenada hangi sonuçları doğuracağını ve iç siyasetteki dengeyi nasıl etkileyeceğini iyi hesaplaması gerekmektedir. Dengeli bir politika izlenmediği takdirde, ulusal birliğin zarar görme tehlikesi ve Türkiye’nin dış ilişkilerinde daha büyük sıkıntılar yaşanması söz konusu olabilir. Bu nedenle, alınacak kararların hem riskleri minimize eden hem de toplumsal desteği sağlam bir zemine oturtan bir yaklaşımı benimsemesi elzemdir. Devletin uzun vadeli, dengeli ve milletin hassasiyetlerini gözeten bir yaklaşımla bu çok yönlü krizleri yönetmesi şarttır.
Bahadır Hataylı/30.12.2024/Sancaktepe/İST
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder