Anılar arasında bir güz yaprağı gibi sararmış ve rüzgârın önünde savrulan ömrümü, bahara taşıyarak, filizler vermesi için tüm çabalarım… Zaman değirmeni öğütmeden bırakmıyor ömrünüze ait ne varsa elinizde. Zaman acımaz, acımadan alır ve dağıtır, yerinize bir başkasını koymaktan zevk alır.
Zamanla alışırsın dedi herkes, oysa
zamanla ben hiç alışamadım ama zaman bana öyle bir alıştı ki, yanımdan hiç
ayrılmaz oldu, ne varsa bende ortağımmış gibi benden fazla o sahiplenmekte ve
alıp harcıyor hiç acımadan…
İlk çocukluk yıllarımda elimde ağaç
dallarından yaptığım sabanımla nerede küçük bir toprak görsem orayı sürerdim ve
usanmadan saatlerce orayı imar eder, bir şeyler ekmeye çalışırdım. Beş
yaşımdaki bu üretici karakter yapısı bana öyle bir oturdu ki, toprak gördüğümde
hemen yepyeni bir yaşamın canlılık belirtilerini görür gibi heyecanlanıyorum.
Toprak canlılık, heyecan yeniden doğuş, uzaklara bakış, ufuktan ışıkları alıp
onlarla yarınlara varıştır.
Beş yaşımda toprağı ilk sürmeye
başladığım yıllardaki üreticilik benden hiç gitmedi, onun için ülkemin her
karış toprağının imaratını düşünerek, ülkem için zihnimi çok yordum. İnsanlık,
yaşam, ülkem ve aydınlık yarınlara kavuşmak içinse benim düşünmelerim, varsın
yorulsun zihnim, tüm çabalarım ülkeme feda olsun…
Çocukluğumdan aldığım toprak sevgisi,
toprağın kutsallığını bana öğretti. Toprak kutsaldır, toprak anadır, toprak
babadır, kardeştir, oğuldur kızdır evlat bacı akraba eş dost gardaş ve
sırdaştır. Toprak hamurumdur benim, ben kendi hamurumu sürerken, aslında
kendimi imar ederdim. O dönemden aldığım o dersi hayatımın her noktasına
taşımaktan mutluluk ve haz duydum. Topraktan kopunca hayattan koptuk, çünkü
hayat bizim toprağımız, toprak bizim kaynağımız, bunları birbirinden
ayırdığımız zaman yok olmaya mahkûmuz.
Çocukken toprağa yabancı kalan, kendi
özünden koparılır, kendi özüyle tanışmayan karakter ve kişilik gelişimini nasıl
tamamlayabilir. Önce toprağımızı yabancılardan ve istilacı canavarlardan
kurtarmaya kararlı olmalıyız. Toprağı istila edilenlerin ruhları
parselleniştir. Ruhları kuşatılmış olanlar üretimden ne anlasınlar. Biz üretici
olmak zorundayız bunun için öncelikle çocukluğumuzda üzerine basarak rahatladığımız,
arada bir oyuncak sabanlarla sürerek havalandırdığımız, içine su salıp onu
iyice yoğurduğumuz, toprağımızdaki inceliği anlayarak kendimizle barışabiliriz…
Kendini yoğurmayan ne anlar hayattan yaşamdan zamandan, zaman içinde öğütülen
kendinden…
Özümüzden kopunca bizi harcadılar.
Özünden kopanlar topraklarını boş bıraktılar veyahut ta topraklarının tabiatına
aykırı tohumlarla topraklarını canlandırmayı hesapladılar, çok kazanmak ve hırs
uğruna, hamura su kattılar. Sular hamuru cıvıklaştırdı, cıvık kişilik ve
karakterlerle topraktan verim almayı, acaba nasıl hesaba kattılar.
Acılar coğrafyasının yılmayan
usanmayan her mevsimde her toprakta filiz vermeye ah etmiş bir yaban gülüyüm ben…
Yaban dediysem yabana atmayın dediklerimi, yabana atılırsam nereden nasıl hangi
iklim ve mevsimde filizlenip çiçek açacağım bilinmez. Bilmediğiniz yerde, hesap
etmediğiniz zamanda size sormadan çıkan bir filiz varsa topraktan, bilin ki o
toprak çok imar edilmiş ve o filizin karakteri toprakla özdeşleşerek birlikte
zamana karşı kıyama durmuş… Zamana yenilmeyen ve zaman geçse de kendisi her
anla birlikte olmak için, zamanın ruhuyla at başı giden bir yaşamsa bana
armağan, o zaman bırakın keyfimce ben bu hayatı doyasıya yaşayayım…
Neden insan stres topu olduğunda
yalın ayak toprakta gezerek rahatlar? Bir çocuk ana göğsüne kafasını
koyduğunda, anne onun başını okşayarak öpüp kokladığında nasıl ki,
hıçkırıklarla dolu gözyaşları kurur ve ağıtı dinerse, Toprakta insanoğlunun
anasıdır. En acılı ve stresli anlarınızda koyun başınızı onun tam yüreğine,
isterseniz yuvarlanın, isterseniz üzerinde koşun, isterseniz sabanlarınızla
karnı deşin, o sizin tüm çılgınlıklarınıza katlanır, âmâ ondan uzaklaşmanıza
asla tahammül etmez. Onun için olsa gerek kendisiyle aramızdaki mesafeyi
betonlarla doldurduğumuz günden bu yana, aramıza kara kedi girmiş gibi ne
gündüzümüz ne gecemiz kaldı hepsini birbirine karıştırdık.
Betonlar anamızı ağlattı, anamız bizi
göremez oldu, gözyaşlarından gözünün önünde yaşlar çatallandı. Biz onun
feryadını duymadık, acılı gözlerinden akan yaşlara şahit olduk, ama oralı
olmadık, bu gün ne güneşin doğduğunu ne battığını görüyoruz, bir bakıyoruz
hafta başı, bir anda kendimizi sonunda buluyoruz haftanın… İşte, zaman
değirmeni çılgınca atmış bizi iki taşı arasına, öğüttükçe öğütüyor hiçbir
yakarış ve haykırışımıza aldırmadan…
Yerkürenin üzerinde insan adıyla
yaşayan tüm canlılar kürenin üzerini kaplayan toprak anayla hala göbek bağı ile
beslenmesine rağmen, neden bu bağın düğümlenmesine veya koparılmasına göz
yumar. Siz size hayat taşıyan bağın koparılmasına karışmazsanız, ananızın
kucağında ölü doğmanıza rağmen yaşayan canlı olduğunuzu sanırsınız. Alışamadık,
zamanla geçer denilen günün üzerinden tam kocaman yarım asır geçmiş, hala
alışmayı beklerken, aslımızı görme basiretine kavuştuk. Neyse ki anamızla
kucak kucağa sarılıp yatmadan bunun idrakine vardıysak, anamızla aramızı
düzeltip yeniden onun kucağına yatak atacağız. Yoksa üzerimize beton döküp bizi
anamızdan ebediyen ayıracaklar.
Kızılderili Reisin, ABD’de toplu
konut idaresi başkanına söylediği şu sözler yaşamın fermanıdır bunu
okuyabilseydik vakti zamanında, bu gün yaşadığımız acıları belki yaşamamış
olacaktık. Toplu konut idaresi Kızılderilileri dağlarından topraklarından alıp
getirip, beton binalara yerleştirmiş ve o topraklara gitmelerini istememişler.
Aradan biraz zaman geçince, Kızılderililer hastalanmış, mutsuz olmuş stresten
birbirlerine saldırmaya başlamışlar, çalışma ve mukavemet tükenmiş kendi
içlerinde kendileriyle savaşmaya başlamışlar. Ancak bu acılar zamanla geçmemiş,
kızıl derilileri, zaman geçiriyor muş ki, Kızılderili Reis Konut İdaresi
başkanına çıkmış ve demiş ki; ”Ey başkan biz anamızdan topraklarımızdan
buraya gelirken sadece bedenlerimizle geldik, âmâ ruhlarımız orada kaldı,
Ruhlarımız bedenlerimizden ayrı olduğu için, bedenlerimiz ruhlarımızdan uzakta
yaşayamıyor ve hepsi hastalandı. Onun için biz yeniden bedenlerimizle
ruhlarımıza dönüyoruz ki yaşayabilelim…”
Müslim Babanın Dediği gibi,”
Topraktan bedene can veren ALLAH
Bana da yaşamak hevesini ver
Her güne bir ümit veren ALLAH
Bana da yaşamak hevesini ver; ”İnsanın yaşama hevesini yeniden
yakalayabilmesi için, yaşama canlılık veren hayatla tanışması ve ona şahit
olması gerekir. Yaşamadığınız bir hayatın taşıyanı olamazsınız. Onun için,
öncelikle torakla tanışarak zamanla alışanlar değil, zamanı bize alıştıranlar
olmak zorunda olacağız. Zaman bize alışırsa neyin ne zaman doğacağını bilir,
ona göre vakti zamanında uğrar hiçbir karışıklık olmaz, her şey yerli yerinde
ve bir bütünlük içinde devam eder.
Anılar arasında güz yaprağı olduğumu
görünce, çocukken elimde sabanımla toprağı deşerken hayalini kurup türküsünü
söylediğim, günlerime dönmek geldi içimden… O kardığım toprakta umutlarımı
sakladım, çocukluğumun sonunda umutlarım filizlenip kökleşti yarınların
hayallerini kurarken, tüm hayallerimin üzerine beton döktüler. İşte bu gün var
gücümle hayallerim üzerine dökülmüş betonları kaldırıp, anamla arama konulan
barikatları yok ederek toprakla barışmak ilk hedefim. Ben canlıyken bizi
toprakla buluşturmayanlar, öldüğümde götürüp kucağına bırakacaklar. O zaman
toprakla aram bozulmuş olduğundan beni sıktıkça sıkarak merhametli yanından
beni mahrum bırakacak…
Bu günlerin hatırı için toprakla barışalım,
içinde öyle ağlayan damarlar var ki, sicim gibi gözyaşı akıtarak betonlara
karşı koysa da, anlamsız bir yaşamın kollarında hayattan bıkmış sürgün bir
yaşamı var sanki!
Biz bu dertleri, toprağımıza dönersek
atlatırız, oysa bizi toprağımızdan ayıranlar mutlu olmamızı istemedikleri için,
bu yazıyla, hayatımızı kara yazıya bağladılar. Toprak biz, biz toprak “Benim Sadık Yârim kara topraktır…”diyen
Halk Ozanımız Âşık Veysel gibi, yârimiz ile koyun koyuna yatmadan zamana dur diyorum,
onu bize uygun davranmaya çağırıyorum… Yoksa zamanla yok olmuyoruz zaman bizi
imha ediyor,
Toprakla barışalım yaşama koşalım
kendimize gelip evrene güzel bir selam duralım… Aslımıza dönen bizleri, zaman
değirmeninde öğütmez. Topraklarımız tohum olmayınca, boş kalır diyerek aslımıza
rücu edelim…
Var mısınız toprakla koyun koyuna
uyumaya…
Erol KEKEÇ/22.04.2022/02.09
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder