30 Aralık 2024 Pazartesi

Türkiye’nin Suriye Politikası-Nasıl Bir Yolda Suriye’nin Toprak Bütünlüğü İçin mi?

Şimdi durup bir düşünelim. 2011 yılına dönelim. Türkiye’nin güney sınırlarında patlayan bir hareketlilik. Bir yandan sınırdaki mayınlar temizleniyor, diğer yandan sınır kapılarımızdan milyonlarca mülteci akın ediyor. Sormamız gereken şu: Bu yaşananlar gerçekten bir tesadüf müydü, yoksa önceden çizilmiş bir planın adım adım uygulamaya konulması mıydı? Şimdi gelin, bu sorulara birlikte cevap arayalım.

Sınırdaki Mayınların Temizlenmesi ve Akabindeki Göç Dalgası

Bir ülkenin sınırındaki mayınların temizlenmesi, insani bir adım gibi görünebilir. “Mayınsız bir dünya” idealine hizmet ettiği iddia edilebilir. Ancak, tam da bu temizleme operasyonunun hemen ardından milyonlarca insanın sınırlarımızdan içeri girmesi tesadüf müdür? Bence değil. Çünkü tarih bize şunu öğretir: Büyük göçler, asla kendiliğinden oluşmaz. Arkasında daima bir siyasi, ekonomik ya da askeri plan vardır.

Suriye’nin kuzeyindeki haritaya bakın. Özellikle Türkiye sınırına yakın bölgelerde yaşayan halk, yıllardır bu topraklarda bulunuyordu. Ancak 2011’den itibaren bu bölgeler sistematik olarak bombalandı. Peki, bu bombalamalar kime hizmet etti? Bu insanların güvenli bir bölgeye mi gitmesi sağlandı, yoksa belli bir koordinata uygun bir boşaltma mı gerçekleştirildi? Burada niyet çok önemli. O harita, emperyalist güçlerin Ortadoğu’yu yeniden dizayn etme planının bir parçası olabilir mi? Bence olabilir.

Türkiye’nin Rolü-Sığınmacı Politikası ve Emperyalizm

Şimdi gelelim Türkiye’nin rolüne. Emperyalizm dediğimiz şey öyle bir güç ki, sizi farkında olmadan kendi politikalarına alet edebilir. Peki Türkiye, 2011’den itibaren nasıl bir pozisyon aldı? İlk başta, Suriye’deki olayların bir iç mesele olduğunu söyledi. Ama sonra? “Esad rejimi” söylemiyle birlikte bir tarafta yer aldı. Bu taraf, Suriye’nin toprak bütünlüğünü korumayı mı hedefliyordu, yoksa emperyalist güçlerin bir gölge haline gelerek bölgede bir kaos yaratılmasına mı hizmet ediyordu?

Bunu anlamanın en iyi yolu, mülteci politikasına bakmaktır. Türkiye, milyonlarca Suriyeliyi sınırlarından içeri aldı. Bu insani bir görev olarak sunuldu. Ama işin ekonomik, toplumsal ve güvenlik boyutuna baktığımızda durum pek de öyle değil. Türkiye, bu mülteciler için milyarlarca dolar harcadı, toplumsal yapıda büyük değişiklikler yaşandı ve işsizlikten kültürel çatışmalara kadar pek çok sorun ortaya çıktı. Şimdi soruyorum: Bu kadar büyük bir göç dalgasına kapı açmak, gerçekten Türkiye’nin yararına mıydı? Yoksa Türkiye’nin iç dengelerini sarsmayı hedefleyen bir stratejinin parçası mıydı?

Suriye’nin Toprak Bütünlüğü-Gerçekten Korundu mu?

Türkiye’nin Suriye politikası sürekli olarak “Suriye’nin toprak bütünlüğünü koruma” söylemiyle savunuldu. Ama sahaya baktığımızda ne görüyoruz? Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı gibi operasyonlarla Türkiye, Suriye’nin kuzeyinde güvenli bölgeler oluşturdu. Bu bölgeler, aslında Suriye’nin toprak bütünlüğünü korumaktan çok, yeni bir siyasi denklem oluşturma çabasının parçaları gibi görünüyor. Çünkü bu bölgeler, Suriye yönetiminin kontrolünden tamamen çıkmış durumda. Ayrıca, burada kurulan yeni yapılar, uzun vadede bölgenin demografisini değiştirme riski taşıyor.

Bu noktada bir başka soruyu da sormak lazım: Türkiye, bu operasyonlarla kime hizmet etti? Eğer Suriye’nin toprak bütünlüğünü korumak gibi bir hedef vardıysa, neden Esad rejimiyle doğrudan bir diyalog kurulmadı? Neden emperyalist güçlerin yönlendirmesiyle hareket edildi? Yoksa amaç, Suriye’yi bölmek isteyen büyük güçlerin planına zemin hazırlamak mıydı?

Göç ve Bombalamaların Ardındaki Gerçekler

Suriye’den gelen göçmenlerin hikayelerine bakın. Çoğu, “Bölgemiz bombalandı, bu yüzden kaçtık” diyor. Ama bu bombalamaların arkasında kim var? Gerçekten bölgede savaş olduğu için mi bu insanlar göç etti, yoksa belli bir nüfusu oradan çıkarmayı hedefleyen bir planın parçası olarak mı? Bunun örneklerini daha önce başka yerlerde de gördük. Irak’ta, Afganistan’da, Libya’da… Emperyalizm, önce kaosu yaratır, sonra da bu kaosu çözmek için kendi çözümlerini sunar. Bu çözümler genelde daha fazla sorun yaratır, ama onların umurunda değildir. Çünkü asıl amaç, kontrolü ele geçirmek ve zenginlikleri sömürmektir.

Suriye’de yaşananlar da bundan farklı değil. O bölgeler neden bombalandı? Çünkü o toprakların boşaltılması gerekiyordu. İnsanlar, can güvenlikleri olmadığı için evlerini terk etti. Ama bu bombalamaların arkasındaki güçlerin asıl amacı, bir haritayı yeniden çizmektir. Ve bu haritanın çizilmesi sürecinde Türkiye’nin nasıl bir rol oynadığı, tarihin en önemli sorularından biri olacaktır.

Türkiye’nin Emperyalizme Alet Edilmesi

Türkiye, bölgede güçlü bir ülke. Ama bu güç, doğru yönetilmezse emperyalizmin hizmetine sunulabilir. 2011’den itibaren izlenen politika, ne yazık ki Türkiye’yi bu duruma düşürdü. Suriye’deki iç savaşa müdahil olundu, milyonlarca mülteci alındı, sınırlarımız adeta delik deşik oldu. Bütün bunlar, Türkiye’nin uzun vadeli çıkarlarına hizmet etmedi. Aksine, Türkiye’yi zayıflattı. İçeride toplumsal huzursuzluk, dışarıda itibar kaybı yaşandı.

Peki, bu süreçte ne yapılabilirdi? Türkiye, Suriye’nin iç işlerine karışmak yerine tarafsız bir arabulucu olabilirdi. Mülteci akınını durdurmak için sınır güvenliğini güçlendirebilir, uluslararası toplumdan daha fazla destek talep edebilirdi. Ama bunların hiçbiri yapılmadı. Bunun yerine, Türkiye, emperyalist güçlerin yönlendirmesiyle hareket etti ve bunun bedelini halk ödemek zorunda kaldı.

Sonuç-Soru İşaretleri ve Dersler

Sonuç olarak, Türkiye’nin 2011 sonrası Suriye politikasına baktığımızda, aklımızda pek çok soru işareti kalıyor. Sınırdaki mayınların temizlenmesinden mülteci akınına, Suriye’nin bombalanmasından Türkiye’nin sınır ötesi operasyonlarına kadar her şey, bir planın parçası gibi görünüyor. Bu planın sahibi kim? Türkiye, bu planın neresinde? Emperyalizme mi hizmet ettik, yoksa gerçekten Suriye’nin toprak bütünlüğünü mü koruduk? Bu soruların cevapları, belki bugün değil, ama bir gün mutlaka ortaya çıkacaktır.

O zamana kadar, yaşananlardan ders almalı ve gelecekte benzer hatalara düşmemeliyiz. Çünkü Türkiye, büyük bir ülke. Ama bu büyüklüğün, doğru bir şekilde yönetilmesi gerekiyor. Emperyalizmin oyunlarına gelmeden, kendi çıkarlarımızı koruyarak hareket etmeliyiz. Unutmayalım: Güçlü bir Türkiye, sadece kendi halkı için değil, bölgedeki bütün halklar için bir umut kaynağı olabilir. Ama bunun için önce kendi evimizin içini düzeltmeli, sonra da büyük resme bakmayı öğrenmeliyiz.

Bahadır Hataylı/28.12.2024/Sancaktepe/İST

Türkiye'nin Siyasi Gündemi-Karmaşık Dinamikler ve Potansiyel Sonuçlar

Son günlerde ülkemiz siyasetinde alınan kararlar ve yaşanan gelişmeler, hem toplumun farklı kesimlerinde hem de uluslararası arenada yankı uyandırmıştır. Bu gelişmeler, bölgedeki stratejik dengeleri etkileyecek ve ülkenin iç siyasetinde derin etkiler bırakabilecek potansiyele sahip olması nedeniyle geniş bir tartışma ortamı oluşturmuştur. Abdullah Öcalan’ın serbest bırakılması, mecliste konuşturulması ve siyaset yolunun açılması gibi çağrıların yapılması, özellikle Devlet Bahçeli’nin bu konuda bayraktarlık yapması ve Cumhurbaşkanının bu yaklaşımları desteklemesi, siyasi atmosferde beklenmedik bir dinamizme yol açtı. Bunlarla birlikte DEP milletvekillerinin Abdullah Öcalan ile görüşmek üzere harekete geçmesi, buna karşılık terörle mücadele politikasının devam ettirilmesi gibi bir dizi çelişkili gibi görünen gelişme yaşanmaktadır.

Öte yandan, Suriye’de belli bölgelerin bir "Kürdistan haritası" olarak gösterilmesi ve ABD'nin bu duruma özel bir planla yaklaştığı yönümdeki analizler, büyük güçlerin bölgemizdeki stratejik hesapları çerçevesinde olaylara çok boyutlu bir anlam kazandırmaktadır. Bu yazıda, bu karmaşık tabloyu çok yönlü bir biçimde analiz etmeye, olumlu ve olumsuz potansiyel sonuçları sorgulamaya ve neden-sonuç bağlantıları kurarak mantıkî bir değerlendirme yapmaya çalışacağız.

1. Abdullah Öcalan'ın İçerden Çıkarılması Tartışmaları

Abdullah Öcalan’ın tahliye edilmesi veya siyaset yapması yönündeki tartışmalar, toplumda ve siyasette farklı bakış açılarına neden olmaktadır. Bu durum, ülkemizde uzlaşma zeminlerini genişletmek veya süreçler arındırılmadan bir şekilde zorlamak olarak yorumlanabilir.

Pozitif bir perspektiften bakıldığında, bu adımların temel amacının bölgede terörü tamamen sona erdirme, uzun vadede daha çözüm odaklı bir yaklaşım geliştirme ihtiyacı olduğu iddia edilebilir. Ancak bu tartışma toplumdaki derin hassasiyetlere dokunduğu için büyük bir toplumsal gerilim de yaratmış durumda. Bu adımlarla terörün gerçekte son bulacağı ve/veya ulusal birliğe katkı sağlanacağı şüphelidir.

Eleştirel bir bakış açısıyla bu süreç, toplumda belirli çevrelerde devletin âdeta teröre teslim olduğu gibi bir algı yaratma potansiyeline sahiptir. Toplum, barışın bir bedeli olarak bu çağrıları sindirebilir mi yoksa devletin otoritesine duyulan güven sarsılabilir mi? Bu noktalar titizlikle ele alınmalıdır.

2. Devlet Bahçeli ve Cumhurbaşkanının Pozisyonu

Devlet Bahçeli, uzun yıllardır MHP lideri olarak milli birlik ve vatanın bölünmezliği konularında net bir duruş sergilemiştir. Ancak, bu şekilde çağrılar yapması beklenmedik bir siyasi taktik olarak değerlendirilmekte ve küçük değil şaşkınlık yaratmaktadır. Bu tutumun perde arkasında nasıl bir strateji olduğu, siyasi arenada çeşitli tahmin ve senaryolara yol açıyor. Kimi görüşler, Bahçeli’nin bir süreç yönetimi rolü üstlendirdiğini, Cumhurbaşkanı ile uyumlu bir çizgide şekillenen “çok boyutlu bir satranç” oynandığını ileri sürmektedir.

Cumhurbaşkanı’nın bu gelişmeleri destekleyen bir konumda olması ise dış politikadaki bir dizi hedefle ilişkilendirilebilir. Uzlaşı politikalarıyla NATO, ABD ve Avrupa Birliği’ndeki aktörlerle daha yumuşak ilişkiler kurulması planlanıyor olabilir.

Bu adımların getireceği en ciddi olumsuzluk, yerli seçmen kitlesi arasında bir öfke ve ihanet hissiyatı oluşmasıdır. Ancak bu durum yalnızca bir kesimin bakış açısı değildir. Özellikle terörden doğrudan etkilenmiş bireyler, süreçlerin hızlıca normalleşmesine şüpheyle yaklaşırken, barışın maliyetini kabullenmeye daha açık olan kesimlerde farklı bir umut penceresi de oluşabilmektedir. Bunun yanında siyasetten izole hisseden bazı gruplar, bu girişimlerin kendilerine daha fazla siyasal temsil alanı yaratacağı düşüncesiyle destekleyici tavır sergileyebilmektedir. Bu çok yönlü tablo, Türkiye'deki sosyokültürel ayrışmaların nasıl şekillendiği açısından dikkatle incelenmelidir. Uzlaşma süreçlerinin nasıl yönetildiği toplum tarafından dikkatle izlenmektedir.

3. ABD'nin Rolü ve Suriye Haritası

Son yıllarda ABD, Suriye'nin kuzeyindeki yapılanmalara büyük bir destek vermektedir. Bu desteğin gerekçeleri arasında bölgede istikrar sağlama iddiası ve IŞİD'e karşı yerel unsurları güçlendirme stratejisi öne çıkmaktadır. Ancak bu politikalar, Türkiye açısından tehdit unsuru olarak görülen bir yapının oluşmasına da zemin hazırlamaktadır. ABD, Kürt unsurları hem askeri hem lojistik destekle güçlendirmiş, bu durum ise Türkiye'nin toprak bütünlüğüne yönelik endişelerini artırmıştır. Ayrıca bu bölgedeki güç dengelerinin kontrolü, ABD'nin İran ve Rusya üzerindeki baskıyı artırma hedefiyle de ilişkilendirilebilir. Böylelikle ABD, hem doğrudan güvenlik kaygılarını yönetmekte hem de dolaylı yollardan bölgedeki çıkarlarını maksimize etmeye çalışmaktadır. Bu durum, o coğrafyada Kürt devleti benzeri yapıların inşa edileceği şeklindeki şüpheleri kuvvetlendirmektedir. Bu olası senaryo, hem bölge jeopolitiğini kökten değiştirme hem de Türkiye'nin iç ve dış politikası üzerinde dramatik etkiler yaratma potansiyeline sahiptir. Suriye’nin kuzeyinde bir alanı “Kürdistan” haritası olarak gösterme girişimleri, uluslararası arenada Türkiye'yi zor duruma sokan bir baskı aracıdır.

ABD’nin bu duruma özel planlarla yaklaşması, bölgesel güvenlik dinamiklerini de karmaşıklaştırmaktadır. Türkiye’nin bu plana ne şekilde karşı koyacağı ise, büyük oranda mevcut iktidarın stratejik akıl ve diplomasi kapasitesine bağlıdır. Aksi takdirde, bölge dışı güçlerin etkisi altında Türkiye için çözüm üretilemez bir noktaya doğru gidiş olabilir.

Sonuç olarak bahsi geçen olayların, Türkiye’nin geleceği üzerinde hem toplumsal hem de uluslararası boyutta çok derin etkiler bırakacağı kesin gibi görülmektedir. Abdullah Öcalan'la ilgili gelişmelerden, ABD'nin Suriye politikalarına kadar her adım dikkatle ve birbiriyle ilişikli şekilde analiz edilmelidir. Olumlu etkiler barış, siyasi normalleşme ve ekonomik istikrar gibi görülse de, risklerin büyük olasılıkla daha fazla olduğu unutulmamalıdır. Devletin, bu girişimlerin topluma nasıl yansıyacağını, uluslararası arenada hangi sonuçları doğuracağını ve iç siyasetteki dengeyi nasıl etkileyeceğini iyi hesaplaması gerekmektedir. Dengeli bir politika izlenmediği takdirde, ulusal birliğin zarar görme tehlikesi ve Türkiye’nin dış ilişkilerinde daha büyük sıkıntılar yaşanması söz konusu olabilir. Bu nedenle, alınacak kararların hem riskleri minimize eden hem de toplumsal desteği sağlam bir zemine oturtan bir yaklaşımı benimsemesi elzemdir. Devletin uzun vadeli, dengeli ve milletin hassasiyetlerini gözeten bir yaklaşımla bu çok yönlü krizleri yönetmesi şarttır.

Bahadır Hataylı/30.12.2024/Sancaktepe/İST