31 Aralık 2018 Pazartesi

AHLAK ADALET VE GÜVEN AŞIĞI BİR YAŞAM!



 İnsani yaşamın ahlaki filizlenmesi ancak adalet tohumlarıyla göverir. İnsanca yaşamanın   egemen olduğu bir ortamın oluşmasını istiyorsak, her ortamda ahlaksal davranışların yayılmasını ve kökleşmesini sağlamak zorundayız. Ahlaksal filizlenme olmadan ahlaki davranış kalıplarının belli kurallarla dayatılarak yaygınlaşmasını sağlamak sadece havanda su dövmek ve elde edilme imkânı olmayan bir geleceği düşlemek olur. Ahlaki eylemlerin yayılması ancak adalet mekanizmasının yüreklerde kuracağı ve oradan filizlenerek kök salıp dal dudak salması derken meyveye binip etrafa faydalı    eylemler aktarmasıyla mümkündür.
İnsani yaşam deyip geçmeyelim, insanca bir yaşamın şartları oluşturulmayan ortamlarda ahlaki bir davranış beklemek sadece kendimizi avutmanın ötesine geçmeyecektir. İnsani yaşama giden yol, fizyolojik hayatın varlığına herhangi bir saldırının olmadığı ortamlarda ortaya çıkar. İnsanın bir canlı olarak fizyolojik yaşamının tehlikede olduğunu anlaması her türlü olumsuz davranışlara doğal bakacağı anlamına gelir. Çünkü “Devenin yardan yuvarlanmasına neden olan bir tutam ottur.” Yani deve açlıktan kurtulmak ve yaşamına yönelik ölümcül saldırılardan kendisini korumak için, bir tutam otu yiyebilmek adına aşırı uçurumlardan yuvarlanmayı göze alabiliyor. Biz bu durumu, akleden anlayan kavrayan olayların gelişim süreçlerini analiz eden ve kendisine sunulan acınası bir yaşamın kollarında can vermesini arzulayan insan, anlayışlara şahit olduğunda neleri yapmayacağını düşünebiliriz ki!
İnsan için en önemli güdülerin başında korunma, varlığını devam ettirme, neslini güvence altına alma, sevilme sayılma ve itibar sahibi olma gibi güdülerini doyuma eriştirdikten sonra bir gruba kümeye ya da topluluğa ait olma gibi güdülerin peşinde koşar. Bu sıralamayı hiçe sayarak sizinle birlikte olsunlar da nasıl yaşarsa yaşasınlar dediğiniz zaman bir binanın merdivenlerinin alt basamaklarını yok ettiğiniz zaman üst katlara çıkma ihtimaliniz olmayacaktır.
İnsani yaşamın olması için ahlaki bir zeminin oluşturulması ve bu zeminde de mutlaka ama mutlaka adalet harcının bu zeminin her yanına karıştırılması kaçınılmazdır. Bunları hatırlatarak bir yere gelmek istiyorum aslında, bu da bir toplumda gelir dağılımının paylaşımındaki belirleyici faktörleri kendi his arzu ve isteklerinize göre belirlerseniz orada toplumsal yıkım başlar ve toplumu ayakta tutan tüm dinamikler yıkılmış demektir. Şu an da kendi ülkemiz gerçeğine bakarsak aşağı yukarı 20 bin civarında farklı alanlarda insanlar meslek kolları oluşturarak bu alandan elde ettikleri gelirleri ile yaşamlarını devam ettirdikleri gibi, yaşamsal öneme sahip olmayan haksız kazanımları da elde etmekteler. Bu dengesiz ve haksız kazanımların oluşmasındaki temel saikte, Elde edilen imkanların insan faktörü dikkate alınarak paylaşılmaması, tamamıyla mesleklerinin yüceltilerek mesleklere bir pahanın biçilmesidir. Mesleklere pahanın biçildiği ortamlarda insan çok ucuza harcanıyor demektir. İnsanı harcayan ama meslekleri yücelten toplumlar, toplumsal yönetim felsefelerine yeniden insanı getirmedikleri sürece, çıkışı olmayan bir labirentten içeriye girerler ve bu yolun sonu da ancak hüsranla sonuçlanır.
Allah kâinatta rızkı eşit olarak dağıtmasına rağmen, acaba neden birileri, bu rızıkları sadece kendisine tahsis edilmiş gibi horca kullanmayı düşünür. Bu da ancak mütekebbirlikten ve haddi aşarak Karunlaşıp Firavunluğa giden despot bir algının tüm kılcal damarlardaki hücrelere kadar yayılmasından ileri gelir. Böylesi ortamlarda da ahlakı konuşmak ona yapılacak en büyük zulüm olur. Ahlak, ancak onun var olması için uygun zeminler oluşturulduğunda böylesi ortamlara ihanet edenlerin eylemlerinde gözle görülebilir. Aksi halde sadece insanlık omurgasızlığa mahkûm edilir. Bunun için şu anlatacağım örnek bu konunun içinde hayati bir öneme sahip olduğunu düşünüyorum.
Bir toplumda yaşayan insanların hangi meslekten olduğuna bakılmaksızın, herkese insanca yaşayacağı imkanları oluşturmak hem ahlakilik hem de adil olan bir eylemdir. Burada imkanlar pay edilirken, ele alınan temel faktör, canlı olmak ve insanca yaşamak dikkate alınmıştır. Bu da insani bir düzenin oluşumunda ahlakın köklerinin temel alınmasıdır. O halde şimdi soruyorum, bir sistemin işleyişine katkı sunan hem sivil hem de resmi hiyerarşik yaşam ağında ekonomik olarak nasıl bir denge var. Bu paylaşımda insanların oluşturduğu mesleklere mi paha biçilmekte, yoksa en şerefli varlık olarak yaratılan insana mı?
İnsanı değersizleştiren onun biyolojik yaşamı ile hayatta kalma mücadelesini ona sunmaktan zevk alan ve onu insan mertebesinden uzaklaştıran her anlayış ve sistem yeryüzünde zulüm tohumları ekerek yeryüzünü ifsat etmekten başka bir iş yapmaz. İfsat odaklı bir mekanizma üzerine kurulan sistemlerin tamamı, ahlakın yok olmasına ve adaletin imha edilmesinde hep baş rol oynar. Bu sistemlerin insanların iyiliği için bir şeyler yaptığını ve yapacağını anlatarak gelecek hayatlarının daha güzel olacağını söylemesi baştan sona bir yalandır. Bu yalanlarla avunan toplumlarda ahlak en alt zeminde bile olamaz. Çünkü yaşamak için bunların korumak zorunda olduğu tüm kurallar işlevini kaybeder, herkes kendi yaşamını devam ettirmenin peşinde koşar. Böylece toplumsal güven, eminlik, birlik beraberlik dostluk gibi kutsallar da kendiliğinden dejenere olarak imha edilir.
Bu süreçleri en güzel şekilde atlatmak için, insanlığın hayrına olacak şekilde bir siyasal ve sosyal sitem kurmak kaçınılmazdır. Bu sistemde her vatandaşın insanca yaşayacağı imkânlar, ülke nimetleri dikkate alınarak eşit olarak pay edilecek, sonrasındaki kazanımlar mesleklerin kendi rollerini en iyi şekilde yerine getirmesi neticesinde kazanılmış imkanlar olarak takdim edilecektir. Böylesi bir ortamda hem adalet hem de ahlak kendiliğinden kök salar. Toplumsal yaşamın hangi kolunda olduğunu düşünmeden, insanlar insanca yaşayacaklarına inanacaklarından, toplumsal yaşamın canlanması ve bir dinamizm kazanması gerçekleşecektir.
Konuşmaya geldiği zaman zaman herkes toplumsal birlik beraberlik ve sistemsel hiyerarşinin devamı için her insanın yaptığı işin önemli olduğunu aşağılanmaması gerektiğini anlatır. Ancak hakların dağıtımına gelince birileri aslan payını alır diğerlerinin canı cehenneme diye karmaşık ve paradoksal bir algı kirliliği ortaya çıkar. Eğer insan olduğumuzu ve birlikte yaşadıklarımızın da bizim gibi insanca yaşama haklarının olduğunu düşünüyorsak, herkese insanca yaşayacağı, günün koşullarını ve alım güçlerini yeniden adil olarak düzenlemek zorundayız. Sonrasında insanlar daha iyi şartlarda yaşamak istiyorlarsa ek işler yaparak ya da mesailerini fazlalaştırarak imkanlarını genişletebilirler. Bunun dışında kalan her algı anlayış ve sitem insanlığa sadece göz yaşı kan açlık sefalet ve taşınması çok zor dünyanın ağırlığını halkın sırtına vurarak onları ölüme mahkûm eder. Benim naçizane tavsiyem herkese insanca yaşayacağı koşulları oluşturalım adaleti tesis edelim ki, ahlak her toprakta filizlenen bir güven tomurcuğu olsun….
Erol KEKEÇ/30.12.2018



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder