İnanmak ile bilmek arasında ulaşılması imkânsız bir uzaklık vardır. İnanmak, kendi becerilerimizle ulaşamadığımız konular hakkında inanarak içinde bulunduğumuz sıkıntı ve endişelerin verdiği rahatsızlıktan biraz olsun rahatlamaktır. Oysa bilmek öyle değildir. Bilmekte başlı başına bir istek heyecan ve arayışın doyuma ulaşması söz konusudur. Bilerek onaylamak veya kabullenmemek bilinçli bir tercihtir. Bilinçlice yapılan eylemler, ne olduğunu anlamadan gücü yetmediği için kabul ediyor gibi görünüp inandım denilen eylemlerle aynı düzlemde asla değerlendirilemez. Bilinçlice kabullenmek bir bilgi sayesinde olur.Blinçsizce kabullenişin temel omurgası taklit üzerine kuruludur. Dolayısıyla taklitçi bir davranış ile bilerek yapılan eylemlerin aynı boyutta değerlendirilmesi mümkün değildir.
Hz. Ebubekir’e gelerek senin
arkadaşın bunları anlatıyor, kafayı yemiş diyen müşriklere karşı,Ebubekirin o
diyorsa doğrudur demesi sadece kuru kuruya bir kabulleniş ve arkadaşına toz
kondurmamak için duygusal bir bağlılık değildir. Ebubekir, arkadaşının kim
olduğunu nasıl bir kişiliğe sahip olduğunu hayatındaki önem verdiği değerleri
çok iyi bildiği için böyle bir sonuca gitmektedir. Bu da temellendirilmiş bir
bilgi üzerine olan inanmanın ne kadar tutarlı sağlam ve kopmaz bağlanışı içinde
barındırdığını göstermektedir.Allah,”İman edenler bilerek iman etsin,
inanmayanlar da bilerek inanmasın diye kitabını apaçık indirmiştir. Bu da
gösteriyor ki, bilgi her zaman ve her ortamda inanmadan hep yukarda olmuştur.
İman bilgiden sonra gelmiştir. Bilgisi olmayan bir inancın ise hiçbir anlam
ifade etmediği Kuran’ı kerim de birçok yerde anlatılmaktadır.
Bilmek, doğru düşünme ve doğru
eylemleri ortaya çıkarır. İnsanlar genellikle, hayatlarını bilgi olmadan
duyduklarına inanma üzerine kurdukları için hayatın her aşamasında
olumsuzluklarla karşılaşmaları mümkündür.
Çoğu ortamlarda inanan insanlardan
oluşan topluluklarda, çıkmaza girildiği zaman, Allah’a göre her şey çok
kolaydır gibi kendimizi rahatlatmak amaçlı söylediğimiz sözlerin arkasında çok
ciddi bir inancın olmadığını gözlemlemekteyiz. Elbette Allah’a göre her şey çok
kolaydır, ona göre kolay olması ve onun her şeye gücünün yetmesi benim
sorumluluk alanlarıma karşı olan görevlerimin sorumluluğunu da Allah’ın yerine
getireceği anlamı çıkarılamaz. Oysa insan kendisiyle alakalı çözemediği veya
çözmek için kafa yorup enerji harcamadığı konularda, Allah’a göre her şey çok
kolaydır diyerek kendince bir çıkış yolu bulduğunu sanmakta ve inancının da ne
kadar güçlü olduğunu dolaylı olarak anlatmak istemektedir. Bu tarz çıkışların
kuru softalık ve cehaletten kaynaklandığını görememek insanın kendisini imha
etmesi olur. ”Siz Allah’ın sünnetinde bir değişim bulamazsınız…”Uyarısı böylesi
basitlikler üzerine kurulan hayatları köklü temellere oturtmak amaçlı olduğunu
düşünüyorum.
Bilenler ile sıradan inanışların
değerlere sadakatindeki direncin çok farklı olduğunu görmek mümkündür. İnanma
üzerine oturan yaşamlar, inandıklarının tersi istikamette sarsıcı bir uyarıyla karşılaştıklarında
uyaran doğrultusunda inandıklarını rahatlıkla değiştirme yoluna giderler. Bun
en açık örneği de İsrail oğullarının denizi geçtikten sonra birkaç günlük bir
bekleme sürecinde tapmak için Samiriden bir buzağı yapmasını istemeleridir.
Hemen inanma rotaları değişiyor ve farklı bir tapınma unsuru oluşturuyorlar.
Yaşamlarında inanmanın baskın olduğu toplumların yaşamları ve tutuculukları çok
değişkendir ve bunların sürekliliğine güvenilmez. Ortam, zaman ve uyaranların
etkileme şiddetine göre yön değiştirebilirler. Âmâ bilgi üzere olan yaşamlar,
idrak süzgecinden geçirilerek bilinçlice bir tercih yaptıklarından dolayı
onların değerlerine sadakatinin sürekliliği ancak yaşamlarıyla son bulur. ”Ben
ve bana tabi olanlar biz bilerek bu yola çağırırız…”Diyen elçi, bilginin iman
etmedeki etkisinin ne kadar kuvvetli olduğunu da ortaya koymaktadır.
Bir bilgi üzerine hayatlarını ikame
etmeyen toplumlar, bilgi üzerine yaşayanların kobayı olarak kullanılırlar.
Tarihin her döneminde bunu görmek mümkündür. Bugün yaşadığımız çağa
baktığımızda bilgiye kim sahip ise diğerleri onların önünde el pençe divan durmaktadır.
Yaşamsal alandaki donanımların doğru çalışması için, yaşama ait yasaların
bilinmesi gerekir. Bu yasalardan haberi olmayanların ben bunların hepsini biliyorum,
Kur’an’da var diyerek sığ ve basit anlayışlarını Kur’an’ı referans alıyormuş
gibi davranmaları tam bir fiyaskodur. Kur’an’ı referans alanlar, onun
gösterdiği ortamı doğru anlamaya çaba harcarlar. Hiçbir çaba ve gayret
harcamadan bu bana verildi diyerek başkalarını buna inandırmaya çalışanlar
cehaletin zirvesine demir atarlar.Allah,yaşama dair tüm koordinatları belirlemiş
ve o çerçevede mücadele edildiği zaman insanlığın doğru bir yörüngede yol
alacağını anlatmıştır. Ancak biz böyle bir arayış çaba ve istek oluşturmadan
her şeyi inanarak çözeceğine inanan yaşamları arzular olduk. İnanarak hayatı
düzenleyeceğini düşünenler varsa öyle bir yaşam Allah’ın sünnetinde yoktur.
Elçilerin yaşamlarında normal akışa aykırı mucizeleri gündem yaparak bunlar
Allah’a göre çok kolay demekle insan, aklına kendisine ihanet etmekle
kalmayarak Allah’ı kendisi için bir kolluk kuvveti olarak görmeye
çalışmaktadır.
Allah’a göre her şey çok kolay ancak
Allah, işlerin insanın kendi çaba ve mücadelesine bağlı olarak devam etmesini istemektedir.
Bunun için yaşadığı ortamı tanımayan hayatın üzerine oturduğu dinamiklerin
oluşum gelişim ve devamlılıklarının neden kaynaklandığını bilmeyenler, bütün
bir insanlığın yaşamına dair sorunları çözeceğini ancak inanıldığı taktirde
çözüleceğini söylemekle çok büyük bir yalan söylerler ancak kendileri bunu
idrak edemezler.
Okumayı bir külfet görenler ve
okumadan ben bunları yaparım iyi ki bu kadar okumadım cahil kaldım gibi
açıklamalar iç dünyanın karanlık dehlizlerinden çıkan ortamı karartacak cehalet
gazının etrafa koku salmasıdır. Cehalet gazıyla gazlanmak, insanları dönüşü
olmayan bir çıkmaz sokağın imha timlerinin kurşunlarına hedef yapmaktır.
Cehalet gazıyla gaza gelenlerin bu gazın etki alanından çıkarak bilen ve idrak
eden yaşama kucak açmalarını beklemek kolay olmaz. Çünkü onlar inanarak bu aşamaya
gelmişlerse, bundan sonraki yaşamlarını bilerek geçirmelerini istemek onları ölüme
çağırmak gibi algılanır. Onlar inandıkları ile olan ilişkilerini kutsayarak
devam ettirdikleri için, hayatlarındaki yanlışları onlara izahata kalkarsanız,
sizi inanca saldıran olarak tanımlayıp hakaret ve küfretmekte bir sakınca
görmezler. Çünkü onlara göre, onlara yapılacak bir kritik onların inandıklarını
söyledikleri ilahi değerlere yapılan bir saldırı olduğunu söyleyecek kadar da
süreci çarpıtmakta bir sakınca görmezler. Yani inanarak yaşayanlar bilerek
yaşayanların varlığını kabullenmezler. Bilerek yaşamak sorumluluk,emek,gayret sabır,
istikrar,kararlılık,ahlakilik,adalet ve gerektireceği için bu külfetin altına girmeyi düşünmezler.
Allah’ın güç ve kuvvetinin kendileri için taksim edilmiş bir lütuf olduğunu iddia
ederek çevrelerindeki insanları hipnotize ederek onların da papağan gibi kendilerini
taklit etmesini beklerler. Böylesi yaşamlar her zaman ve her ortamda İlahi
eksende düzgün doğrusal bir yaşam grafiği oluşturacak hayatın kendileri için
bir tehlike olduğunu anlatarak bilgi üzere yaşamın ortaya çıkmasını asla istemezler.
Çünkü bunlar cehaletin taşıdığı su ile değirmenlerini döndürür ve menfaat üzere
kurulu hayatlarını yarınlara taşımak isterler.
Ey Allah’ın kulları bilerek yaşamayı
inanarak yaşama tercih etmediğiniz sürece sömürülen birer kobay olmaktan asla
ve asla kurtulamayacaksınız ne derse doğrudur diyebilmek için o yaşamın en
ince ayrıntısına kadar bilgisine sahip olmanız gerekmez mi? Bu bilgiye
ulaşırsanız o zaman karar vermede de zorluk çekmezsiniz. Ancak bir hususu
inanarak onaylıyorsanız biliniz ki, inandığınız ve inanmaya sizi ikna etmiş
olanların uyaranlarının şiddeti değiştiğinde sizin inandığınız olay kişi ve
nesnelerde kendiliğinden değişecektir. Eğer bir yerde çalıştığınız için geçiminizi
sağladığınıza inanıyor ve Allah’ın sizi yaşattığı için rızkınızı bir yere
koyduğunu ona ulaşmak için mücadele edip ona kavuşacağınızı bilmiyorsanız,
sizin ihtiyaçlarınızı kim karşılarsa ona bağlılığınız ve inancınız artar.
Göklerin ve yerin tüm hazineleri Allah’ındır buyruğu sadece bir ninni gibi
gelir.
Tüm bu açıklamalardan sonra şunu
açıkça beyan etmeliyim ki, Allah’ın dini bilmeyi gerektirir. Neyi niçin neden
ve nasıl yapmam gerekir ve amacım nedir, sorularının anlamsızlaştığı bir
yaşamdan, görüntülemek için anlamlı bir sonuç elde edemezsiniz. Bilmediğimiz
bir inanç sadece kuru softalıktır. Belli bir amaç için emanet verilmiş olan
uzuvlarımızı amacına uygun kullanmadan anlamlı ve yarını olan hayatın
kollarında ruhumuzu teslim edemeyiz. ”Ey insan bilmediğin bir şeyin ardına düşme,
zira göz kulak ve kalp ondan sorumludur. Bu sorumluluğu taşıyacak bir yaşam
oluşturmamız dileğimle…
Sabahın içindeki tüm hayırların kâinatı
kuşatmasını rabbimden niyaz ederek selam sevgi saygı ve muhabbetlerimi
iletiyorum…
Erol KEKEÇ/14.06.2021/07.10
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder