İnsani yaşamın ahlaki
filizlenmesi ancak adalet tohumlarıyla göverir. İnsanca yaşamanın egemen
olduğu bir ortamın oluşmasını istiyorsak, her ortamda ahlaksal davranışların
yayılmasını ve kökleşmesini sağlamak zorundayız. Ahlaksal filizlenme olmadan
ahlaki davranış kalıplarının belli kurallarla dayatılarak yaygınlaşmasını sağlamak
sadece havanda su dövmek ve elde edilme imkânı olmayan bir geleceği düşlemek olur.
Ahlaki eylemlerin yayılması ancak adalet mekanizmasının yüreklerde kuracağı ve
oradan filizlenerek kök salıp dal dudak salması derken meyveye binip etrafa
faydalı eylemler aktarmasıyla mümkündür.
İnsani yaşam deyip geçmeyelim, insanca bir yaşamın şartları
oluşturulmayan ortamlarda ahlaki bir davranış beklemek sadece kendimizi avutmanın
ötesine geçmeyecektir. İnsani yaşama giden yol, fizyolojik hayatın varlığına
herhangi bir saldırının olmadığı ortamlarda ortaya çıkar. İnsanın bir canlı
olarak fizyolojik yaşamının tehlikede olduğunu anlaması her türlü olumsuz
davranışlara doğal bakacağı anlamına gelir. Çünkü “Devenin yardan yuvarlanmasına
neden olan bir tutam ottur.” Yani deve açlıktan kurtulmak ve yaşamına yönelik ölümcül
saldırılardan kendisini korumak için, bir tutam otu yiyebilmek adına aşırı
uçurumlardan yuvarlanmayı göze alabiliyor. Biz bu durumu, akleden anlayan
kavrayan olayların gelişim süreçlerini analiz eden ve kendisine sunulan acınası
bir yaşamın kollarında can vermesini arzulayan insan, anlayışlara şahit
olduğunda neleri yapmayacağını düşünebiliriz ki!
İnsan için en önemli güdülerin başında korunma, varlığını
devam ettirme, neslini güvence altına alma, sevilme sayılma ve itibar sahibi
olma gibi güdülerini doyuma eriştirdikten sonra bir gruba kümeye ya da
topluluğa ait olma gibi güdülerin peşinde koşar. Bu sıralamayı hiçe sayarak
sizinle birlikte olsunlar da nasıl yaşarsa yaşasınlar dediğiniz zaman bir
binanın merdivenlerinin alt basamaklarını yok ettiğiniz zaman üst katlara çıkma
ihtimaliniz olmayacaktır.
İnsani yaşamın olması için ahlaki bir zeminin oluşturulması ve
bu zeminde de mutlaka ama mutlaka adalet harcının bu zeminin her yanına
karıştırılması kaçınılmazdır. Bunları hatırlatarak bir yere gelmek istiyorum aslında,
bu da bir toplumda gelir dağılımının paylaşımındaki belirleyici faktörleri
kendi his arzu ve isteklerinize göre belirlerseniz orada toplumsal yıkım başlar
ve toplumu ayakta tutan tüm dinamikler yıkılmış demektir. Şu an da kendi ülkemiz
gerçeğine bakarsak aşağı yukarı 20 bin civarında farklı alanlarda insanlar
meslek kolları oluşturarak bu alandan elde ettikleri gelirleri ile yaşamlarını
devam ettirdikleri gibi, yaşamsal öneme sahip olmayan haksız kazanımları da
elde etmekteler. Bu dengesiz ve haksız kazanımların oluşmasındaki temel saikte,
Elde edilen imkanların insan faktörü dikkate alınarak paylaşılmaması, tamamıyla
mesleklerinin yüceltilerek mesleklere bir pahanın biçilmesidir. Mesleklere
pahanın biçildiği ortamlarda insan çok ucuza harcanıyor demektir. İnsanı
harcayan ama meslekleri yücelten toplumlar, toplumsal yönetim felsefelerine
yeniden insanı getirmedikleri sürece, çıkışı olmayan bir labirentten içeriye
girerler ve bu yolun sonu da ancak hüsranla sonuçlanır.
Allah kâinatta rızkı eşit olarak dağıtmasına rağmen, acaba
neden birileri, bu rızıkları sadece kendisine tahsis edilmiş gibi horca kullanmayı
düşünür. Bu da ancak mütekebbirlikten ve haddi aşarak Karunlaşıp Firavunluğa
giden despot bir algının tüm kılcal damarlardaki hücrelere kadar yayılmasından
ileri gelir. Böylesi ortamlarda da ahlakı konuşmak ona yapılacak en büyük zulüm
olur. Ahlak, ancak onun var olması için uygun zeminler oluşturulduğunda böylesi
ortamlara ihanet edenlerin eylemlerinde gözle görülebilir. Aksi halde sadece
insanlık omurgasızlığa mahkûm edilir. Bunun için şu anlatacağım örnek bu
konunun içinde hayati bir öneme sahip olduğunu düşünüyorum.
Bir toplumda yaşayan insanların hangi meslekten olduğuna bakılmaksızın,
herkese insanca yaşayacağı imkanları oluşturmak hem ahlakilik hem de adil olan
bir eylemdir. Burada imkanlar pay edilirken, ele alınan temel faktör, canlı
olmak ve insanca yaşamak dikkate alınmıştır. Bu da insani bir düzenin
oluşumunda ahlakın köklerinin temel alınmasıdır. O halde şimdi soruyorum, bir
sistemin işleyişine katkı sunan hem sivil hem de resmi hiyerarşik yaşam ağında
ekonomik olarak nasıl bir denge var. Bu paylaşımda insanların oluşturduğu
mesleklere mi paha biçilmekte, yoksa en şerefli varlık olarak yaratılan insana
mı?
İnsanı değersizleştiren onun biyolojik yaşamı ile hayatta
kalma mücadelesini ona sunmaktan zevk alan ve onu insan mertebesinden uzaklaştıran
her anlayış ve sistem yeryüzünde zulüm tohumları ekerek yeryüzünü ifsat etmekten
başka bir iş yapmaz. İfsat odaklı bir mekanizma üzerine kurulan sistemlerin tamamı,
ahlakın yok olmasına ve adaletin imha edilmesinde hep baş rol oynar. Bu
sistemlerin insanların iyiliği için bir şeyler yaptığını ve yapacağını
anlatarak gelecek hayatlarının daha güzel olacağını söylemesi baştan sona bir yalandır.
Bu yalanlarla avunan toplumlarda ahlak en alt zeminde bile olamaz. Çünkü
yaşamak için bunların korumak zorunda olduğu tüm kurallar işlevini kaybeder,
herkes kendi yaşamını devam ettirmenin peşinde koşar. Böylece toplumsal güven, eminlik,
birlik beraberlik dostluk gibi kutsallar da kendiliğinden dejenere olarak imha
edilir.
Bu süreçleri en güzel şekilde atlatmak için, insanlığın
hayrına olacak şekilde bir siyasal ve sosyal sitem kurmak kaçınılmazdır. Bu
sistemde her vatandaşın insanca yaşayacağı imkânlar, ülke nimetleri dikkate
alınarak eşit olarak pay edilecek, sonrasındaki kazanımlar mesleklerin kendi
rollerini en iyi şekilde yerine getirmesi neticesinde kazanılmış imkanlar
olarak takdim edilecektir. Böylesi bir ortamda hem adalet hem de ahlak
kendiliğinden kök salar. Toplumsal yaşamın hangi kolunda olduğunu düşünmeden, insanlar
insanca yaşayacaklarına inanacaklarından, toplumsal yaşamın canlanması ve bir
dinamizm kazanması gerçekleşecektir.
Konuşmaya geldiği zaman zaman herkes toplumsal birlik
beraberlik ve sistemsel hiyerarşinin devamı için her insanın yaptığı işin
önemli olduğunu aşağılanmaması gerektiğini anlatır. Ancak hakların dağıtımına
gelince birileri aslan payını alır diğerlerinin canı cehenneme diye karmaşık ve
paradoksal bir algı kirliliği ortaya çıkar. Eğer insan olduğumuzu ve birlikte
yaşadıklarımızın da bizim gibi insanca yaşama haklarının olduğunu düşünüyorsak,
herkese insanca yaşayacağı, günün koşullarını ve alım güçlerini yeniden adil
olarak düzenlemek zorundayız. Sonrasında insanlar daha iyi şartlarda yaşamak
istiyorlarsa ek işler yaparak ya da mesailerini fazlalaştırarak imkanlarını genişletebilirler.
Bunun dışında kalan her algı anlayış ve sitem insanlığa sadece göz yaşı kan açlık
sefalet ve taşınması çok zor dünyanın ağırlığını halkın sırtına vurarak onları
ölüme mahkûm eder. Benim naçizane tavsiyem herkese insanca yaşayacağı koşulları
oluşturalım adaleti tesis edelim ki, ahlak her toprakta filizlenen bir güven
tomurcuğu olsun….
Erol KEKEÇ/30.12.2018
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder