Alışılmış yaşamın bağımlıları kadar ürkek korkak ve tedirgin yaşayan başka varlık bulamazsınız. Alışılmış yaşamları kaybederim endişesi insanı morallen çökerttiği gibi takatten düşürerek manevra ve hareket gücünü de imha eder. İnsan kendi içindeki cevheri anlamadığı sürece, önüne konulmuş olanları tüketen, sahibine ihtiyaçları karşılandığı oranda bağlılık gösteren, akıl yoksunu canlılardan farkı kalmaz. Ne yazık ki, insan kendisi için böyle bir hayatı tercih ederek yaşadığı halde hala kendisinin akleden bir varlık olduğunu da ifade etmekten geri kalmaz.
İnsanlık sömürüsü alıştırmakla başlar, alışkanlıkları gelenek haline getirmekle sömürüsünü devam ettirir. Her dönemde sömürü anlayışları, sömüreceği insanları sömürüye uygun hale getirmeden onlar üzerinde uzun soluklu plan yapmazlar. Allah'ın gönderdiği elçiler dönemindeki zalimlerin sömürüleri de böyle işliyordu, onun içindir ki elçilerin tümü dönemlerindeki mevcut yönetimlerle hep karşı karşıya gelmişlerdir. Sömürülen insanların sömürüldüğünü onlara anlatabilmek için çok çabaladılar. Çoğu zaman çabaları karşılıksız kalabildi, ancak idrak edenlerle sömürgeciler, sömürgeciliğe son vermek isteyen anlayışlar karşılıklı çatışmanın eşiğine girdiler. Dolayısıyla hiçbir elçi, insanlara dini değer sistemlerini anlatırken kabullenmeyenlere karşı bir savaş yapmamıştır. Savaşın mantığı ve neden kaynaklı olduğu bilinmediği zaman, kendilerini bir dini değere atfedenlerin zihinlerinde çatışma ve savaş sloganları varlığını sürdürmüştür.
Alışılmış yaşamları olanlar ve devamında kazanımları olacağını düşünenlerin tamamı sömürülen varlıklardır. Cumhuriyetin ilk yıllarında şapka ve kılık kıyafet devrimi yapılırken, önceki giyim kuşamları dini bir değer olarak alışkanlık haline getirenler kabullenemediği için, yeni anlayış tarafı olan organizeli güç tepki verenleri imha ederek, kendi yaşam tarzını zorla benimsetmeye çalıştı. Hatta öyle zaman geldi ki, şapka yüzünden canından olanların çocukları ve torunları babalarının ve dedelerinin uğruna başını verdiği kılık kıyafetleri özümseyerek onunla bütünleşti. Demek ki, alışkanlık haline gelen hayatlar en tehlikeli hayatlar olup çıkıyor karşımıza. Alışkanlıklarının kölesi olmuşlar yenilikleri kolay kabullenmedikleri gibi, onların kaybolmasıyla kendilerinin de yok olacağını düşündükleri için, canları pahasına alışkanlıkların savunucusu olup çıkabiliyorlar.
Son yirmi yılın röntgenine yansıyan yaşamlara dikkat ettiğimiz zaman, bunların da aynı kurbanlardan olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.20 yıl öncesinde özgürlük,hak,adalet,eşitlik ve inançlarını kolayca yaşayabilme adına mücadele edenler, bu süreçte bu arayışlarının çoğunun imha olduğunu göremeden belli bir yaşamın alışmış kobayları haline geldikleri için, bugün kalkıp kazanımlarımızı kaybedersek yok oluruz düşüncelerini sesli dillendirebiliyorlar. İnsanın ister istemez bazen sorası geliyor, siz önceki arayışlarınızdan hangisine ulaştınız ve bunları yaşar oldunuz ki, onları kaybederiz tedirginliğini yaşıyorsunuz. Kaybedecekleriniz hiçbir zaman sizlerin ideallerinizde olan değerler değil, sadece yaşam alanlarında isteklerinizin karşılığı olan ve olmazsa da rahatlıkla yaşamınızı sürdüreceğiniz sömürge unsurlarıdır. Bunları kaybetmekle kazanım kaybetmiyorsunuz, sadece sömürge kabuklarından biri daha çatırdamış oluyor. Bunu anladığımız gün insan yeniden hayata başlangıç adımlarını atabilecek duruma gelecektir.
Kazanım ortak insanlık değerinin adıdır. Ortak insanlık değeri olarak anlatılamayacak elde edilmiş olan tüm imkanlar,sadece toplumsal ayrışmalar oluşturmak amaçlı, sömürgecilerin hedef olmasının önüne geçen barikatlardır. Dolayısıyla bu barikatların yıkılması ve insanlar arasında iletişim kuracak reaksiyonların gerçekleşmesi için, kaybedilecek olanlar bu imkanlarsa varsın hepsi kaybolsun ki, herkes yerini iyi anlayabilsin. Bunlar ortadan kalmadığı ve alışılmış yaşamdan ayrılmama ve onları her koşulda savunacak duruma gelmek insan için en tehlikeli bir bakış açısıdır. Yaşadığımız dönemde bunların çeşitli platformlarda farklı ağızlardan dillendirildiğine çoğu zaman şahit olmaktayız. Eğer şu iktidar gider yerine başkası gelirse tüm kazanımlarımızı kaybederiz. Yahu kardeşim bir kazanım varsa bu herkesin ortak değeridir. Herkesin ortak değeri değilse bu bir kazanım olmanın ötesinde, başkalarının hak gaspı olur ki, bunu kazanım olarak ifade etmek bir suçluluk psikolojisinin kendisini kamufle ederek farklı isimle adlandırılması olur.
Sömürülen toplumların sömürge süresinin devamını sağlamak için, yeni sömürge anlayışları arasında kazanımların kaybolması söz konusu onun için atacağınız adımlarınızı doğru atmanız gerekir gibi yedirilmek istenen ifadelerin hepsi, sömürgecinin hayatiyetini sürekli kılmaya dönük çabalar olur. İnsan alışkanlıklara göre yaşayan bir varlık olmaktan çıkarak, iradesiyle özgürce karar verebilen bir duruma gelmediği sürece, sömürülmenin onayını kendisi yapar. Benim buradaki amacım herhangi bir yaklaşımı külliyen karalama ve afişe etmeye çalışmak değil, realitedeki gördüklerimizin çoğunun insan yaşamı için ne kadar tehlikeli ve hastalıklı yaklaşımlar olduğunu ortaya koymaktır.
Bizim toplum, sürü olarak yaşamayı tercih yapan bir toplum olarak tescilini yapma yarışına tutuştuğunu görmekteyiz. Seküler olanlar ile olmayanlar arasında ne fark var diye sorarsanız, sadece alışkanlıklara sebep olan uyaranlar farklı ancak alışkanlıkların kölesi olarak yaşamak hepsinin ortak tercihi...Çatışma temeli üzerine oturmuş karşılıklı çatışma içinde olan bu anlayışların doğruyu yakalama ve onu tercih ederek yaşama aktarma istekleri o kadar canlı olmadığını görmekteyiz. Sahip olduklarını kaybetmeme çabası ve bulundukları halden daha geriye gitme korkusu, insanları farklı düşünmekten alıkoymaktadır. Dolayısıyla korkuların esiri olanların özgürlük yarışı içine girmeleri o kadar zor olmaktadır. Özgür birey bilinçli insan, iradesiyle karar veren alışkanlıkların kölesi olmayan insanlar yetiştirdiğimiz zaman dünyaya meydan okuyan bir toplum oluruz. Ancak şehirli ve medeni olduğunu sanıp feodal yaşamın damarlarından gıda alıp hala o zihniyetle yaşayanlar medeniyetin kapısından içeriye giremezler. Dolayısıyla alışkanlıkların kurbanı olmaktan kurtulmak zorundayız, özgürlüğe adım atabilmek için...
Tekrar ediyorum, kazanım kavramına doğru bir anlam yüklememiz ve insani tanım yapmamız gerekir. Toplumsal menfaatlerin gözetildiği ve herkesin devlet şemsiyesi altında gölgelenme hakkının olduğuna inandığımız ortamda kazanım tüm toplumun çıkarına olan olur. Belli bir grubun, çıkar şebekesinin elde ettiklerini kaybetme korkusu asla ve asla kazanım değil, adaletsiz bir uygulamanın özel imtiyaz ve ayrıcalık tanımasıdır. Onun için kazanım kavramına doğru yaklaşmak gerekir. Alışkanlıkların kölesi olmaktan çıkıp herkese insanca yaşayacağı ortamı sunmak için, ideolojik yaklaşımlardan ve farklı inanışlar arasında ayrım gözetmeksizin herkese insanca yaşayacağı ortamı sunacak alışkanlıkların kurbanı olmaktan insanları kurtarmak zorundayız. Bu anlayışla yapılan her davranış sonrası, elde ettiklerimiz bir kazanımdır. Diğerlerinin tamamı toplumsal tabakalaşmaya giden yolları oluşturmak ve tabakalar arası geçişlerin haşin kurallarla önlendiği bir ortam olur. Biz alışkanlıkların esiri olan insanları, onların kapsam alanından çıkarak manevra kabiliyetlerini geliştirecek beyin ve yürek bağımsızlığına kavuşmalarını istiyoruz.
Kaybedecek bir şeyi olmayan insanlar özgürlüğün doruğunda yaşarlar ,bu insanlar çok tehlikeli ve çok güçlüdürler. Onun için Sömürge anlayışlarını daim kılmak isteyen anlayışlar, böylesi insanların oluşmaması için çok ciddi hareket ederler. İnsanların bu yönlerini törpülemek için, sanal değerler yaratarak, insanları bu değerler etrafında kenetlenmeye taşırlar ki, herkesin içselleştirdiği bir yaşamdan uzaklaşıp bağımsız yaşayan birey olmalarının önünü tıkamak isterler...Ben her ortamda bu ve benzeri konuları dillendirerek insanların bağımsız özgün düşünebilmelerinin yollarını aralamaya çalışıyorum...İnsanın gelecek yaşamı var olandan daha kötü olabilir anlayışı ile yaşaması ile yaşamaması arasında bir fark yoktur. Yarın var olandan daha kötü olacak tedirginliğinin yaşatılmasının arkasındaki yegane güç, insanların sömürüldüğünü anlamalarının önüne geçmektir. Sömürülmek bir kader değil ama bir tercihtir. İnsanlar tercihlerinin sonucuna katlanmak zorunda kalırlar. O halde tercihler öyle kaliteli ve özgürce olsun ki, hiç olmazsa kendim irademle tercih ettim diyebilecek rahatlıkta olabilsin...
Kendi tercihlerine göre yaşayan insanların çektiği acı, hiçbir zaman başkalarının dayattığı istekleri tercih olarak bilip ona göre yaşamanın vereceği acıdan daha fazla olamaz. Başkaları için yaşamak kadar insanı insanlığından çıkaran bir yaşam olamaz...
Herkese çağrım özgür irademizle yaptığımız tercihlerimizi ortaya koyalım kimsenin bize dayattığı yaşamı, kazanımlarımızı kaybederiz korkusuyla, alışkanlık haline getirip savunmaya geçmeyelim...
Hayat çok kısa o da bu gündür. Yani hayat bir gün o da bugündür...Selam ve muhabbet dileklerimle hayırda yarışanlardan olmak ümidiyle, sağlık ve mutluluk diliyorum...
Erol KEKEÇ/03.08.2022/14.27
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder